2, 3, daha fazla Vietnam

Nurdan Şahin 20 February 2015
UZAKDOĞU ÜÇLEMESİ- VİETNAM, LAOS, KAMBOÇYA – 1

 

2,3 DAHA FAZLA VİETNAM (mı?)

 

24 ocak 2015, saat 23:00 sularında, Atatürk Havalimanında,biricik kızımla ve sevgili arkadaşım Hanife ile doğum günüm için kadeh kaldırıyoruz; aslında doğum günüm 25 ocak ama birazdan uçağa binip ÇinHindi gezimizin ilk durağına, Vietnam’ a uçacağız. Oldukça heyecanlıyız; ne de olsa

 

Ho Ho Ho Chi Minh,

 

2, 3, daha fazla Vietnam,

 

Ernesto’ya bin selam diye bağırmadıysak da siyaseten, 68 kuşağından devralınan bu sloganı 70’lerin sonunda bağıran kuşaktanız. Ernesto’ya bir on yıl önce selam çakmıştık zaten; şimdi önce Ho Amcanın memleketini ziyaret edeceğiz,oradan Laos’a ve nihayet Kızıl Khmerlerin bir zamanlar dünyanın en acımasız rejimlerinden birini kurduğu Kamboçya’ya gideceğiz.

 

Uçak yolculuğu uyuyarak geçiyor- sen neymişsin meğer be Melatonin! Yaklaşık 11 saatlik mışıl mışıl bir uykudan sonra vardığımız Ho Chi Minh (Saigon) havaalanından kolayca çıkıyoruz, zaten vizeler önceden alınmış. Otobüsle otele giderken dehşete düşüyoruz: yollarda binlerce motosiklet. Kadın, erkek, yaşlı, genç, çoluk, çocuk, tek başına ya da ailece; kimi mini etekli, topuklu pabuçlu; kimi pantolon, kimi şortlu ama hepsinin yüzü maske ile örtülü; sağdan, soldan, ortadan her taraftan akın akın geliyorlar. Şehirde 9 milyon insan yaşıyormuş; 5,5 milyon motosiklet varmış! En düşük maaş 100 dolar; ortalama 300-400 $, motosikletler ise 250$ civarı imiş. Çoğu Çin malı; kasklar da öyle; maskeler ise egzozdan korunmak için. Bizim yeni güvenlik yasasıyla şehir nüfusunun tamamı kendini gözaltında bulabilir!

 

 

Caddeler acayip süslü, çiçekler böcekler, ışıklar- meğer Ay takvimine göre yeni yıl daha gelmemiş; 19 Şubatta At yılı bitip, kararlılığın sembolü Keçi yılı başlayacakmış. Ho Chi Minh şehri süslemeler ve reklam panolarıyla ışıl ışıl; yazıların Latin alfabesi ile olması dikkatimizi çekiyor hemen: 19.Yüzyılda, Fransızların baskısıyla geçilmiş Latin Alfabesine.

 

Otelimiz güzel; odaya çıkıyoruz masada buz kovasında bir şişe şampanya, peynir ve çerez tabağı ile otel yönetiminin kutlama mesajı! Ne hoş bir sürpriz! 3 ellilik, bir yirmilikten oluşan bizim 4’lü çete kutlamalara devam ediyoruz; daha bunun yemeği de var tabii. Yemekte Pho çorbası ve deniz mahsulleri yiyoruz. Pho çorbası, et suyu içinde et, incecik çin makarnası, başta taze kişniş olmak üzere incecik doğranmış yeşilliklerden oluşan güzel bir çorba. Tavuklusu ve deniz mahsullüsü de oluyor; sabahları kahvaltıda da içiliyor.

 

Akşam,yemekten sonra bir başka otelin -1958 yapımı, savaş sırasında dünyanın her yanından savaş muhabirlerinin mekanı olduğunu öğrendiğimiz tarihi CARAVELLE otelinin- terasında “müzikli” bir yere gidiyoruz; çok komik gerçekten. Kısacık etekli, file çoraplı seksi genç Vietnamlı kızlar pop şarkılar söyleyip herkesi topluca dans ettiriyorlar. Ah Ho amca, kemiklerin sızlıyordur herhalde. Biz eksik kalır mıyız hiç; katılıyoruz topluca dans eden gruba – ne de olsa doğum günü devam ediyor.

 

Sabah ünlü Cu-chi tünellerine yola çıkıyoruz. Vietnam halkı gerçekten kahraman bir halk; Çinlilere, Fransızlara ve Amerikalılara karşı savaşmış ve savaş meydanında hep kazanmışlar:

 

