Sürgün, Soykırım ve Anavatan enflasyonunun zirvesindeki bir 21 Mayıs daha geçtikten sonra Çerkeslerin “Sürgün, Soykırım, Göç, Pasaportlu Geçiş” konu başlıkları üzerinden birkaç edimini incelemek için tam sırası. Öncelikle gruplandırmamızı yapmamız gerekir. Öznemiz Çerkesler, nesnemiz Anavatan; ancak Anavatan kavramı; içinde ideal Çerkeslik, Anadil ve Xabze’nin yaşayabildiği çoklu bir nesnedir. Yani birey Anavatan düşüne girdiğinde ard-psişesi (psişe kavramını açıklamayacağım.) ideal Çerkeslik, Anadil ve Xabze kapsamında idealini gözünde canlandırmaya başlar. Bu açıdan bu yazıda Anavatan dendiğinde bu diğer üç kavram da dile ve akla getirilmelidir. Yani Yazıda Kayıp/Yitik Nesne dendiğinde Anavatan, Dilbilmezlik/Anadil ve Xabze denmektedir. Özneye dair tüm imler Çerkesleri karşılamaktadır. Örn: Melankolik Özne=Melankolik Çerkes(ler) Ve unutulmamalıdır ki, yazar ben, konuyu çarpıtabilir, bükebilir, kırabilir, manipüle edebilir, propagandif olabilir, rücu edip tövbeye gelebilir. Hiçbir şeyin garantisi maalesef yok. Sıfır güven en iyi sigortadır.[1]

Klasik psikanalitik kuramda bireyin bilince dair ilk kırılması erk’le karşılaşması üzerinde cereyan eder. Genel tabiri ile çocuk bireyin anne-baba karşısında kendi benlik oluşumları ile kurduğu/kurmaya çalıştığı çapraşık güdülerdir bunlar. Ancak bunu sosyal ve siyasal birçok erkle değiştirebiliyoruz. Zaten psikanalizin bu simgesel değişim gücü onu insana dair her alanda kullanmamıza yarıyor. Erk’le karşılaşmanın ilk sendromlarından birisi de hadım edilme korkusudur. Erkek çocuğun baba’yı rakip görmesi üzerinden, kız çocuğunsa zaten penis yoksunu olarak doğması bu sendromu iyice güçlendirir ve çapraşık zihinde erk ve fallus bir araya gelir, bütünleşir, ikizleşir. Erk düşüncesinde hadım etmek, yoksun bırakmak, yoksunluk üzerinden terbiye etmek, yoksunluğu manipüle etmek gibi fantazyalar geliştirilir. Bu fantazyaları içeren benlik yani bu fantazyalarla karşılaşacağını düşünen benlik, bu yoksunluk semptomlarına karşılık güdüler ve psikolojik tepkiler, tavırlar geliştirir. İşte tam bu noktada Anavatan’dan çıkarılma ile hadım edilmiş olan benliğin tavırları, edimleri ve güdüleri üzerinde duracağız.

Anavatan özelinde yalnız hadım edilmek korkusu yoktur. Çerkeslerin güncel siyasi ve sosyal yaklaşımlarını düşündüğümüzde Anavatan kaybı üzerinden hem annenin terk edilmesiyle (çocuğun terk edilmesi) ana rahmine dönme arzusu ve yasla melankolinin çarpışması vardır. Annenin terk edilmesi ve yas bir grup oluştururken diğer grup ise ana rahmine dönme arzusu ve melankolidir. Bu iki grup bilinç ve onun aşamaları zemininde birbirine karşıt durmaktadırlar.

Bu ana detayları geçtiğimizde asıl anlatmak istediğim noktaya hızlıca gelmek istiyorum. Kayıp Nesne olan Anavatan ve ona dair Yas ve Melankolik özneleri karşılaştırmalıyız. Herhangi bir nesnenin kaybı sonrasında kişinin yani öznenin yaşadığı duygudurumu nedir? Gerçekten de yitirmenin getirdiği yoksunluk çokça duygudurumla ifade edilir: Acı, üzüntü, ağlamak, yas tutmak, elem, keder, kahır, dert, tasa, gam, hezeyan, histeri. Eğer ki birey yani özne bir yitirme ile karşılaşırsa yukarıdaki duygudurumlarından kendinde olanını bilinçsizce seçer ve tavrını Yas ve Melankoli karşıtlığından (hadi bunu kolaylaştıralım ve bunlara Yas Modu ve Melankoli Modu diyelim) birini seçerek sendromunu devam ettirir. İşte, tam bu noktada işin renkli kısmı, en azından benim için, başlıyor.

