Erdoğan’ın üslubunda yerden yere vurulan ne varsa, yerden yere vuranlarda da giderek aynı üslup gelişiyor; bu üslup doğal olarak içeriği de etkiliyor ve “bizim mahalle”de tehlikeli savrulmalara yol açıyor.

Nurdan Şahin 21 August 2014
SEÇİMLER, SAVRULMALAR

 

Seçim sonuçları ile ilgili bir yazı yazmayı düşünmüyordum doğrusu; hem üzerinden zaman geçti, hem –biraz öğüneyim – ne de olsa tahminlerim doğru çıktı, Demirtaş da dahil olmak üzere büyük bir sürpriz olmadı. Kazananlar belli – elbette başta Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti; sonra Selahattin Demirtaş ve Türkiyelileşme çabasına giren Kürt siyaseti ve en önemlisi çözüm süreci. Kaybedenler aşikar, CHP, MHP ve diğer çatı adayı partileri; paralel yapı, vesayet rejimi.

 

Buradan sakın her şeyin güllük gülistanlık olacağı sonucu çıkardığım sanılmasın: yine hem zor bir döneme, hem de yeni bir seçim sürecine giriyoruz ama diğer tüm kusurlarına karşın, çözüm sürecini ve Türkiyelilik temelinde bir vatandaşlık kavramını – en azından şu anki söylemlerinde – öne çıkaran ve bu şekilde toplumdan % 62 destek alan, etki alanları arasında büyük fark olsa da, güçlü iki siyasi hareketle yaşayacağız bu süreci. Türkiye, eski statükoyu temsil eden adaya ve onu destekleyen partilere itibar etmedi.

 

Etmedi de ne oldu? Gerek parti yöneticileri, gerekse onları destekleyen akademisyenler ve basın mensupları yine suçluyu buldular: daha önceki seçimlerde elektrik kesintisi, trafoya giren kedi, dağıtılan kömür iken mazeretler, bu kez kendi seçmenleri oldu: rahatlarını bozmayıp tıpış tıpış oy vermeye gelmeyen tatilciler! Tabii, kazananlara, özellikle de Ak Partiye oy verenlerin cehaleti, eğitim durumu, fakirlikleri falan her zaman ki gibi baki!

 

Açık ve net olan bazı noktaları çatı adayı çıkaran partilere ve destekçilerine – ki aslında burası bizim mahalle – hatırlatmak gerekiyor anlaşılan: Erdoğan/Ak parti karşıtlığına dayanan siyaset çalışmıyor! İnsanlar hayatları, gelecekleri ile ilgili tasavvuru merak ediyor ve kimin vizyonu onların tahayülleri ile en çok uyusuyorsa ona oy veriyorlar. Burada belirteyim ki, “iktidar için değil, iktidara karşı siyaset” görüşüne katılmıyorum – bugün değilse yarın iktidara gelmek ve geldiğinde yapmak istediklerini bilen ve anlatan bir siyaset gerekiyor. Demirtaş tam da bunu yaptı, hatta seçilemeyeceğini bildiği için, daha da güzel şeyler vaad etti.

 

Aynı şey her gün bıkmadan usanmadan, yapılan hiçbir olumlu şeyi görmeyip ya da yapılanları tamamen unutup, sadece iktidarı yerden yere vuran, bir zamanın etkili köşe yazarları için de geçerli – artık sadece kendi mahallelerini etkiliyorlar. Tabii, tersi de vardı – iktidarım ne söyler, ne yaparsa doğru yapar söylemi de sadece kendi taraftarlarına gaz veriyor.

 

Toplum mühendisliği galiba artık tutmuyor – “bizim mahallede ben ne dersem, kimi aday gösterirsem ahali tıpış tıpış gider ona oy verir” zihniyeti hiçbir lider için geçerli değil. Kendini hala solcu zannedenlerle, milliyetçi muhafazakarları bir potada eritecek ,bunu da kimsenin tanımadığı, kendi alanında değerli olsa da ülkesine, halkına tamamen yabancı, siyaset dışı bir beyefendiyi aday gösterince, işler hepten sarpa sarıyor.

 

Her ne kadar çatı adayını destekleyen partiler koalisyonu saha çamurluydu, hakem yan tutuyordu gibi yorumlar yapsalar da, partiler bir şekilde iç hesaplaşmalarını yapacaklardır. Nitekim, CHP’de ulusalcılar kazan kaldırdı ve kurultay toplanmasına karar verildi. Partilerin iç hesaplaşmasından daha önemlisi, anti Ak Parti seçmenlerin de benzer bir hesaplaşmayı kendi içlerinde yapmaları.

