İyi örneklerin de aynı kötüler gibi bulaşıcı olma ihtimali var.

Nurdan Şahin 23 March 2015
Dost acı söyler…

 

Siyasetle ilgili ilk hayal kırıklığımı büyük ümitlerle girip, kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz YDH Beyoğlu örgütünde yaşamıştım. Biz girdiğimizde, atanmış bir ilçe başkanı vardı; herhalde 55-60 yaşlarındaydı -ki o zaman bizim için çook yaşlıydı – mason olduğu söylenirdi; esas olarak ise bu hareketi taşıyacak bir enerjisi ve donanımı yoktu, en azından bize göre. Bir otelin lobisinde toplandık bu görüşte olanlar ve başkanın değişmesi gerektiğine karar verdik. Birisi, bu toplantıdan başkana bahsedecek miyiz yoksa gizli mi kalacak diye sordu; ben de hemen kendisinden bir randevu alarak bu toplantıyı, tartışmaları ve sonucunu, kibarca, kırmadan ama açık açık söylememiz gerektiğini ifade ettim. Önce bir sessizlik oldu, sonra bir iki tepki sesi yükseldi; üniversiteden bir hemcinsim burada “siyaset” yapıldığını, bu işin çocuk oyuncağı olmadığını, söylemeden çalışmaların sürmesi gerektiğini söyledi ve çoğunluk bu doğrultuda karar verdi! Aldatılmış gibi hissetmiştim; çünkü bu harekette farklı siyaset yapılacaktı, her şey şeffaf olacaktı; kararlar oylama ile değil, ikna-mutabakat süreçleri sonucunda alınacaktı falan!

 

Yaş ilerledikçe ve çeşitli hayal kırıklıkları yaşadıkça, biraz kanıksadım ama hala alışamadım galiba böyle şeyler görmeye. Süreçler tamamen alakasız olsa da, bir başka hayal kırıklığını son zamanlarda Demirtaş ile ilgili yaşıyorum. Bu köşeyi okuyanlar bilir; müteaddit defalar yazdığım üzere, çok uzun yıllardır hep ve sadece Kürt partilerine/bağımsız adaylarına oy verdim. Bütün görüşlerine katıldığımdan veya bütün politikalarını desteklediğimden ya da bütün adaylarını beğendiğimden değil, mutlaka parlamentoda olmaları gerektiğine inandığım için. Yani, benim oyum, son zamanlarda çok sık görüldüğü gibi ne Demirtaş’ın sempatikliği ile ilgili, ne de AKP’ye karşı olmakla . Zaten, hayatım boyunca, bir şeye karşı olmak için inanmadığım başka bir şeyi desteklemedim. Aklım hiçbirine yatmıyorsa, gittim boş oy verdim .

 

HDP kurulduktan ve özellikle Demirtaş eş başkan seçildikten sonra ise, desteğim daha bir yürekten oldu doğrusu – barışçı ve kapsayıcı bir dil; sağa sola sataşmaktansa gelecek tasavvurlarını paylaşma üzerine bir söylem; güler yüzlü, esprili, pozitif mesajlar veren, ince espriler yapan genç bir başkan. Türkiye’nin ihtiyacı olan bir muhalefet daha doğrusu siyaset tarzı. Ne güzel! Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki üslubu ile göz doldurdu, kalbimizi hepten kazandı Demirtaş.

 

Ancak, CB seçimlerinden sonra bir değişim yaşanıyor; Kobane’den başlayıp, 6-7 Ekim ile devam eden ve seçim yaklaştıkça dozu biraz daha artan bir “alıştığımız Türkiye usulü sert/sevimsiz muhalefet dili” ni benimsedi sanki Demirtaş. Nevruz mektubunda, Öcalan’ın bir dönüm noktası diye tanımladığı Dolmabahçe açıklamasının yapıldığı gün, Demirtaş hükümete “zerre kadar” güvenmediğini ilan etti. Her iki tarafın da birbirine karşı –haklı- güven sorunları olduğunu cümle alem biliyor zaten ama “zerre” kadar yoksa, o zaman görüşmezsin, görüşmemelisin ya da görüşenleri de eleştirmelisin. Arkasından, sosyal medyada büyük ses getiren “seni başkan yaptırmayacağız” cümlesi ile başlayıp biten en kısa parti meclis grubu toplantısı! Başkanlık sistemine karşı olanlar, burada bir nüansı atladılar ya da görmek istemediler: Demirtaş başkanlık sistemine karşıyız demiyor- çünkü, bölgesel özerklik/ kuvvetli yerel yönetimler başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi ile daha çok uyuşuyor – Tayyip Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız diyor..Bu bir tercih,üstelik de epeyce yaygın bir tercih; elbette ifade edilmeli, nedenleriyle birlikte anlatılmalı ama bu kadar sert ve iddialı ve popülist bir slogan siyaseti riskli çünkü birkaç yıl sonra, “muhtar bile olamaz” diyenlerin durumuna düşme olasılığı da halen mevcut.

 

Niye diğerlerini eleştirmiyorsun diyenleriniz vardır mutlaka; basit çünkü diğerlerine oy vermiyorum; çünkü üslup olarak Türkiye’ye bir fark getireceğini düşünüyor(d)um Demirtaş’ın; diğerleri ile ilgili böyle bir düşüncem yok. Ayrıca, iktidarda oldukları zaman neler yapıp neler yapmadıklarını biliyoruz diğer liderlerin ve partilerinin; ama HDP’yi ve Demirtaş’ı sadece söylemlerinden tanıyoruz.

 

Muhtemelen, HDP Doğu ve Güneydoğu’da alabileceği oyu zaten aldığını düşünüyor ve barajı aşmak için ihtiyacı olan oyu CHP seçmeninden temin etmek üzere, yeni bir tarz geliştiriyor. Bu tercih sağlam kamuoyu araştırmalarına dayanıyorsa en azından anlaşılabilir; ama yine de çok güvenilmez. Ak Partiye kızgın liberal demokratların oyu muhtemelen HDP’nin ve gördüğüm kadarıyla yeni söylemini de seviyorlar. Ancak o kesim, ara sıra sapmalar olsa da, zaten genelde oyunu HDP’ye veriyordu ve bunun için üslup değişikliği çok da gerekmiyordu. Hedef “kıyı boyu tedirgin insanları” ise, onlara bu konuda çok güven olmaz; son anda oyları bölmeyelim diye elleri yine CHP’ye gidebilir-tecrübe ile sabit. Ayrıca bu kesimi hedeflemek için geliştirilen popülist söylem, Ak partiden gelme ihtimali olan oyları tamamen engelleyecek bu gidişle.

 

Her neyse, oy hesabı benim işim değil. İsteğim, umudum HDP’nin barajı geçmesi ve meclis içinde yapıcı bir muhalefet partisi olarak, yeni, sivil, demokratik ilkelere, eşit yurttaşlık temeline dayalı, meşru bir anayasa yapılmasına katkı sağlaması. Esas mesele bu; ama Demirtaş’ın , bu parlak genç liderin, negatif “siyaset yapmak” tan bir an önce vazgeçip, kendisine çok yakışan alternatif, pozitif siyasi üslubuna geri dönmesini de yürekten diliyorum; iyi örneklerin de aynı kötüler gibi bulaşıcı olma ihtimali var çünkü..

 

Comments are closed.