Temsilin karşısında katılım vardır.

Erdoğan Boz 09 July 2014
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ, RADİKAL DEMOKRASİ VE (NE ALAKASI VAR) DÇB-KAFFED

 

Dün akşam bir televizyon kanalında Türkiye’nin üç Cumhurbaşkanı adayından birisi olan Selahattin Demirtaş farklı gazetelerden ve anlayışlardan dört farklı gazetecinin karşısına geçti. Türkiye siyasetindeki mevcut söylemlerin çok ötesinde gibi görünen Cumhurbaşkanlığı vizyonunu anlattı, ilkelerinden, yapmaya çalışacaklarından bahsetti. Ve kendi siyaset anlayışını ifade ettiğini düşündüğüm ‘radikal demokrasi’ kavramını ilk kez kullandı. Demirtaş bu yarışta başarılı olsa da olmasa da, bu kavram Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde kendine bir yer bulacak. Ayrıca Türkiye’deki mevcut siyasi yapının ve şu anki hükümet tarafından arzulanan yönetim modelinin alternatifi olarak dillendirilmeye başlanacak bir kavram gibi de görünüyor.

 

Demirtaş’ın kullandığı bu kavram, kendisine sorular yönelten gazetecilerin ilk tepkilerinden de anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin siyasi arenası için yeni gibi duruyor. Aslen 1980’lerde Sovyet sosyalizminin ve klasik Marksist sosyalizm yorumlarının zayıflamasıyla birlikte, aynı dönemde güç kazanmaya başlayan neoliberal demokrasi anlayışına karşı eleştirel bir demokrasi anlayışı olarak ortaya çıktı. Kavramı ilk kullananlar Laclau ve Mouffe olsa da 20. Yüzyılın son çeyreğinde bütün Avrupa’nın düşünsel ortamına etkisi olan Foucault, Friedman, Zizek, Lacan gibi düşünürler başta olmak üzere iktidar, söylem, hegemonya konularında önemli çözümlemeleri olan entellektüellerin zengin tartışma ortamında şekillenen kavram oldu.

 

Kavram temel olarak toplumun hegemonik ilişkilerden kurtularak, her türlü kimliğin bir arada bulunabilmesini öngören, çeşitliliğe değer veren bir siyasi anlayışa karşılık geliyor. Yani hâlihazırda Cumhurbaşkanı adaylarından bir diğeri olan Sayın Tayyip Erdoğan’ın ve temsil ettiği siyasi anlayışın savunduğu şeyin tam karşısında bir anlayış. Erdoğan “Türkiye’de kuş uçsa haberinin olacağını” söylerken, Demirtaş yetkileri azaltılmış bir cumhurbaşkanlığından bahsediyor.

 

Bütün bunların DÇB ve Kaffed’le ‘ne alakası’ olduğuna gelince … referans noktası olarak ‘radikal demokrasi’ ortamının temel bileşenlerinden birisinin sivil toplum olması gerekliliğini almak gerekir. Sivil toplum önemlidir çünkü ister parlamenter sistem olsun, ister başkanlık sistemi olsun bütün gücü elinde bulunduran ‘seçilmişlerde’ kendini bulan temsili demokrasinin aksine, bütün toplumsal kesimlerin katılımı ancak sivil toplum girişimleri aracılığıyla siyasete dâhil edilebilir. Kısacası temsilin karşısında katılım vardır.

 

Bu durumda DÇB’nin Rusya’daki mevcut pozisyonunu değerlendirmek gereği ortaya çıkmaktadır. Bir demokrasi cenneti olmadığı herkesçe malum olan Rusya’da ‘ismiyle müsemma’ DÇB bütün dünya Çerkeslerini (kelimenin her türlü tartışmalı anlamlarını kapsayacak şekilde daralıp genişleyecek denli esnek bir kullanımla) temsil iddiasında olan bir birliktir. Katmerli bir delegasyon sistemi sonucunda seçilen bir temsil kurulu olarak düşünülmüş yönetim kurulu, farklı ülkelerden üyeleri içinde barındırıyor. Bu kurulun içinde özellikle 90’lı yılların sonunda gerçekleşen ‘devlet müdahalesinden’ sonra sabitlenmiş, her koşulda seçilen daimi ‘temsilci’ üyeler mevcut.

