Bütün dini, etnik, cinsel, vs. kimliklere kendinden hareketle değil, bu kimliklerin kendi varlıklarından dolayı saygı duymak, kabul etmek gerçek bir demokrasinin ifadesi olabilir.

Erdoğan Boz 20 July 2014
Yeni Türkiye’nin Eski Yüzü

 

Tayyip Erdoğan’ın Retro-Vizyoner Siyaseti

 

Pek çoklarınca sonucu baştan belli Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üç adayından en güçlüsü olan Tayyip Erdoğan, ‘Yeni Türkiye Yolunda’ başlığı taşıyan bir ‘vizyon belgesi’ açıkladı. Bu açıklama aslen seçim gününe kadar devam edecek olan büyük bir reklam kampanyasının açılış töreniydi. Erdoğan bu törendeki konuşmasında kendi kişisel tarihinin yanı sıra AKP’nin tarihsel gelişiminden de uzun uzun bahsetti. Ekonomik alandaki atılımlarından, Türkiye’nin her alanda ‘kat ettiği’ yoldan, başarılarından ve gelecek başarılarından bahsetti vizyon adına.

 

Açıklanan vizyon belgesi demokrasi, ekonomi ve uluslararası siyaset alanlarını kapsayan, dil olarak geçmiş başarılar temelinde geleceğin de teminatı olan bir Erdoğan ve onun öncülüğünde bu başarıları geleceğe taşıyacak olan AKP’yi merkeze alan bir belge. Belge ile ilgili asıl önemli nokta ise AKP’nin kendi siyasetini üzerine inşa ettiği temel hakkında önemli bilgiler de içeriyor olması. Bu nedenle belgenin altta yatan kodlarının okunması Erdoğan’ın ‘vizyoner’ siyaseti hakkında da önemli bilgiler veriyor.

 

Belgede “geleceğin inşası, geçmişle yeniden gerçekçi ve sağlıklı bir bağ kurmayı gerektirmektedir,” denilerek geçmişin objektif bir şekilde algılanabileceğine dair bir ön kabul yapıyor. Geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kurma iddiasında olan bu yaygın hamaset aslen milliyetçi-muhafazakar retoriğin önemli bir parçası. Geçmişi sağlıklı bir bağ kurulabilecek bir kendilik olarak görmek ise tarih metodolojisinde yapılan tartışmalardan bihaber olmakla eş değer. Geçmişin de aynen gelecek gibi inşa edildiği, bu inşa sürecinde ise geçmişe dönük belirli referansların tamamen sübjektif nedenlerle seçildiğini unutmamak gerekiyor.

 

Bu anlamda, Erdoğan’ın geçmiş kurgusunda merkezi bir referans olarak önümüze ‘hoşgörü devleti’ olduğunu düşündüğü Osmanlı çıkmaktadır. “Hoşgörüsüyle, çoğulculuğuyla büyük bir medeniyetin mirasçısı olarak dünyaya açık olmalıyız” derken ‘hoşgörünün’ hüküm sürdüğü bir geçmiş kurgusu yapılmaktadır. Aslen ‘hoşgörü dini’ olarak İslami bir referansı da kendi içinde barındıran bu kurgu, vizyon belgesinde sık sık tekrarlanan demokrasiden çok hipokrasiyi çağrıştıran, toplumu hoşgörü sahibi ümmet ve bu hoşgörüye mazhar olan diğer tebaa şeklinde ayıran bir söylemin parçasıdır.

 

Bu ayrımcı söylem Erdoğan’ın iddia ettiği gibi çoğulcu değil, kendi içinde hiyerarşik bir düzeni de barındıran ve tahakküme dayalı bir sistemin ifadesidir. Aslen AKP siyasetinin toplumu kutuplaştıran seyrinin altında yatan sebeplerden birisi de budur. Vizyon belgesinde ‘hoşgörü’ toplumu olarak adlandırılan Osmanlı’da gayrimüslimlerin “Millet-i Mahkûme” olarak adlandırılması bu hiyerarşik düzenin dildeki karşılığıdır. Erdoğan Alevilerin ve Hıristiyanların da haklarını savunanların AK Parti olduğunu söylerken, bunun altında yatan şeyin bir demokratik pratik olmaktan çok kendi geçmiş kurgularına dayalı bir retro-vizyon olduğunu anlamak gerekiyor.

