Böyle bir ülkede yaşıyoruz biz. Kalpler taş, zihinler bozuk.

Nurdan Şahin 20 May 2020
BİR GÜN KORONA GEÇER GİDER DE…

 

Bu yaşam biçimi artık iyiden iyiye sıkmaya başladı; üstelik ucu da görünmüyor. Tamam, ufak ufak açılıyoruz, yakında “yeni normal”e geçeceğiz ama bu daha çok tehlike tamamen geçtiği için değil ekonomi gerektirdiği için olacak ve muhtemelen ikinci dalga gelecek. Hem gelmese de, yeni normal dediğimiz ne ki – izin verildiği kadar, izin verilen yerlere gitmek, ancak ikili üçlü görüşmeler yapabilmek, insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan sosyalleşmeden uzun bir süre uzak kalmak; üstelik o sürenin sadece zorunluluktan değil keyfi olarak da uzatılabileceği kuşkusuyla yaşamak. Ne beter bir salgınmış bu. Sadece ülkede değil, tüm dünyada üstelik. Tatsız…

 

Tamam, yıllardır haksız yere içerde tutulan ve bugün bir de salgın riskine maruz bırakılan, Osman Kavala, Ahmet Altan ve benzerlerini akla getirince; ya da işsiz kalan, birikimi olmayan, bugünü zor idare edip yarına nasıl çıkacağını bilmeyen binlerce insanı düşününce şikâyet etmeye hakkı yokmuş gibi geliyor insanın, ama var. İnsanca yaşamak herkesin hakkı çünkü. Her türlü özgürlüğün kısıtlandığı Korona günlerinde insanca yaşamanın temel koşullarından biri de, dayanışma. Sende daha fazla olanı eksiği olanlarla paylaşma. Hepimizde eksik olanları dile getirme, talep etme. Başkalarının problemlerini her zamankinden daha çok problem edinme; diğerkâm olma zamanı. Üstelik başkalarınınmış gibi görünen o problemlerin, çok yakında senin benim problemim olma ihtimali de yüksek zaten.

 

Bizim coğrafya buna uygun değil galiba; “kötülüğün sıradanlığı”  bütün güzel çabaları, umut veren dayanışma örneklerini galebe çalıyor birden. Şu bir hafta –on gün içinde yaşadıklarımıza bakar mısınız? Önce, adını ilk kez duyduğum, Sevda Noyan diye bir kadın çıktı Ülke TV’ye ve herhangi bir “kalkışma” olursa, bu sefer ailece “50 kişiyi götürebileceklerini, bunun için liste yaptıklarını hatta site komşularından üç dört tanesinin de listede olduğunu, onun için ayaklarını denk almalarını” söyleyerek tehditler savurdu. Sonradan müdahale etmediği için özür dileyen sunucu ise bu konuşmaya çanak tuttu ve “4 ayaklarını da” denk almalarını söyledi! Gelen tepkiler üzerine, yandaş gazeteciler önce cengâverce sahip çıktılar bu katliam borazancılarına; sonra yayınlayan kanal hafiften özür diledi. RTÜK başkanı ise büyütülecek bir şey olmadığını, sert tepkiyle darbe yanlılarını sevindiremeyeceğini açıkladı!  Ancak, bir talimat almadığını, alsa emir telakki edeceğini söyleyen RTÜK başkanına anlaşılan talimat biraz geç ve ters köşeden geldi ki, şimdi de Noyan’ın sözlerinin kabul edilemez olduğunu, kanala yaptırım geleceğini söylemiş. Bu nitelikte bir insanın en önemli pozisyonlardan birini işgal ettiğini görmek Korona’dan daha moral bozucu.

 

Derken, kaliteli yayınlarıyla meşhur Akit TV’de, galiba bilgi teknolojilerinde kariyer yapmış Kutluk Muttalip Özgüven adlı bir profesör, kadın erkek rollerinin tartışıldığı bir programda, 13-16 hatta 12-17 yaş arası “kadınların” süper bir IRK olduğunu, vücutlarının mükemmel olduğunu, doğurmak için bu yaşın ideal olduğunu söyledi!  18 yaşın altındaki herkesin çocuk olduğunu mu, kadın diye bir ırk olmadığını mı, aslında artık ırk diye bir şeyin kabul görmediğini mi, bu yaşta çocuk bedeninin asla çocuk doğurmaya uygun olmadığını mı – neyi anlatacaksın bu ağzından salyalar saçarak “12 yaşındaki mükemmel vücutlar” dan söz eden yaratığa? Mensubu olduğu üniversitenin yönetimi, hemen soruşturma açacağını, bu görüşleri kabul etmediğini söylese de, pek ikna edici olmadı doğrusu*. Bu profesör, 2 yıl rektör danışmanlığı yapmış üniversitenizde, hiç mi fark etmediniz ne menem bir şey olduğunu? Bundan birkaç gün önce, telefonunu açık unutup öğrencileri için “kızların resimlerini de görüyoruz bu arada” diye sırıtan ve gösterilen tepkiyle – hayret- istifa eden dekan unutuldu gitti.

