Artık yeter, edi bese, car yikun diyelim ölümlere. Hayat varsa, umut vardır.

Nurdan Şahin 22 December 2015
ARTIK YETER/EDİ BESE/CAR YIKUN

 

Gencecik insanlar ölüyor durmadan değişik sıfatlar altında – asker, gerilla, polis, terörist, uzman çavuş vb. Sıfatları ne olursa olsun, hepsi bu toprakların insanı. Hemen hepsi genç. Onlardan en az 20-30 yaş büyüklerin aldıkları kararlar doğrultusunda ölüyorlar. “Özerk Kürdistan” diye onlara hendekler kazdıran ya da “tek bayrak, tek millet, tek vatan” diyerek hendekleri kapattıran büyüklerin pek de umurunda değil gibi ölüp giden gençler; yeter ki onlar için ya da davaları için ölmeye/öldürmeye hazır başkaları olsun. O başkaları da hep var ne yazık ki.

 

KCK Yürütme Konseyi eş başkanlığı, halka evlerini, şehirlerini terk etmemeleri için yaptığı çağrıda şunları söylemiş:

 

“…Türk devletinin bu göçertme politikasına karşı tüm Kürt halkı var olma direnişi göstermelidir. En büyük var olma direnişi tüm baskılara rağmen toprağına, taşına sarılmaktır. Soykırımcılara inat evimizi, sokağımızı, mahallemizi terk etmemek bir var olma direnişidir. (…) Yaşanılacaksa da mahallemizde, ilimizde ve ilçemizde yaşanılmalıdır. Evimizi ve barkımızı terk etmek, daha baştan ölümü kabullenmektir. Sevilecek, yaşanılacak yaşam, ölümsüz şehidimiz Kemal Pir’in dediği gibi ‘uğruna ölünecek yaşam’dır. (…) Her çiçek toprağında güzeldir. Her çiçek toprağında kendi yaşamını var edebilir; en güzel renklerini ve kokusunu verir. Hiçbir zalim elin ve psikolojik savaşın bizleri toprağımızdan koparmasına izin vermeyelim. Gül gibi dikenlerimizle, direnişimizle varlığımızı koruyalım!’’ http://www.serbestiyet.com/yazarlar/alper-gormus/bugunun-sorusu-pkk-kurt-halkini-militanlastirabilecek-mi-650008

 

Ölümü özendiren, kutsallaştıran bu sözler çatışma ortamında doğmuş büyümüş, 15-25 yaş arasındaki gençleri etkiliyor; yaşını başını almış, çoluk çocuk sahibi ve gidecek yeri olan insanlar, haklı olarak bu çağrılara uymayıp göçüyorlar; göç etmenin zorluklarını göze alarak . Gencecik fidanlar ise, örgütün kendilerinden talep ettiği üzere, “direnişi” sürdürüp, devletin “terörü bitirme” operasyonlarında yitip gidiyorlar. Bir kaç ay sonra, aileleri dışında hatırlayanları bile olmayacağını bilmeden.

 

Bir çoğumuza geleceğe yönelik umut vadeden, barış için siyaset  yapacağını düşündüğümüz HDP de, ne yazık ki umutları boşa çıkarmış görünüyor-en azından bir kısmımız için.  Geçen hafta  HDP,DTK,DBP ortak toplantısından sonra gelen çok sert açıklamaları, HDP’nin bir o kadar sert yazılı açıklaması takip etti:

 

HDP Grup Başkan vekilleri İdris Baluken ve Çağlar Demirel imzalı yazılı açıklamada, Antidemokratik uygulamalar olmasına rağmen, olağanüstü halin ve sıkıyönetimin bile bir hukuku varken hatta savaşın bile bir hukuku, uyulması gereken kuralları varken, şu anda bölgede tüm hukuk devre dışı bırakılmıştır. Hiçbir yasal düzenlemeye dayanmadan ilan edilen sokağa çıkma yasakları altında insanlar tüm temel haklarından mahrum bırakılmaktadır” denildi.

 

‘Kürt halkının soykırım politikalarına karşı topyekûn bir direnişe geçtiği’  savunulan ve HDP’nin öz yönetim taleplerinin arkasında olduğu vurgulanan açıklamaya şöyle devam edildi: “Biz Halkların Demokratik Partisi olarak, Kürt halkının öz yönetim talebini sahipleniyoruz. Bu talebi kanla boğmak isteyen AKP’ye karşı halkımızın yükselttiği direnişin yanındayız.  Tüm parti örgütlerimiz gibi TBMM Grubumuz da bu direnişlerin yanındadır. HDP’nin halkın meşru direnişini sahiplenmesi ve orada yaşanan tüm vahşeti ve hukuksuzluğu görünür kılması AKP’yi rahatsız etmektedir. Buna bağlı olarak da, sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde bulunan milletvekillerimiz özel olarak hedef alınmaktadır.” http://www.diken.com.tr/hdp-oz-yonetim-talebini-sahiplendi-halkin-mesru-direnisinin-yanindayiz/

