Birlikte son gülüşmemizmiş bu.

Erhan Hapae 22 September 2016
ÇETİN ÖNER

 

Orhan Kemal’in Eskici ve Oğulları romanından uyarlanan ‘Eskici Dükkânı’ oyununu İki defa üst üste seyredip çok sevmiş olmalıyım ki, o zaman Ankara’ya misafir gelmiş çocukluk arkadaşım Sabri Kanbolat’a ikram edebileceğim en iyi şeyin, o çok beğendiğim oyuna götürmek olduğunu düşünmüşüm epey tereddütle. Çıkışta, beğenmiş olduğunu duymak rahatlatmıştı biraz ama beni kırmamak için mi böyle söylemişti,  hiçbir zaman öğrenemedim.  Kanbolat’ın ilk ve son tiyatrosu olabilir bu (şaka).

 

Yıl 1969, lise iki filan. Ankara tiyatro zenginliği açısından İstanbul’dan daha iyiydi o zaman. Devletin 5 sahnesi vardı. AST, Halk Oyuncuları, Ekmel Hürol’un özel tiyatrosu filan. Bende o zaman meraklıyım. Matine ucuz olurdu hem, hem de saat 21 de biter, doğru Ankara derneğine gider şamatayı kaçırmazdım.

 

Bizim dernekten benim yaştaşlarım arasında tiyatroya giden var mıydı hiç hatırlamıyorum.

 

Rana Cabbar başrolde idi baba olarak, iki oğulu Erkan Yücel’le birlikte Çetin Öner oynuyordu. Çetin Öner’in çerkes olduğunu bilmezdim. Ben o zamanlar Rana Cabbar’a, en esas olarakta Erkan Yücel’e hayrandım. Henüz Rutkay Aziz falan yoktu ortada. Onu pek sevmedim ne yalan söyleyim.

 

Sonradan, TV çekimi 72. Koğuşta’da gördüm galiba.

 

Çetin Öner tiyatro dünyasından yok oldu, meğer bürokrat olmuş TRT’de. Ben de Ankara’dan ayrıldım.

 

İlk yüz yüze gelişimiz Haydarpaşa garında oldu.1992. Karşılamaya gitmiştim, arabaya bindikten on dakika sonra yüzyıllık arkadaştık. Akşam ‘Bağlarbaşı’nda konuşma yapacaktı, çok vaktimiz vardı.

 

Avni Arbaş’ı gidip bulalım mı dedi senli benli. Olur dedim, emrindeyim. 92’nin Cihangir’i o kadarda ünlü değildi o zaman. Evi sora sora bulduk.

 

Sağda solda fişlere takılmış elektrikli sobalarla ısıtılmaya çalışılan bakımsız bir dairede karşıladı bizi, beni değil tabi Çetin Öner’i. Büyük Kaberdey – Ünlü Ubıh muhabbetleri geçti aralarında. Bir kedisi vardı, birde bir iki resmi. Pencereler Kız Kulesine bakıyordu.

 

Rumeli Hisarına gittik üçümüz. Gündüz gündüz şarap içtik. Sonra Çetin Öner’in ablasının mütevazı evine. Yeğenleri, kuzenleri Çerkes sofrası hazırlamışlardı ama bizim durumumuz sofralık değildi pek.

 

Derneğe gittik, gelen misafir konuşmacıları birazda koruma içgüdüsüyle duyduğum kaygıdan eser yoktu üzerimde. Bizden biriydi, güvenle teslim edebilirdim birbirlerine. Öylede oldu. Hiç sakin biri değildi. Heyecanlanınca ayağa kalkıp fırçayı basıyordu Yalçın Karadaş’a-Şapkalı Memed’e.

 

Biz Avni Arbaş’la tütün içiyorduk merdivenlerin başında içerdeki, hır güre aldırmadan.

 

Gece geç saat eve geldik. O, Avni Arbaş’ı konuşturmaya çalışıyordu iğneli canlı sorularla.

 

Arbaş, ikinci harbin hemen arkasından devlet bursu alıp 1946 da Paris’e gitmişti ama nasıl?

 

İzmir’den binebildikleri bir gemi ile Napoli’ye vardıklarını, yine burslu bir ermeni kız öğrenciyle birlikte ama Marsilya’ya bir gemi bulmak için 3 ay beklemek zorunda kaldıklarını, Meydanda ki kilisenin günde bir defa verdiği bir kap yemek ve kilise sıralarında uyuyabilmek için verdikleri battaniyeleri, Sardunya adasından gündelik orospuluk yapmak için her sabah mavnayla getirilen adalı kadınları, Amerikan askerlerinden paralarını alıp almadıklarını sorup akşamüstü tek tek sayarak mavnaya alan muhtarın hikayesini anlattı. Kendisini ‘faşistha or Kominista’ diye sıkıştıran kamyon şoförüne ‘artista’ deyip nasıl kurtulduğunu anlattı kendisi de gülerek. Nazım’dan bahsetti.  Şakir Eczacıbaşı’nın zaman zaman Paris sürgünlerine ‘Beyaz peynir-rakı-pastırma-sucuk paketleri’ gönderdiğini, Güzin Dino’nun bunlarla kurduğu sofralardan ikisine, Nazım’ın Küba’ya giderken bir- bir de dönerken iki defa denk geldiğini, Nazım’ın ‘Avni’nin Atlar’ı şiirinin o günlerin eseri olduğunu (Çetin Öner’in zorlamasıyla) anlattı.

 

Avni Arbaş’ı o sabah 5 te evine bıraktım, sorum üzerine ‘elbette her zaman ziyaretime gelebilirsin’ demişti ama son görüşüm oldu.  Tam 11 yıl sonra, 2003 Ekiminde Foça’da öldüğünü Milliyet gazetesinden öğrendim.

 

Abhazya işgali sırasında Demirel’in bakanlar kurulu odasını işgal edenler arasında O da vardı. Salona gazeteciler sokulmamıştı. Demirel bizi atlatacaktı ama Çetin Öner’in o gür teatral sesi duyuldu arkadan ‘bunları birde basın önünde söyleyin’ . Demirel, fotoğraf çekip duran Abdülkadir Arzınba’yı  gösterip ‘işte varya’ dedi. O abhaz dedik hep bir ağızdan. Demirel mecburen açtırdı kapıyı, TRT 2 geldi. O gelince ayağa kalkıp düğmesini ilikledi ‘hemşehrilerimizin kardeşlerini ezdirmeyiz’ demek zorunda kaldı. Birde 1 milyon dolarlık ilaç yardımı. Biz Çeskes-Abaza milletinin topladığı toplam para 600.000 dolar bile değildi oysa.

 

Muharrem Çurey’in Çavuşbaşı mekânında birlikteydik en son. Ali Çurey, Handan ve Sezai’de vardı. Şöminenin önünde hiç ölmeyecekmiş gibi içmiş, hiç ölmeyecekmiş gibi dalga geçip birbirimizle, gözyaşları içinde kalana kadar gülmüştük.

 

Birlikte son gülüşmemizmiş bu.

 

CARI.

 

 

Comments are closed.