ANADİLİNİN ÖNEMİ VE ANADİLİNDE EĞİTİM
13:06 2 April 2013

EĞİTİM SEN

(Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası)

Adına Sahibi

Zübeyde Kılıç Öztürk

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Serpil Açıl Özer

Kapak/Dizgi

Eğitim Sen

Baskı

Hermes Ofset

Kazım Karabekir Cd. 39/16 İskitler / ANKARA

Basım Tarihi: 14.04.2010 • Basım Adedi: 1000

Mart 2010-ANKARA

EĞİTİM SEN

(Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası)

Cinnah Caddesi Willy Brandt Sokak. No: 13 06680 Çankaya/Ankara Telefon: (0.312)439 01 14 (pbx) Faks: (0.312) 439 01 18 www.egitimsen.org.tr / [email protected]

 Başta Doç. Dr. Kemal İnal olmak üzere broşürün hazırlan­masında emeği geçen Eğitim Sen Anadili Atölyesi katılımcı­larından Prof. Dr. Fatma Gök, Yrd. Doç. Dr. Olgun Akbulut, Zeri İnanç, Ünal Üzmen, Dr. Elçin Aktoprak, Kadir Yalınkılıç, Doç. Dr. Hasan Hüseyin Aksoy, Cumhur Bal, Sami Tan ve atölye dışından görüş ve önerilerini bizlerle paylaşan Necmiye Alpay ‘a teşekkür ederiz…

 

 

ANADİLİNİN ÖNEMİ VE ANADİLİNDE EĞİTİM

 

Dil, bir iletişim aracı olmaktan çok daha fazla şeyi ifade eder. Her dil, o dili konuşan toplumun tarihi­nin ve kültürünün taşıyıcısıdır da. “Bir lisan bir insan iki lisan iki insan” atasözü, birden fazla dil bilmenin kişiye katacağı zenginliği çok güzel vurgular. Birey ne kadar çok dil bilirse ufku da o kadar genişler. Ancak her in­san için anadilinin ayrı bir önemi ve yeri vardır. Anadi­li kişinin dünyayla ilk iletişim kurma sürecinde edinip öğrenmeye başladığı ve dolayısıyla kişiliğinin, kimliği­nin, duygusal ve zihinsel gelişiminin ayrılmaz bir parça­sı niteliğini taşıyan dildir. İkinci dil öğrenmediğimizde bir eksiklik yaşayabiliriz ama anadilimizi yitirdiğimizde benliğimizin ve kimliğimizin, duygusal ve zihinsel bü­tünlüğümüzün çok önemli bir tamamlayıcısından mah­rum kalırız. Anadilinizi konuşamadığınızı bir düşünün! Ne olur acaba? Kişi kendini başka bir dilde ifade edemez mi? İlle de kimliğini yaşayabilmesi için anadilini kul­lanabilmesi şart mıdır? Sorular arttırabilir; ama gerçek olan şudur ki, anadilimiz, kendimiz ve kimliğimiz kadar hayati, gerçek ve önemlidir.

Bir dili kullananlar bulunduğu müddetçe, o dilin yok olmayacağı açıktır. Ancak günümüzde pek çok dil yok olma/edilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmakta­dır. Modern yaşamın doğal akışı içinde kullanılmaktan vazgeçilen, o dili kullanan toplum fertlerinin azalmasıy­la, artık kullanan kalmadığı için kendiliğinden yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan dillerin yanı sıra bir de konuşuldukları ülkelerin devletlerince yasaklandığı için gelişmesi engellenen, bu nedenle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan diller bulunmaktadır. Yeryüzünde insanlığın ortak kültürel zenginliğinin nadide birer par­çası olan dilleri, tehlikeli gören, yasaklamaya, dolayısıy­la yok etmeye çalışan ülkeler bulunmaktadır.

