Daha iyi bir ülke olmak için yeter. İyi siyaset yapmak için de..

Nurdan Şahin 18 January 2016
Barış Bir Tercihtir

 

Aşağıdaki yazı, Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisinden bir gün önce yazıldı. Öyle hoyrat bir devletimiz var ki, yaptığı baskıcı, anti demokratik uygulamalarla kendi mahallemize eleştiri hakkımızı elimizden alıyor. Akademisyenlerin bildirisi ile ilgili görüşlerimi facebookda paylaşmıştım, arzu eden bakar.  Katıldığım, kısmen katıldığım ya da tamamen karşı olduğum tüm görüşlerin, nefret suçu/kişilik hak ihlali ve hakaret içermediği sürece özgürce paylaşılabilmesi gerektiğini düşünüyor, fikir özgürlüğüne yapılan tüm müdahaleleri kesinlikle red ve protesto ediyorum.

 

Yazıyı yayınlamadan, bu görüşümü net olarak paylaşmak istedim.

 

DAHA İYİ BİR ÜLKE İÇİN…

 

Barış bir tercihtir; ya da bir razı oluş- sürdürülen savaşta kimsenin galip gelemeyeceğini anlayan her iki tarafın da seçimi.

 

Tüm yavaşlığına, aksaklıklarına, bir ileri iki geri performansına rağmen, tarafların barıştan vazgeçmediği ve ölümlerin olmadığı 2 yıldan uzun bir süre geçti bu ülkede. Bu sürece –sadece- Kürtlerin uzun yıllar mücadelesi sonunda gelindiğini, devletin durumu kabul etmek zorunda kaldığını, kim hükümet olursa olsun artık buradan geri dönülemeyeceğini savunanlar çoktu bizim mahallede. Keşke öyle olsaydı… Savaş da, barış da ancak İKİ tarafla mümkün oysa.

 

Kimi konjonktür diye değerlendiriyor – artık ayrılıktan azı kesmez Kürtleri; kimi başkanlık savaşı bu diyor, seçilmeden bitmez. Her ne ise de, görünen o ki, aslında iki taraf da, savaşa pek hevesliymiş; bir kıvılcım bekliyormuş savaşseverler ortalığı ateşe vermek için. İki polisin uyurken birer kurşunla vurulması bu kıvılcımı sağladı. Sonrasını hepimiz biliyoruz.

 

Türkiye’nin, hem demokratikleşmede, hem de Kürtlerin ve talebi olan diğer halkların kimliklerini; eşit yurttaşlık temelinde haklarını tanıma konusunda çok yavaş ilerlediği ve sosyolojik gelişmenin gerisinde kaldığı bir gerçek. Ama en azından artık bir inkâr politikasının olmadığı da. Külliyen inkârın geçerli olduğu durumlarda bile silahlanmadan mücadele zor ama mümkünken, 82 milletvekili ile parlamentoda fiili bir ana muhalefet partisi ya da barış koşullu bir –içerden ya da dışarıdan- hükümet ortağı olma ihtimali dahi mevcut iken, siyasi mücadeleyi bir kenara itip seçimlerin ertesi günü devrimci savaş ilanı en azından benim için kabul edilir değil. Barış masasını Ankara devirdiği için, birkaç ilçede hendekler kazarak silahlı mücadeleye soyunmak hiç değil. Ulus devletlerin bu tip ayaklanmalara hiç de şefkatli davranmayacağını bilecek kadar uzun zaman geçti ulus devletlerin kurulmasından itibaren. Yüzlerce insanın telef olması, ölmesi, fiziksel ya da ruhen sakat kalması, göç yollarına çıkması demek olduğunu bile bile, halk için halkını feda etme hakkı yok hiç kimsede. Silaha sarılmadan, ölmeden, öldürmeden, şiddet kullanmadan mücadele etmek elbette mümkün. Siyaset bunun için var. Ama bu bir tercih. Bir zamanlar Çeçen halkının lideri Dudayev de savaşı tercih etmişti- 1,5 milyonluk nüfusun 250 bini öldü savaşta; 500 bin kişi göç etti başka diyarlara.

 

Ne yazık ki bir kez daha ilahlar savaşı tercih etti. Rusya kadar olmasa da, devlet bu kez çok sert; acımasız bir savaş sürüyor; insan hakları, hukuk kuralları çiğneniyor; kadınlar ve çocuklar ölüyor ve en çok da gençler. Kimi gerilla kıyafetiyle, kimi polis ya da asker üniformasıyla. Ağıtlar yakılıyor, en çok da Kürtçe. Ekonomik faaliyet durmuş, eğitim zaten hak getire; yüzlerce, binlerce insan taşıyabildikleri azıcık eşya ile yollarda, yakınlarına sığınmak üzere. Ne kadar sürebilir ki misafirlik?

 

Yedi sekiz yıl önce, çalıştığım STK’nın ülkeye yayılmış birimlerinden biri de Diyarbakır’ın bir ilçesindeydi. Birkaç gönüllü ile sohbet ederken, bir tarih başlangıcı gibi, pek çok şeyi “o gece” den önce ya da sonra diye tarifleyerek anlatıyorlardı. “O gece”, 90’larda, yaşadıkları yerin, güvenlik gerekçesiyle yakıldığı geceydi. Çocukluklarında yaşadıkları ve hayatlarının her anında hatırladıkları o meşum gece. Sur’da, Cizre’de, Silopi’de hayatta kalmayı başarabilen çocukların yaraları nasıl sarılacak? Kahvaltı sofrasında, gözlerinin önünde ölen annelerinin bıraktığı iz nasıl silinecek? Bu kör savaş, daha kaç can alacak, kaç insanın hayatına mahvolacak?

 

Ulus devletlerin globalleşme karşısında yetersiz kaldığı, dar geldiği, çözüm üretemediği, hatta miadının dolduğu düşünülen bu çağda, bir tarafta bir gün yeni bir ulus devlet kurmak hayali diğer tarafta var olan ulus devletin bölüneceği fobisiyle (ya da bunu bahane ederek)  cana kıymak, binlerce insanın hayatıyla oynamak sadece bana mı anlamsız geliyor?

 

Bu anlamsız savaş, ölüm haberleri derhal durmalı. Hepimizin, tüm ülkenin tek önceliği bu olmalı. Hendek kazan çocuklar da, onları kapatan güvenlik güçleri de bu ülkenin yurttaşları. Bu ülke, derhal eşit yurttaşlık üzerine kurulu anayasasına kavuşmalı; ‘onlar savaştıkları’ ya da ‘siz bahşettiğiniz’ için değil, en temel insan hakkı olduğu için, anadilde eğitim hakkı talep eden tüm kesimlere tanınmalı. Artık tek merkezden yönetilemeyecek hale geldiği için yönetilemeyen ülke, çekincesiz, şartsız Avrupa Yerel Yönetim Şartını kabul etmeli. Bütün bunlar yeter mi silahların susması için, onu bilemeyiz.  Ama daha iyi bir ülke olmak için yeter. İyi siyaset yapmak için de..

 

Comments are closed.