Kişisel olarak şiddeti ve silahı meşru bir araç olarak kabul etmesem de PKK’ nin Kürt halkının varolma mücadelesinde önemli bir yeri olduğunu kabul ediyorum.

Zeynep Ansukka 22 May 2013
TÜRK MODERNİZMİNDEN KÜRT BARIŞINA

“Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi”

Stefan Zweig

 

 

Türkiye, Kürt sorununu çözmek için her zamankinden daha ciddi, daha umut verici bir çözüm sürecine girmiş bulunuyor. Demokratik açılım sürecinde yeşeren umutlar, sürecin ve atılması gereken adımların askıya alınması neticesinde solmuştu. Ancak PKK ile görüşmelerin devam ettiği bilinen bir gerçekti. Bu görüşmeler neticesinde Abdullah Öcalan’in Nevruz’da okunan mektubuyla birlikte yol haritası çizilmiş oldu. Bu yol haritasının tüm detaylarını henüz bilmiyoruz. Süreç ilerledikçe bunlar kamuoyuyla paylaşılacaktır. Ancak detaylardan daha önemli olan nokta toplumda var olan barış isteği. Hem Kürt hem de Türk tarafı bu savaşın bitmesini istiyor. Anketler, sürece olan desteğin halk nezdinde düzenli olarak arttığına işaret ediyor. Sürece destek vermeyen partilerin dahi tabanlarından barış sesi yükseliyor.

 

Sürecin olumlu sonuçlanması en büyük temennimiz. Ben bunu başarabileceğimize inanıyorum. Ve savaş bittiğinde bu, AKP’ nin ya da PKK’nin değil halkın başarısı olacak. Barışa olan inançları, sürece verdikleri destek Türkiye’ nin en önemli sorununun çözülmesine vesile olacak. Çoğunluğun desteği olsa da sürece şüpheli yaklaşan ya da karşı olan kesimler mevcut. Muhalif olan tek ve bütünleşik bir yapıdan söz edemeyiz, her bir aktörün itiraz nedeni farklı. Fakat kendi perspektiflerinden haklı bir muhalefet yürüttüklerini düşünseler de böyle önemli bir fırsat politik ya da milliyetçi kaygılara kurban edilemeyecek kadar önemli. Barışı bu kaygılara feda etmeyeceğiz elbette ama sürecin hem hükümet hem de PKK tarafından çok dikkatle yönetilmesi gerekiyor. PKK üzerine düşeni yaptı ve geri çekilmeye başladı. Şimdi hükümetin de plana uygun hareket edip gerekli adımları atması gerekiyor. Antidemokratik ve baskıcı mevzuat; demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir hale getirilmeli ki bu, sürecin daha da önemlisi toplumsal barışın teminatı olabilsin. Bu doğrultuda atılacak ilk adım belki de yeni anayasanın oluşturulması olacak.

 

Hükümet ve PKK’nin adımlarını izlemek, duraksamalar olduğu yerde onları ilerlemeye teşvik etmek öncelikle sivil topluma sonra ise bu ülkenin vicdan sahibi insanlarına düşüyor. Kürt sorunu aslında sadece Kürtlerin sorunu değil hepimizin sorunuydu daha doğrusu hepimizin sorunu olmalıydı. Hepimiz bundan doğrudan ya da dolaylı şekilde etkilendik ama yüzeysel bir algiyla bunu sadece terör sorunu olarak kabul etmeyi tercih ettik. Oysa bu sorun cumhuriyetin kuruluşundan beri devam eden ulus-inşa politikalarının sonucuydu. Bu ulus-inşa politikaları da Türk Modernizmini gerçekleştirmek adına hayata geçirilmişti. Türk modernizmini tüm boyutlarıyla tartışmak bu yazının kapsamı açısından mümkün değil ancak Kürt sorununun çıkış nedenini kavramak için yüzeysel de olsa buna değinmek gerekiyor.

 

1878’deki Osmanlı-Rus savaşından sonra, Osmanlı entelektüelleri imparatorluğu kaybetme korkusunu ciddi anlamda yaşamaya başladılar. Osmanlıcılık ya da İslam dağılmakta olan imparatorluğu bir arada tutmaktan uzaktı. O dönemde özellikle Avrupa’da yükselen milliyetçilik, Osmanlı entelektüelleri tarafından tek çare olarak görüldü. Osmanlı dağıldıktan sonra cumhuriyeti kuran bu elit, milliyetçiliği devletin temel bir yapı taşı olarak gördü. Oysa Osmanlı’dan miras kalan toplum cokkültürlüydü ve din toplumda önemli bir unsurdu. Buna rağmen toplumsal kodları değiştirerek yeni bir toplum yaratılmak istendi, böylece Bati’da olduğu gibi modern ve seküler bir ulus-devlet olacaktı Türkiye. Batılı ve modern olma adına izlenen bu politikalar, bunların dolaylı ve dolaysız sonuçları bir çok travmaya neden oldu. Türk modernizmini gerçekleştirmek için sadece devleti değil insanları da modernlestirmeyi hedefleyen kurucu elit, kafasındaki ideal vatandaş prototipine uygun olmayan tüm kimlikleri budadı. Bu elit ve çevresindeki küçük bir grup insan dışında neredeyse her kesim bundan nasibini aldı: mütedeyyinler, gayrimüslimler, müslüman azınlıklar… Aynı baskıcı gücün altında ezilen bu toplulukların birbirlerini anlayıp yanyana durması gerekirken maalesef bu gerçekleşmedi. Ne müslümanlara yönelik baskılara ne gayrimüslimlere yönelen pogrom ve yağmalara ne de Türk olmayan etnik gruplara uygulanan asimilasyona karşı birlik olamadılar.

