Yurttaş olarak, ciddi sorunlar yaratabilecek böyle bir uygulamayı, içinde yaşadığımız koşullarda dahi kabullenmek gerçekten mümkün değil.

Nurdan Şahin 03 February 2020
Bekçiler, Bağışlar, Başkanlar

 

O kadar hızlı değişiyor ki bu ülkede gündem, muhtemelen bu yazı yayınlanana dek şok şok şok yeni olaylar üzerinde konuşmaya başlamış oluruz. Ancak hepimizin yaşamını ilgilendiren, gereken demokratik tepkiyi göstermez isek ilerde çok pişman olacağımız bazı gündem maddelerini ne yapıp edip canlı tutmamız, siyaset erbabını da hangi cenahtan olursa olsun, yeri geldiğinde eleştirmemiz gerekiyor. Aktif sorumlu yurttaş olmanın gereği bu.

 

İki gün önce, mahalle bekçilerine neredeyse polis yetkileri veren bir yasa taslağının dokuz maddesi meclis komisyonundan geçti. Basından öğrendiğimiz kadarıyla, bekçiler daha önce mahkemelerin verdiği karşı karara rağmen, “makul bir sebebin bulunması” durumunda, yurttaşları durdurup kimlik sorabilecek, durdurma süresi de “makul” olacak; durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda “yeterli şüphenin varlığı” halinde, el ile dıştan kontrol dâhil gerekli tedbirleri alabilecek. Yetmedi, “zor ve silah” kullanma yetkisine de sahip olacak(1)

 

Bu tanımla, bizim çocukluğumuzdaki, mahalleliye güven veren babacan “bekçi amca” portresinin yerini, “milis kuvvetleri” alıyor adeta. Eğer ülkede bir güvenlik sorunu varsa, bunu ihtiyaç kadar ve eğitimli güvenlik gücü yetiştirerek gidermek gerekir, milis kuvveti yaratarak değil. Bekçi olmak için kanunla belirlenen koşullar, en az ilkokul mezunu olmak, yüz soruluk yazılı sınavdan en az 50 almak, “Türk toplum telakkilerine göre kötü şöhretli tanınmamak” gibi gayet mütevazı ve muğlak koşullar. Bu koşullara sahip olanlar, tabii mülakatta da başarılı olurlarsa, “en fazla 3 aylıkbir eğitimden geçerek”göreve başlıyorlar.(2 -3)Son derece muğlak tanımlarla, bize kimlik sorabilecek, arama yapabilecek, silah kullanabilecek genç insanlarda aranan nitelikler ve verilen eğitim bundan ibaret!

 

Yurttaş olarak, ciddi sorunlar yaratabilecek böyle bir uygulamayı, içinde yaşadığımız koşullarda dahi kabullenmek gerçekten mümkün değil.

 

***

 

Çok önemli olmasına rağmen, bekçilik yasasına gösterilen tepkinin zayıflığına karşı, Kızılay’ın aracılık ettiği devasa bağış, büyük yankı kopardı.

 

Son yılların hızla büyüyen şirketlerinden Torunlar’ın sahip olduğu Başkent Gaz adlı şirket, Kızılay’a 8 milyon dolar yani bugünkü kurla 48.000.000 TL bağış yapmış. Bu büyük bağışın sadece %1’i Kızılay’da kalmış, %99’u ise önce Kızılay tarafından Ensar Vakfına, oradan da Ensar’ın TÜRGEV ile birlikte 2014 yılında ABD’dekurduğu Türken Vakfına transfer edilmiş. Bu vakıf da, New York Manhattan’da yani NY’nin finansal merkezi olan en pahalı bölgesinde bir arsa almış, 21 katlı yurt yapıyormuş(4) Gerek Kızılay’ın, gerekse Ensar Vakfı’nın konu ile ilgili açıklamalarının gerçekten iler tutar tarafı yok; Torunlar ya da Başkent Gaz ise- bildiğim kadarıyla – herhangi bir açıklama göndermedi.(6)

 

