Ben sevgili Erhan’ın yazılarını çoğu zaman güncel olarak izleyemiyorum ama kendisinin içten bir demokrat Adıge aydını olduğundan hiç kuşku duymuyorum. Ona içtenlikle inanıyor, güveniyor ve seviyorum. Sorunlarımıza yalnızca bir yönden değil farklı yönlerden ve serinkanlılıkla bakabilmesini, güzel kalemiyle, insanları çeken tatlı anlatım gücü ve üslubuyla seviyeyi düşürmeden yeri gelince hem nalına hem mıhına vurabilmesini takdir ve tebrik ediyorum. Amaç reytingi yüksek, başarılı bir yazar olmaksa her halde Erhan iyi örneklerin başında yer alır. Ama onun amacı bu olmasa gerektir.

Karşı karşıya bulunduğumuz bir ulusal sorun, hatta sıradan bir ulusal sorun değil, ulusal anlamda ölüm-kalım meselesi halinde devasa ve çetrefil bir ulusal sorunumuz var. Dolayısıyla hepimizin en çok dikkat etmesi gereken şey, sözlerimizin ve eylemlerimizin, bu sorunun çözümüne yapacağı katkıyı gözetmek olmalıdır. Atacağımız her adımı Adıge ulusal sorununun çözümüne ne katar/katmaz? Zarar mı verir, yarar mı? açısından önce kendi içimizde irdelemeliyiz diye düşünüyorum.

Bunları söylerken Erhan’ın buna ters bir şey yaptığını söylemek veya ima etmek istiyor değilim. Tam tersine, onun bunlara özen gösterdiğini biliyor, görüyorum. Belki buna biraz dikkat çekmek ve bu vesile ile ben de bazı görüşlerimi paylaşmak istedim yalnızca.

Bana kalırsa mesele ne anavatana dönmeyi başarabilmiş bir avuç Adıgenin ne de sürgün sırasında anavatanda tutunup kalmayı başarabilmiş iki-üç avuç anavatanlı Adıgenin korkması-korkmaması, sakınılması-gözetilmesi-korunması meselesi değil. Rusya’nın iyi veya kötü olması meselesi de değil. Her ülkenin iyi ve kötü yanları olabilir. Kimisinde kötü yanlar fazla kimisinde az olabilir ve bunlar zaman içinde değişebilir, gelişebilir… Belki meseleyi “neyi ne zaman nerede nasıl söylersek/yaparsak bunun ulusal sorunumuzun çözümüne nasıl bir etkisi/katkısı olur” meselesi olarak görmek gerekir.

Bana göre öncelikli mesele, ulusal aydınlarımızın bir ulusal kurtuluş ve varoluş projesi, reçetesi, yol haritası oluşturamamaları, hala tarihten ders almamaları, sen-ben (kavgalarından demeyelim haydi) çekişmelerinden, itiş-kakışlarından kurtulamamış olmaları, sadede gelememeleri, bir şey söylemeye kalkanları kimilerinin Amerikancı, Rusçu, şucu-bucu diye damgalayıp itibarsızlaştırmaya, dışlamaya çalışmalarıdır.

Ardından da mesele, bu, ulusal aydınlarımızın ortaya koyacağı ulusal kurtuluş ve varoluş projesinin bir ide olarak (hem muhacerette hem anayurtta parçalı) halklarımıza kavratılıp benimsetilebilmesidir.

Ortak proje olmadan bir şeyler yapmaya kalkanlar er veya geç ya savrulurlar ya yorulup tükenirler. Sonuçta başarılı olamazlar. Projeyi savunacak ve hayata geçirecek güçlü bir halk desteği olmadan da proje kâğıt üstünde tarihsel bir belge olarak kalmaktan öte geçemez ne yazık ki. Ortak bir ulusal kurtuluş ve varoluş projesi olur ise herkesin bilgi, beceri ve yeteneği çerçevesinde yapabileceği her şey o projeye bir biçimde oturtulabilir ve değerlendirilebilir.

Ulusal mücadelede temel olarak üç ana damar vardır çoğu zaman.

İlki; “aman başımıza dert açmayalım, iyi-kötü geçinip gidiyoruz işte, halimize şükredip oturalım oturduğumuz yerde, zülfü yâre dokunmayalım…” diyen damardır.

İkincisi; neyi, niçin, ne zaman, nerede, kimlerle, nasıl yapmak gerektiğini hesap ederek, ulusal soruna zarar vermemeye, olası yararları maksimize etmeye çaba göstermesi gereken ana damardır.

Üçüncüsü ise; “ne diye duruyoruz!? Yürümek bile yetmez, koşalım-uçalım, vuralım-kıralım, yakalım-yıkalım, kovalım-canına okuyalım…” demeye getiren bir damardır.