 

Sıraları şaşırdım ama tabii Diyanet İşleri Başkanının eşcinsellik ve evlilik dışı birliktelik üzerine yaptığı ayrımcı ve insanları hedef haline getiren açıklama ve buna tepki gösteren Ankara Barosuna soruşturma açılması var bir de. Aslında, DİB’nın beyanatlarının dini kurallar içinde olması tuhaf değil, isteyen dinler, isteyen umursamaz. Tuhaf olan, bu zatın yaptığı her açıklamanın basında geniş yer alması, neredeyse fetva niteliğine büründürülmesi, eleştirinin ise kabul edilmez olması.  Her ülkede tutucu din adamları bugüne uymayan,kitabi açıklamalar yapar muhtemelen, ama kimse ne duyar, ne umursar. Eskiden, Genelkurmay Başkanları böyleydi ülkede; ne söyleseler manşetten verirdi gazeteler. Şimdi neredeyse kimse adını bile bilmiyor ki doğrusu bu. Onun yerini bugün Diyanet İşleri Başkanı aldı sanki.Diyanet İşleri Başkanının da adının bilinmediği, söylediklerinin manşet olmadığı günler gelir mi acaba?Aslında esas soru, laik bir ülkede niye böyle bir kurum olduğu tabii.

 

Aradan birkaç gün geçmedi, bu kez isminin yanında yeşil bir yuvarlak bir de Türk bayrağı olan bir kaç kişi, Nevşin Mengü, Canan Kaftancıoğlu, Berna Laçin ve Özlem Gürses’i hedef alan, ahlaksız, hayâsız, iğrenç tweetler attılar. Bu sebeple öğrendim ben yeşil yuvarlak ve bayraklı hesapların “yerli ve milli” dayanışma içinde olduklarını ve etik kurallara uyacaklarını taahhüt ettiklerini! Bu tip “yerli ve milliler” en çok güçlü, başarılı, söz geçirilemeyen kadınlara düşmanlar çünkü zihniyetleri için en büyük tehlikenin hem kendi mahallelerindeki, hem de öbür mahalledeki güçlü kadınlar olduğunu biliyorlar. Etik kelimesinin ise anlamını bilmiyorlar muhtemelen.

 

Kadınlara yönelik bu sefil girişimler sürerken, bir başka meczup,  “kadınlar ve çocuklarınızı nasıl koruyacaksınız” diye utanmazca ve ahlaksızca bir tehdit savurdu; birbaşkası artık silah yönünden çok zengin olduklarını söyledi falan derken üç HDP’li belediye başkanının daha yerine kayyum atandı.  Böylece daha seçimlerden 5 ay sonra 3 büyükşehir belediyesine yapılan kayyum atamalarıyla başlayan süreç sonucu, bugün itibarıyla HDP’nin kazandığı 59 belediye başkanlığının 44’üne, yani %75’ine kayyum atandı. Demokrasi sandıktan ibaret değildir derken, sandığın bile sadece bazıları için geçerli olduğunu yaşayarak görüyoruz. İşin garibi, genel seçimlerde 6 milyon oy almış ve yerel seçimlerde batıda seçmenini CHP adaylarına yönlendirmiş, doğuda ise bütün eşitsiz koşullara karşın bu kadar belediye kazanmış bir partinin seçim sonuçları yok sayılırken, ülke genelinde inanılmaz bir suskunluk hâkim. Sosyal medyada birkaç yazar, çizer, bir miktar yurttaş dışında, muhalefet partileri başta olmak üzere, herkes 3 maymunu oynuyor.

 

Ve son olarak, bir genç insanın yaşam hakkını savunan bir mesaj yazdığı için yargıç Ayşe Sarısu Pehlivan hakkında soruşturma açılıyor. Bu arada, bir kez daha net olarak ifade edeyim ki, açlık grevlerine ve ölüm oruçlarına karşıyım. Başka hiçbir yöntem kalmazsa belki başvurulabilecek bu yollara girenleri destekleyen, onlara devam etmeleri için cesaret verenlere de karşıyım. Ama gencecik bir insanın, müzik yapması engellendiği için bu yola girmesine ne kadar karşıysam, onun çığlığına bu kadar sağır,  ölümüne bu denli duyarsız olanlara da inanamıyorum. İşte vicdan sahibi, en temel hak olan yaşama hakkını savunan bir yargıç, bu konuyla ilgili bir tweet attığı için görevden alınırken, İbrahim Gökçek’i mezarında bile rahat bırakmayan, cesedini çıkarıp yakacaklarını söyleyen insanlıktan nasibini almamış güruha hiçbir şey yapılmıyor. Hakkında soruşturma açılan yargıçlara sosyal medyada verilen destek ise yine oldukça yetersiz.

 

Bayram üzeri biraz karamsar bir yazı yazdığım için üzgünüm ama maalesef durum bu. Böyle bir ülkede yaşıyoruz biz. Kalpler taş, zihinler bozuk. Korona gelip geçer de, zihniyet ne zaman değişir ya da değişir mi?

 

İyi bayramlar…

 

 

*Üniversite, Kutluk Muttalip Özgüven’in işine son vermiş.

 

Comments are closed.