Kişi/Özne; Yas Modunu  bilinçsizce -çoğunlukla- seçtiğinde Kayıp Nesne’den kendini kopartır. Yani Kayıp Nesne ile arasına görüş açısını genişleten bir mesafe koyar ve duygudurumlarını düşünselleştirdiği ölçütü bireysel bir bilinçle devam ettirir. Nasıl bir süreçtir bu? Öncelikle Özne, Kayıp Nesne ile olan ilintisini, yoksunluk sendromunu ölçer, tartar ve düşünce süreçlerini bu mesafe ve ilişki boyutu ile tayin eder. Bu mesafe sayesinde yoksunluk sendromuna karşılık çözümler üretmeye, yoksunluk kaynağına dair bir muhatap bulmaya çalışır. Bilincini bu şekilde işleterek olayı bir nevi soğukkanlılık üzerinde ele almaya başlar. Teoriden uzaklaşıp pitoreski iyice cismanileştirelim: Sevdiğiniz bir kişiyi ölüm sebebiyle yahut bir ayrılıkla kaybettiğinizi düşünelim. Öncelikle duyacağınız his büyük ve dehşetli bir acıdır. Yer yer bu acının fiziksel bir yankısı olduğunu bile hissedebilirsiniz. İnsanın gönlü ağrır mı? İşte bu aşamadayken ağrımaya başlar. Eğer ki kişi bu ağrıyla mücadele etmeye karar verirse onun benlik seçimi Yas Modu aşamasına geçer. Bu ağrının ve yoksunluğun tüm kişiliğini sarmasını engellemeye çalışır. Sevdiği kişinin yok olmasına rağmen hayatın kahpece devam ediyor oluşu, hayatın mücbir şekilde devam ettirilmesi gereği bir bıçak gibi ortadadır. Yas Modunun bu soğuk kanlı tavrı sayesinde kişi kendisini bekleyen o elem, kahır ve keder dolu saldırgan hasımlarından uzak durmasını sağlar. Yas Modundaki kişi Kayıp Nesne ile olan ilişkisini “a posteriori” noktasına taşır. Yani yaşamı devam ettirmeye çalışır. Bir deneyim olarak bu kaybı deneyselleştir. En kaba tabirle“ibret” sahibidir. Akıllanmıştır. Bir an önce tüm artçı sarsıntılara karşın (yani bilinçaltında yatan o eleme, kedere susamış Melankolik Modun saldırısına karşın) ayakları üzerinde durmaya çalışır. Tıpkı Evrim’deki gibi, çocukluktaki gibi yürümeyi yeniden öğrenmeye başlar. Zihin ve benlik o kayıpla, yitirmeyle, yoksunlukla aldığı tüm hasarlara rağmen iyi kötü doğrulmaya çalışır. Ve tabii ki hiçbir şey olmamış gibi devam edemez çünkü hasar almıştır. Bu yüzden bir muhatap ve çözüm arama yoluna gider. Bir bakıma ikame, morallenme, avunma gibi gözükse de elemin, kederin, kahrın yerini “hüzün” alır. Çünkü hüzün insanolmaklığın en önemli, en üstün duygudurumudur. Her şeyde, her şeyden bir parça taşır hüzün. İşte insanolmaklık tam anlamıyla budur. Ta Evrim’den bugüne insan psikolojisinin kronolojik hali böyle ilerler.