 

Geçmişte Millet-i Mahkûme olarak, kamunun idaresinde kendilerine yer verilmeyen Gayrimüslimlerin durumunda bugün de pek fazla bir değişiklik olduğu söylenemez. Kendilerine kimi vakıf mülklerinin geri verilmiş olmasıyla ve birkaç ibadethanenin ibadete açılmış olmasıyla haklarının teslim edildiği düşünülse de mesele bundan ibaret değildir. Türkiye’de yaşayan Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi ve başka gayrimüslim vatandaşların kendi kimlikleriyle kamusal alanda var olmalarının, siyaseten görünür olmalarının önündeki bütün engeller kalkmadığı sürece bu söylenenler hamasetten ileri gitmeyecektir.

 

Dahası, Erdoğan’ın kendisinin sık sık vurguladığı üzere “İslam ehli” olan Alevilerin kamu idaresinin üst düzeylerinde kendilerine yer bulamaması “Millet-i Hâkime” Müslüman elit içinde yeni bir zimmî kesim yaratmıştır. Cem Vakfı başkanı İzzettin Doğan’ın beyanatlarına göre Türkiye’de hiç Alevi vali, müsteşar ya da genel müdür bulunmuyor. Alevilerin haklarını savunduğunu iddia eden ve on iki yıldır iktidarda olan bir anlayış olarak demokrasiden ve çoğulculuktan bahsetmek abesle iştigal olsa gerek.

 

Son olarak gelecek tasavvurunun, yine tasavvur edilmiş bir geçmiş üzerine oturtulması kendi içinde bir başka potansiyel tehlikeyi de barındırıyor: ‘ortak’ olduğu iddia edilen geçmişin ‘inkâr’ edilmesi. Bu bağlamda, her türlü çeşitliliğe hoşgörüyle yaklaşılabilir; yeter ki bu ortak geçmiş tasavvuru bütün taraflarca ‘hakkıyla’ kabul edilsin. Bir Cumhurbaşkanı adayı olarak, Tayyip Erdoğan, kampanya dâhilinde düzenlenen mitinglerden birisinde bir başka Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın partisi HDP’nin mecliste olmaması gerektiğini söylemişti. Yani Kürtlerin meclisteki varlığı AKP’nin kendi ‘millet tasavvurunu’ paylaşmalarına bağlıydı. Yine Mart 2011’de Ankara’da bir grup Çerkes tarafından düzenlenen bir miting sonrasında başbakanın sarf ettiği “şimdi de Çerkesler başladı” sözleri bunun geçmiş örneklerinden sadece bir tanesi.

 

Uzun sözün kısası, müstakbel Cumhurbaşkanının ifadesiyle “Türk’ü, Kürd’ü, Çerkes’i, Laz’ı, Arnavut’u, Boşnak’ı, Pomak’ı… hepsini yaradandan ötürü sevmek” gerçek bir demokrasi anlayışı olamaz. Bütün dini, etnik, cinsel, vs. kimliklere kendinden hareketle değil, bu kimliklerin kendi varlıklarından dolayı saygı duymak, kabul etmek gerçek bir demokrasinin ifadesi olabilir.

 

 

Yorumlar (1)
  1. adem yazar on said:

    İnsan bazen içindekileri söyleyemez yada yazıya yansıtamaz, tam o sırada, bir anda bir yazı ile karşılaşır ve işte bu der ya, işte öyle bir anı yaşıyorum. Harika analizler ile bezenmiş gerçek bir analiz olmuş Erdoğan Bey’in yazısı. Ayrıca da cesur :-)
    Bu bahaneyle burada yazdığınızı da öğrenmiş oldum. merakla bekleyeceğim yazılarınızı.