Nereden başlamalı anlatmaya? Altı yıl, Türkiye’nin eğitim alanındaki en yaygın ve en güçlü sivil toplum kuruluşlarından birinde genel müdürlük görevinde bulundum. Şartlı bağış nedir gayet iyi bilirim. Bağışçı, yapacağı bağışın kullanılması için STK’nın faaliyet alanı ile ilgili konulardan birini tercih eder ve bağışı sadece o alanda kullanılır. Kızılay örneğinde mesela, sadece depremzedelere yardım şartıyla veya ilgili bir eğitim programı düzenlenmesi ya da kurban kesilip yoksullara dağıtılması gibi şartlarlabağış yapabilir bağışçı. Ama bağış yapılan meblağın tamamının bir başka Vakfa, üstelik de yurtdışında faaliyet gösteren ve Kızılay’ın iştigal konusuyla uzaktan yakından alakası olmayan bir vakfa devredilmesi şartıyla yapılan bağış teamüllere pek uygun görünmüyor. O halde bu bağış neden doğrudan değil de, Kızılay vasıtasıyla yapılmıştır?

 

Neden sanırım tamamen duygusal! Ülkemizde bir dernek ya da vakfa yaptığınız bağışı gider gösterebilmeniz için, o STK’nın “kamu yararına çalışan” bir dernek ya da “vergi muafiyeti olan bir vakıf” olması gerekir. Bu tanımlara girebilmek için, STK’nın kanunla tanımlanan koşulları yerine getirmesi ve Bakanlar Kurulu’nun onayını alması gerekir.  Bakanlar Kurulunca kamu yararına çalışan STK olarak tanımlanan kuruluş sayısı, 2017 verilerine göre son derece kısıtlıdır – Vakıfların %5’i, derneklerin ise binde 35’i bu statüye sahiptir(5) Bu statüye sahip STK’lara yapılan bağışlar, vergi matrahından düşülebilir. Ancak yapılan düşüm, şirket kazancının %5’ini aşamaz.  Bu durumun bazı istisnaları vardır ki bunlardan biri de Kızılay’dır. Kızılay’a yapılan bağışların tamamı vergi matrahından indirilebilir. Kısacası, adı geçen şirket, bağışını doğrudan Ensar yerine Kızılay’a yaparak, 8 milyon doların tamamını vergiden düşme imkânına kavuşmuştur. Nihayetinde bağışın gittiği Turken Vakfı ise vergi muafiyeti tanınan vakıflardan olmadığından, bağış doğrudan bu vakfa yapılsaydı, tek kuruşu bile vergi matrahından düşülemezdi.

 

Bu “tamamen duygusal” nedenin yanında, bir başka neden de muhtemelen kamuoyu nezdinde sorgu suale mahal vermemek, itibarı zedelememek olabilir. Sonuç olarak, şirketi bilmem, ama Kızılay çok ciddi bir itibar kaybına uğradı. Ülkenin uğradığı vergi kaybını saptamak ve varsa gerialmak ise ilgili bakanlıkların müfettişlerine düşer. Bu konuda bağımsız denetim kuruluşlarının da sorumluluğu var elbet. Gerek bağış yapan şirketin,gerekse Kızılay’ın bağımsız denetim raporlarını, web sayfalarında göremedim. Belki vardır da ben bulamamışımdır.

 

***

 

Gündemi işgal eden son konu ise, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ciddi bir deprem yaşayan Elâzığ’ı ziyaretinden hemen sonra, Erzurum’a kayak yapmaya gitmesi ve buradan fotoğraflarını paylaşması. Yukarıdakilerin yanında hiçbir önemi olmasa da, empati açısından önemli. Elbette hayat devam ediyor, elbette tüm siyasilerin aileleriyle zaman geçirmesi ve tatil yapması son derece doğal ama büyük acılar yaşanan bir depremin hemen akabinde, kayağa gitmesi de, oradan fotoğrafları paylaşması doğrusu hoş olmadı. Ayrıca,bu tip davranışlar, büyük kamuoyu desteğine sahip başkanın itibar kaybına yol açabilir.

 

***

 

2020 yılına da çalkantılarla girdik; umarım arkası daha iyi gelir. Herkese bir öncekinden daha iyi bir yıl dilerim.

 

 

 

Comments are closed.