Ulusal mücadelenin başarılması, büyük ölçüde ana damarın dengeyi tutturabilmesine, diğer iki damarla sürekli dirsek teması ve etkileşim içinde bulunabilmesine, ilk damarı bir şeyler yapmaya ikna edebilmesine, üçüncü damarı frenleyip değerledirebilmesine… bağlıdır.

Ana damarın yönetip yürüteceği ulusal kurtuluş ve varoluş hareketinin başarısı için 4K+P; Kafa gücü, Kalp gücü, Kol gücü, Kitle gücü ve Para gücü gerekir.

Kafa gücü; bilgi ve tecrübeye dayanan ortak akıl demektir. Onsuz hareket, dümensiz gemi gibi olur. Ne zaman nereye nasıl çarpacağı belli olmaz. Lakin bu güç diğer güçlerle desteklenemezse tek başına pasifize edebilir insanı, kitleyi ve başarıyı getiremez.

Kalp gücü; inanç ve cesaret demektir. Bir amaca, hedefe inancınız ve onu gerçekleştirebilecek cesaretiniz yoksa yerinizden kalkamaz, hiçbir şey yapamazsınız. Lakin bu güç, özellikle birinci güçten yoksun olursa, çok tehlikeli bir cahil cesareti olur. Gemiyi ne zaman nereye nasıl çarpacağı belli olmaz.

Kol gücü; bireysel ve toplumsal sağlık dahil, bir şeyleri başarabilme becerisi, organizasyon yeteneği ve irade gücü olarak anlaşılabilir.

Kitle gücü; adı üstünde, amaca, hedefe inanan ve onu sahiplenen bir insan kitlesini, ayrıca ona destek olabilecek müttefik dostları ifade eder. Hareketin başarısı, önce kendi temel kitlesini ikna edip harekete kazandırabilmesine sonra da evrensel değerler çerçevesinde kurabileceği ittifak ilişkilerine büyük ölçüde bağlıdır.

Para gücü de; adı üstünde, hareketin başarısına aktarılabilecek para, servet, sermaye, teknoloji, girişim güç ve yeteneği olarak anlaşılabilir. Ne yapmak istersek isteyelim, buna bütçesiyle birlikte karar vermezsek, neyi neyle yapabileceğimizi, onları nereden, nasıl temin edebileceğimizi hesap etmezsek, isteklerimiz, dilek ve temennilerden öteye gidemez.

Bugün bunları hesaba katmadan “Kahrolsun Amerika!” dediğinizde peşinize takılabilecek hazır bir kitle vardır her yerde. Aynı şekilde “Kahrolsun Rusya!” dediğinizde de her zaman peşinizden gelecek bir kitle bulabilirsiniz. Hatta “Ne Amerika ne Rusya!..” dediğinizde de müşterisiz kalmaz, belki daha fazlasını bile bulabilirsiniz.

Ama “kahrolsun” demekle kimse kahrolmaz. Biz de kimseyi kahredemeyiz, hatta kahredebilecek olsak bile kahretmemeliyiz. Evrensel değerler çerçevesinde barış ve demokrasi içinde birlikte yaşamayı amaçlamalı, hedeflemeli, savunmalıyız.

Galiba en doğrusu “Hem Amerika hem Rusya” diyebilmek, hiç kimsenin değiştiremeyeceği bu nesnel gerçekliği görüp kabul etmek, bu nesnel gerçeklik çerçevesinde geçerli bir ulusal kurtuluş ve varoluş projesi oluşturup uygulayabilmek olsa gerektir. Zira her ikisi de vardır ve bir biçimde var olmaya devam edecektir. Bizi, başkalarını bir yana bırakalım, bu ikisi bile birbirini yok etmeye, yok saymaya muktedir değildir. Her biri diğerini dikkate alarak atar adımlarını. Dünyadaki hemen her ülke de bu iki gücün varlığını dikkate alarak politika oluşturup uygulamaya çalışır. Biz de bunu dikkate alan, dışlamayan gerçekçi bir ulusal kurtuluş ve varoluş projesi üzerinde çalışmalıyız. Evrensel insanlık değerleri çerçevesinde hem Amerika’dan hem Rusya’dan hem de içinde bulunduğumuz ülkeler başta olmak üzere başka ülkelerden ittifaklar aramalı, bulabilmeliyiz.

Eğer ulusal geleceğimizi anayurdumuzda görüyor isek, bunu nasıl, hangi biçim ve düzeyde tahayyül ediyor olursak olalım, öncelikle anayurtta yaşıyor olmayı temel almak zorundayız. Anayurt topraklarında yaşamadığımız sürece ne var olan hakları kullanıp değerlendirmemiz, ne bu hakları arttırıp genişletmemiz, ne de orayı geliştirip güzelleştirmemiz, iyileştirmemiz mümkün olabilir.