Özellikle ulus-devlet inşa süreçlerinde homo­jen bir topluluk yaratma politikalarının, kültürel ve dil­sel çeşitlilik ve zenginlikler açısından ciddi tehdit ve tehlikelere yol açtığı bilinmektedir. Bilim çevreleri bu tehlikenin ortadan kaldırılmasının ve dilsel zenginliğin korunmasının ancak anadillerinin öğretimiyle ve anadi­linde eğitimle mümkün olabileceğini dile getirmektedir. Bu bilimsel doğruyu dikkate alan pek çok ülkede çok dilli eğitim modelleri geliştirilerek hayata geçirilmiştir. Çok dilli bir gerçekliğe sahip olan ülkemizde ise bu sü­reç henüz tartışma aşamasındadır. Ancak ne yazık ki ül­kemizdeki tartışmalar dilsel zenginliğin insanlığın ortak mirası olarak korunması gerekliliği, pedagojik ilkeler ya da eğitim hakkı yerine sadece Kürt sorunu bağlamında yürütülmektedir. Bu ise tartışmanın dar kalmasına ve kutuplaştırıcı bir hal almasına neden olmaktadır.

Bundan dört yıl önce tüzüğünde yer alan “anadi­linde eğitim hakkı” maddesi nedeniyle kapatma tehlikesi yaşayan sendikamız Eğitim Sen, anadilinde eğitim tar­tışmalarının hapsedildiği aşırı politize ve kutuplaştırıcı bağlamından çıkarak eğitim hakkı ve pedagojik ilkeler açısından ele alınabileceği bir bağlama oturtulması ge­rektiğini düşünmektedir.

 

 

Dil sadece bir iletişim aracı değildir!

 

Dil, insanlar arasında anlaşmayı ve iletişim kur­mayı sağlayan bir araçtır.

Dil. insanlar arasında anlaşma ve iletişim kurma­nın yanı sıra, düşünmenin de başlıca aracıdır.

Dil, kendi yasaları olan, yaşayan, gelişen, zaman zaman da ölen, yok olan bir simgeler sistemidir.

Her dil belirli bireylerin anadilidir. Anadili, dün­yaya gelişinden itibaren bireyin her tür ruhsal edinimi­nin, duygularının, bilgilerinin, kültürünün biçimlendiği ve taşındığı ortamdır.

Dil, bir halkı ya da topluluğu birleştiren, ortak hedeflere yönelten ve sosyal olarak yeniden üreten bir kültürel miras ve tarihsel bir zenginlik kaynağıdır. Ay­rıca uzun bir dönem içinde şekillenen sosyal bir kurum­dur.

Dil. bir kültürün taşıyıcısı, hatta aynasıdır.

Bir toplumun kimliğini anlamak için diline bak­mak gerekir. Nihayetinde dil, ana gösterge, sembol ve kimlik kaydıdır. Dil, düşüncenin ayrılmaz bir parçasıdır.

Beyinin, belleğin ve zihnin kendini nesnel ve so­mut olarak göstermesinin zorunlu bir öğesidir.

Dil, o dili konuşan halk için bir tür müzedir, taşı­yıcısı olduğu her kültür için bir tür anıttır.

 

Dilin farklı biçimleri

 

Dil, sözel (sözlü, yazılı) ve görsel olmak üzere iki temel biçim alır.

Sözel dil, konuştuğumuz ve yazdığımız dildir. Sözlerle ifade edilen dildir.

Yazılı dil, eskiden parşömen sonra kağıt gibi nesnelere yazılan semboller sistemidir. Semboller siste­mi olarak her dil bir alfabe şeklinde sistematik bir biçim alabilir.

Görsel dil, resimin ya da görüntünün dilidir. Si­nema filmleri, afiş, resim, TV ve bilgisayar gibi kitle ile­tişim araçlarının ekran görüntülerinin görsel bir anlatımı vardır.

Ayrıca beden dili, müzik dili gibi farklı iletişim ve anla­tım araçları olan dillerden de söz edilir.

Günümüz toplumlarında dillerin bu farklı biçim­leri aynı kitle iletişim aracında ya da ortamında birlikte kullanılabilmektedir.

