Dünyayı her şeye rağmen gülümseyebilenler güzelleştirecek...

Nurdan Şahin 19 November 2016
ENSEYİ KARARTMAMAK…

 

“Olamaz böyle bir şey, lanet olsun “ diye bağıra çağıra tepkimi dile getirmiştim 12 Eylül darbecilerinin önerdiği ve hala –biraz düzeltilerek de olsa- uygulanan anti-demokratik seçim yasasını ilk öğrendiğimde.  Arkadaşım, “sakin ol, tersini düşün” demişti, “ sol ancak böyle bir seçim yasası ile iktidar olabilir bu ülkede”.

 

Yasa aslında, iki ekstremi, sol ve İslami kesimi temsil edecek olan küçük partileri sistem dışında tutmak için çıkarılmıştı. Belli bir kesimi dışlamak, diğer kesimi kayırmak amacıyla çıkarılan bütün yasalar gibi, gün oldu devran döndü, sol beceremedi ama engellenmek istenen İslami kesim bu yasa sayesinde tek başına iktidar oldu. İktidar olur olmaz da, şikayet ettiği bu yasaya dört elle sarıldı- iktidara gelen sol da olsa  eminim ayni şeyi yapardı. Neyse, konumuz o değil; beni 30 küsur yıl geriye götüren, Ak Partinin yeni deklare ettiği başkanlık tasarısı oldu. Başkanlık sistemine kategorik olarak karşı falan değilim de, önerilen, başkanlık sistemi değil zaten; yasama, yürütme ve yargının ve dahi tüm idarenin bir kişiye bağlandığı “Tek Adam” düzeni. Mahcupyan’ın sözleriyle, neredeyse holding yöneticilerini bile başkan olacak kişi atayacak! (http://www.karar.com/yazarlar/etyen-mahcupyan/baskanliktan-bunu-mu-anliyoruz-2618) O kişinin de kim olduğu elbette belli. İtirazım kişiler üzerinden değil; bu tasarıyı dünyanın en demokrat adamı getirse kabul edilmez bulurum. Ak Parti seçmeninin de bunu göreceğini düşünüyorum ama yine de hatırlatmadan edemiyorum: ayni 12 Eylül darbesinin getirdiği seçim sisteminin, engellemek isterken yol açtığı durum bu kez sizin başınıza gelebilir; bu yetkiler bugün değilse de bir gün koyu anti AKP bir  (cumhur)başkanın eline geçebilir.

 

Sistemlerin ne kadar önemli olduğu son ABD seçimlerinde de ortaya çıktı; ülke çapında, yanılmıyorsam 1 milyon civarında fazla oy alan Hillary Clinton seçimi kaybetti, Trump bütün tahminleri alt üst ederek seçimi kazandı. Basın dışında, Amerika’da yaşayan yakınlarımdan aldığım bilgilere göre, seçim öncesi atıp tuttuğu birçok konudan geri adım atan Trump, Müslümanlara karşı olan tutumunu ise aynen devam ettiriyormuş. Orada yaşayan, okuyan Türkiye’lilerin de bu durumdan oldukça tedirgin olduğu söyleniyor.  Clinton’un yüzergezer oyları kaybetmesinin muhtemel bir nedeni de kadın olması. “Çok hırslı bir kadın, üstelik sempatik de değil” yorumları insanı çileden çıkarıyor. Trump çok sempatik ve hırsı olmayan bir adam herhalde! Görünen o ki,  cam tavan her yerde geçerli, kadın olmak her yerde zor.

 

Türkiye’de ise giderek zorlaşıyor. Ak Parti tarafından meclise verilen önerge bunun en somut örneği. Yıllardır – sanırım 1926’dan beri- mağduru ile evlenen tecavüzcünün ceza görmemesini sağlayan kanun maddesi, 2005 yılında, hepimizin alkışları arasında, bizzat Ak Parti yönetimi tarafından iptal edilmişti. Şimdi ne oldu da, “küçüğün rızası var ise”, istismarcının suçunun affı isteniyor? Küçüğün rızası ne demek? 18 yaşın altında herkes çocuktur ve çocuk rıza göstermez, çocuk korkar, çocuk kanar, çocuk itiraz edemez! Neyse ki, siyasi görüşünden bağımsız olarak, her kesimden kadınlar ve örgütleri ciddi bir tepki gösteriyor, Sümeyye Erdoğan’ın yöneticileri arasında bulunduğu Kadem dahil. (http://www.diken.com.tr/istismar-onergesine-iktidara-yakin-kademden-de-itiraz-var-riza-nasil-belirlenir/ ) Umarız bu tepkiler göz önüne alınır ve önerge  geri çekilir.

 

Geri çekilmesi gereken öyle çok şey var ki aslında. Her zaman ve doğru olarak seçmen iradesinin meşruiyetini dile getiren Ak Parti, OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile, pek çok alanda seçmen iradesini hiçe sayar oldu. Bir çok belediyeye kayyum atandı, seçimle gelen belediye başkanlarının çoğu göz altına alındı. Hani seçimle gelen seçimle giderdi? Darbe girişimini herhalde bu belediye başkanları yapmadı. Belediyeler ile ilgili bir sorun varsa, devletin pek çok kontrol mekanizması var; onlar çalıştırılır, teftiş gönderilir, yasalara uymayan uygulamalar saptanırsa da gereken yapılır. Doğrudan kayyum atamak, seçmen iradesini hiçe saymak değil mi? Ya üniversitelere ne demeli? Çekişmelere neden oluyor denerek, 12 Eylül uygulamasına geri dönüldü, rektör seçimleri iptal edildi. Mezunu olduğum Boğaziçi Üniversitesinde, rektörlük seçimlerini 12 temmuzda, ikinci kez ve  %86 gibi inanılmaz bir oranla kazanan Prof. Gülay Barbarosoğlu’nu Cumhurbaşkanı aylarca atamadı, 29 Ekimde çıkan bir KHK geriye işletilerek, aday bile olmamış bir başka prof. rektör yapıldı. Bu atamayı meşru kabul etmek mümkün mü? Bu uygulamalar kadar üzücü olan, toplumun en iyi eğitim görmüş kesimini oluşturan üniversitelerden( hemen tepki veren BÜ,  10 gün kadar sonra ODTÜ ve  dün de GSÜ dışında) hiçbir tepki gelmemesi! Hani eğitimdi bütün mesele? En eğitimli kesim, bizzat kendi çalıştıkları “yer”e sahip çıkmıyorsa, başkalarına söz söylemeye hakları var mı?

 

Genel olarak iyimser bir insanım , dünyaya  olumlu bakmaya çalışırım, enseyi karartmam kolay kolay da, giderek zorlaşıyor bunu yapmak. Yine de esas olan zor günlerde bunu yapmak   Gündüz Vassaf hocanın yazdığı gibi (http://t24.com.tr/k24/yazi/ne-yapabilirim,935)

 

Dünyayı her şeye rağmen gülümseyebilenler güzelleştirecek, o halde ne olursa olsun “enseyi karartmayalım”; bu iki sihirli kelimeyi söyleyen insanın geçmişte yıllarca hapis yattığı, şimdi de darbelere hep karşı çıkmış yazar oğlunun, subliminal (!) darbe mesajı verdiği iddiasıyla hapis yattığı bir ülkede yaşıyor olsak da…

 

Comments are closed.