İstanbul ve Van bir yana düşüyor konu buralara gelince, Paris başka yana…

Nurdan Şahin 10 April 2018
ŞEHİRLER, İNSANLAR, FARKLAR…

 

Doğup büyüdüğüm ve bugüne kadar yaşadığım İstanbul’un dışında, bayağı iyi bildiğim (ve çok sevdiğim), birbirinden çok farklı iki şehir var: Paris ve Van. Paris’in içini, Van’ın dışını iyi bilirim – yeni gelmiş birini gezdirebilecek kadar iyi hem de. Gördüğüm diğer yerli yabancı şehirlerde ise turist oldum hep.

 

Ondokuz yıl Fransız-Türk-Alman ortaklığı bir bankada çalıştım. Gerek eğitimler, gerekse toplantılar nedeniyle pek çok kez Paris’e gitme fırsatım oldu ve çok sevdim.

 

19. yüzyılın ikinci yarısında, İmparator III. Napolyon’un görevlendirmesiyle, Vali Hausmann 20 yılı aşkın süreyle şehri bir şantiyeye çeviriyor ve bu çalışmaların sonunda ortaya çıkıyor bugünkü Paris-ki bu başlı başına ayrı bir yazı konusu. Aynı yükseklikteki, ferforje balkonlarla süslü taş binaları, kocaman meydanlara açılan geniş caddeleri, yemyeşil parkları ile, hep var olmuş ve olmaya devam eden birbirinden güzel kafeleri, kitapçıları, müzeleri, yemekleri, şık ve azıcık züppe insanları ile gerçekten büyüleyici bir şehir. Merkezini, birkaç günde, yürüyerek dolaşmak mümkün. Bu açıdan, her biri birbirinden kilometrelerce uzak birçok merkezi olan İstanbul’dan oldukça farklı.

 

Van ile tanışmam ise, Yeni Demokrasi Hareketi’nden bir arkadaşım sayesinde oldu; Van gölü kıyısında çok güzel bir oteli vardı – halen de var. Yine YDH’dan çok sevdiğim bir grup arkadaşla gittik ilk defa. Görür görmez vuruldum Van gölünün turkuaz suyuna. Sonra vakit kaybetmeden çevreyi dolaştık –  çiçek açmış badem ağaçlarıyla bezenmiş Ahtamar adası, muhteşem Hoşap kalesi, Urartulardan kalan etkileyici Çavuştepe, sadece yıkık dökük bir kilisesi kalmış Yedi Kiliseler, Muradiye şelalesi, beyaz su anlamına gelen Kanisipi ve tabii Van kalesi ile Van Müzesi. Şehrin içi ne kadar özensizse, şehrin çevresi o kadar büyüleyici idi. İnsanları ise gerçekten çok tatlı ve güzel – oradaki sarıya çalan ela göz rengini başka bir yerde görmedim – en azından bu kadar sıklıkla. Gezinin tadı damağımda kalmıştı; keşke yine gelebilsem demiştim içimden. Birkaç yıl sonra kariyerimde bambaşka bir yöne kayacağımı, ülkenin en büyük sivil toplum örgütlerinden birinde çalışacağımı ve Van’a defalarca gideceğimi bilmiyordum elbet o zaman.

 

En son geçen yaz, o sevgili arkadaşımın oğlunun düğününe gittim Van’a; bu kez de kızıma rehberlik yaptım 4 gün boyunca. Keyifle yerine getirdim görevimi, ilk kez gitmişim gibi mutlu oldum üstelik. 2011 depreminde yıkılan Van, yeniden inşa edilmiş; yepyeni bir şehir – bir Toki şehri – olmuş ama bence yine çevresi kendinden çok daha güzel.

 

Paris’e ise, 2 yıl aradan sonra,  geçen hafta gittim yeniden, ucuz uçak bileti bulunca, bir arkadaşımla birlikte, elbet yine gönüllü rehberlik de yapmak üzere.

 

Eski kıtanın belli başlı diğer şehirleri gibi, Paris değişmiyor pek geçen yıllarda. Ne her köşede giderek yükselen bina inşaatları var, ne hafriyat kamyonları, ne de şehrin her yanında Macron’un koca koca resimleri. Şehrin göbeğindeki devasa parklar bir yana, her küçücük köşenin bile kocaman birkaç ağaçla minik bir parka dönüşebildiğini, şehrin böylece nefes alabildiğini hatırladım yeniden. İki gün boyunca yağmur yağmasına rağmen, üzerimize pek su sıçramadan, iki müzede beş sergi gezerek keyifle geçirdik zamanı. Herkesin evine çekildiği, sokakların ıssızlaştığı geç saatlerde, gencecik kadınların rahatça ve istedikleri kıyafetle, arada bir endişeyle arkalarına bakmadan, güvenle sokaklarda dolaşması galiba kendi şehrim açısından en hayıflandığım konu oldu. Elbette orada da kadınlara yönelik taciz ve şiddet olayları oluyor ama çok daha az. Ne ahali ne de yargıçlar, kadınların giysilerinde ya da geç vakit dışarda olmalarında veya bir otele girmelerinde “ağır tahrik” unsuru bulup, saldırganı kolayca affetmiyorlar; kültür ve zihniyet çok farklı. Saldırganların kravat takıp, pişmanlıklarını bildirmeleri de “iyi hal” indirimi sağlamıyor muhtemelen.