 

İlk paragrafın altına imzamı atarım; ama ikinci paragraf bir  felaket! Biz üniversitedeyken, her öldürülen gencin arkasından, devrimci örgütlerin duvarlara astığı “burjuvazi bizi savaşa davet etti, davetleri kabulümüzdür” diye başlayan hamasi bildirilere benziyor. Kürt halkı, kendisine soykırım yapılmadığını biliyor elbette; topyekun  direnişe falan  da geçmiyor; bütün acılarına, bütün zorluklarına ve bütün baskılara rağmen hayata yöneliyor, yani göç ediyor. HDP’nin özyönetim talebini sahiplenmesi  gayet doğal ve meşru; doğal ve meşru olmayan ise,  hendek kazılarak, silah kullanılarak, bir önceki paragrafta devletten ettikleri haklı talebin tam tersine, kendi sözleriyle “hiçbir yasal düzenlemeye dayanmadan ilan edilen” özerkliği desteklemesi. Siyasete düşen, silahlı mücadeleyi, şiddeti savunmak, gencecik insanların göz göre göre ölüme gitmesine seyirci kalmak hatta bunun arkasında durmak değil; sabırla, inançla demokratik ve siyasi yollardan çözüm üretmektir.

 

Hükümete gelince, on yıllardır sürdürülen inkar ve şiddet politikasına karşı çıkıp çözüm sürecini başlatanlar, sürecin devamı için  baldıran zehiri içeceğini söyleyenler bu politikalarını  terk edip, devletin fabrika ayarlarına geri döndüler. En sert, en antidemokratik, insan haklarını hiçe sayan yöntemlerle yangını söndürmeye çalışıyorlar. Şiddete “misliyle” şiddet uygulayarak sadece isyancı gençleri değil, halkı da karşılarına alıyorlar. Onlarca insan can veriyor; onların yakınları, hemşerileri evlerinde hapis; çocuklar, gençler eğitim haklarından yoksun; sağlık sistemi düzgün çalışmadığı gibi, sağlık çalışanları risk altında; tarih yok oluyor; evler yıkılıyor, işyerleri kapanıyor, işsizlik artıyor; binlerce insan, ellerinde azıcık eşya, göç yollarında. Böyle  “zafer” kazanılsa bile, bu bir Pirus zaferi olmaz mı?

 

Bugün, artık masayı kim devirdi tartışmalarının zamanı değil. Gün, bilenmiş bıçakları, artan düşmanlıkları, akan kanı durdurma zamanı. Meclis ne yapıyor? 550 milletvekili nerede? Muhalefet partilerinin ve iktidar partisinin milletvekilleri, tarihi bir sorumluluğunuz var; ne yapıp edip akan kanı durdurmak! Partilerin içindeki muhalif seslerin “Erdoğan seviciler” ya da “terör yandaşları” diye kısılmaya çalışmasına izin vermeyin. Yeni anayasa için  bir araya gelin; partilerinizin diyalog kurması, birlikte çalışması için uğraş verin. Anayasanın  yurttaşlık temeline dayanacağını, anadilinde eğitimin bir insanlık hakkı  olduğunun deklare edilmesini; AB yerel yönetim şartı üzerindeki şerhlerin kaldırılmasını ve uygulanmasını sağlayın. Sizi bu meclise durup izleyin diye seçmedi bu ahali. Liderlerin değil, milletin vekilisiniz.  Bugün değilse ne zaman harekete geçeceksiniz? Eğer bu bir parlamenter rejimse, parlamentoyu çalıştırın.

 

Sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, sendikalar, işveren dernekleri, yazarlar, çizerler, gazeteciler, gündeminiz barış olsun. Gücünüz yettiğince, elinizdeki tüm imkânları kullanarak ve barış diliyle tarafları devrilen masaya, buzdolabına kaldırılan sürece yönlendirin.

 

Bizler, sıradan yurttaşlar, batılısı, doğulusu, kuzeylisi, güneylisi; Kürt, Türk, Çerkes, Boşnak’ıyla,                   Alevi’si, Sünni’si, Hıristiyan’ı, inançlısı, inançsızıyla, hep birlikte, barış talebimizi dile getirelim bıkmadan usanmadan; her türlü şiddete karşı çıkalım; Tahir Elçi’nin sözleriyle bu kadim topraklarda silah, çatışma, operasyon istemediğimizi haykıralım.

 

Artık yeter, edi bese, car yikun diyelim ölümlere. Hayat varsa, umut vardır.

 

 

 

  • Alıntılardaki koyu kısımlar tarafımca yapılmıştır.

Comments are closed.