Bu radikal kararı ancak devlet verir ve uygular.

Nurdan Şahin 31 October 2014
İŞİNİ KAYBEDEN GAZETECİLER; HAYATINI KAYBEDEN İŞÇİLER

 

Geçtiğimiz günlerde, CHP tarafından, “kalemi kırılan gazeteciler” raporu yayınlandı. İçeriğini sadece basından takip ettiğim kadarıyla, AKP’nin 12 yıllık iktidarı döneminde 1863 basın çalışanı işini kaybetmiş. Yine basında yer aldığı şekliyle, bundan sorumlu iktidar gösteriliyor.

 

Ak Parti iktidarlarının özellikle 2011 sonrasında, basın üzerinde baskı kurmaya çalıştığı ve kısmen başarılı olduğu aşikar; neden kolayca başarılı olduğu üzerinde ise nedense hiç durulmuyor. Türkiye’de halen en acımasız muhalefeti yapan ve tirajı da en yüksekler arasında yer alan (Hürriyet ile eşit gibi) Sözcü gazetesine neden gücü yetmiyor mesela iktidarın? Muhalefetin bırakın en sertini , adeta düşmancasını yapıyor; bütün diğer gazetelerden atılan “muhalif” yazarları topluyor ve “gönülleri nasıl isterse, öyle” yazmalarını sağlıyor. Ya da, tirajı o kadar yüksek olmasa da etkisi hala oldukça önemli olan Cumhuriyet’e neden dokunamıyor bu iktidar? Yoksa bu gazetelerin patronları dokunmasına izin vermiyorlar mı? Öyleyse, bu gücü nereden alıyorlar? Bir teftiş gelirse iktidar tarafından – ki bu gayet mümkün bizim kadim kültürümüzde – kaybedeceklerinden çok korkmadıklarından mıdır bu cesaret yoksa kaybedecekleri çok fazla bir şey olmamasından mı? Yoksa başka güvendikleri bir güç mü var, doğrusu bilmiyorum.

 

İşini kaybeden 1863 kişinin kaç tanesi köşe yazarı, kaç tanesi muhabir ya da basın işçisidir? Çok sevdiğim ve kapanmasına gerçekten üzüldüğüm Radikal gazetesi e-mail yoluyla Ankara bürosunu kapattığında kaç köşe yazarı bahsetmiştir bu olaydan? Gazetelerde haber olduğunu bile hatırlamıyorum – en azından benim okuduklarımda. Basının bağımsız olması, iktidar baskısından azade kalabilmesi için, önce gazetecilerin dik durması; patronların da dik duran gazetecilerin ve gazetelerinin arkasında durabilmesi gerekiyor. Bir genel yayın yönetmeni, yarım kalan yatını feda edemediği için, en önemli köşe yazarının patron tarafından atılmasına göz yumuyorsa; patron bu kararı işlerinin aksayacağı korkusuyla, iktidardan gelen şikayetlere son vermek nedeniyle/ bahanesiyle veriyorsa; sosyal medyadaki özgürlük aşıkları da – haklı olarak – iktidara kızıp, ağlayan patrona ve yayın yönetmenine sadece acıyorsa, o ülkede basın özgürlüğü olması pek mümkün değil – iktidarda kim varsa, arzularının emir telakki edilmesi doğal ne yazık ki..

 

Kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan ana muhalefet partisine düşen görev ise iktidarin basın üzerindeki kabul edilemez baskıları ile mücadele ederken, doğrudan sorumluları da eleştirmek ve esas olarak da, basın sektöründeki inanılmaz düşük sendikalaşma oranına dikkat çekmek; basın çalışanlarının haklarını örgütlenerek korumalarına destek olmaktır.

 

Çok benzer bir yaklaşım çeşitli sektörlerdeki iş kazaları için de geçerli. Türkiye, iş kazalarında dünya üçüncüsü. Daha birkaç ay önce, Soma’da yüzlerle maden işçisi; Mecidiyeköy’de, Torunlar şirketinin residans inşaatında düşen asansörde ise 10 işçi hayatını kaybetti; İzmir’de yine yakınlarda düşen bir inşaat asansöründe 4 işçi ağır yaralandı derken, birkaç gün önce Ermenek’te yine maden cinayeti meydana geldi ve 18 işçinin akıbeti halen meçhul. Türkiye ILO üyesi; ancak imzalamadığı, şerh koyduğu bazı sözleşmeler var maalesef. İmzaladığı sözleşmeler ile ilgili yasalar ve denetimler de hiç fena değil – tabii uygulanırsa. İşveren, kar hırsıyla tüm kuralların ve kanunların boşluklarını bulup, etrafından dolanıyor; işçi muhtemelen vasıfsız olduğu için işini kaybetme korkusuyla sesini çıkarmıyor; sendika ya yok, ya da sarı sendika; sorumlu mühendis, etrafta bir sürü işsiz rakibi olduğu için sorumluluğunu yerine getirmiyor; ha keza denetçi de öyle. Tepeden tırnağa çürümüş bir sistem. Elbette kanunlara uyulmasını denetlemek ve uymayanları cezalandırmak ilgili bakanlıkların ve yargı sisteminin görevi ama gerekli şikayetleri uyarıları yapacak sendikanın, denetçinin, mühendisin hiç mi sorumluluğu yok? Ya da gözünü hırs bürümüş patronun?

 

Devletten bu konuda esas olarak talep edilmesi gereken, çalışanlara tüm haklarını garanti ederek, kömür madenlerini, bu çağdışı üretim merkezlerini kapatmasıdır. Maliyetleri hesaplarken, içine sosyal maliyetleri de katan ve üretimin hiç de ucuz olmadığını kavrayarak, madenlerini kapatan Belçika ve Fransa gibi.

 

Bu radikal kararı ancak devlet verir ve uygular. Ama bu ve benzeri kararlar dışında, her şeyi “devlet baba”dan beklemek ya da her konuda tüm suçu “devlet baba”ya yüklemek, diğer bir deyişle toplumsal olarak tüm sorumluluklardan azade olmak arzusu, çocukluk dönemini bir türlü atlatamayan güdük demokrasimizin de temel sorunu olmasın?

 

Not: Ülkenin en önemli entellektüellerinden Etyen Mahcupyan’ın başbakanlık başdanışmanı olması önemli. Mahcupyan, sadece uzaktan fikir üreten değil, her zaman elini taşın altına koyan bir aydın olmuştur; adının duyulması da zaten kurucuları arasında olduğu Yeni Demokrasi Hareketi ile birliktedir. Umarım aklından faydalanır, görüşlerinden yararlanırlar. Mahcupyan’ın her zaman olduğu gibi, yine kendi doğru bildiklerini söyleyeceğine ve bağımsızlığını koruyacağına ise güvenim tamdır.

Comments are closed.