Demokratik çözümler için hepimiz aklımızı başımıza toplamalı, elimizi taşın altına koymalıyız,hem de vakit geçirmeden.

Nurdan Şahin 19 June 2013
15-16 HAZİRANLAR ve GEZİ DİRENİŞİ

 

15-16 Haziran denince bizim kuşağın aklına ünlü işçi yürüyüşü gelir ; 1970 te, henüz bir çocuk iken, 16 Haziran da bir akraba nikahına gitmiştik Kadıköy’ de; Gebze’den İstanbul’a yürüyen işçiler karayolunu kapattığı için gelin bir türlü gelememişti İzmit’ten. Akşam, sıkıyönetim ilan edilmişti hemen; sendika liderleri de göz altına alınmıştı. Akabinde,malum 12 Mart muhtırası geldi.

 

Başbakan Kazlıçeşme mitinginde konuşurken 16 Haziran’ın tarihteki önemini hatırlattı- işçi yürüyüşünden bahsedecek zannettim;meğer Menderes döneminde ,ezanın yeniden Arapça okunması da bu tarihte olmuş. Herkesin kendine göre bir tarihi var; nereden ve nasıl baktığına bağlı; onun için tek bir tarih yok;onun için siyasi sorunların çözümü mutlak doğru varmış gibi tarihçilere bırakılamaz.

 

15-16 Haziran 2013 ise, geçmişte ayni günlerde olan bütün önemli olayları unutturacak gibi-en azından şimdilik.Türkiye’de galiba ilk kez, önce gençler,sonra onları destekleyen büyükler yaşam tarzlarına yapılan/yapılacağı ima edilen müdahalelere karşı ayağa kalktı! Aslında pasifist başlayan bir eylemi, tam bir başkaldırıya çeviren güvenlik güçlerinin “o Cuma gecesi” yaptığı gereksiz ve sert müdahale oldu ama bir birikim olmasaydı herhalde ülkenin en azından bir kısmı bu müdahale ile ayağa kalkmazdı. Hepimizin bildiği gibi, Başbakan tarafından doğurulacak çocuk sayısı ile başlayıp kürtaj* la devam eden, alkol yasası ve ahlak bekçiliğiyle sürdürülen , kendinden farklı olanı adam etme kararlılığı taşıyan kibirli davranışlar silsilesi, görünen o ki ,büyük bir birikim yaratmış toplumun bir kesiminde.

 

Başbakan da ,bizler gibi “Babyboomer” denilen kuşaktan; yani 2.dünya savaşının akabinde başlayıp, 1966 yılına kadar doğmuş olan kuşak. Kuralcı, hedef odaklı. Direnişin esas gücü ise Y kuşağı; 1980- 1999 doğumlular. Arada da bir X kuşağı var ki adamakıllı rekabetçi; takım değil yalnız çalışmayı seven ve kıyasıya, kafa göz kırmacasına rekabet eden. TEGV de genel müdürlük yaparken, X kuşağından da, Y kuşağından da arkadaşlarımız vardı;gönüllülerin büyük çoğunluğu Y kuşağındandı. Doğruya doğru, ben Y kuşağını hep daha yakın hissettim kendime ; kendi ifademle “30 lu yaşlarda olanlar aşırı hırslı, ama iş başarmadan çok yükselme hırsı; 20 li yaşlarla daha iyi anlaşıyorum” derdim yakın çevreme- tabii her iki jenerasyon içinde de pek çok farklı davranış gösteren olduğunu, genellemelerin çok doğru olmadığını da unutmadan. “Bu gençlerden bir şey olmaz, hepsi apolitik,okumuyorlar” gibi eleştirilere de, onların farklı bir dünyası olduğunu, bizim bilmediğimiz bir çok şeyi de onların bildiğini, kesinlikle “boş” çocuklar olmadıklarını söyleyerek karşı çıkardım; haklı çıktım.

 

Alper Görmüş çok güzel tanımlamış Y kuşağını**; onlar bizim çocuklarımız. Biz onları korkutmadan büyüttük, kendileriyle ilgili her konuda onlarla birlikte karar verdik, odalarına girerken kapılarını vurduk, görüşlerini söyledikleri için paylamak ne kelime, yüreklendirdik hep; kendi anne babalarımız tarafından da ,çocukları tepemize çıkardığımız için zaman zaman eleştirildik. Şimdi bu çocuklar kendilerine alıştıkları dışında bir hayat tarzı dikte edilmesine, üstelik de bunun buyurgan bir dille yapılmasına karşı çıkıyorlar; yakın çevrelerinden gördükleri saygıyı, ülkeyi yönetenlerden de görmek istiyorlar,çünkü onlar kendileri gibi olana da olmayana da saygı gösteriyorlar; yaşadıkları dünyaya –yeşiliyle, çevresiyle,yaşam biçimiyle- sahip çıkıyorlar. Konda’ nın yaptığı araştırma da zaten direnişçilerin genç, eğitimli, üst-orta sınıf kökenli, herhangi bir siyasi bağı olmayan (ancak önemli bir kısmı AKP politikalarına ve Başbakanın davranış biçimlerine karşı), özgürlüğünü ve yaşam biçimini korumak isteyen bir kitle olduğunu gösterdi.