 

Olmayan ise katılım. Genel olarak Rusya’da olduğu gibi Kafkasya’da da halkın siyasete katılımı olan bitene seyirci kalmanın ötesine geçemiyor. Çerkeslere dönük devlet kontrolünün bir numaralı aracı haline gelmiş olan DÇB ise halkın öyle ya da böyle siyasete katılımının önündeki en büyük engellerden birisine dönüşmüş durumda. İnsanların kamusal alanda kendi düşüncelerini dile getirip bu düşünceler etrafında örgütlenme olanaklarının yok denecek kadar az olduğu Çerkesya’da, tabiri caizse elde kalan son kale internet. İnternet özellikle 2014 Kış Olimpiyatları öncesinde ve oyunlar boyunca Çerkes muhalefetinin dünyaya açılmayı başardığı uluslar arası bir platform olarak kullanılmaya başlandı ve elbette Rusya buna müsaade edemezdi. Çerkes halkının ‘tek meşru temsilcisi’ iddiasına daha sıkı sarılan DÇB görünen o ki, yetkili kimselerin teşvikiyle ‘meşru olmayan, zararlı’ hareketlere karşı dijital bir savaş açmaya hazırlanıyor.

 

Bütün bu sürecin içinde bir de Türkiye ayağı var ki, bunu da Kaffed temsil ediyor. Büyük oranda 1970’lerin çatışmalı siyasi ortamında şekillenen kentli orta sınıf Çerkes milliyetçisi kadrolar tarafından yeniden yapılandırılan Ankara Derneği ve yine bu derneklerde yetişen kadrolar tarafından aktive edilen ‘taşra’ dernekleri büyük çabalar sonucunda 90’lı yılların ortalarından itibaren birleşerek DÇB’nin kurucu ve itici güçlerinden birisi oldu. Uzun yıllar değişmeyen isimler tarafından DÇB nezdinde temsil edildi. Son yıllarda Kaffed’e bağlı dernekler içerisinde farklı sesler olmasına rağmen, temsil gereği durum değişmedi ve statüko korundu.

 

Öyle ki, önceden duyurulmamış ve büyük bir ihtimalle planlanmamış olmasına rağmen son Kaffed genel kuruluna önemli bir isim davet edildi. Bu isim yılların eskitemediği, Kabardey’de statükonun kendisi haline gelmiş olan Hafıts’a Muhammad. Hafıts’a, Kaffed genel kuruluna hitap ederken o ana kadar hiç duymadığımız kimi bilgiler aktardı. Bunlardan ilki Suriye’den Kabardey’e dönen ailelere verilen (?) evlerle ilgiliydi. 61 (Altmış bir) aileye kuraları çekilerek DÇB aracılığıyla ev verildiğini söyledi. Verildiği söylenen evler o zamana kadar hiç olmadığı gibi ondan sonra da olmadı. Kaffed’den bu konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmadı, mesele takip edilmedi. Ardından daha da önemli bir şey söyledi. Dediğine göre DÇB başkanı Sohuroqua Hauti İngiltere’de Lordlar Kamarasına hitaben Çerkes meselesi, Soçi Olimpiyatları ve 150. yıl üzerine bir konuşma yapmıştı. Bu bilgiyi doğrulayacak herhangi bir gelişme olmadı. DÇB’nin resmi web sitesinde böyle bir konuşma olduğuna dair hiçbir bilgi yok. Dahası Hauti’ye bahsedilen zamanda İngiltere’ye giriş vizesi dahi verilmediğine dair bilgiler mevcut. Aslında mesele basitti. DÇB biz Çerkesleri her alanda gururla temsil ediyordu ve DÇB’ye karşı yükselen sesler anlamsız ve haksızdı. Katılıma gerek yoktu. Durum “Katılım ne ki, burada temsil var!” şeklinde özetlenebilirdi.

 

Ardından Soçi olimpiyat oyunları geldi. Kaffed Ankara’da Büyükelçilik önünde Soçi karşıtı eylem yaparken, DÇB Soçi’de olimpiyatları hararetle savunuyor, sahipleniyor ve radyo programlarında Soçi karşıtı söylemlerin bir grup genç ve ne dediğini bilmeyen insandan kaynaklandığı dillendiriliyordu. Soçi’de DÇB hazır kıta bulundu, kurulan Çerkes çadırından övgüyle bahsedildi. Kaffed yine sessiz kalmayı tercih etti.

 

Bu arada Türkiye’de Kaffed cephesinde yine ilginç bir gelişme yaşandı. Kaffed genel sekreteri ve koordinatörünün bir gazeteye verdikleri röportajda Kaffed’in temsilci ruhunu yansıtan kimi açıklamalar yapıldı. Kaffed dışındaki bütün grupları itham eden, aşağılayan tabirlerle dolu bu açıklama daha sonra gazetede tekzip edilmiş olsa da sözleri sarf ettiği söylenen kişiler ya da Kaffed yönetiminden herhangi bir başka kimse konuyla ilgili Çerkes kamuoyuna gazetede hiçbir açıklama yapmadı. Yayınlanan tekzip yazısı hiç kimseyi tatmin etmediği gibi inandırıcı bulunmadı.