 

Anadil, anadili ve anadilinin öğretimi

 

Anadil (kök dil) terimi, dil ailesi içinde kendin­den farklı diller türetecek kadar zengin, eski ve kapsamlı dilleri ifade eder. Örneğin, bir anadil olarak Türkçeden farklı Türkçeler doğmuştur (Türkiye Türkçesi, Kıbrıs Türkçesi, Azeri Türkçesi, çeşitli Türki halkların Türkçe­si vb.).

 

Anadili ise, çocuğun kendi annesinden, ailesin­den, çevresinden, içinde bulunduğu kültürel/dilsel top­luluktan belirli, bilinçli bir öğrenim evresi olmaksızın edindiği, öğrendiği dildir. Anadili, insan kadar doğal olan, insanın hayatında vazgeçilmez yeri bulunan dildir. Anadili edinimi ve öğrenimi, hemen doğumun ardından başlayan, bebeklik ve çocukluk yıllarında elde edilmesi biçimlenen dildir.

 

Anadilinde eğitim, öğrencinin tüm derslerinin anadilinde işlendiği bir eğitim sistemini anlatır. Çocuk tüm müfredatı, dersleri kendi anadilindeki eğitim ma­teryalleri (ders kitapları, dergi, harita vb.) ile öğrenir. Anadilinin öğretimi ise, dersler egemen dilde işlenirken anadilinin de ikinci bir dil dersi gibi verildiği bir sistemi ifade eder.

 

 

 

 

Dünya dilleri: İnsanlığın dil hazinesi

 

Yukarıda dilin sadece bir iletişim aracı olmadı­ğını vurguladık. Bir dil onu kullanan toplumun kendine has anlam evreninin içinde yaşadığı, yeniden üretildiği ve gelecek kuşaklara taşındığı canlı bir yapı olma özelli­ğine de sahiptir. Bu nedenle bir dilin korunmaması, yok olması aynı zamanda insanlığın ortak geçmişinin ve kül­türel mirasının bir halkasının da kaybolması anlamına gelmektedir. Ne yazık ki günümüzde binlerce dil yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. UNES­CO 21 Şubat 2002 tarihinde yayınladığı Dünya Dilleri Atlasında dünyada konuşulan 6.000 dilin yarısının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu belirtmişti.

 

Dillerin yok olması/edilmesi, dil kırımı ve dil emperyalizmi

 

Egemen dil diğer bir dilin yerini aldığında ve anne-babalar evde ya da başka mekânlarda çocuklarına anadillerini artık öğretmediklerinde o anadili yok olur ya da yok edilmiş olur. Bu durum, daha çok yerli halklar ve azınlıkların konuştukları dillerin hayat ortamlarının yıkıma uğratılmasıyla gerçekleşir.

 

Geçmişte boyunduruk altına alınan veya köle-leştirilen halklara karşı gösterilen küçümseme, onların dillerine de gösterilirdi. Teknolojik açıdan ilkel olan bir halkın doğal olarak zengin bir dile sahip olamayacağı­na inanılırdı. Örneğin Maya ve Aztek uygarlığını yara­tabilmiş yerli halkların dilleri sömürgeciler tarafından “cahilce”, “geri”, “bozulmuş”, “yetersiz” ve hatta mis­yonerlerin ifadesiyle “şeytan işi” olarak damgalanmıştır. Avustralya’daki Aborijinlerin dilleri de sömürgeciler ta­rafından aynı şekilde küçümsenmiştir. Benzer yaklaşım­lara günümüzde de rastlanmaktadır. Örneğin ülkemizde bile resmi dil politikalarını benimseyen kanaat önderlerinin ve entelektüellerin önemli bir kısmı, Kürtçenin gelişmemiş, entelektüel ve bilimsel bir niteliğe sahip olmayan bir dil olduğu, diğer dillerden çok sayıda keli­me aldığını, hatta illere göre bile Kürtlerin benzer değil, farklı bir Kürtçeyle konuştukları için birbirlerini anlaya­madıklarını iddia etmektedir.