 

20 yaşındaki kızım, şöyle bir yorum yaptı iki gün önce. “sizin kuşak bizi bir türlü beğenmezdi; doğrusu iyi oldu bu eylem. Ama şimdi de çok abartmıyorlar mı; neredeyse dünyayı kurtardığımızı söyleyecekler ”

 

Gerçekten de, eylemin başlangıcından itibaren 68-78 kuşağı gazeteciler,yazarlar çizerler,gençlere sadece destek vermekle kalmadılar, devamlı gaz da verdiler. Belki biraz da bu gazların etkisiyle, halk oylaması uzlaşmasından sonra, artık Gezi Direnişinden farklı bir platforma taşınması gereken bu yeni muhalif hareketin aynı şekilde devam etmesi kararı çıktı ; eylem gençlik hareketinden eski kuşakların denetimine ve yöntemlerine doğru yöneldi ve istenmeyen olaylar yaşandı.

 

Hükümetin ve Başbakan’ın konuya yaklaşımı zaten en baştan itibaren ataerkil, sert ve giderek ayrımcı oldu. Bu yaklaşım, bu ülkede devletin formel olmayan muhalefete tarihsel yaklaşımı olduğu için sürpriz değildi.

 

Buna rağmen, hükümet de,Başbakan da, basın da bu hareketten etkilendi ve bundan sonra, ülkede artık gerçek anlamda bir toplumsal muhalefet olabileceği, itiraf etmeseler de , akıllarından çıkmayacak; davranışları da ona göre evrilecek, evrilmek zorunda. Muhalefetin ne anladığı konusu ise belirsiz.

 

Öte yandan, direnişçilerin ve onları temsil eden Taksim Dayanışmasının da üzerinde düşünmeleri gereken noktalar var. Her eylemin bir hedefi olur ve bu gerçekleştiği zaman o eylem biter. Burada, talepler giderek artıyor ve ne olursa bu direniş bitecek belli değil. Öte yandan, taleplerin bizatihi kendileri ve talep edilme biçimleri, hükümet kanadı kadar otoriter ve katılımcı süreçleri reddediyor.

 

Bir meydanın nasıl düzenleneceğinin tek bir doğrusu yoktur; meydanlar üzerinde elbette orada yaşayan insanların da söz hakkı vardır. “AKM yıkılamaz, Gezi Parkına dokunulamaz” demekle “Topçu Kışlası yapılacak, içinde de ağaçlar olacak” demenin hiçbir farkı yok. Belki de çok daha iyi çözümler bulmak mümkün.

 

Gezi Parkı Direnişi hedefine ulaştı, önemli kazanımlar sağladı; yerel ve yerinden katılımcı yönetim için bir örnek oluşturulacak halk oylamasıyla; görevini yapmayan medyaya ciddi bir tepki verildi; en önemlisi tamamen sivil ,dayanışmacı bir gençlik hareketiyle, katılımcı demokrasi adına büyük bir alan açıldı. Zamanında durulması bilinseydi, bu daha da anlamlı olacaktı.

 

Şimdi ifadeleri yumuşatmak gerek; Başbakan sert ve giderek ayrımcı olan hitabını değiştirmeli, balkon konuşmalarındaki gibi kapsayıcı davranış biçimine dönmeli. 11 yıllık bir iktidardan sonra,hala mağdur edebiyatı da uygun düşmüyor.Dayanışmanın açıklamaları ise 70 lerin sendikal bildirimlerini anımsatıyor; hareketin özüne ve yaş grubuna uyan esprili ve yumuşak bir tona ve davranışa geçmeli.

 

Çünkü artık herkes için, enerjiyi çözüm sürecine yoğunlaştırma zamanı. Türkiye’ nin kangren olmuş, onbinlerce gencin ölümüne yol açmış en önemli sorununun çözümü için çok önemli adımlar atıldı; bir kez daha umutların ve çabaların heder olmasına razı olamayız. Demokratik çözümler için hepimiz aklımızı başımıza toplamalı, elimizi taşın altına koymalıyız,hem de vakit geçirmeden.

 

*Bu konuda H.Cemal in köşesinde çıkmış yazımın linki aşağıda

http://siyaset.milliyet.com.tr/-kurtajimiza-da-basortumuze-de-kac-cocuk-doguracagimiza-da-karismayin-/siyaset/siyasetyazardetay/12.06.2012/1552481/default.htm

 

** Alper Görmüş’ün Ataerlil Siyasetin Sonu yazısı için

http://t24.com.tr/yazi/ataerkil-siyasetin-sonu/6831

Comments are closed.