azıcık bir farkla ve şaibeli de olsa, referandum sonuçlarını yaşamaya başladık...

Nurdan Şahin 11 May 2017
REFERANDUMDAN SONRA…

 

Referandumun üzerinden yaklaşık 1 ay geçti. Kıl payı farkla kabul edilen sistem değişikliğinin ilk sonuçlarını görmeye başladık bile: Artık resmen Ak Partili bir Cumhurbaşkanımız var; yakında da Ak Partili bir Hâkimler ve Savcılar Kurulumuz olacak- hayırlısı…

 

Referandumun, hangi yöne olursa olsun, çok küçük bir farkla sonuçlanacağı oldukça aşikârdı. Ancak bu kadar küçük farkla bir sistem değişikliğine gitmek muhtemelen yeni sorunlar doğuracak. Seçim süreci ile ilgili ciddi şaibe iddiaları da cabası.

 

Mahallemin tersine, ben bu ülkede en iyi işleyen sistemlerden birinin seçim sistemi olduğunu düşünür(d)üm.  Hata/noksan elbette olabilir ama sistem, eğer siyasi partili sandık görevlileri işlerini düzgün yaparsa, katakulliye izin vermeyen çapraz kontrollü bir sistem. Nitekim ülkenin en saygın sivil girişimlerinden Oy ve Ötesi,  daha önce yapılan seçimlerde sonuçları etkileyecek anlamlı bir fark raporlamadı. Ancak bu kez, YSK’nın mühürsüz pusulaları geçerli kabul etmesiyle, referanduma gölge düştü. Gerçekten bir ihtiyaç söz konusu ise, mühürsüz oy pusulası kullanılan sandıklarda seçim tekrarlanmalıydı. Referandumun OHAL koşullarında yapılması, Güneydoğu’daki demografik değişiklikler ve baskı ortamı, iktidar imkânlarının evet oyu için seferber edilmesi vb. bu referanduma gölge düşüren diğer unsurlar oldu.

 

Çıkan sonuçlar aslında kimseyi memnun etmedi. Ama tüm partiler kendine göre olumlu sonuçlar çıkarmaya uğraşıyor. Oysa başta Ak Parti ve HDP olmak üzere, partilerin çıkarması gereken dersler var.

 

Herkesin bildiği gibi, referandumdaki toplam evet (%51,4) , Ak Parti + MHP toplam oyundan 10 puan daha düşük. Tabii ki, bu 2 parti seçmeni dışında da evet oyu verenler var- BBP, Hüda Par, müzmin kararsızlar ve çok az da olsa CHP ve HDP seçmeni. Demek ki, aslında oyları daha da düşmüş. MHP seçmeninin dörtte üçünün hayır verdiği zaten biliniyor; Ak Parti seçmeninin ise küçük bir kısmı hayır demiş. Öte yandan, ilk defa oy verenlerin çoğunluğu, büyük şehirlerin –ki ekonomi onlardan sorulur- büyük bölümü, eğitimlilerin yüksek bir oranı hayır vermiş. Görünen o ki, Ak Partinin şehirli, eğitimli üst orta sınıf seçmeni için –sadece- duble yollar, uzun tüneller, ennn büyük havaalanları vs. yeterli değil; çok güvendikleri bir lider bile olsa, tek adam rejimi istemiyorlar. Muhtemelen diğer hayır verenler gibi ve partilerinin ilk yıllarında bizzat vadettiği gibi daha çok demokrasi, daha çok özgürlük ve daha iyi yönetişim istiyorlar ve bu talep muhtemelen giderek artacak.  Öte yandan, Güneydoğu Anadolu’da hemen tüm şehirlerde hayır çıkmasına rağmen, evetlerin oranı 1 Kasım 2016’da Ak Partinin aldığı oy oranından yaklaşık 10 puan yukarda çıkmış- bu çok ilginç. Ak Parti bu durumu Kürtlerin hendek siyasetine verdikleri cevap olarak yorumluyor, HDP ise zorunlu göç+baskılar+seçim hileleri olarak.

 

Zorunlu yer değiştirmelerin yol açtığı demografik değişimlerin ve genel olarak yöre halkı üzerinde, özellikle de küçük yerleşim birimlerinde baskının etkili olduğunu yadsımak mümkün değil ancak HDP yine de bu sonuçları dikkatle incelemelidir. Seçmeninin az da olsa bir kısmı, özellikle hendek siyaseti vb. nedeniyle farklı bir yönelim içine girmiş olabilir. Daha önemlisi, 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrası izledikleri stratejinin, ülkenin bugünlere gelmesindeki payını umarım değerlendirirler.

