Bizler, bizi hak etmeyen yönetimlere ve oluşumlara mahkûm değiliz.

Nurdan Şahin 26 August 2018
Mahkûm Değiliz

 

Yine, yeniden bir ekonomik krize girdik. Öyle “Vatan Millet Sakarya” tiratlarıyla aşılacak bir şey olmadığını görüp, bir yandan önlemlerini almaya da başladı hükümet. Biraz geç oldu ama. Atı alan Üsküdar’ı geçti; dolar kuru 7’yi aştı. Önlemlerle 6’ya indi diye pek mutlu olurken, uyanık davranıp 5’lerden dolar alanlar göğüslerini kabartarak ortalıkta geziyorlar. Tabii spekülatörler kazandı bu işten; varsa çok paran ve risk alabiliyorsan ya da alınacak önlemleri koklayabiliyorsan, bozdur dolarları 7’den, al iki gün sonra 5,80’den. Döviz borcu olan şirketler, bu şirketlere kredi vermiş olan bankaların ise durumu zor. Önümüzdeki Eylül ve Ekim ayları ile 2019 yılında ciddi dış borç ödemeleri var, bakalım neler olacak. TL faizler de yükseldi elbet, piyasaya direnmek bir yere kadar, sonra bedel ödeniyor hem de iş işten geçtikten sonra. Biz faniler ise, esas olarak benzin fiyatlarındaki artış tüm çarşı pazara navlun maliyeti olarak yansıdığında, soğuklar bastırıp doğalgaz faturaları cepleri yakmaya başladığında hissedeceğiz esas olarak yangını.

 

Batacak mı ülke? Tabii ki hayır; biraz yoksullaşma, biraz sermayenin el değişimi, “milletçe fedakârlık” artan işsizlik falan derken aşarız yine aşarız da, gereken “yapısal reformlar” yapılmadıkça, periyodik olarak bu krizleri ve kaçınılmaz etkilerini giderek daha sık ve daha şiddetli yaşamaya devam ederiz.

 

2.Cumhuriyet’in ilk krizi bu. II. Cumhuriyet yanlış hatırlamıyorsam Mehmet Altan’ın kullandığı bir tanımlamaydı – tanımladığı çok farklıydı elbette. Tam demokrasiye geçilmiş bir Türkiye hayaliyle kullanmıştı. Nasip böyleymiş; kendine özgü bir başkanlık sistemi ve cumhurbaşkanı kim olursa olsun tek adamlığa dayanan bir sistem oldu Türkiye’de İkinci Cumhuriyet. Belki 3. Cumhuriyetle beceririz katılımcı demokrasiyi – gerçi bir ulus devlet yönetim biçimi olan demokrasinin bizatihi kendisi küreselleşmeyle fena halde tökezliyor ama neyse bu başlı başına bir yazılar dizisi konusu. Geçen yıl referandumda bu sistemi onaylayarak evet oyu verenler ya da en azından bazıları, istikrara, hızlı ve etkin yürütmeye oy verdiklerini, krizlerin yaşanmayacağını düşünüyorlardı ama heyhat- tam tersi oldu. Zaten kırılgan olan ekonomi, her konu ve kurum tek bir kişiye bağlanınca, o kişiye dünyanın pek güveni olmayınca ya da kalmayınca, üstelik faizler artarsa enflasyon artar gibi nev-i şahsına münhasır bir “inanca “ sahip olunca, önlenemese de ertelenebilir ve hafifleştirilebilir kriz geliyorum diye bağırarak geldi.

 

Ne yapalım, bunu da yaşarız ama umutlarımız var; “bizim parti” önce yerel seçimlerde kalkar şaha, ondan sonra da inşallah bir daha ki parlamento ve başkanlık seçimlerinde iktidarı ele geçirir, gereken tüm demokratik ve ekonomik programları uygular, uzun dönemde’  falan diye bir umut yok, çünkü öyle bir parti yok. İktidara oynamaktan vaz geçtim, doğru dürüst muhalefet yapan yok! Zaten epi topu 3 muhalefet partisi var, üçü de kendi içlerindeki iktidar savaşları ile meşgul.