Peki, Melankoli Modu nedir? Melankolik Özne, Kayıp Nesne ile bütünleşmiştir. İkisi birdir. Tıpkı “Enel Hakk” ideası gibi. Kayıp Nesneye karşı yoksunluk sendromları hezeyan boyutlarına ve pik noktası olan paranoyaya kadar gidebilir. Ama verili olarak en önemli gösterge Kayıp Nesnenin hala daha varlığından söz edilmesidir. Kayıp Nesneye dair yorumlar mevcuttur. Başta verdiğimiz yitirilen sevgilinin hala daha varlığından söz edilir. Cep telefonundan numarası silinmemiştir. Fotoğrafı hala daha buzdolabına iliştirilidir, cüzdanda taşınır, eşyaları görünür yerde sergilenir. Sözün ucunda bucağında Kayıp Nesneye dair yorumlar hep vardır. Anılar taze tutulur. Sürekli dile getirilir. Bir yerde ivmenin azalması gerekirken ivme azalmaz. Hala daha yitirilenin ruhu buralarda bir yerlerdedir. Bu yüzden o “varmış”[2] gibi yaşama devam edilir. Biraz daha cismanileştirirsem acı duyulur’dur: divan şiirinde gerçekliği yok olmuş olan sevgiliye dair akla hayale sığmayan simgelerin karşılığı, ağdalı ve ağlak bir şiir dili, bunaltıcı sentimentalizm… Melankolik Özne çok kırılgandır. Yokluğu kabullenemez. Hezeyan geliştirir. Dış çevrenin yokluğa dair gerçekçi bir ifadesi bunu duyan öznede kırılma, alınma yaratır; kişi bu ifadeye karşı tepki koyar, öfke kusar, tavır geliştirir. O gerçekliğin ifadesini uzak tutar çevresinden. Sevgilisinden ayrılan kişinin aynı zamanda sevgilinin dış gerçekliğinden de ayrılması gibi. Yani ortak arkadaşlarını bir çırpıda hayatından çıkartması gibi. O’nu, yani Kayıp Nesneyi gerçeklik zemininde sosyal bir canlı olarak var eden her şeyi ortadan kaldırır ve O’nu bir telefon numarası ile sembolleştirir, O’nun bir omuz atkısı ile O’nun fiziki varlığını düşler. Böylelikle artık hiçbir gerçeklik zeminine dokunmayan bir O yaratılır. Özne bu O ile yani Kayıp Nesne ile histerik bir beraberlik yaşamaya devam eder. Ta ki ya tükenene kadar ya da gerçeği kabullenerek… Kabullenme noktasındaki boşalmayı açıklamaksa, daha yoğun bir teori ve pitoresk gerektirdiği için oraya geçmiyorum. Bu histerik aşamada Melankoli Modundaki Özne yarattığı bu elemli tavrı acımasızca sergiler. Derdinden, kederinden, yahut Kayıp Nesneye dair hasletlerini açıkça yorumlar ve bunlar için onaylayıcı bir tavır arar. Bu onay az önce söylediğim gibi gerçekliği aşikar etmeye dair değil de yoksunluğun onayına dairdir. Şöyle basite indirgeyeyim. Efkarınızın ve kederinizin başkaları ile paylaşılmasında bir ısrarınız vardır. Israr eğer bir kere onaylanırsa en yüksek hazza doğru geri dönüşsüz bir açılım başlar. Yitiklik üzerinden kişinin narsisistik yönü açığa çıkar ve serpilir. Yani diğerlerinin sizin acınızı sürekli paylaşmasında ve sizin sürekli yitik nesneye dair yorumlarınızın onaylanmasıyla o narsisistik hazzın bağımlısı olursunuz. Bu açıdan kişi Anlamlı Ötekiler (anne, baba, eş, dost, öğretmen, iş arkadaşı, sosyal gruplar, halk, toplum) nezdinde yitik nesne ile kabul görür ve onunla var olmaya başlar. Artık bu noktadan geri dönüş yoktur.

Artık bu bağlamı toparlamaya başlayayım. Cağnım insanlar, yitik nesnenize dair gerçeklik zemininden kopmuş hasletlerinizi toplumun onayıyla ısrara düşürseniz artık ortaya narsisistik hazzınız çıkar ve beğeniye bağımlı olursunuz. Bu da sizi onay arayan bir kişiye çevirir. Bu bağımlılık da sizi kuramcıların gizli putperestlik’le tanımladığı noktadır. Allah sabır, selamet versin nibjoğxer. Eğer bu metni buraya kadar okumayı başardıysanız size büyük bir borcum var ihvan-ı müslimin. Minnettarım. Müteşekkirim bu sabrınız için. Fazlaca teorik bir anlatımı buraya kadar okumak gerçekten bir başarı. Çağımızda, özellikle Çerkeslerde, böyle nitelikli bir okumayı başarmak inanın zor. İnsanın bunları anlatacak, okutacak muhatap bulamadığı günlerde sizlerin varlığı insana umut veriyor. Ama maalesef bir bu kadar daha anlatacağım. Sabrınız yoksa rücu edebilir, bırakabilirsiniz ama bu noktadan sonra bu sendromların, modların birebir Çerkeslik uygulamalarını açıklayacağım. Ha marja hewalno. Sabrın ipine Allahın ipine sarılır gibi sarılın inşallah.

