Bana göre, yanıtlarımız, tarafımızı ve geleceğimizi işaret edecektir.

Birgül Asena Hızal 29 May 2013
HANGİSİ MAKBUL?

 

Kadıköylüler bilir, ‘Hasırcıbaşısokak’ta yaşadım ben. Bizim apartmanın tam karşısında ‘Rum’ların evi’ diye anılan 3 katlı minicik evin yanında bir ahşap ev vardı. Bahçesi falan yoktu aslında ama hemen girişindeki küçücük toprak parçasının üzerinde bir kocaman akşam sefası açardı ki ahşap evin birinci katını kaplardı. Ya da belki benim çocuk gözlerim öyle algılardı. Afrikalı ve üzgün bir kadın sulardı o akşam sefasını her akşam işten gelince. Evlere temizliğe gittiği söylenirdi. Doğru muydu bilmiyorum. Bir oğlu vardı benden çok büyük, sanırım liseye giderdi o sıralar. O da siyah ve üzgün bakardı. Mahalleli efendiliğine hayrandı. Her daim tertemiz giyinirlerdi. Bizim hane halkı kalabalıktı o sıralar. Tepeden tırnağa Adige ve genç ve yaşlı ve çocuktuk. Evimizdeki yaşlıların yanıbaşımızda yaşayan Afrikalı siyahlar için, ‘çok az kaldı onlardan’ deyişlerini hatırlıyorum. Sanki biraz şahit olma, kaygı, kollama isteği, hüzün, yaşanmışlık, sevecenliktaşıyan bir cümle.

 

Yıllar sonra iş gereği yolum Hindistan’a düştüğünde karşılaştığım bir tüccar hatırlattı bana o insanları. Haydarabad’daydık. Meğer dünya üzerindeki inci ticaretinin önemli noktalarından biriymiş. Alış verişin merkezindeki bir mağazaya götürdüler bizi. Orada tanıdım o koyu esmer, zeki  bakışlı, altın kolyeli tüccarı. Her taraf inci doluydu. Pembe, siyah, beyaz…Fiyatlarından hangi rengin kıymetli olduğunu anlamaya çalıştım ama çıkamadım işin içinden. Sahibine sordumhangi renk incinin daha makbul olduğunu. Adam Hintli siyah kolunu İtalyan arkadaşımın kolunun yanına getirdi ve ‘hangi renk daha makbul?’ diye sordu. Tam o sıradaki gülümseyişinde altın dişini farkettim ve çocukluğumun karşı komşularını hatırladım.Belki tam bir şark bezirganlığı olarak sorulmuştu  soru ama bana  yanıtının ne kadar önemli olduğunu düşündürmeyi başarmıştı.

 

Geçen hafta yolum Hasırcıbaşı’na düştü. O eski ahşap ev restore edilmiş ve çok hoş, keyifli bir beyaza boyanmış. Sahibi kimdir bilmem.  Rumların evi yıkılmış.

 

Köşede bir karakol vardı o zamanlar. Karakolun arkasında odunluk tarafına bakan bir küçücük oda. Biz çocuklara sıkı sıkı tembih edilirdi o aralıktan geçmememiz. Güzel bir binaydı doğrusu, o da restore edilmiş.

 

O zamanlar mahallede oturan bütün Çerkesleri tanırdım. Çoğunu kaybettik. Bazı haneler bitti, bazı çocuklar yurt dışında, bazılarından hiç haberim yok. Çocuklardan üçü 21 Mayıs’ı unutmamak, unutturmamak üzere Taksim’deydiler. Biri aynı amaçla Samsun’a gitti.

 

Yok olup gidenle, tutunan, gelişen arasındaki farkı sadece nicelik yani kaç kişi olduğunuz oluşturmuyor sanırım.Var olma iradesi gerekiyor olmalı bir yerlerde. Yaşama enerjisi, hani eskilerin ‘gözünün feri’ dedikleri türden.

 

Hangisi daha kıymetli sahiden?

 

Ari ırk mı, Yahudiler mi?

 

Afrikalı mı, Beyaz mı?

 

Amerikalı mı, Rus mu?

 

Türk mü, Kürt mü?

 

Kürt mü, Çerkes mi?

 

Adige mi, Çeçen mi?

 

Kabardey mi, Ubıh mı?

 

………………………

 

Bana göre, yanıtlarımız, tarafımızı ve geleceğimizi işaret edecektir.

 

O günkü siyahlar kalmadı, üniversitelerde,sokaklarda, işporta saat tezgahlarında tutunmaya çalışan başka bir Afrikalı nesil var şimdi. Rumlar ‘memleket’lerine döndü. Köşedeki karakol restore edildi. Kürt deyince, Salı pazarında küfecilik yapan adamdan daha çoğunu tanıyoruz sanırım şimdilerde.

 

Çerkesler….burada.

 

Yorumlar (1)
  1. Seher Atçıl on said:

    Eskidendi, yıllar önce ben bu ülkede yaşayan herkesi kardeşim olarak görecek kadar saftım. (Sözüm kendimedir, kimse alınmasın)Yıllarca buna inandım, yıllarca bunun için direndim. Sonunda adamın biri yüzüme haykırdı. “Sen bizden değilsin, sen beyazsın” diye. Öyle siyasi bir ortamda değil, durduk yerde ben ağzımı bile açmamışken. Bir arkadaşla tesadüfen girdiğimiz bir dükkânda. ( Malûmunuz arkadaş onlardandı.) Şoke olup, bakakaldım da anlamam yıllarımı aldı. Sonunda kabul ettim yenilgiyi. Kimse benden değildi, ben onlardan değil, herkes başkasıydı, herkes öteki. Bir ben bilmiyordum kendimden olana sahip çıkmayı, koruyup, kollamayı. Kararlar aldım, sözler verdim kendime öğrenecektim bende. Şimdi yılların utancıyla kendi ötekime sığınma çabasındayım. Şimdi benim yüreğimde yer gök Adige! Lâkin derinden gelen bir ses var halâ “İnsan olan diyor ısrarla insan olan” Susar mı sizce, var mı susturmanın bir yolu?