“Bugün 21 Mayıs 2064… Sıradan bir gün. İstanbul gibi bir şehirde yaşamanın zorlukları ile savaşıyoruz. 30 milyon insan, trafikte saatlerce beklemeler, plazalardaki sıkıcı hayatlarımız, bir dost ile-akraba ile görüşmenin imkansızlığı. Herkesin yalnız ve çaresiz olduğu bir dönemdeyiz… Aile kavramı tamamen yok oldu, hepimiz oldukça hedonik bir hayat formu içindeyiz. Eski günleri anımsayarak geçiyor aslında çoklukla zamanımız.. Sonra, bir anda farkediyorum ki bugün Çerkes Soykırımı’nın 200.Yılı…”

 

Eski günleri hatırlıyorum, 50 yıl kadar öncesini… İstanbul’da yaşıyorum. Ah, ne güzel günler, o zamanlar bunun çok da bilincinde olmasak da… Kesinlikle, eski günleri avuçlarımda sımsıkı tutup hapsetmek isterdim. O zamanlar, Bağlarbaşı Derneği evime çok yakın. Cuma akşamları uygun olduğumda Bağlarbaşı Derneği’ndeki Marje adlı Dans grubunun çalışmalarına gidiyorum. 30-40’lı yaşlardaki bu grup coşkuyla dans ediyoruz. Diğer günlerde de dernek dışında sık sık Çerkes arkadaşlarla görüşüyoruz. Fırsat oldukça Maykop’umuza, Sohum’a gidip gelmeye çalışıyoruz. Bunun yanında; Adigabze bilmekle ilgili derdim olduğunu hatırlıyorum o günlere dair. “Nasıl öğrenebilirim, ilerde çocuklarıma nasıl öğreteceğim, nasıl olacak?…”

Evet soykırıma uğramış bir toplumduk ve her şey çok zordu. Fakat biz her şeye rağmen, tam bir birlik halindeydik ve birbirimizden haberdardık. Kültürü elimizden geldiğince ve doğal sürecinde, o yıllarda nasıl yaşanabilirse yaşamaya çalışıyorduk… Doğal halinde, yapay olmadan. Piknik organize ediyor ve 30-40 kişi oluyorduk, 10-20 kişi plansızca-bir anda toplanabiliyorduk. Sofralarımızda heuxh’larımız vardı, ne daha az Çerkestik Kafkasya’da yaşayan insanlarımızdan, ne de daha fazla. Mutlak bir gerçek vardı; soykırıma uğramıştık evet. Ve, Kafkasya’da yaşamak istesek de bu artık bizim için zordu. Diğer taraftan; bir hayaldi, tutkuydu, umuttu… Bu yüzden de çok güzeldi. Bu kavramların ve düşüncelerin ne büyük güzellikler olduğunu şimdi şimdi anlıyorum oysa ki. Yapayalnız ve artık hiçbir köke bağlı olmayan yeni hayatlarımızı gördükçe…

Oysa bugün… Düşünüyorum da, torunlarımın her biri başka yerlerde. Çocuklar ise hepsi hayatla çok meşgul. Çerkeslik denen olgu maziden kalan bulanık bir mızıka sesi oldu bizler için artık. Torunlarla beraber olabildiğimiz kısıtlı zamanlarda eski günlerimizi anlatmaya çalışsam da çok fazla başarılı olduğum söylenemez. Bugün dünden o kadar farklı ki bunları gözlerinde canlandırmaları oldukça imkansız, farkındayım. “Babam yaşasaydı da Çerkesce konuştuğunu duyabilseydim..” diyorum sonra içimden. Hiç duymuyorum artık Çerkesce, belki 20-30 yıl oldu… Gözlerimden bir anda yaşlar akıveriyor bunları yazarken…

“Keşke zamanı geri alabilsem..” “Daha çok savaşırdım..” Dilim için, haklarım için, aslında hepsi geleceğim ve benliğim için… Ve “Daha çok haykırırdım Çerkes Soykırımı’nı Dünyaya…” Daha çok uğraşırdım dilimi öğrenmek için… Meğer asıl benlik onlarmış… Beni ben yapan, içime-zihnime işlemiş pşine sesiymiş, insanlarımmış, köyümmüş bayramda gittiğim, yediğim Adige k’uayeymiş, danslarmış, dostlarmış, muhabbetlermiş aslında bizi biz yapan. Aileden gördüğümüz, bir nefes gibi sorgusuz içimize aldığımız o içine doğduğum alışkanlıklarmış… Ne kadar da basit ama anlamlı hayatlarmış. Gitgide kaybolan alışkanlıklarımız aslında bir kültürün intiharını bize apaçık resmediyormuş, bize bunu fark ettirmeden…

Evet bugün 21 Mayıs 2064… Soykırımın 200. Yılı. İyiki hafızalarımız var, soykırımı ve dünleri hatırlamak, haykırmak için… Ve halen elimizde umutlarımız var, Kafkasya’ya dair. Oysa ne oradayız artık, ne de tam olarak burada… Keşke.

Tlişhe Denef – 21 Mayıs 2013