 

Bizzat yakın ve uzak çevremde gördüğüm kadarıyla, Erdoğan alerjisinin – ki bunu bir miktar anlıyorum – ulaştığı boyut, insanları objektif ve rasyonel düşünmekten tamamen alıkoyuyor ve tehlikeli boyutlara ulaşan savrulmalara yol açıyor. Seçim öncesi çeşitli komplo teorileri üretildi – IŞİD tarafından kaçırılan rehineler tam da seçimden birkaç gün önce “kurtarılacak” ve iktidar önce kaçırttığı ve sonra serbest bıraktırdığı bu rehinelerle prim yapacaktı. Yurtdışında kullanılacak oylar manipule edilecek ve tabii iktidar partisine akacaktı. Maalesef, elçilik mensupları hala kurtarılamadı; umarım en kısa sürede sağ salim ülkeye dönebilirler. Yurtdışından ise CB seçimlerine ilgi son derece düşük oldu – öne sürülen çeşitli nedenlerin yanı sıra, belki de yıllardır ülkeleri dışında yaşayan insanlar, sanılandan daha fazla yaşadıkları ülkeye entegre oldular ve dolayısı ile, kendilerini pek de etkilemeyecek bu seçimlere ilgi göstermediler. Peki, bütün bunları iddia edenler, herhangi bir şekilde “pardon” deme ihtiyacı duydu mu? Ben duymadım.

 

Uzun süredir, seçimlere az bir zaman kala tahminlerini açıklayıp, ciddi isabet kaydeden Konda bu kez yanıldı ve her taraftan saldırıya uğradı. AK Partililer, %57 olarak açıklanan oy oranı nedeni ile, bazı seçmenlerinin oy kullanmaya gerek görmediğini ve oy oranlarının düştüğünü; çatı adayını destekleyenler %38 olarak açıklanan oy oranı nedeniyle seçmenlerinin morali bozulduğu için tatilden dönmediklerini ve oy vermediklerini; benim de yürekten destekleyerek oy verdiğim Demirtaş yanlıları ise, seçmenlerin Konda sonuçları nedeniyle nasıl olsa %10’u aşamayacağını görüp, kerhen çatı adayına oy verdiklerini söyleyerek Türkiye’nin en saygın araştırma kuruluşu Konda ile, Tarhan Erdem ve Bekir Ağırdır’ı adeta çarmıha gerdiler.

 

Tahminlerin açıklanmasının ardından bazılarımız, ülkeyi ya da arkadaşlarını terke karar verdiler; sosyal medyaya küstüler.

 

Başbakan’ın Amberin Zaman için sarf ettiği kabul edilemez sözlerini – haklı olarak – yerden yere vuranlar, yine kabul edilemez ”afedersiniz Ermeni” kırıcı sözlerine, kendi istedikleri tarz cevap vermedikleri için, Etyen Mahcupyan ve Markar Esayan’ı aşağılayan, yerden yere vuran yorumlarını köşelerinden ya da sosyal medyadan eksik etmediler.

 

İsrail devleti ile Yahudi yurttaşlar ayrımını her daim yapabilmiş tanıdıklar, başbakanın kızını yermek fırsatını kaçırmamak için, “israil’e posta atıp, hahambaşının iftarına gidiyor, ne ikiyüzlülük” kıvamında ürkütücü paylaşımlarda bulundular sosyal medyada. En son da, her zamanki ırkçı, ayrımcı, faşizan ve küfür kafirli uslubuna ilaveten, yazısına, gerçekten okuyunca yüz kızartan bir paragrafı da ilave eden ve uyarıya rağmen çıkarmayı reddederek kahraman olma hevesine kapılan Yılmaz Özdil’in bu yazısını paylaşıp medya özgürlüğünden dem vuran yorumlarda bulundu çevremizdeki insanlar.

 

Demem o ki, Erdoğan’ın üslubunda yerden yere vurulan ne varsa, yerden yere vuranlarda da giderek aynı üslup gelişiyor; bu üslup doğal olarak içeriği de etkiliyor ve “bizim mahalle”de tehlikeli savrulmalara yol açıyor. Öbür mahallede olanları eleştirmek de o mahallenin sakinlerine düşüyor.

Comments are closed.