 

Konda’nın yeni yayınladığı referandum raporunda, en çok geçersiz oy çıkan ilk 10 ilin Ağrı, Diyarbakır, Siirt, Muş, Bartın, Hakkâri, Van, Batman, Bingöl ve Şırnak olduğunu, bu durumun eğitim seviyesi ile açıklanamayacağını, hepsinde kayyum olduğunu belirtiyor.*

 

Ben yine de eğitimin de bir faktör olabileceğini düşünüyorum zira en düşük geçersiz oy oranı, en yüksek hayır oyu çıkan Tunceli’de ve Tunceli eğitimde ülkenin 1 numaralı şehri. Öte yandan, en az geçersiz oy çıkan 10 şehrin 5’i hayır diyen illerken,  en çok geçersiz oy çıkan 10 ilin 7’si eğitim düzeyinde en altta kalan iller (72-81 arası) **. Her ne kadar, oy pusulası oldukça basit idiyse de, gayet eğitimli insanların bile “aman üstüne basmayın, altına basmayın”  gibi paylaşımlarda bulunduklarını düşününce, hata olasılığı az da olsa mümkün görünüyor.

 

Her neyse; azıcık bir farkla ve şaibeli de olsa, referandum sonuçlarını yaşamaya başladık bile…

 

Referandum öncesi, kim CB olursa olsun, tek adam rejimini dayatan, denge-denetimden yoksun bu otoriter sisteme karşı olduğumu yazmıştım, tabii ki bu görüşümü koruyorum. Öte yandan, tıpkı 12 Eylülcülerin iktidara gelmesini istemedikleri siyasi akımları engelleyebilmek için yaptıkları anayasa ve seçim sisteminin tam da tersine yol açtığı gibi, bu sistem de bambaşka gelişmelere yol açabilir mi? Demokrat bir başkan ve ilginç bir seçim aritmetiği ile oluşacak parlamento, yeniden kurucu meclis iradesi gösterip, ikna-mutabakat süreçleri ile hazırlanarak, toplumun geniş kesimlerini kucaklayacak, demokratik bir Anayasa hazırlayabilir mi?

 

Çok iyimser ve gerçekleşme yüzdesi oldukça düşük bir olasılık evet; ama bunu istemek ve bunun için şimdiden uğraşmaya başlamak dışında pek seçenek yok gibi- yani, bence…

 

Bir Direniş Biçimi Olarak Açlık Grevi

 

Açlık grevlerine genel olarak karşıyım. Bir insanın, herhangi bir nedenle, özgür iradesiyle bile olsa, vücudunda tüm yaşamını etkileyecek tahribata yol açmasının veya ölümü göze almasının, başka bir insana bilerek zarar vermesi kadar olmasa da, ona yakın bir şiddet içerdiğini düşünürüm. Yaşam hakkı en temel haktır. KHK’larla sadece işinden edilmekle kalmayıp, bütün kazanımları ellerinden alınan binlerce kişinin ve ailelerinin içine düştükleri durum elbette korkunç ama bunu çözmek için ölmeye yatmak yanlış. Ancak yöntem doğru olmasa da, tehlikeli ve geri döndürülemez bir sürece doğru yol alan Nuriye Gülmen ve Semih Akakça’nın direnişlerinin son bulması için yetkililerden acilen çözüme yönelik gerekli adımları atmaları talep edilmelidir. Gülmen ve Akakça’yı da, çok geç olmadan bu eylemi sonlandırmaları için ikna etme yoluna gidilmelidir. Değerli hekim ve insan hakları savunucusu, okuldaş olmaktan onur duyduğum Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın çağrısını bu açıdan çok önemli ve değerli buluyorum. Diyor ki Sn. Fincancı: “ ..İnsan bedeni üzerinden hele ki özgür bir insan bedeni üzerinden açlık grevini onaylamıyorum. Çünkü arkadaşlar özgürdür ve başka mücadele yöntemleri vardır. Açlık grevi başka hiçbir aracı kalmamış durumda olan insanların başvuracağı bir yöntemdir. İnsan yaşamının bu kadar değersizleştirildiği bir ülkede ve dönemde açlık grevi uygun değil. Bu insanların hayatını kurtarmanın tek yolu buysa lütfen bıraksınlar biz devralalım”***

 

Umarım çağrısı karşılık bulur.

 

 

*http://konda.com.tr/wp-content/uploads/2017/04/KONDA_16Nisan2017SandikveSecmenAnaliziRaporu.pdf

**http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1106

***http://t24.com.tr/haber/sebnem-korur-fincanci-nuriye-ve-semih-aclik-grevini-biraksin-biz-devralalim,403638

Faydalanılan diğer kaynaklar: http://cilekagaci.com/2017/04/26/nisan-2017-halk-oylamasi-ve-oy-gecisleri/

http://www.cnnturk.com/turkiye/ipsostan-cnn-turke-referandum-sonrasi-anketi?page=1

 

Comments are closed.