Değer verdiği hayat tarzını tehlikede hissetmek, sürdürülebilir olmadığını düşünmek ve kendini dışlanmış algılamak toplumun bir kesimini kırılgan yapıyor.

Nurdan Şahin 15 September 2014
GELİŞMİŞLİK ve KIRILGANLIK ÜZERİNE

 

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı(UNDP) ,1990 yılından beri İnsani Gelişmişlik Raporu yayınlar. O zamana kadar temel gelişmişlik göstergesi sayılan “kişi başı milli gelir” in yani salt zenginliğin yeterli bir gelişmişlik göstergesi olmadığını iddia ederek, işin içine, eğitim, sağlık, çocuk ölümleri, yaşam süresi gibi temel verileri katar; son yıllarda buna toplumsal cinsiyet eşitliği, gelir dağılımı gibi daha kompleks verileri de ilave eder ve İnsani Gelişmişlik Endeksi(İGE)’ni hesaplayarak rapor halinde yayınlar.. Raporun her yıl özel bir konusu olur. Bu yılın İnsani Gelişmişlik Endeksi de geçtiğimiz günlerde yayınlandı ; raporun adı ise: “İnsani Kalkınmayı Sürdürebilmek: Kırılganlıkları Azaltmak ve Dayanıklılığı İnşa Etmek”(1).

 

Her yıl, bir önceki yılın verilerine göre hazırlanan endekste Türkiye, 187 ülke arasında 69. olmuş.Ülkeler 4 kategoride toplanıyor: Çok Yüksek Gelişmişlik(49 ülke), Yüksek Gelişmişlik(53 ülke), Orta Gelişmişlik(42 ülke) ve Az Gelişmişlik(43ülke). Geçen yıl, yine 187 ülke arasında 90.olan Türkiye’nin, bu sene bu kadar ilerleme kaydetmesi aslında hesaplama yöntemlerinin değişmesinden kaynaklanıyor. Bu yılki yönteme göre hesaplandığında, Türkiye geçen yıl da 69.çıkıyor. Her durumda, yüksek gelişmişlik kategorisinde.

 

Çok Yüksek Gelişmişlik kategorisinde, tahmin edilebileceği gibi, Avrupa ülkelerinin büyük kısmı, ABD, bazı Latin Amerika vs var. Son yıllarda çok popüler olan ve genellikle Türkiye ile de kıyaslanan BRIC ülkelerinin dereceleri şöyle: Brezilya 79.,Rusya 57.,Hindistan 139. ve Çin 91. Yani hepsi Türkiye’nin gerisinde.

 

Tarihsel olarak bakıldığında ise, Türkiye gerçekten çok ciddi bir ilerleme kaydetmiş. Endeksi oluşturan temel göstergelere bakıldığında gelişme şaşırtıcı:

 

Yıllar Tahmini Yaşam

Süresi (Yıl)

Ortalama

Eğitim

Süresi(Yıl)

 Beklenen

Eğitim

  Süresi (Yıl)

  Kişi

Başı

Gelir ($)

 Endeks Değeri
 1980  58.7  2.9  7.5  8656  0.496
 2000  70.0  5.5  11.1  12890  0.653
 2013  75.3  7.6  14.4  18391  0.759

 

İnsanı gerçekten şaşırtan ve geleceğe doğru ümitlendiren bir gelişme. Buradaki kişi başı gelir rakamı, satın alma gücünü gösterir,onun için mutlak gelirden daha yüksek (ya da, daha düşük ) çıkabilir.

 

Bu göstergeler yıllardır temel olanlar; daha pek çok gösterge var. Türkiye, gelir ve sağlıkta fena gitmiyor; eğitimde hala durumu iyi değil ama ilerleme kaydediyor; gelir dağılımındaki eşitsizliğe göre hesaplanan endekste sırası maalesef tam 16 basamak düşüyor; toplumsal cinsiyet eşitliğinde ise durum daha da felaket – 118inciliğe geriliyor.

 

Tabii bu raporlarda dikkate alınmayan göstergeler de var – mesela iş güvenliği! Maden kazaları çok sık yaşanır ülkemizde, ama ancak 2014 Soma gibi ya da 1992 Kozlu gibi bir katliama dönüştüğünde basının ve bizlerin ilgisini çeker. İnşaatlar en çok iş kazası olan yerlerdir, ama münferit olduğu için dikkat çekmez; bu kez 10 kişiyi birden kaybedince kamuoyu ilgilendi. Geçtiğimiz yıllarda jean kumaşı üreticilerindeki beyazlatma işlemleri nedeniyle sağlıkları tehlikeye giren işçiler ile tersanelerdeki insanlık dışı çalışma koşulları yüzünden oluşan iş kazaları gündemdeydi; artık pek bir haber duymuyoruz – ya bu konularda düzelme var ya da basının artık ilgisini çekmiyor. Ama bilinen o ki, Türkiye ölümlü iş kazalarında Avrupa birincisi olmakla kalmıyor; dünyada El Salvador ve Cezayir’den sonra üçüncü. Bu iki ülke, İnsani Gelişmişlik Endeksinde bizden sırasıyla 46 ve 22 sıra geride! Bunları önlemek için yeni düzenlemelere, ILO kurallarını şerhsiz ve istisnasız kabule ihtiyaç var hiç kuşkusuz; yani hükümetin ve meclisin yapması gereken işler; ama halen yürürlükte olan yasalar, imzalanmış olan uluslararası sözleşmeler bile işverenler tarafından uygulansa, resmi otorite tarafından denetlense, sendikalar tarafından gözlense iş kazaları büyük oranda azalır. En önemli ve en “burjuva” işveren örgütünün başkanı, işçileri sendika üyesi oldu diye onları işten atıp, bu yaptığı ortaya çıkınca başkanlıktan istifa etmek zorunda kalırsa; sosyal demokrat ana muhalefet partisi onu işçileri attığı için eleştireceğine, istifa etme “erdemini” örnek gösterirse; başta sendikalar ve basın olmak üzere, kimsenin sesi yükselmezse, en ileri yasalara da sahip olsanız durumun değişmesi biraz zor.