 

Bir dilin yok olmasının/edilmesinin çok çeşitli boyutları vardır: İlk olarak, küreselleşme perspektifin­den hareket edenler dünyada tek bir dilin egemen hale gelmesinin kaçınılmaz olduğunu öne sürerler. Bu dil İngilizce’ dir. İngilizce ekonomi ve bilimin olduğu kadar diplomasinin ve uluslararası örgüt ve ilişkilerin de di­lidir. Örneğin, İngilizce bugün BM’nin tanıdığı 200’ü aşkın ulusal devletin 60’ından çoğunun egemen ya da resmi dilidir. 1966’da dünyadaki mektupların % 70’i, radyo- televizyon yayınlarının % 60’ı İngilizcede yazıl­mış ya da gerçekleştirilmiştir. Bugün neredeyse tüm in­ternet dünyası İngilizcenin egemenliği altındadır.

 

İkinci olarak, ulus-devlet perspektifinden yakla­şanlar, farklı dillerin ulusal birliği ve homojenleşmeyi engellediğini iddia ederek dilde özleşme ve birlik adı allında tek dilliliği savunmaktadırlar. Kimi ulus-devletler özellikle kuruluş aşamasında kendi içindeki azınlıkları fiziken ortadan kaldırmaya (soykırım) varan sert politi­kalar uygulamış, kimi de bunun yerine asimilasyon ya da entegrasyon politikalarıyla azınlıkların kendi varlık­larını yeniden üretmelerinin önüne set çekmiştir. Bu du­rumda da dil kırımı da denilen, dillerin yol edilmesi ol­gusu yaşanmıştır. Daha yaygın politika ise asimilasyon olmuştur.

 

Asimilasyon sürecinde egemen dil dışında ana­diline sahip olanlara kendi dil ve kültürlerinin daha alt statüde, değersiz olduğu hissettirilir. Bu mesaj incelikli yöntemlerle empoze edilebilir. Örneğin, Finlandiya’da Saamilere (Laponlar) ya da ABD’de İspanyol kökenli Amerikalılara, Fince ya da İngilizce dilbilgisini zayıfla­tacağı gerekçesiyle evde yerli/azınlık dilinde (Saamice ya da İspanyolca) konuşulmaması tavsiyesinde bulu­nulmuştur. Evde egemen toplumun dilinin konuşulma­sı için çeşitli profesyoneller (öğretmen, sosyal görevli, dilbilimci vs.) devreye sokulmuştur. Asimilasyon poli­tikaları bir yandan incelikli yöntemlerle sürdürülürken diğer yandan farklı dillerin kullanımı önüne engeller ve yasaklar da konulmaya devam edilebilmektedir.

 

Bir dili kullananlar bulunduğu müddetçe, o di­lin yok olmayacağı açıktır. Ancak bu, yasakların hiçbir etkisinin olmayacağı anlamına da gelmez. Dilin basın yayın araçlarında kullanılmasının engellenmesi, ulusal ve yerel düzeydeki eğitim kurumlarında kullanılmasının yasaklanması, ister istemez dilin gelişimini, o dilde yet­kin edebi ve bilimsel eserler ortaya çıkartılmasını engel­ler. Bu tür yasaklar, dili günlük yaşama hapseder ve bu da hem dilin kendisini hem de o dili kullanan toplumun düşünsel entelektüel dünyasını yoksullaştırır. Resmi dil dışındaki anadillerinin bu şekilde eğitimden başlayarak kamusal alandan dışlanması bu anadillerini kullananlar­da, ancak egemen dili öğrenip konuşarak, sadece o dille iş görerek iyi biçimde yaşayabileceği kanısına yol açar. Egemen dil, yerli topluluğunun kısıtlı sınırlarından dışa­rıya açılmayı kolaylaştırdığı için de tercih edilir.

