Tanrım, bu son çılgınlık olsun!

Nurdan Şahin 06 April 2015
BİR MEŞUM 31 MART…

 

Mart ayının sonunda Türkiye karanlık bir güne uyandı – mecazi anlamda değil basbayağı elektrikler kesildiği için. Jeneratör olmayan her yerde hayatın neredeyse durduğu bir gün olarak başladı 31 Mart. Bir süre sonra, elektrik probleminin sadece bizim mahallede, bizim ilçede hatta bizim şehirde değil tüm ülkede olduğunu öğrendik – şaka gibi. Bir bütün gün elektriksiz kalan ülkemde saatler sonra hasret bitip, herkes sosyal medyaya kavuşunca, en hoş mesajın Batman Sason’daki bir arkadaşımdan geldiğini gördüm: “Türkiye sen düşün, Sason’da hiç elektrik olmadı zaten!” Aradan geçen bir haftada , bu konuda henüz anlamlı bir açıklama yok – teknik arıza mıdır, siber saldırı mı? Mühendis değilim ama artık nedenin biliniyor olması gerekmez mi? Bilinemiyorsa bu çok ürkütücü değil mi? Bu konuda bir afet müdahale planı yok mudur?

 

Yine de, günün tek sorunu bu olsaydı keşke. Meğer mecazi anlamda da kapkaranlık bir günmüş 31 Mart. İsmini 70’lerden beri bildiğimiz bir silahlı örgüt olan DHKP-C’nin iki militanı, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne girerek Berkin Elvan davasına birkaç aydır bakan ve ilk kez ciddi ilerlemeler kaydettiği söylenen savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin almışlar ve akıl almaz şartlar ileri sürmüşlerdi. Bazı eski tüfeklerin söylediği gibi sadece “polislerin adlarının verilmesi” değildi talepler; medyadan öğrendiğimize göre, polislerin adı verilecek, polisler medya önünde suçlarını itiraf edecek sonra da halk mahkemesinde yargılanacaklardı! Gerçekten imkansızı istiyorlardı ve muhtemelen bunun gayet bilincindeydiler: ölmeyi ve öldürmeyi göze alarak gelmişlerdi. Saatler süren ve İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal’ın ve Berkin Elvan’ın acılı babasının da çabalarına rağmen, olay ne yazık ki operasyonla ve üç kişinin de ölümüyle sonuçlandı.

 

Bu eylem, bir terör eylemidir; başka bir izahı, aması , fakatı yok! Aynı 11 Eylül’de Pentagon’un ve İkiz Kulelerin bombalanması ya da Sabancı Kulelerinde gerçekleştirilen cinayetler gibi. Berkin Elvan adı, çocuk yaşta canına kıyıldığı ve maalesef adalet bir türlü gerçekleşmediği için, ülkede derin ve haklı bir hassasiyet yaratan bir isim olduğu için “kullanılmıştır” görüşündeyim. Aksi takdirde, acılı babasının çağrıları bir etki yapardı muhtemelen. Kaldı ki, sadece Berkin Elvan’a adalet arayışı için bile yapılsa, hiçbir şey fark etmez – bu bir terör eylemidir. Adalet böyle aranmaz. Bu konuda en ufak bir şüphesi olan varsa, Savcı Kiraz’ın yerinde, kendi babası, kardeşi, oğlu, eşi ya da arkadaşı olduğunu düşünsün ve ondan sonra amaları sıralasın.

 

Eylemi gerçekleştirenler DHKP-C’den; ama muhtemelen yine perde arkasında bazı karanlık güçler var – tarihi olarak bütün ortalık karıştırmaya yönelik şiddet eylemlerinde olduğu gibi. Bu, eylemi yapanların suçunu hafifletir mi? Kesinlikle hayır. Kandırılmış lafına da hiçbir zaman prim vermedim; koskoca insanlar bunlar; biri hukuk fakültesi öğrencisi üstelik. Bilerek , isteyerek veya belki baskı altında seçmişler bu yolu ve bu yol, yol değil ne yazık ki.

 

Savcı Kiraz’a, herkes gibi, gerçekten çok üzüldüm; acılı ailesine, öksüz kalan oğluna da. Babasının kafasına silah dayanmış resimleri o çocukta nasıl bir travma yaratmıştır; gelecekte hayatını nasıl etkiler bilinmez. Bu insanlık dışı eylemi yapanlara da üzülmemek gelmez elimden, ne olursa olsun gencecik insanlar. Anaları, babaları ne haldedir kim bilir. Uğruna ölünecek ya da öldürecek ne olabilir? Hangi değer yaşam hakkından daha kutsal?