 

Rapora geri dönersek, Bin Yıl Kalkınma Hedeflerinin sona ereceği 2015’e yaklaşırken, BM ve yan kuruluşlarının tümü 2015 ve ötesi ile ilgili gündeme gelmesi gereken konular üzerinde duruyorlar. Bu açıdan bakıldığında, küreselleşmenin getirdiği etkileşimler, yaşanan ekonomik krizler, çevresel sorunlar ve bunların toplumsal etkileri, dikkatleri yeniden insana ve onun iyi olma durumuna yöneltiyor, uzun zamandır unutulan sosyal devlet hatırlanıyor bir bakıma. 2014 yılının İnsani Gelişmişlik Raporu da ekonomik gelişme insanların hayatında yani gelir, sağlık, eğitim, güvenlik ve bireysel özgürlük alanlarında anlamlı bir değişiklik yaratıyor mu; bu durum toplumdaki tüm kesimler için geçerli mi, yoksa bazı insanlar ihmal/göz ardı edildiklerini mi düşünüyor gibi soruları ortaya atıyor ve İGE ‘de eksik olan noktayı gündeme getiriyor:Kırılganlık! Gelişmişliğin, sadece hayat standardının yükselmesi değil, insanların kendi değer verdiği hayat biçiminde yaşaması ve buna uygun davranabilmesi olduğunu, seçtiği bu hayatın güvende ve sürdürebilir olduğunu hissetmesi gerektiğini belirtiyor.

 

Bu tanımlama Türkiye açısından çok önemli. Cumhuriyet kurulduğundan beri ülkeye hakim olan laik kesim bir süredir tam da bu kırılganlığı hissediyor. Bizim mahallede aslında değişen bir şey yok, gündelik hayatlarımız eskisi gibi sürüyor ama süremeyeceğine dair kaygılar yüksek. Türkiye tarihinin belki de en önemli demokratik adımlarını atan Ak Parti hükumetleri, özellikle 2011 sonrasında bu konuda özen göstermiyor. Özellikle, başbakanken Erdoğan’ın insanların yaşam biçimlerine ilişkin demeçleri , bir sonucu olmamakla birlikte, laik kesimde tedirginlik yarattı.. Ayrıca, bu topraklarda çokça görülen durumdan vazife çıkarma hadisesi, bazen, münferit de olsa, söylenenlerin hayata geçmesine neden olabiliyor – mesela bina görevlileri “kızlı-erkekli” yaşanan evlerde sorun yaratacak girişimlerde bulunabiliyor. Demokrasinin yeterli olmasa da gerekli koşulunun sandık olduğunu herkes biliyor; ama bunu bir başbakanın devamlı hatırlatması, Ak Partiye oy vermeyen/kategorik olarak karşı olan ve kendini tedirgin hisseden insanlarda dışlanmışlık duygusu yaratıyor. Tam olarak raporun bahsettiği durum bu işte: Değer verdiği hayat tarzını tehlikede hissetmek, sürdürülebilir olmadığını düşünmek ve kendini dışlanmış algılamak toplumun bir kesimini kırılgan yapıyor. Bu kırılganlık, kızgınlıkları törpülüyor ve kutuplaşmayı giderek arttırıyor. Dolayısı ile, toplumun tamamını etkiliyor ve kırılganlığı yeniden üretiyor.

 

Bu duruma gelinmesinde yapılan hatalar tek taraflı değilse de, düzeltilmesi yönünde adımların atılması yönetene düşer. Yeni hükümet programındaki en olumlu noktalardan olan AB vurgusu, buna uygun olarak yapılacak çalışmalar ve bunların katılımcı bir süreçle gerçekleşmesi, laik kesimin kırılganlığını düzeltecek belki de tek yoldur. Üstelik, uzun zamandır ilk kez, AB ye kamuoyu desteği yeniden %50’nin üzerine çıkmışken.

 

(1)http://hdr.undp.org/sites/default/files/hdr14-report-en-1.pdf

Comments are closed.