19.yüzyılın ikinci yarısında, Fransız sömürgesi haline gelen Vietnam’da, derhal sömürgeciliğe karşı direniş hareketleri de başlar. Tabii, çok ciddi baskı görürler; ayaklanmalar Fransızlar ve yerel işbirlikçileri tarafından şiddetle bastırılır. 1930’da Ho Chi Minh’in önderliğinde Çinhindi Komünist Partisi kurulur. İkinci Dünya savaşında, Fransa’nın, Nazi Almanya’sı tarafından işgalinden sonra, Çinhindi bölgesi Japon koruması altına girer. Japonların 1945’de müttefiklere teslim olması üzerine, Ho Chi Minh’in başında olduğu Viet Minh hareketi, ülke çapında bir ayaklanma düzenleyerek bağımsızlık ilan eder. Fransızlar kolay pes etmez elbet; böylece yıllar sürecek 1.Çinhindi savaşı başlar. Kuzey Vietnam’da ,Viet Minh gerilla mücadelesi yürürken, Güney Vietnam’da kukla bir hükümet kurulur. 1953 sonunda, ülkenin büyük kısmının gerillaların hakimiyetine girmesinden sonra, 1954’te toplanan Cenevre konferansıyla Vietnam ikiye bölünür. Kuzey Vietnam’da sosyalist bir cumhuriyet, Güney Vietnam’da baskıcı ve dışa bağımlı bir yönetim kurulur. Güneydeki aşırı baskıcı yönetimler, ülkede yine gerilla hareketine yol açar ve Vietkong gerillalarından ürken ABD duruma el koyar: 1968’de Güney Vietnam’da çarpışan asker sayısı 500 binin üzerine çıkar.

 

İşte Cu-Chi tünelleri, bu savaşta, Vietkongların işgalci Amerikan ordusuna karşı açtığı direniş mekanları. Toplam uzunluğu 200km.nin üzerinde. Bir tanesine giriyoruz; aman tanrım, 1.60 boyundaki ben bile zorlanıyorum. Amerikalıların girmesine imkan yok. Mutfağı, toplantı odası, velhasıl iki büklüm olmak koşuluyla, her şeyi var. Bazı tüneller, tuzak – içinden ucu sivri demir çubuklar çıkıyor, yandan ya da alttan – bildiğiniz işkence aleti yani. Aralarda gerilla heykelleri var; bizim puşilere benzeyen siyah beyaz pötikareli bir boyunbağı takıyorlarmış gerillalar. 1965-1974 arası süren savaş sonrası, Amerika’nın mağlubiyetiyle birlikte, iki Vietnam 1975’te birleşerek Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti olmuş.

 

Sosyalist ama giderek serbest ekonomiye geçiyor; biz gitmekte geç kalmışız, bizden önce kapitalizm gitmiş. Kurulan şirketlere komünist partisi ileri gelenlerinin ortak olduğu söylendi. Demokrasi olmayınca, güç tek elde toplanınca, yolsuzluk kaçınılmaz oluyor galiba.

 

Cu-chi tünellerinden otobüse doğru giderken, bir kulübe önünde duruyoruz; bir adam araba lastiğinden sandalet “kesiyor”- tüm resimlerde gerillaların ayağında görünen ayakkabılar bunlar. Bir de bunların tabanını ters kesip giyerlermiş; ayak izleri şaşırtıcı olsun diye. Otobüse biniyoruz; uçsuz bucaksız, yemyeşil pirinç tarlalarından geçiyoruz. Mezarlıklar da var yol kenarında; renkli ve çok süslü. küçük tapınak görüntüsünde ve 5 element renginde mezarlar; mavi/siyah, sarı, kırmızı/bordo, beyaz, yeşil – yani su, toprak, ateş, metal, ağaç.

 

Öğle yemeği yerel lokantada; dikine konmuş koca bir balık -uçacak gibi- adı Fil Kulağı ama uçan fil Dumbo’nun kulağı muhtemelen. Tabii tüm yemeklerin yanında ekmek yerine haşlanmış pirinç ve tüm menülerde Pho çorbası. Pho’nun iki anlamı varmış – çorba ve hafif meşrep kadın. Bir Vietnam deyişi şöyle imiş “Her zaman evde pirinç yiyeceğimize, biraz da dışarıda Pho yiyelim”. Erkek milleti her yerde aynı galiba diyerek abuk bir genelleme yapıyoruz; eh ne de olsa turun çoğunluğu kadın.

 

Geçtiğimiz caddelerde evlerin cepheleri anormal dar! Eskiden vergi cephelerin genişliğine göre alınırmış; onun için cephesi 2-3 m; derinliği 10 metreye varan bir mimari gelişmiş.

 

Bugün son ziyaret bir Kao Day tapınağı. Ruhlarla iletişim kurduğuna inanmış ve inandırmış bir hükümet görevlisi 1878 yılında kurmuş ya da bulmuş bu dini. Doğunun ve batının neredeyse tüm dinlerinin ve kutsal inançlarının bileşkesinden oluşmuş bir din. Kao Day, yüksek yer anlamına geliyor ve tanrıyı ifade ediyor. 1926 da resmen din oluyor; 1950’lerde, her 8 Vietnamlının biri Kao Day mensubu oluyor; ama iç savaşta Kao Day ileri gelenleri Güney Vietnam yanında yer alınca, savaş sonunda her şeylerini kaybediyorlar. Bugün 3 milyon civarında inanan varmış. Tarihi üç ilahi aydınlanma dönemine ayırıyorlar: 1.dönemde Tanrının gerçeği insanlara Buda, Konfiçyüs gibi yüce insanlarla iletilmiş. 2.aydınlanma dönemi kahramanları, Buda,Hz. Musa, Hz.İsa, Hz.Muhammed. Kao Daycılar, bu kişilerin mesajlarının yaşadıkları yer ile sınırlı kaldığını düşünüyorlar. 3.aydınlanma dönemi ise kendileri ile başlıyor. 3.dönemin azizleri olarak üç kişiyi tanımlıyorlar: Çin Hükümdarı Sun Yat Sen, Fransız aydın/yazar Viktor Hugo ve bir Vietnamlı şair Nguyen Binh Khem! Tapınakta bir “ilahi göz” resmi var. Mottoları ise Tanrı ve İnsanlık, Sevgi ve Adalet. Ne diyelim, şaşkın ayrılıyoruz bu ilginç tapınaktan.

