Cüneyt Özdemir yazmıştı geçenlerde. Bu bir algılar savaşı. Medyanın kendisinin bizzat pornografi ürettiğini görmek için Numan Kurtulmuş’un internete düşen montajlı görüntüsünü görmeye gerek yok. Gezi olayları sırasında meşhur penguen belgeseli yada Halk TV’nin yayınları bunu zaten açık etmişti. Bugün de yaşanan çok farklı bir şey değil. Bir kısım medya, operasyonun siyasi perde arkasını örtmek için rüşvet görüntü ve belgeleri üzerinde dururken, diğer bir kısım medya “komplo” olarak adlandırılan siyasi arka plan üzerinde duruyor.

Misal, Suriye’de on binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonlarca kişinin çevre ülkelere göç ettiği iç savaş için “Vekalet Savaşı” terimini kullanarak, Esad harici tüm dünyayı “komplocu” yapan Fehim Taştekin, siyasi iktidara yakın isimlerin operasyonun arka planını sorgulayan yazılarını “Medet Ya Komplo” başlığı ile karikatürize etmekte bir beis görmeyebiliyor.

Hükümet – belki Başbakan? – ile cemaat arasında patlak veren savaşın arka planına ilişkin en ufak bir bilgimiz yok. Öyle ki, Suriye’de İran ile savaşan – savaştığı iddia edilen Türkiye, söz konusu ambargoyu delerek İran’ın elini / finans gücünü rahatlatabiliyor.

Öngörülerimiz, doğru yada yanlış siyasi okumalarımız, angajmanlarımız, en nihayetinde çoğumuz için sezgilerimiz ve temennilerimiz tavrımızı belirleyecek o halde.

Çok açık söyleyebilirim. Hiçbir angajmanım, organik hiçbir bağım yok. Kaldıysa eğer belki biraz ontolojik akrabalık… Gömleğin çıkarılmasını, İslamcılıktan, muhafazakar demokratlığa evrilmeyi hiçbir zaman içime sindirememiştim. Uğruna çıkarılan gömleğin ahı, bugün olduğu gibi gelip sizi sırtınızdan hançerleyebiliyor. Hançerledi de.

Öte yandan, – o korkunç bedduaya muhatap olma pahasına – tüm bu yaşananları, Irak Kürdistan’ı ile yapılan petrol anlaşması gereğince para transferinin Halkbank üzerinden yapılacak olmasından, İran’a uygulanan ambargonun siyasetin iradesiyle yine Halkbank üzerinden delinmesinden, aynı hafta konu ile yetkili ABD’li müfettişin Ankara’yı ziyaret etmesinden, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Amerika ve oradaki cemaat temasları ardından Balbay’ın serbest bırakılmasından, Batılı güçler ile İran arasında Cenevre’de varılan mutabakattan, raflarda hazır bekleyen tüm bu pisliklerin seçimlerden hemen önce piyasaya sürülmesinden bağımsız olarak okuyup, “komplo bunlar hede höde” derseniz, ya sizin algınız kıttır, ya karşı tarafın algısının kıt olduğunu düşünüyorsunuzdur, yada karşı tarafı ergen reflekslerle baskılayarak manüpile etmek istiyorsunuzdur ki, hiç biri hoş değil.

Komplo isteyen, Şefkattepe midir, Nakkaşetepe midir nedir bilemiyorum, etnik / dini / mezhepsel üç ayrı kategorinin her birinde nefret suçu rekorlarının kırıldığı, günümüz Türkiyesi’nin en çok izlenen parodisine baksın.

Gelinen noktada benim gördüğüm, arkasına muhtemelen bir takım istihbarat birimlerini de alan cemaatin seçilmiş hükümete karşı, truva atı rolüne bürünmesidir ki, bu top yekun harbi başlatmayı göze aldıysa eğer, savaş hukukunu ve sonuçlarını da kabulleşmiş anlamına gelir. Ağlanmaya sızlanmaya gerek yok onun için. En azından bu seferlik…

***

Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye hicret etmişti. Yıllar ardından tüm kuvvetleriyle Mekke kapılarına dayanmıştı. Ebu Süfyan’ı rehin alarak Mekke’deki direnişi psikolojik olarak çökertmiş, parçalamış, kılıç sallamadan Mekke’ye muzaffer bir komutan olarak girmişti. O halde hiç kimsenin sormadığı şu soruyu soralım: Mekke, Medine kuvvetlerine karşı direnseydi düşer miydi?

***

Son olarak, Başbakan bunca badireden sonra İmralı değil de Kısıklı’da ikamet ediyorsa / edecekse eğer hala, başta Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt Siyasetine bir minnet borcu var. Dedik ya, sezgi ve temennilerimiz tercihlerimizi belirleyecek. Benim temennim, Başbakan’ın bu badireyi de atlatıp bu borcunu ödemesi yönünde.

Hasan Cemal Kürtler adına bir komutan edasıyla çırpınıp, “Demokrasi olmadan, Barış Olmaz!” diye yırtınsa da, görünen o ki, Kürt Siyaseti de bu krediyi Başbakan’a tanımış gibi.

Umarım Hasan Cemal bir pişmanlık kitabı daha kaleme alamaz. Çünkü “kimse kızmasın kendimi yazdım” dese de her seferinde kızmak zorunda kalıyoruz…