Kayıp Nesneyi hatırlayalım: Anavatan. Yas Modu öznesi, Kayıp Nesne ile görece olumlu bir ilişki kurduğu için sorununu ve çözümü saptamaya çalışır ve gerçeklik üzerinden bir analiz getirir. Sorun neydi? Anneyi terk etme ve hadım edilme, yani vatansızlık. Neden vatansızlık? Bir kıyım ve zorunlu yer değiştirme; yani Sürgün. Müsebbibi/faili kim? Çarlık Rusyası ve dolayımında şu anki Rusya. O halde failin karşısında kendisini bir muhatap kabul eden Çerkesler sorunu ve çözümü ortaya koyarak yekdiğer muhatabının karşısında bu sorunu ortaya koyar. Yani teoriye göre doğru olanı koymalıdır. Bir sorun en iyi o sorun büyütülerek çözülür diyenlerdeniz. Bu, Yas Modu öznesinin soğuk kanlı tavrıdır. Sorunu çözmek istediği için Melankolik Moddan uzakta, dertten, kederden, onaydan uzakta, bildiğini okumaktadır. Hakikatten düşünüyorum da baba erenler, bu bildiğini okuyan tavır; zamanla toplumumuzun Ak Saçlıları tarafından haylazlıkla, asilikle, bölücükle, anarşitlikle falan da nitelendirildiler.

Melankoli Modundaki özneyse ona uygun düşen, çok rahat tahmin edilebilir neleri yaptı? Tabii ki sürekli bir geçmişe dönük referans ve işaret kullanarak güncel sendromlar ve kayıpların üstünü örttüler. Ağdalı dil kullandılar. Acıları hatırlatıp durdular. Geçmişin asil insanlarının torunlarıydılar. Karadeniz’de binlerce insanlarını kaybettiler. Gemilere binene kadar bir hayli kırıldılar. Gemilerde kaynatasına saygıdan ayakta açlıktan ölen gelinlerinden bahsettiler. Kafkasyanın rüzgar kokulu atlarından bahsettiler. Yeşil zeminli Kafkasyanın bakirliğinden, temiz hava bol gıdasından bahsettiler, Tanrının kendine ayırdığı topraklardan bahsettiler. Bahsettiler, bahsettiler, bahsettiler, bahsettiler, ler ler ler…. Örneklediğim her şey en az 150 yıl öncesine ait farkındaysanız. Haliyle bu tavır güncel durumu görmezden gelen bir tavırdır. En önemli noktası ise faşizan eğilimli milliyetçi doktrinlerin dünya kurulalı beri kullandığı o geçmişteki asr-ı saadetten dem vurmasıyla tıpatıp aynıdır bu tavır. İnsanları, genellikle üçüncü daireden bir anlatımla yaratılan SUNİ ACI [3] etrafında örgütleyip onları güncel ve gerçeklik zemininden uzak tuttular. Çünkü bu tarihsel referansın getirdiği onayla birlikte insanlara sunulan toplumsal bir onay kenarda beklemektedir. Nasıl diyeyim, sanırım Asaletin ve Nezaketin Timsalliği bu oluyor işte.

Arkadaşlar, Karadeniz’e gül bırakmak ne anlama gelir? Melankolik Özne’nin gerçeklikten kaçtığı evinde yahut odasında saklanıp kendi semboliğine yahut hayal dünyasına kaçtığı mekanla eştir. Bunun semboliği ise Ana Rahmine Dönüş’tür.[4] Su, deniz, göl, akarsu, havuz, küvet; bunlar modern psikanaliz yorumlamalarında Ana Rahmine Dönüş isteğini belirtir. Hakeza suya çiçek bırakmak, özellikle gül, Ana Rahminin nesnel simgesidir. Çerkeslerin gerçekten en büyük şaşırtıcı özelliği, bir bireyin zihnindeki temsilin neredeyse tüm toplum tarafından kabul edilmesidir. Yani Türqüye topraklarındaki yaklaşık 7 milyon Cherqes’i sırf bu ortak toplumsal bilinçdışını tümden kabul edişi ile hep beraber analize almak mümkündür.

Nibjoğxer, sizi Karadeniz soykırmadı, sizi Karadeniz sürmedi. Hakeza, Karadeniz’de yaşanan o büyük trajedinin neredeyse bir benzeri Anadolu topraklarına ayak basar basmaz devam etti. Beşiktaş’ta, Samsun ve Trabzon’da gemilerden inenlerin, Fatih semtine nakledilenlerin ulaştığı yerlerde de günde ortalama 100 insanın öldüğü yerlerde de atalarımız ölmeye devam ettiler. Buyrun, gidip o mekanlara da çiçek bırakalım. Balkan coğrafyasına yerleştirilip tekraren Anadolu içine sürülen, yine Cumhuriyet Turqia’sında iç sürgüne tabi tutulan Çerkeslerin acısını neden paylaşamayız? Çünkü bunlar güncel politik öznelerin araçlarıdır. Melankolik Öznenin gerçeklik zeminine dokunan bir muhatap fobisi olduğunu yukarıda yazmıştık. Unutmadınız değil mi? Laf ola beri gele, Melankolik Modu bir nebze sarsıp politik muhatap arayışlarındaki öznenin de yer yer görüldüğü zamanlar da olabilir. O konuda toplumumuzun tipik Platoncu/İdeacı/Taklitçi olduğunu da bir başka zaman anlatırız umarım.