 

Daha önce hiç rastlamadığım, geçmişle en önemli fark ise, şehrin merkezinde, silahlarını doğrultmuş güvenlik güçlerinin ortalıklarda dolaşmasıydı. Yaşanan terör olayları orayı da etkilemiş belli ki. Kimsenin aldırdığı yoktu gerçi, cıvıl cıvıldı yine tüm sokaklar. İstanbul gibi. Terör ürkütse de, yaşamın güzelliği korkuyu galebe çalıyor, inadına yaşamın keyfini çıkarıyor insanlar. İstanbul ve Paris benziyor bu açıdan. Van ise epeyce farklı…

 

Döner dönmez cennet vatana, iki haberle sarsılıyoruz. Birincisi, ülkenin en güzide kurumlarından Boğaziçi Üniversitesinde, Afrin harekâtı nedeniyle lokum dağıtan öğrencileri protesto eden başka bir grup öğrencinin yaka paça gözaltına alındığını öğreniyoruz. Sürpriz olmuyor elbet – ne de olsa ülkenin en yüksek makamı hedef göstermişti bu çocukları. Gözaltı yetmedi, şimdi de tutuklandı ülkenin yarınları olan, üniversite sınavlarında en yüksek puanları tutturan bu parlak öğrenciler. Eğitim haklarından yoksun bırakıldılar. Akıl alır gibi değil! Bizim okuduğumuz dönemde böyle protestolar nedeniyle insanlar tutuklanıp eğitim haklarından yoksun bırakılsalardı, herhalde okulun nüfusu epeyce azalır, yıllardır basından izlediğiniz yüzlerce üst düzey kamu ve özel sektör yöneticisi ise kim bilir ne işler yapıyor olurlardı. Umarım en kısa sürede serbest kalırlar ve bir kayıp yaşamadan öğrenimlerine devam ederler.  Aksi halde sadece onları tutuklayanlar değil, hepimiz bu vebalin altında kalırız. Ülkenin yarınları da!

 

İkinci haber ise inanılır gibi değildi: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu tarafından 2.si düzenlenen Meclis Sohbetleri programında, iddialara göre, provalara katılan devlet tiyatrosu kadın sanatçılarının sahneye çıkışı Meclis Başkanının talebiyle engellenmişti. Medyaya göre, kadın sanatçılar tabii her zamanki gibi “gözyaşlarını tutamazken”, devlet tiyatrosu sanatçısı erkekler sahneye çıkıp bir güzel şiirlerini okumuşlar. Yaşasın dayanışma!

 

Neresinden tutarsın bu olayı? Meclis’in bir kurulu istedi diye, ülkenin en güzide sanat kurumlarından Devlet Tiyatrosu sanatçılarının müsamereye çıkan çocuklar gibi üç günde gösteri hazırlamasına mı yanayım; yok eğer iddialar doğruysa, bizi temsil eden meclisin başkanının nüfusun %50’sini oluşturan kadınları sahneye çıkarmamasına mı? Yoksa kadın arkadaşları bu muameleye maruz kalan erkek sanatçıların, tepki vermek bir yana, aslanlar gibi sahneye çıkıp müsamereye devam etmelerine mi? Yoksa “solcu” Birgün gazetesinin bu haberi “kadın tiyatrocular gözyaşlarını tutamadı” diye cinsiyetçi bir yaklaşımla vermesine mi? (1)

 

İstanbul ve Van bir yana düşüyor konu buralara gelince, Paris başka yana…

 

Cennet vatana bu iç açıcı haberlerle ulaşsak da, eve dönmek güzel. Hele de o ev İstanbul’daysa. İster Paris’ten dön, ister Van’dan, nereden olursa olsun, İstanbul’a dönmek hep güzel. Hem de Azrail gibi dolaşan hafriyat kamyonlarına,  sonu gelmeyen inşaatlara ve üzerlerindeki muktedir resimleriyle tüm şehri saran billboardlara rağmen!

 

 

Meclis başkanı bu olayı yalanlamış ama bana pek ikna edici gelmedi doğrusu!

  • http://www.ankahaber.com.tr/politika/tbmm-baskani-kahraman-yalan-iftira-tezvir-h42117.html

Comments are closed.