Huzur, barış, yarına güven olmadan mutlu yaşanabilir mi?

Nurdan Şahin 24 May 2022
GİDENLER ve KALANLAR…

 

Bu kadar çok arkadaşım gitmemişti hiç benim… Ülkenin insanın üstüne üstüne gelen ortamı, arkasından – çoğu saçma sapan – tedbirlerle geçen iki pandemi yılı epeyce yalnızlaştırdı beni ve bu ülkede, bu şehirde yaşamaya devam eden muhtemelen benim gibi birçok kişiyi.

 

Çok eski ve çok yakın dört arkadaşımın üçü yad ellere yerleşti son yıllarda. İlk giden bir özel üniversitede akademisyendi. Üniversite satılıp yeni “sahip” de kadroları fazla bulunca, ortada kalıverdi. Özel sektörün bu açıdan feodalizmden pek bir farkı yok, binalarla birlikte personel de alınıp satılıyor- arzusu sorulmaksızın.  Neyse, zaten master ve doktorasını yurtdışında yapmıştı;  7-8 yıl da oralarda çalıştığı için Avrupa vatandaşıydı. Özlediği için, sevdiği için dönmüştü ülkesine. Ortam da güzeldi, barış ve demokrasi rüzgârları esiyordu o sıralar. Sonra her şey altüst oldu, ülke eski kodlarına döndü, üstüne bir de işsiz kalınca, hooop dönüverdi ikinci ülkesine. Varan 1!

 

İkincinin gidiş sebebi aşk! Hayatının ikinci baharına başladı yaklaşık 5 yıl önce. Yabancı damat, ülkedeki ortamdan tedirgin oldu, evlenelim ki sen de rahatça hareket edebil; istediğimiz zaman benim ülkemde mutlu mesut yaşama şansımız da olsun dedi. 40 gün 40 gece değilse de çeşitli ülke ve mekânlarda düğünler / partiler yapıldı. İki ülke yerine, yabancı damadın ülkesinde yaşıyorlar artık. Ortam farklılaşır, dağlarına bahar gelirse memleketimin, belki yılın yarısını burada, yarısını orada geçirirler…

 

Üçüncüsünün yine arkadaşımız olan eski eşi, çifte vatandaşlığa sahip olmasına karşın, kendisi 15-16 yıllık evlilikleri boyunca, çifte vatandaş olmayı düşünmemiş, bununla ilgili bir girişimde bulunmamıştı. Yıllar geçti, çocuklar büyüyüp onlar da babalarının 2. vatanına yerleşti; Türkiyeli olmak ise giderek zorlaştı. Vizede çıkarılan sorunlar, ekonomik ve siyasi koşullar, özellikle canların yurtdışında olunca, başka seçenek bırakmıyor belki de. Önce oturma iznini aldı, 5 yıldır da vatandaşlık alabilmek için yılın büyük bölümünü orada geçiriyor.

 

Kızkardeşim kadar yakın 4 arkadaşımdan sadece biri burada artık, iyi ki burada…

 

Gidenlerden biri sevdiği insanlar dışında hiçbir şeyi özlemediğini söylüyor – çok şaşırıyorum buna, bana tuhaf geliyor. Gerçi hiç yurtdışında yaşamadım – en uzun kaldığım, iş nedeniyle bir buçuk ay. Ama dönüşlerde özlediğimi hissederim genellikle. Diğer ikisi özlüyorlar; insanları, yemekleri, sohbetleri, boğazı, aslında İstanbul’u… ama orada daha huzurlu olduklarını da söylemeden edemiyorlar. Sabahtan akşama bağıran çağıran yöneticiler, baş aşağı giden bir ekonomi, şiddet kullanılarak engellenmeye çalışılan her türlü barışçıl gösteri – mesela 8 mart Kadınlar Günü yürüyüşleri, belediyelere ve üniversitelere atanan kayyumlar, hapse gönderilen milletvekilleri, gazeteciler ya da iş insanları, sürekli yarın ne olacak endişesi yok tabii oralarda…

 

