WE LOVE HIJAB!

Nurdan Şahin 29 March 2016
İRAN GEZİ NOTLARI-2

 

MESHED

 

Meshed konusunda önceden uyarıldık: pantolonlar daha bol, tunikler daha uzun olacak; başörtüye dikkat edilecek. Estan-ı Qodz’a giderken zinhar makyaj yapılmayacak ve çador(çarşaf) giyilecek. Hadi hayırlısı diyip biniyoruz uçağa.

 

Otelimiz çok güzel, girişte bir afiş; başörtülü bir kız ve Farsça’nın altında İngilizce tercüme: WE LOVE HIJAB! Odamız kocaman ama fırın; sifon da bozuk. Oda arkadaşım hemen sarılıyor telefona; birazdan bir adam geliyor ama kapıyı açmak bir seremoni; önce kollar ve baş kapanacak! Bir telaş örtünüyoruz; adam bir şeyler yapıyor, sonra da bir şeyler söyleyip gidiyor. Ben de öğrendim ya teşekkür etmeyi, hemen “kheyli memnun” diyorum. O arada, banyoda makyaj pamuğu olmadığını gören Ayşe hemen yine resepsiyonu arıyor; ne istediğini biraz zor anlıyorlar sanki; yine kapı çalıyor. Haydi, yine bir telaş örtünme, yine rezervuar için gelmiş adam, meğer daha önce olmamış! Bu kez, “müteşekkirem” diye uğurluyorum adamı. Daha örtüyü çıkarmadan yine kapı çalıyor. Farsça bir şeyler söyleyen bir adam; muhtemelen makyaj pamuğu anlaşılmamış; bildiğim bütün teşekkürleri sıralayıp gönderiyorum ve bu arada Amerika’daki kocasıyla mesajlaşmakta olan Ayşe’ye bir daha resepsiyonu aramaması için yalvarıyorum. Nihayet uyuyoruz.

 

fotograf (3)

 

Sabah otobüsle Tus’a hareket ediyoruz. İran’ın en önemli değerlerinden olan ve tüm eserlerinde günümüzde bile tamamen anlaşılan bir  dil kullandığı söylenen Firdevsi’nin anıt mezarına gidiyoruz. Firdevsi 1020 yılında ölmüş ve kendine ait olan bu bahçeye gömülmüş. En önemli eseri olan Şehname, İran’da tüm vatandaşların ortak paydası olmuş hep. Bu nedenle, dine bağlılığı dengelemek ve İranlı kimliğini yeniden ön plana çıkarmak için, 1933’te baba Rıza Şah buraya bir anıtmezar yaptırmış. Muhammed Rıza Şah döneminde ise, Ahameniş İmparatorluğu kurucusu Kuroş’un mezarından esinlenen çizgilerle, anıtmezar 1968’te yeniden inşa edilmiş. Amaç yine dini kimliğe karşı, İranlı kimliğini vurgulamak imiş. İçeride, duvarlarda, Şehname’nin önemli bölümlerini tasvir eden kabartmalar var. Müzede ise, Şehnamenin kocaman eski bir nüshasını gördük; hem de Rüstem ile Sührab’ın minyatürünün olduğu sayfa açıktı. Hemen resim çektik tabii, Orhan Pamuk’un kulaklarını çınlatarak.

 

Öğle yemeği, Meshed ve Tus  halkının mesire yeri olan Şandiz’de bir yerel lokantada. Meşhur yemeği, şişte pirzola- ona da Şandiz deniyor yöreye atıfla. Yapay şelaleler, havuzlarla süslü bir lokantanın bahçesinde masamız hazır. Lokantanın daha içerlek bölümünde, bizim “beach”ler misali localar var; kilim ve minderlerle kaplı. Yerel halk, buralarda bağdaş kurup, yer sofrasında yemekte. Resim çekme talebimiz ilk kez reddediliyor. O güne kadar, her yerde, herkesin resmini, elbette izin alarak çektik. İranlılar son derece sıcak, arkadaş canlısı insanlar ama burada anlaşılan durum biraz farklı.