 

Türk modernizmi açısından burada bir parantez açmam gerekiyor. Modernizm hakkında yazdıklarımdan gelişim ve değişim karşıtı olduğum sonucu çıkarılmamalı. Elbette toplumlar değişir, yeni ve güzel olan Bati’dan da Doğu’ dan da alınabilir. Ancak bunun uygulanma biçimi çok önemlidir. Batı toplumlarında ise yarayan bir fikir Doğu toplumlarına uymayabilir. Ali Şeriati ‘Aydın’ kitabında “Medeniyet, kültür, ihraç mallarından değildir. Dahası, medeniyet ve kültür, ordan buraya getirilecek radyo, televizyon ve buzdolabı değil ki, elektrik fişine takılınca hemen çalışsın.” der. Medeniyet ve kültürün ihraç malı olmaması konusunda Seriati’ ye katılıyorum. Ancak buna katılmayanlar dahi ikinci kısma katılmak durumunda olmalılar çünkü medeniyet ve kültür ihraç edilebilseydi bile bu bir yıl ya da on yılda gerçekleşebilecek bir şey olmayacaktı, hele tepeden inme bir şekilde hiç. İnsanların giyimlerini değiştirerek, onlara klasik müzik dinleterek onları Batılı yapamayacağınız gibi ‘Sen Türksün’ diyerek de Türk yapamazsınız. Nitekim yapılamadı da. Ne Türk toplumu Batılı oldu ne de Kürtler Türk oldu.

 

Bu süreçte hangi grubun daha büyük zarar gördüğünün tartışılması abesle iştigal olacaktır. Ancak modernizm adına uygulanan bu baskıcı politikalara en ciddi direniş Kürtler tarafından gösterilmiştir. Kimlikleri reddedilen, dilleri yasaklanan, eziyet edilen ve hatta kıyıma uğratılan bu halk cumhuriyetin kuruluşundan beri asimilasyona karşi çeşitli şekillerde direnmiştir. 30 yılı aşkın süredir de PKK silahlı bir mücadele sürdürüyor. PKK’ nin yöntemleri veya samimiyeti hususunda farklı görüşler olsa da su aşamada bunları tartışmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Evet PKK sivillere yönelik eylemlerde bulunmuştur ama buna karşılık devlet de Kürt sivilleri öldürmüştür. PKK’ nin samimiyeti konusunda şüphesi olanlara da bu çatışmalar üzerinden politika üreterek siyaset yapanları hatırlatmak yeterli olacaktır sanırım. Kişisel olarak şiddeti ve silahı meşru bir araç olarak kabul etmesem de PKK’ nin Kürt halkının varolma mücadelesinde önemli bir yeri olduğunu kabul ediyorum. Benim gibi düşünen, silaha karşı olan diğer insanlar da muhtemelen PKK’nin Kürt halkı nezdinde ki gerçekliğini kabul edeceklerdir. Bu yüzden PKK’ nin ya da devletin geçmişteki eylemlerini tartışmayı bir kenara bırakıp barışa odaklanmalıyız. Zamanında baskıya karşı bir bütün olarak karşı durmayı başarabilseydik belki bugün bu kadar çok insanımızı kaybetmemiş olacaktık. Bu treni kaçırdık ama barışa sahip çıkma şansı halen elimizde.

 

İsmi Kürt barışı olsa da bu süreçte atılacak adımlar Türkiye’ nin demokratikleşmesi yönünde atılmış adımlar olacak aslında. Kürt halkının hak talepleri meşru ve demokratik bir hukuk devletinde zaten mevcut olması gereken haklar. Bu açıdan bakıldığında süreci en az Kürtler kadar sahiplenmemiz gerekiyor. Demokratik, özgürlükçü, çoğulcu bir devlet istiyorsak bu sürecin vaad ettikleri sadece Kürt halkına değil hepimize hitap ediyor. Barış sadece Kürtleri değil Türk ve diğer etnik grupları da özgürleştirecek.

Yorumlar (1)
  1. bedri on said:

    Halihazırda vuku bulan şeyler için sadece barış vurgusunun yapılması çok yeterli olmayacaktır. Bir silah bırakma ve tartışma/konuşma sürecinin başlaması olarak değerlendirmek daha sahici bir zemin olur gibi. Bu zemine dikkat cekmekteki amacım bir adım sonrasına dönük olarak düşünmenin elzemliligine dikkat çekmek. Sadece türk modernizminin tasfiyesi yada reorganizasyonu ne kürtler, ne türkler ne de diğer hak mahrumiyeti yaşamış gruplar için kafi gelmemelidir kanaatindeyim. Çünkü yaşadığımız, olanca azginligiyla devam eden bir saldırının sonuçları. Kendi adıma ümidim odur ki bu sadece barışla neticelenen ve hak iadeleriyle sonuçlanan “liberal” bir çerçeveye hapsolmaz. Bu ülkenin tüm gerçek ezilenleriyle birlikte bir karşı saldırının imkanlarına kapı açabilir. Yazı için teşekkürler. Elinize sağlık.