Anayurdumuza dönüşümüz ise önce sözünü ettiğimiz o ulusal kurtuluş ve varoluş projesine, bu projeye göre halkımızı anayurda dönüşü talep edebilecek düzeye getirebilmemize sonra da Adıgelerin anayurtlarına dönmelerinin kötü bir şey olmayacağı, tersine iyi bir şey olacağı yolunda Rus aydınlarını ve yöneticilerini ikna edebilmemize bağlıdır.

Dönüşü talep edenler bunu koşullara bağlamak yerine her fırsatta nasıl gerçekleştirebileceklerini düşünmeli, bunun için çaba göstermeli, mücadele etmelidirler. Mücadele sövüp saymak değildir. Kendisini antipatik gösterebilecek, Ruslara “iyi ki sürmüş atalarımız bunları” dedirtecek sert söylem ve eylemler hiç değildir. Tam tersine, mümkün olduğunca sempatik gösterebilecek, Ruslara “bak bunlar ne iyi, eğitimli, yetenekli, başarılı, uyumlu, uygar insanlar. Ne kadar kötü etmiş atalarımız bunları sürmekle, keşke sürmeselerdi şimdi o iyi, yetenekli ve başarılı insanlar bizim yurttaşımız olacaklardı” dedirtecek, öyle düşündürecek söylem ve eylemler ortaya koyabilmektir. Kimse eğitimsiz, başarısız, bir baltaya sap olamamış, kindar, barbar görüntüsü veren bir insanı veya topluluğu ülkesine alıp başına dert açmak istemez. Ama bilimde sanatta sporda başarılar kazanan, madalyalar alan başarılı, eğitimli, uygar insanları herkes ülkesine kazanmak ister. Unutmayalım ki, eskiden “pis zenci” denilerek küçük görülüp aşağılanan, dışlanan insanların bugün “siyah derili/esmer kardeşimiz” düzeyine gelmesinde onların atletizmdeki, spordaki başarılarının büyük payı ve katkıları vardır.

Her Adıgenin bireysel amaç ve hedefi, hangi iş ve mesleği seçmiş olursa olsun, o iş ve meslekte birinci olmak, dereceye girmek, hiç değilse ilerlemek ve önlerde olmak olmalıdır. Geleneksel veya genetik bireyci özelliğimizi buna kanalize etmeye, insan yetiştirme düzenimizi buna uyarlamaya çalışmalıyız.

Ulusal gelecek kurgusunda anayurdu ve oraya dönüşü hesaba katmayanlar için korkulacak hiçbir şey olmayabilir. Bulunduğunuz ülke yasalarının izin verdiği ölçüde Rusya’ya da Amerika’ya da her şeye de “hayır!”, “kahrolsun!” “defol!” diyebilirler. Yalnızca bizde değil her halkın içinde böyle diyenler vardır, olabilir. Ama ulusal geleceğimizi anayurdumuzda görenler, ileride anavatana dönmesi muhtemel olanlar bunları söylerken biraz daha düşünmelidirler. Kendilerinde “dönüş” talebiyle kapısına gitme cesareti bulabildikleri zaman, Rusya’nın da kendisine “hayır!”, “kahrol!” “defol!” diyenlere “hayır” diyebileceğini hesaba katmalıdırlar. “Hayır! Anayurda dönüş hakkımız! Söke söke alırız!” demenin hamasi bir söylemden öteye geçemeyeceğini dikkate almalıdırlar.

Elbette “NO SOCHI” diyenleri de anlamak gerekir. Onları kınamaya, dışlamaya çalışmanın anlamı yoktur. Hatta belki bugün Soçi olimpiyatları çerçevesinde yeniden inşa edilen Fışt olimpiyat vadisinde Adıge varlığının daha belirgin biçimde sergilenmesinde onların da önemli etkileri olmuş olabilir.

Ama yine de; keşke “NO SOCHI” yerine “KNOW SOCHI” demeyi akıl edebilseydik en başta. “Sochi” simgesinin açılımını güzel etkinliklerle, sanatsal gösteri, yayın ve ürünlerle daha etkili ve çarpıcı biçimde gösterebilseydik oraya gelenlere ve dünyaya.

İyi eğitim görmüş, yabancı dil bilen, birikimli, yetenekli aydınlarımızın, bu değerlendirmeleri de dikkate alarak, bir an önce, geçerli ve etkili bir ulusal kurtuluş ve varoluş projesi oluşturmaya yönelmeleri dileğiyle.

Fahri Huvaj