 

Cumhuriyetle yaşıt, müzmin muhalefet CHP’nin, muhtemelen parti içi muhalefetten kurtulmak için CB adayı yaptığı Muharrem İnce beklenenin üzerinde bir performans gösterip, -bence haklı olarak- olağanüstü genel kurul toplamak isteyince kıyametler koptu. Kurultay toplanması için, genel merkeze teslim edilen 600 küsur imza, o eksik, bu mükerrer, şunlar bunlar vaz geçti, saha çamurluydu vb nedenlerle eksik kabul edildi ve talep yerine gelmedi. Ayıp ki ne ayıp! Değil 600, yarısı kadar bile imza toplansaydı, bu kurultayın yapılması gerekirdi. Yapılsa çok şey mi değişirdi- pek sanmam. Muharrem İnce’nin attığı tweetlerle gösterdiği performans ne yazık ki, seçim performansıyla az da olsa yeşeren ümitleri söndürdü. Önce entelektüellere veryansın etti, sonra Yahudi Cesaret Ödülü ile ilgili çarpıtılmış ve ırkçı bir mesaj attı. Özür dilemek meziyettir tamam ama esas olan özür dilemek zorunda kalacağın davranış(lar)ı yapmamak.

 

HDP bir başka âlem. Görünen o ki, Demirtaş’ın CB adayı gösterilmesi, taltif ederek emekliye sevk etmek niyeti taşıyormuş. Seçimlerden beri, HDP’den “mahpus başkan” konusunda pek ses seda yoktu. Unutulmayı ya da unutturulmayı kabul etmeyen Demirtaş, geçenlerde, zehir zemberek bir eleştiri yaptı partisine. Parlamento dışı muhalefet önerdi, sokaklara çıkın dedi.  Eleştirilerinin bir kısmı haklı olsa da, önerileri pek doğru gelmedi bana doğrusu. HDP’nin daha önce yaptığı sokağa çıkma çağrıları, halktan pek rağbet görmedi bildiğimiz kadarıyla. Ayrıca tanımsız, sınır konmamış sokağa çıkma çağrılarının ne kadar riskli ve provokasyona açık olduğu da daha önce tecrübe edildi. Sonradan bağlılık açıklaması yapıp, geri adım atan Demirtaş’ın seslenişi, esas olarak “ben de buradayım, yönetimde iddiam devam ediyor” çabasıydı muhtemelen. Parti yetkililerinin verdikleri cevap – yetkili kurullarda tartışma vs- ise son derece garipti- sanki adam hapiste değilmiş, her gün parti yetkili kurullarına gelebiliyormuş gibi.

 

En yeni muhalefetimsi parti İyi Parti de,  büyük iddialarla girdiği ilk seçimden, beklediği sonucu alamayınca, fena halde karıştı. Akşener istifa etti, başkan adayı değilim dedi, sonra ısrarlara dayanamadı vs. Ama bu arada partiden çeşitli istifalar da geldi. Kısacası, diğer ikisi gibi, orada da karışık durumlar.

 

Velhasıl, gerçekten daha yaşanır bir ülke, daha güzel bir dünya için değişim isteyen, katılımcı demokrasi isteyen, barış ve huzur isteyen, siyaset yelpazesinin çeşitli kanatlarından benzer insanların, var olan muhalefet partileriyle- tabii ki iktidar partisiyle de- tatmin olması ve uzun vadede yol alması mümkün değil.  O zaman seçenekler umutsuzluk ya da terk-i diyar etmek mi? Yok canım! Talebi yukarda tanımladığım “daha güzel bir dünya” olanlar belki bir araya gelemedikleri için, belki var olan konjonktürde seslerini duyuramadıkları için olduklarından daha az görünüyorlar, sesleri daha az çıkıyor, çıkan sesler de gürültüde boğuluyor. Ama o insanlar az değil ve talepleri devam ediyor, hem de güçlenerek. Yeter ki, daha güzel bir dünya hayali diğer farklılıkları galebe çalsın; egoları, kibirleri silsin, farklılıkları zenginlik görenleri bir araya getirsin. O zaman sesleri de duyulacak mutlak! Bizler, bizi hak etmeyen yönetimlere ve oluşumlara mahkûm değiliz. Ya onları değişime zorlayacağız, ya da yeni oluşumlara doğru yol alacağız.  Hep ne diyoruz, yaşam varsa umut vardır.

 

Geçmiş bayramınız kutlu olsun.

 

NOT: Son zamanların en umut verici haberi Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olması. Farkını hemen yansıttı, eğitim konusunda çalışan STK’larla görüşmeye başladı. Umarım çok başarılı olur.

Comments are closed.