Gelecek pek umut vaat etmiyor vesselam.

Nurdan Şahin 24 May 2016
TİTRERİM BAKTIKÇA İSTİKBALİME…

 

Türkiye’nin gündemi o kadar hızlı değişiyor, ard arda öyle olaylar oluyor ki, yazmaya uzunca bir ara verince, toparlaması gerçekten zor. Onun için bu kez, bazı – pek de sevmediğim- köşe yazarları gibi, daldan dala atlayıp, kısa notlar halinde yakalamaya çalışacağım gündemi.

 

Yersiz yurtsuzlar …

 

Çerkes tehcirinin 152. yılındayız. Atalarımız topraklarından zorla atılmasaydı, bugün nasıl bir hayatımız olurdu acaba diye düşündüm bu kez 21 Mayısta. Sosyalist dönemin eğitim imkanlarından faydalanıp, çocuklukta  keşfedilen  yetenekler sayesinde (varsa tabii!), Moskova’da yaşayan ünlü bir müzisyen olurdum belki- artık muhtemelen yıldızım sönse de. Ya da, ailem Stalin’in gadrine uğradığı için, belki  Rusya’nın bir uzak köşesinde sürülmüş, belki de yurtdışına kaçmış olurduk çoktan kim bilir. Ya da, Maykop’ta, Çerkesce ve Rusça konuşan, mütevazı bir yaşam süren sıradan, mutlu ya da mutsuz insanlar olurduk belki. Bilmek mümkün değil. Anayurdunda insan daha mutlu olur diye bir kural yok; kim nerde isterse orada yaşamalı; dayatmalar, zorlamalar, yok etmeler elbette karşı çıkılması gereken.

 

Dünyada yerinden yurdundan edilenler ve eğer sağ kalırlarsa, bir bilinmezliğe doğru sürüklenenler ne yazık ki giderek çoğalıyor; hatta yanılmıyorsam geçtiğimiz yıl zirveye ulaştı. Gerek Çerkes tehcirinin, gerekse Ermeni tehcirinin her yıldönümünde, bir daha asla desek de, bu bir dilekten öteye gitmiyor. Şu anda, sadece Türkiye’de 3 milyon Suriyeli var. Bizim atalarımızın yaşadıklarının benzerini şimdi onlar yaşıyor; tam 152 yıl sonra. 500 bine yakın kişi ise, Nusaybin, Sur, Cizre gibi iç çatışma olan ilçelerden ülkenin başka noktalarına göç etmiş durumdalar, ne acı. Bu 3,5 milyonluk nüfusun önemli bir bölümü çocuk ve büyük çoğunluğu eğitim imkanlarından yoksun. Bu durum, gelecekte, sadece yersiz yurtsuz kalan bu insanlar için değil, ülkede yaşayan herkes için önemli bir sorun olma potansiyeli taşıyor..

 

Ve böyle buyurdu Reis…

 

İki seçim kazanmış, hakkında hiçbir gensoru, soruşturma olmayan, tuhaf bir şekilde hiç bir yolsuzluk dedikodusu bulunmayan, başarılı olarak değerlendirilen bir başbakan ve hükümeti istifa ediverdi sırf Cumhurbaşkanı böyle istedi diye. Halkın iradesine saygı falan da hikaye oldu.

 

Doğrusu ben Davutoğlu’nu sempatik bulduğumu söyleyemem. Halka ve grubuna yönelik bitmek bilmeyen hamasi konuşmaları, devamlı kahramanlık şiiri okur gibi bir ses tonu ve bunlara eşlik eden  vücut dili sanki üzerine yapıştırılmış gibiydi; akademisyenden politikacı olmuyor galiba. Ancak, 7 Haziran sonrası hendek/özerklik girişimlerine karşı yürütülen orantısız sert asayiş politikası dışındaki girişimleri oldukça farklıydı. Şeffaflık konusunda yapmak istedikleri( 4 bakanın yüce divana başvurmalarını istemesi, il ve ilçe başkanlarına mal beyanı da getiren siyasi etik yasası), çözüm sürecini Dolmabahçe aşamasına kadar getirmesi, AB ile ilişkileri yeniden rayına koyup, vize serbestisi ihtimalini güçlendirmesi, bu amaçla çıkarılan ve çıkarılacak uyum yasaları, genel olarak tutuksuz yargılamadan yana koyduğu tavır çok da uzak olmayan geçmişte sadece halktan değil, “doğal lider”den de takdir görebilecek yaklaşımlarken, bugün Davutoğlu’nun sonunu hazırladı. Muhtemelen, gelen gideni aratacak; siyaset üreten bir muhalefet zaten yok; gidişat tek adam iktidarına doğru; durum pek parlak değil kısacası.

 

Dokunmayın vekillere…

 

Hep dokunulmazlıktan yana oldum ben. Sadece kürsü dokunulmazlığı değil, adi suçlar da dahil olmak üzere, vekil dokunulmazlığından yanayım. Bir suç işleyen varsa, varsın 4 yıl sonra yargılansın; yeter ki adil bir şekilde yargılansın. Herkesin birbirinin kuyusunu kazmaya çalıştığı, Fuat Avnilerin gündem belirlediği bir ülkede meclis çalışmaz hale gelir dokunulmazlıklar kalkarsa.

 

Bir süredir, dokunulmazlıkların kaldırılması talebi muhalefetten geliyordu tuhaf bir şekilde. Geçen yaz, yine bir restleşme sonucu, HDP, 80 milletvekilinin imzası ile dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyeceğini beyan etmişti hatta (http://www.memurlar.net/gazeteler/2015/7/29/hurriyet/). Neden bu kabadayılık en çok zararı kendin göreceğini bile bile?  CHP’nin zaten ağzında sakızdı, kürsü dokunulmazlığı dışındaki dokunulmazlıkların kaldırılması. Her zamanki gibi, Ak Parti hükümeti, Cumhurbaşkanının da yönlendirmesiyle, kendisinin en az zarar göreceği, beğenmediğimiz darbe  anayasasına bile uygun olmayan bir dokunulmazlık paketini atıverdi ortaya! CHP ve MHP hemen başta kabul dediler; HDP bile karşı çıkmadı sanıyorum ilk etapta. Olanlar oldu; şimdi gizli görüşmeleri açıklama tehdidinden, ifade vermeye gitmeyize uzanan bir direnme gösteriliyor; en başta evet oyu vereceğiz diyen ve veren CHP ise mırın kırın mazeretler bulup, her yerde direneceğiz diyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu derler adama.

 

Her neyse, sonuç olarak, Erdoğan’ın istediği oldu, dokunulmazlıklar kalktı. Cumhuriyet tarihi boyunca sanırım 40 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmışken, bir anda 148 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılıverdi. Şimdi dosyalar yargıya gönderilecek ve daha 7 ay önce bizim oylarımızla, siyaset yapmak üzere seçilmiş milletvekillerinin kaderine yargı karar verecek. Her partiyi etkilemesine karşın, en büyük zararı muhtemelen HDP görecek. Her gün ölüm haberlerinin geldiği, yoğun çatışmaların yaşandığı bu ortamda siyasetin önünü iyice kapatacak olan bu uygulama, daha az demokrasiye, daha çok güvenlikçi politikalara ve daha büyük gerginliklere yol açacak korkarım.

 

Gelecek pek umut vaat etmiyor vesselam.

 

 

 

Comments are closed.