Çok ama çok özleyeceğim seni Faruk; hep sızlayacak burnumun direği.

Nurdan Şahin 02 December 2014
FARUK’un ARDINDAN

 

Arkadaşlarımın, dostlarımın uzaklara gitmesine artık dayanamıyorum. Bu gidiş hiç dönmemecesine ise, kahredici oluyor. Hele giden çok sevilense, giden Faruk’sa..

 

Ne zaman tanıştık tam hatırlamıyorum. 75- 76 yılları olmalı; ben henüz lise öğrencisi, Faruk da çiçeği burnunda üniversiteli. Çok da sık gitmediğim Bağlarbaşı Derneğinde, muzip bakışları, hafif müstehzi gülümsemesi, her an bir yaramazlık yapacakmış izlenimini veren yüz ifadesi çoğunluktan farklıydı ; kendi de öyle. Aynı şeylere gülmemiz, diğerlerinden biraz daha “az ciddi” olmamızdı sanırım bizi ilk yaklaştıran. Az ciddilerden biri de Erhan’dı; Ayse (Seda) ve yıllardır irtibatım kesilen Nadir ile birlikte 5 kişiden oluşan Akasyalar grubuyduk biz. Gezilerde güftesi sadece “Akasyalar Açarken” sözlerinden oluşan, bestesi eksiksiz söylenen alamet-i farikamızla herkesin biraz eleştirel ama daha çok da özenerek baktığı, çok ama çok eğlenen 5 kişi. Sonra ekibe girdim; Faruk da eşim oldu. Bir sürü gösteriye çıkıp, gösterilerin bir kısmında da birlikte şiir okurduk.

 

Büyüdük sonra; ben Akasyaların öbür elemanıyla evlendim; Faruk mezun oldu; tüm yakınlığımıza ve ısrarlarımıza karşın özel hayatına dair hiçbir şey öğrenemedik; bir başına yıllarca Orman Bakanlığında önce mühendis sonra yönetici olarak kasaba kasaba dolaştı. Az görüştük o sıralar. Göynük’te çalışırken, Erhan, ben, Handan, Mümtaz -hasreti hiç dinmeyen öbür çok sevgili arkadaşım- ziyarete gittik Faruk’u bir hafta sonu. Giderken biraz da tedirgindik – çok mu değişmiş bulacaktık Faruk’u? Yıllardır İstanbul’dan uzak kalmak, kasabalarda yaşamak onu da kasabalılaştırmış mıydı acaba?

 

Faruk aynı muzip ifade, aynı yaramaz bakışlarla karşıladı bizi. Sohbet sohbeti açarken gördük ki, sadece memlekette ne olup bittiğini takip etmekle kalmıyor, daha memlekette vizyona girmemiş filmlerden bahsediyor; son çıkan rock plakları hakkındaki yorumlarıyla diğer rocksever beni dehşete düşürüyor. Ne kasabalılaşması; adam şehirliliği de aşmış, hepten dünyalı olmuş! Çok keyifli bir hafta sonu geçiriyoruz hep birlikte. Hiç unutamadığımız nokta ise, biraz yiyip içmek için gittiğimiz, muhtemelen ilk kez kadın misafir ağırlayan kasaba meyhanesinde Handan’ın süt istemesi oluyor! Sonunda gazoza razı edip, biz canımızı kurtarıyoruz ama Handan yıllarca bizim dilimizden kurtulamıyor.

 

17 yıl sürdürdüğü, bölge müdürlüğüne yükseldiği Orman Bakanlığındaki görevini pat diye bıraktı bir gün; ama bu arada, Yığılca’da Çernobil’den sonra yağan ilk yağmuru da yemiş olarak. Hastalığının sebebi sayıyordu bu yağmuru. Sonra, kronolojik sırayı tam hatırlamıyorum ama bir ara Erhan’larla çalıştı; Kafkasya’ya gitti; Karma Barı açtı ve Amerika’ya gitti. New York’ta döner kesti bir ara; “kışın da Miami’ye gideceğim; elbet orda da bulurum kesilecek bir döner-ne işim var kışın NY’nın ayazında” diyecek kadar hafife de alabiliyordu hayatı ya da biz öyle sanıyorduk.

 

Amerika’da 3 kez görüştüm Faruk’la – 2000, 2004 ve 2005 te. ABD’nin çeşitli şehirlerindeki iş gezilerinin ucuna bağlayıp, New York’ta doktora yapan yeğenime gidiyordum ama Faruk’la daha çok zaman geçiriyorduk, özellikle bir seferinde. Parklarda yürüdük, caz barlara gittik, Meksika lokantalarında maşrapalarla margarita içtik. O sırada şoförlüğünü yaptığı limuzinle dolaşıyorduk hem de. Sayesinde, bugüne kadar en sevdiğim paltomu aldık birlikte Macy’s den. Sıkı bir beyzbol izleyicisi ve fanatik bir Yankees taraftarı olmuştu. Boston Red Sox üzerinde yıllar süren lanetin hikayesini ilk kez ondan dinlemiştim iliklerimize kadar ıslandığımız bir günde, bir spor kahvesinde New York’un.

 

Sonra geri geldi, yeniden dönmek üzere Amerika’ya. Ama olmadı, olamadı ve çok belli etmese de bu olay çok keyfini kaçırdı Beşgür’ün. Ama o her şeye adapte olabilen bir insandı; bu duruma da oldu. Adaptasyon kabiliyetinin yüksekliği zekanın en önemli göstergelerinden biri değil midir zaten?

 

Bu muzur, bu hayat dolu adamın hastalığına inanamadım hiç, kendisi söylediği halde. Ümitsiz olduğu en baştan bilinmesine rağmen, Faruk’un bunun da üstesinden geleceğinden pek şüphe duymamışım; kaybedince anladım. Önce planlar yaptık; iyileşince Kafkasya’dan göç yollarında dolaşacaktık, tersinden elbette. Birlikte yapmayı planladığımız Çerkes Yemekleri Kitabını ise, ahçı olunca sevgili yeğeni Nemis, onunla yapmaya karar verdi; benden de biraz zılgıt yedi elbet. Epeyce görüştük son bir yılda; keşke daha çok görüşebilseymişiz. Bu berbat süreci hep atlatacakmış gibi yaşadı kendisi de; en azından öyle göründü. Bu dünyayı terk edişinden yaklaşık 15-20 gün önce ziyarete gittiğimde, benim gevezeliklerime karşılık verip, hastabakıcıları bile güldürdü hasta yatağından.

 

Sonra gitti sessiz sedasız..

 

Çok ama çok özleyeceğim seni Faruk; hep sızlayacak burnumun direği.

 

O tarafta buluşana dek, hoşça kal sevgili arkadaşım…

 

Not: Bu yazı, Faruk’un Jıneps’teki arkadaşlarının, onun için yaptıkları bir hazırlık için yazıldı yaklaşık 10 gün önce. Bugün Faruk’u toprağa verişimiz tam bir ay oldu. Ben de bu yazıyı sizlerle de paylaşmak istedim, Jineps’in de anlayışla karşılayacağını düşünerek..

Comments are closed.