 

Daha olay biter bitmez yapılan değerlendirmelerin sakatlığına, birçok insanın şiddeti şiddet olarak tanımlayamamasına, ya da neredeyse hoş görmesine, her zamanki gibi “ama” diye başlayan cümleler kurulmasına; sosyal medyada neredeyse haklı gösteren bazı yorumlar yapılmasına; akabinde bazı “yandaş” medyadan gelen bir tür linç kampanyasına artık şaşmıyorum ama gerçekten karamsarlığa kapılıyorum. Hem rehin alınanın, hem de rehin alanların hepsinin ölümü ile sonuçlanan bir operasyonu başarılı bulmayı da anlayabilmiş değilim elbette. Başarısız olsa ne olacaktı?

 

Birkaç gün sonra, Tarafsız Bölge’de Aydın Engin, her zamanki sağ duyusu ile, böyle bir terör eyleminin destabilizasyon amaçlı olduğunu ve ne iktidar, ne muhalefet, hiçbir siyasal partinin işine yaramayacağını, arkasında başka bir “akılsız akıl” bulunduğunu ifade etti. Tamamen katılıyorum; zaten şu andaki siyasal partilerin de böyle kirli işlere bulaşacağına inanmıyorum. Ancak, böyle bir olay karşısında, hükümetin de, muhalefetin de , birbirine verip veriştirmeden, öncelikle teröre karşı bir ortak tavır alması beklenirdi ama olamadı ne yazık ki. Hemen karşılıklı sataşmalar başladı.

 

Bütün bu karmaşa içinde, var olanlara ilaveten aklıma takılan iki nokta daha var: Emniyet güçlerinin operasyonuyla ilgili pek çok spekülasyon var. Resmi açıklamada, içerde silah sesi duyulduktan sonra operasyon yapıldığı belirtiliyor; sosyal medyada ise polisin müzakereler sürerken kapıyı patlatıp içeri girdiği iddia ediliyor. Gerçekten bütün yollar denendi mi, canlara kıyılmadan bir kurtarma operasyonu yapılamaz mıydı sorusu varken herkesin aklının bir köşesinde, anlamadığım nokta şu; İstanbul Baro Başkanı Kocasakal’ın müzakereler için orada olduğunu biliyoruz. Ayrıca çeşitli yayın organlarında Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu ve eski başkan Turgut Kazan’ın da orada olduğu şeklinde haberler çıktı. Neden bu üç hukukçu operasyonla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmuyor? Neden kimse onlarla röportaj yapmıyor? Yasal bir sorun mu var konuşmalarıyla ilgili?

 

İkinci anlamadığım konu ise neden parlamentoda grubu bulunan hiçbir muhalefet liderinin Savcı Kiraz’ın cenaze törenine katılmadığı. Böyle bir acı olay sonucu, ülkenin bir savcısı ölmüş/öldürülmüş ve muhalefet partileri cenaze törenine katılmıyor? Neden? Böyle acı bir olay bile bir araya getiremiyorsa temsilcilerimizi, ne getirecek? Aslında aynı şeyi, benzer bir menfur cinayete kurban giden Hrant Dink’in cenaze töreninde de yaşamıştık; başbakan da dahil olmak üzere, parlamentodaki parti başkanlarının hiçbiri cenazeye katılmamıştı. Oysa hep birlikte “nereden gelirse gelsin,her türlü şiddete karşıyız” diyebilmek hayati önem taşıyor.

 

Zor günler geçiriyoruz. Takip eden olaylar, tekrar emniyete saldırı, siyasi parti binalarına yönelik şiddet eylemleri ve nihayet Fenerbahçe otobüsüne ateş açılması – eğer bir toplumsal cinnet geçirmiyorsak, bir “derin” planın parçaları olabilir. Türkiye halkı ve onun değişik partilerden siyasi temsilcileri, akıl, vicdan, adalet ve sükunetle bu tehlikeli gidişata dur diyecek beceriyi gösterecektir umudundayım. Kendi de menfur bir cinayete kurban giden Abdi İpekçi’nin sözleri benim de dileğim: Tanrım, bu son çılgınlık olsun!

 

Bu ve takip eden olaylar, Türkiye’nin seçimlere kadar gerçekten zor bir dönemden geçeceğini gösteriyor.

 

Comments are closed.