 

Sırada Mekong Deltası gezisi var. Çin, Myanmar,Tayland, Laos ve Kamboçya’dan geçerek Vietnam topraklarına giren “Suların Anası” 4200 kmlik muhteşem Mekong nehrinin dokuz kola ayrılarak denize ulaştığı bölgede bir adaya çıkıyoruz; adada bir eşek arabasıyla yaptığımız turdan sonra, sazların arasında, 4 kişilik ve kadınların kullandığı teknelerle devasa sazlar arasında harika bir gezi yapıyoruz.

 

Akşam yemeğinden sonra -bu kez ızgara et ve bir felaket- Fransızlar tarafından inşa edilmiş Opera Binasına bakan, yine zamanında Fransızların gözdesi, kolonyal mimarisiyle çok güzel CONTINENTAL otelinin cadde üzerindeki açık hava kafesinde, kokteyllerimizi yudumluyoruz. Hesapları doğrudan dolar olarak ödüyoruz her yerde ve para üstünü de dolar olarak alıyoruz.

 

Ho Chi Minh City’deki ikinci günümüz şehir gezisi ile başlıyor; her yerde kırmızı bayraklar ve üzerinde kocaman 3 – 2 85 NAM yazıyor; nedir bu maç sonucu falan mı derken, Vietnam Komünist Partisi’nin 85. kuruluş yıldönümü olduğunu öğreniyoruz: 3 şubat 1930 da kurulmuş. Bir parkta Ho Chi Minh heykeli var . Bizi şaşırtan da bu oluyor; gittiğimiz hiçbir şehirde öyle sağda solda, parklarda, resmi binaların önünde falan Ho Amcanın heykeli yok. Ayni şeyi Küba’da da yaşamış ve şaşırmıştım. Bizdeki Atatürk heykelleri kadar kurucu heykeli hiçbir yerde görmedim bugüne kadar.

 

Önce başkanlık sarayına gidiyoruz; bugünkülere göre oldukça mütevazi; içi kiç eşyalarla dolu-terasında ise bir Amerikan helikopteri; yenilgiden sonra muktedirlerin nasıl kaçtıklarını temsilen. Bahçede rehberimiz olayı anlatıyor; diyor ki “düşünün, kendi milli ordusundan iki pilot başkanlık sarayını bombalıyor ve böylece kaçmak zorunda kalıyorlar”. İki turdaşımız mırıldanıyor: “ah keşke, nerede o günler.” Duymazlıktan geliyoruz şaka da olsa bu talihsiz yorumu. Demokrasi hiç içselleşmeyecek mi bizim topraklarda?

 

 

Sırada savaş suçları müzesi var: geçmişte gördüğümüz ve muhtemelen hatırlamak istemediğimiz için unuttuğumuz korkunç sahneleri bir kez daha yaşıyoruz. Vietnam savaşında 2 milyonu sivil olmak üzere 3 milyon Vietnamlı ölmüş; 2 milyon yaralanmış ve 300 bin de kayıp var. Atılan napalm bombalarının, Agent Orange ya da Portakal gazının 3.kuşakta hala sakatlıklara yol açtığını öğreniyoruz.(bir ara Gezi’de kullanıldığı iddia edilmişti; hatta birkaç böyle mırıldanma da duyuluyor-şaka gibi). İkinci kuşak bir portakal gazı kurbanının Obama’ya yazdığı mektubu okurken Merisa’yla göz yaşlarımızı tutamıyoruz. Mai Lai katliamında , orada olan bir fotoğrafçının (Ron Haeberle), kurşuna dizilmek üzere bekleyen insanların fotoğraflarının altındaki yazısı, bu mesleği insani açıdan sorgulatıyor insana:

 

 

“geldiğimde, çocuklar(Amerikan askerleri çocuklar dediği) bu insanları vurmak üzereydi. Durun diye bağırdım ve hemen fotoğrafı çektim. Uzaklaşırken, açılan M16’ların sesini duydum. Gözlerimin ucundan, düşen vücutları gördüm, ama dönüp bakmadım”

 

Bu kadar profesyonellik mümkün mü?

 

Artık ,güneylilerin hala kullandığı ismiyle, Saigon’dan ayrılıyoruz. Danang’a uçup oradan ,Hoi Ana otobüsle gideceğiz – yaşasın; yollarda olmayı sevdim hep.

 

Comments are closed.