 

Bütün bunlar değerlendirildiğinde ortaya cevaplanması gereken önemli sorular çıkıyor. Kaffed nasıl bir gelecek öngörüyor? Hem kendi hem de Çerkes halkının geleceği açısından nasıl bir siyaset ve yönetim/örgütlenme modeli istiyor? İnsanların kendi karar alma mekanizmalarında daha etkin katılımını sağlayarak, Çerkeslerin yaşadığı ülkelerin siyasi ortamına daha fazla katılım mı öngörüyor yoksa klasik temsil anlayışını sürdürerek, tabiri caizse bazı haklar koparma arayışına devam mı edecek? Sanırım Kaffed’in ve DÇB’nin varlığının tartışılmasından önce, bu soruların cevaplarının bulunması gerekiyor.

Yorumlar (2)
  1. Recep Güler on said:

    DÇB ve Kaffed bana göre tek bir merkez tarafından yönetilmektedir,yani lafın tam karşılığı olan ”Al birini vur ötekine” sözünün doğrulanmış halidir..Kimse ve hiç bir Çerkes bu yapılardan Çerkes halkına yarar beklemesin vesselam..

  2. Abreg yogan on said:

    Hatılatmak gerek aslında bu sürecin başlangıcı 1990 ların ortalarında DÇB nin nalçıkta yapılan genel kurulundan itibaren okumak gerek. Malum genel kruldan önce bir çok eksikliği olmakla beraber DÇB sivil bir duruş sergileyebiliyor Çerkes milli hassasiyetlerini sivil toplum örgütü hassasiyeti ile dillendirebiliyordu özellikle kafkas coğrafyasından gelen delegeler halktan tasvip gören ulusal sorunlara hakim fakat hakim rus iktidarı ile bağımlılık ilşkisine girmemiş tabir caizse kanaat önderleri sıfatı taşıyanlar idi. bu bakımdan DÇB bir anlam ifade ediyordu Ancak bahse konu o nalçık kongresinde yerel hükümet polis marifeti ile kongreye mhasara altına alınmış , milli hassasiyet taşıyan birçok delegenin kongre salonuna girişi engellenmiş polis zoru ile kongreye müdahale edilmişti. bu fiili duruma bir çok delege tepki göstermiş bu müdahale karşısında hatta diğer delegelerinde seçime iştirak etmeyerek müdahaleli kongrenin gerçekleşememesi gerekirse başka bir yerde hatta başka bir ülkede meşru delegelerin katılımı ve temsil yetkisine sahip bir kongrenin yapılması iradesi dile getirilmesine rağmen delege çoğunlugunda önemli bir güce sahip olan zamanın türkiye temsilcileri kendilerine yapılan” bu türden bir devlet müdahalesini meşrulaştırmayın bu müdahaleye razıolmayın kongre salonuna girerek çoğunluk sağlanmasına vesile olmayın ‘ ikazlarına aldırmadan kongre salonuna girerek çoğunluğun sağlanmasını sağlamışlar ve bu vesile ile darbeli seçimle DÇB nin bir sivil toplum niteliğini kaybederek resmi idarenin bir aparatı halini almasına zemin hazırlamışlardır . Aslında bugün DÇB davranışlarındaki sakatlık o günlerde yapılan darbelerle ekilmiştir. ve bu ekimin ortaklarıda zamanın türkiye delegeleridir maalesef. Eğer yapılmak istenen müdahaleye karşı ortaya çıkan tepkiye türkiye delegelerinden destek gelse idi o kongre yapısa dahi çoğunluğun tasvip etmediği meşruluğu sorgulanan bir hal alırdı Malesef müdahaleye karşı ne sebep olursa olsun omurgalı bir duruş delegeler tarafından sergilenememiştir. O gün bu erdemlitavrı gösteremeyenler bu gün bunun hesabını dahi vermeden gerçekleri unutturmak adına hala endam edrek bu topluma yön vermeye çalışmaktadır insanı derinden kaygılandıran ve yeise garkeden de budur Bu gün DÇB çerkes halkı adına pespaye bir konumda ise ve toplum adına kabul edilemez bir durum ise bu suçun ortaklarıda maalesefef zamanın türkiye delegeleridir bu toplum mutlaka kendi sosyolojisinden kaynaklı kültürü ile bu sorgulamayı bu suç ortaklarından ve suça teşne hala devam eden bu zihniyetten başlayarak yapmalıdır. yoksa kadim çerkes sözünün ifadesi ile kendi evimizde pilav yapamayı beceremeden komşuya pasta yapmaya
    gidenin haline düşeriz