 

Yemekten sonra, otobüse binip Estan-ı Qods’a doğru yola çıkıyoruz. Estan-ı Qods, Şiilerin 8.İmamı İmam Ali Rıza’nın türbesinin bulunduğu yer. Kendi meclisi de olan, Vatikan gibi bir yermiş. Çok ciddi parasal varlığı varmış ve bu meclis yönetiyormuş; doğal olarak son derece etkiliymiş. Ülkede gücü elinde tutanlar, onlarla iyi geçinmek durumundaymış. Her yerde gördüğümüz siyah bayrakların bir nedeni de, işte bu önemli meclisin başkanının vefatı imiş.

 

IMG_4162

Yaklaşırken, desenli çadorlarımız dağıtılıyor; hepimiz giyiyor ve çengelli iğnelerle önünü kapatıyoruz. Erkekler yine gayet rahat, İstanbul’daymış gibi dolaşıyorlar. Yaşasın eşitlik! Çanta, fotoğraf makinesi vs yasak. Bu arada şakır şakır yağmur başlıyor ve biz yerlere sürünen çadorlarımızı zar zor toplayarak, kontrolden geçiyoruz. İnanılmaz büyüklükte bir alan; dünyanın her yerinden Şiiler ziyarete gelip, “Meshedi” oluyorlarmış. Farklı işlevlere sahip bir çok bina ve avluyu barındıran bir külliye burası; birkaç yüz bin kişi ayni anda namaz kılabiliyormuş meydanlarda ve camilerde. Muhteşem bir altın kubbe ve 4 altın kaplı minare çok etkileyici. Bir de, Timur’un gelini Gevherşad adına yaptırılan, kubbesi firuze kaplı bir cami var ki inanılmaz güzel. Tüm avlularda mukarnaslarla bezeli dört eyvan var; hepsi birbirinden hoş. Ayakkabılarımızı çıkarıp, kadınlara ayrılan bölümden içeri giriyoruz. Aman tanrım! İnanılmaz bir işçilik; bizde namaz kılarken ayna kapatılır; burada her yer  ayna kaplı. Müthiş ışık oyunları sağlıyor. İçerisi ana baba günü. Tamamı çarşaflı, her yaştan, her boydan kadın; gözyaşları içinde, kimi namaz kılıyor, kimi dua ediyor, kimi ise hıçkırıklarla yeri ya da kapıları öpüyor.Her açılan kapı onları kutsala daha da yaklaştırdığı için, kapılara yüz sürüyorlar. İmam Ali Rıza’nın Türbesine doğru, kalabalık, bir insan seline dönüşüyor. Türbe, dokunmak isteyen irili ufaklı ellerden görünmüyor. Bazılarının ellerinde küçük kumaş parçaları, türbeye sürüyor, ya da içeri atıyorlar. Bunlar, şifa arayan hasta yakınları; ellerindeki kumaşlar da hastaların giysilerinden parçalar. Müthiş etkileyici bir mekan; tuhaf bir enerji var. Biz de İmam’ın makamında, ülkemize ve bölgemize barış; sevdiklerimize ve tüm ihtiyacı olanlara sağlık diliyoruz.

 

Hava kararmak üzere, kutsal mahalin bir de ışıklandırılmış halini görmek için beklerken, yerel rehberimizle sohbet ediyoruz. “Müslümanlık çıktığı yerde ne yapmışsa, biz tersini yapmışız” diyor; “aksilik etmek için”. “Siz başınızı secdeye koyuyorsunuz, biz mutlaka araya bir taş koyuyoruz; siz kolları elden dirseğe doğru yıkıyorsunuz, biz dirsekten ele doğru; sizin beş vakit namazınızı biz üçe indirmişiz. Aslında biraz işin aslıyla,faslı karışıyor buralarda, önemli olan her şeyi yaratan” diyor ve bir fıkra anlatıyor. “Hz. Hüseyin’in bir kardeşi varmış, adı Ebu Faz. Çok saygıdeğer bir insanmış, koruyucu olarak ona güvenilirmiş. Bir gün bir Şii Mekke’ye gitmiş, hayran olmuş. Allah’ım, demiş, ne güzel bir evin var; Ebu Faz seni korusun!”

 

Muhteşem bir ses, muhteşem bir makamla ezan okurken, Estan-ı Qods’u terk edip, Şiraz’a gitmek üzere havaalanına hareket ediyoruz.

 

 

Comments are closed.