 *

Gül bırakmak, Denize ağıtlar yakmak, İdeal özlemi, Anayurt hasreti gerçel, sosyoekonomik göstergelerden bağımsızdır. Hakeza suç patalojisinde de yasalardan, normlardan da habersizdir. Bu yüzden ajite eder, manipülatif ve propagandiftir. İmgelere, metaforlara, eğretilemelere, devrik cümlelere, vurgulamalara oldukça yatkındır. Yoksa o ağdalı şiirleri hangi mahir yazardı?

Peki ya Anayurt’a gitmek. Bu diğer motiflerden daha karmaşıktır. Ancak içerisinde olumlu ve olumsuz birçok yorum bulundurur. Fakat bunu ayırt etmenin en kolay yöntemi ise sayı saymaktır. Nasıl mı? Şöyle: Anayurt’a bir kişinin gitmesi bir meraktır. On kişinin gitmesi bir gezintidir. Otobüs otobüs gitmekse tam anlamıyla bir turistik gezi ve müze ziyaretidir. Bu turistik gezinin en önemli noktası ise Varılan Yer (Turkey) ile Terk Edilen Yer arasındaki tüm sosyal, politik, ekonomik, kültürel, coğrafi farkları, kurumları, çalışmaları kulak ardı edip temaşa yapmaktır. Melankolisinden vazgeçmeyen öznenin toplumsal onay hazzını heybeye alıp hasletlerin, özlemlerin merkezine ulaşması bu toplumsal hazz onayının en zirvesidir. Tüm aktörler ve failler göz ardı edilip hiçbir şey yokmuşçasına yer bildirimi yapmaktır, selfie çekmektir; çünkü Melankolik Özne tüm elemlerinin, kederlerinin, hezeyanlarının kaynağı olan Kayıp Nesne’ye hukuku ve kuramı ve öfkeyi ve iradeyi öteleyerek ulaşmayı sağlamıştır. Ancak o nesne, eskisi gibi değildir. Çünkü “zaman, konjonktür” diye bir şey vardır. Fakat Melankolik Nesne bunu ayırt edebilecek bir gerçeklik zemininde değildir. Artık hazz tam anlamıyla bir döngüye girmiştir.

Hasılı Çerkes olmak, Çerkes kalmak kararı coğrafyayla[5] ve nesneyle alakalı değildir. Karar, bir bilinç sürecidir.

Bir gün, birilerine buna benzer bir şeyler anlatmaya çalışırken insanlar uyuklamaya, ayaklarını sallamaya başladılar ve “benim anlatabileceklerim bu kadardır.” diye yarıda kestim. Üstelik alkışladılar. Evet, şimdi alkışlar.

Salih ERİL, Diyar-ı Rum



[1] Yazarın tüm sorumluluğu yazılanlardan ve bahsedilenlerden bağımsızdır. Yazarı yazmaya iten sadece kendi huzursuzluğudur. Ne güzel kelime, huzursuzluk.


[2] -mış gibi yapmaklık. buradan “gösteri toplumu”na ve “simülakr” dünyasına gidip asalet ve nezaket timsalliğini de açıklayabiliriz ama ya o sıkılı yumrukları çerkeslerin? ya büyüyen tırnakları öfkenin?

[3] Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi romanı, Woolf’un Dalgalar romanı bu Ana Rahmine geri dönüşü sağlayan su motifi ile bezelidir.


[4]Acı -> Suni Acı. Şey’e dair bilgiler Şey’in kendisi değildir, hakkında bilinenlerdir. Yani Şey hakkındaki yorumlar bilgilerdir. Şey’in kendisi değildir. Acı, Şey’in kendisidir. Suni Acı, Şey’in hakkında bilinenlerdir, yorumlardır; Karadeniz’de can verenler değil de Karadeniz’de can verenleri yekdiğerine anlatanlardır.

[5] İbn-i Haldun’dan ve Muhyiddin İbn-i Kant’tan ve cağnım şairlerden defaatle özür dilerim.