Son yılların cadı avı nedeniyle yurtdışına giden ya da gitmek zorunda kalanlar var bir de. Bir kısmı tanıdık, bir kısmı izlediklerim. Ülkelerinde tanınmış, saygın ve geniş çevreleri olan insanlar. Elbette gittikleri ülkelerde de onları tanıyan, kucak açan daha dar da olsa bir çevre var. Ama muhtemelen, bu toplumda önemsendikleri kadar önemsenmiyorlar yad ellerde. Tanıyan çok daha az insan var doğal olarak. Öneminin azalması, insanın en zor kabullendiği dış koşullardan biri kuşkusuz. Bu zorunlu göçmenlerin bir kısmı, ülkede her şeyin kötü gittiği üzerine kurmuş durumdalar dünyalarını – pek de haksız sayılmazlar Allah için. Ama bu öyle bir hal ki, geleceğe dair ufacık bir umut kırıntısına dahi ‘asla gerçekleşmez çünkü …’  yorumları yapıyorlar; biraz iyimser olan görüşleri neredeyse aptallıkla özdeşleştiriyorlar; ülkede kalmayı korkaklık olarak değerlendirenler bile var… Kalmayı tercih edenlere ve kalmak dışında seçeneği olmayanlara haksızlık değil mi biraz bu yaklaşım?

 

Ülkenin tatsız koşulları sürerken, Covid belası da bir karabasan gibi dünyanın üzerine çökünce, biraz daha tenhalaştı yakın çevre.  Zaten bizim kuşağın emeklilikle başlamış olan sıcak denizlere inip, çiçekli böcekli sakin bir hayat sürme sevdasına, sokağa çıkma kısıtlamaları ve hastalık korkusu binince, kalanlar da aldı soluğu Ayvalık, Bodrum, Marmaris, Datça ve Fethiye’de.  Daha önce gidenler de vardı; hatta gemileri yakıp gidenlerden dönenler bile olmaya başlamıştı. Ama sonuç olarak biraz daha yalnızlaştık biz bu şehr-i İstanbul’da kalanlar. Kendi adıma, büyük şehir insanı olarak, mecbur kalmadıkça tamamen bir sahil kasabasına yerleş(e)mem. Altı –yedi ay orada, kalanı burada olabilir ama benim bu curcunada, sinemanın, konserlerin,sergilerin, en güzel yeme içmelerin olduğu yerde mütevazı bir yerim hep olmalı. Gitmesem bile bu saydıklarıma, gidebilme olasılığı insana iyi hissettiriyor. Üstelik çok terkeden olsa bile, hala bütün geçmişim bu şehirdedir benim. Hala en çok tanıdığım, tanıştığım, selamlaştığım, alış veriş ettiğim, sevdiğim, sevmediğim, çocukluğum, gençliğim, aşklarım, iyi kötü anılarım – hepsi bu şehirde. Temelli gitmem, gidemem. Nereye gidersem gideyim bu şehir arkamdan gelir sanki. (Sağolasın Kavafis)

 

Yurtdışına yerleşip, ülkeyi olduğundan da kötü görenler olduğu gibi, güneye yerleşip İstanbul’u hiç özlemediğini, zaten İstanbul’un da çok değiştiğini, bozulduğunu – ki doğru – asla geri dönmek istemediğini söyleyenler de var. Ama birkaç yıl yaşayıp, hele de pandemi nedeniyle uzunca bir süre hiç İstanbul’a gel(e)memiş üç arkadaşım da aynı şeyi söyledi – İstanbul’daki insan çeşitliliğini, konuşulan konuların zenginliğini, sohbetlerin güzelliğini ve derinliğini oralarda bulamadıklarını; en çok özlediklerinin de bu olduğunu.  Aynı sorun benim gözlemlediğim kadarıyla – bir akademik çevre vb kanalı dışında –  yurtdışına yerleşenlerde de var. Seçme şansından çok, bulduğuna razı olma durumu.

 

En son, uzun yıllardır Bodrum’da yaşayan bir arkadaşım şöyle dedi telefonda “evi satıyorum, burada eşyalı bir daire tuttum. Bir ıssız kışa daha dayanamazdım!”

 

Düzen, huzur, sükûnet, hepsi güzel hoş da, sevdiğin insanlar olmadan bunların tadına varılabilir mi?

 

Peki, huzur, barış, yarına güven olmadan mutlu yaşanabilir mi? Hele sevdiklerinin de bir çoğu gittiyse!

 

Bilemedim, gitmek mi zor, kalmak mı? Son günlerde okumayı çok sevdiğim Abdülrazak Gurnah’ın romanlarına bakınca, bizim gibi ülkelerde,  galiba ikisi de…

 

Comments are closed.