Türkiye’de bu yıl ilk kez, utangaç da olsa, hiç değilse bir taziye mesajı yayınlandı; Rusya’da ise insanların kırıldığı toprakların üzerinde kış olimpiyatları yapıldı! Kızılderililerle Herreroların durumu daha da acıklı, çünkü neredeyse özür dilenecek kimse kalmadı.

Nurdan Şahin 31 May 2014
BENİM HİKAYEM ve BAŞKALARININKİ..

 

85 yaşındaki annem, konuşacak kimse bulamadığı için, Çerkesceyi neredeyse unutacağını söylüyordu geçenlerde dertlene dertlene. Bize de biraz öğretseydiniz, şimdi böyle bir derdin olmazdı diye düşündüm, ama söylemedim. Ne gerek var bu saatten sonra üzmeye; muhtemelen kendi de pişman zaten, ama artık çok geç.

 

150 yıl önce vatanlarından sürgün edilen Çerkesler, Osmanlı İmparatorluğunun dört bir yanına dağılırken, bizimkilerin kısmetine Marmara bölgesi düşmüş. Yola çıkanlardan, perperişan, menzile varabilenler, kendilerine gösterilen yerde güzel bir köy kurmuşlar; coğrafya açısından da pek çoklarına göre şanslılarmış aslında ama bu avantaj, bir dezavantaj olmuş ayni zamanda – şehrin yanıbaşında olmak hem zorunlu hem de doğal asimilasyonu kolaylaştırmış.

 

Türkiye’de doğan dedem medrese mezunu bir hoca olmuş; şehir hayatına karışmış kısmen; oğlunu da okutmak istemiş illa ki. Köylü çocuk ne okur en ekonomik tarafından – subay oluvermiş babam da. Askeri okullardaki tecrübelerinden midir yoksa vatandaş Türkçe konuş dönemini yaşamasından mı bilinmez, bize anadilimizi öğretmekten imtina etti hep; okulda Çerkes olduğumuzu söylemememiz konusunda da uyardı zaman zaman. Ama yine de, çocukken yazları bir süre köyde kalıp, arkadaşlarımla doyasıya bahçelerde koşuşturduktan sonra, İstanbul sokaklarında şehirli oyunlar oynarken, köyden kulağımda kalan “ade guşe” öylesine çıktığında ağzımdan , herkesin şaşkın şaşkın suratıma bakmasına engel olamadı bu tedbirler.

 

Tedbirlerin muhtemelen iki amacı vardı – birincisi pek de demokratik olmayan, Sünni Türk dışında bir kimliği kabul etmeyen ama artık vatan olan bu ülkede, başımızın derde girmemesi; ikincisi de doğal asimilasyonu hızlandırarak, toplum içinde – kendilerinin daha önce zorluklarını yaşadıkları – farklı olma, ötekileşme duygularından arınmamız ve hızla yaşadığımız topluma entegre olmamız – tüm dünyada azınlıkların, çocuklarını korumak için yaptıkları gibi. Tedbirler başarılı oldu; kimliğimizi unutmadık ama geri kalan pek çok şeyi, özellikle de dili hiç öğrenemedik.

 

Benzer tecrübeleri ve bin beterlerini, anayurdunu şu ya da bu nedenle terk etmek zorunda kalmış herkes yaşamıştır muhtemelen. Muhacirlik, yerinden, yurdundan olma her durumda zordur şüphesiz ama buna sırf senden güçlü oldukları için, başkaları tarafından mecbur bırakılma en acısı olsa gerek. 1800’lerin sonları ile, 1900’lerin başlarında savaşlarla ve/veya zorunlu tehcirle yerinden yurdundan olan, nüfusu kırılan, büyük felaket yaşayan Amerika’da Kızılderililer, Asya’da Çerkesler ve Ermeniler, Afrika’da Herrero’lar var benim bildiğim – dünyanın çeşitli yerlerinde kimbilir başka neler oldu, ne acılar yaşandı ulus devlet olma sürecinde.

 

Yaşananlardan ders çıkartmış insanoğlu ders çıkartmasına da, çıkartılan ders ne yazık ki daha etkin kıyım üzerine olmuş! Nazilerin başta Yahudiler olmak üzere, Çingeneler, engelliler, farklı siyasi görüşlülere yaptıkları, neredeyse daha öncekileri unutturmuş uygulanan vahşet açısından.

 

Hiçbir kimlik, hiçbir nedenle bu eziyeti, yerinden yurdundan olmayı hak etmez. Bu nedenle, sürülenlerin, kıyıma uğrayanların en doğal hakkıdır zamanın muktediri ya da devamından en azından bir özür beklemek. Üstelik, böyle bir davranış sadece sürülenin değil, sürenin de, kıranın da yüreğini soğutacak, rehabilite edecektir mutlak. Bu konuda hiçbir kuşku yok. Çerkesler Rusya’dan, Ermeniler Türkiye’den bu adımı beklemekte yerden göğe haklı. Türkiye’de bu yıl ilk kez, utangaç da olsa, hiç değilse bir taziye mesajı yayınlandı; Rusya’da ise insanların kırıldığı toprakların üzerinde kış olimpiyatları yapıldı! Kızılderililerle Herreroların durumu daha da acıklı, çünkü neredeyse özür dilenecek kimse kalmadı.

 

Ama artık zamanın ruhu farklı; gün muktedir ne yaparsa yanına kar kalır günü değil; sadece bugünle değil, geçmişle de yüzleşme, hatalar için özür dileme, sorumluluklarını yerine getirme, yanlışlardan ders çıkarma günü, toplumsal olduğu kadar bireysel olarak da. Tabii, zamanın ruhu buna uygun olsa da, mutlaka bir çaba, katılım, demokrasi için ve demokratik kurallar çerçevesinde mücadele gerekiyor. Bu çaba ise kendi taleplerin gibi başkalarının da taleplerini destekleme, acılarına saygı duyma, paylaşma, haklarına sahip çıkma şeklinde olduğu zaman daha büyük bir anlam ve değer kazanıyor.

Yorumlar (1)
  1. Umit BATMAZ on said:

    Hepimizin ortak belleginde kazinmis olan derin acilarin oldugu asikardir. Bu acilara taniklik eden M.I.Quandour’un Kafkas Efsanesi isimli tarihi romanini hararetle tavsiye ederim. Osmanli’nin ve sonrasinda Turkiye Cumhuriyeti’nin asimilasyon cabalarinin bizleri anadilimizi bilmez hale getirmesi cok uzucudur, kabul edilebilir bir sey degildir. Dilerim ki bizler de cok gec olmadan anadilimizi ogrenme imkani buluruz.
    Rusya’nin bizlere pasaport vermesi gerektigi de asikardir. Anavatanimizi gorebilmek icin vize almak yine makul degildir. Rusya bugun demografik olarak yasadigi problem sebebiyle buna karsi cikmasi akillica olmayacak durumdadir.