 

Anadili ile ilgili yasakların en ağırı, hiç kuşku yok ki, anadilinde eğitimin yasaklanmasıdır. Çünkü ana­dili yukarıda da belirtildiği gibi insanın dış dünya ile ilk iletişim kurduğu, dünyayı tanımaya ve algılamaya baş­ladığı, kimlik gelişiminin ilk adımlarını içinde yaşadığı dildir. Konuya ilişkin bilimsel çalışmalar kişinin düşün­sel gelişimi açısından olduğu kadar ruhsal ve kimliksel gelişimi açısından da anadilinde eğitimin önemini ortaya koymuştur.

 

Tek dilliliğin karşısında çok dillilik

 

Dünyada 6000 kadar dil olmasına karşın bu dil­lerin tümü 200 ülkede konuşulmaktadır. Bu da, dünya­nın tekdilli değil, çokdilli olduğunu gösterir. Bazı ül­kelerde yüzlerce dil konuşulmaktadır. Örneğin Papua Yeni Gine’de 850, Nijerya’da 427, Kamerun’da 270, Zaire’de 210, Solomon Adalarında 66, Avustralya’da 250, Hindistan’da 380, Endonezya’da 670 farklı dil ko­nuşulmaktadır. Bütün dillerin % 70’den fazlası 20 ulus-devlette konuşulmaktadır. Bu farklı, zengin ve doğal gerçekliğe karşın tekdilli dünyayı savunanlar, daha çok tek dilin konuşulduğu uluslara mensupturlar ve zamanı geldiğinde herkesin kullanacağı dilin, kendilerinin dili olacağına inanmaktadırlar. İki dillilik mümkündür. İnsan, iki dilden birini kimlik dili, diğerini de ortak anlaşma dili olarak kullanabilir.

 

Çokdilli eğitim politikası ya da çiftdillilik anlayışı

 

Çiftdillilik, kişinin kendisini ikinci bir dilde an­laşılabilir bir biçimde ifade edebilmesidir. Çiftdilli ol­manın, zihinsel ve dilsel gelişime olumlu etkileri olduğu birçok çalışmada vurgulanmıştır. Çiftdillilikte ikinci dil sonradan kazanıldığı gibi iki dil aynı anda da kazanılabilir. İki dilin aynı anda kazanılmasına “eşzamanlı çiftdil gelişimi” denir. Eşzamanlı çiftdil gelişiminde ailenin ço­cukla kurduğu iletişimde doğduğu andan itibaren iki dil kullanılır.

 

Farklı dillerin varlığını inkar eden, onları dışla­yan “tek dil, tek millet” ideolojisi artık terk edilmektedir. Dillerin bütünleşme önünde engel ve hatta tehdit olarak görülmesi yaklaşımının yerine farklılıkları zenginlik olarak gören, “toplumsal bütünleşme” den çeşitliliğin, ahengin sağlanmasını anlayan bir yaklaşım gelişmiş ve bu doğrultuda çok dilli eğitim politikaları oluşturulmuş­tur. Bu politikalar hayata geçirilirken farklı dilleri konuşan, farklı kültürlerden gelen öğretmen ve öğrencilerin çoğul kimlikleri ile nasıl baş edileceği; mesela öğrenci­lerin sınıflara nasıl yerleştirileceği, müfredatta ve sınıf içi öğretimde hangi dile ne kadar zaman ayrılacağı gibi hususlar üzerine uzun çalışmalar yapma ihtiyacı duyul­muştur. Bunlar her ülkenin kendi özgülünde üzerinde durarak kendi modelini oluşturması gereken sorulardır.

 

Bazı ülkelerde çok dilli eğitim modelleri

 

Dünyada eğitim-öğretim dili konusunda yapılan çok değişik tartışmalar farklı ülkelerde farklı modellerin geliştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Özellikle çokkültürlü, çokkimlikli ve çoketnili toplum modelini benimseyen ve hatta bunu bir model çerçevesinde geliştiren bazı ülke­lerde egemen dilin yanı sıra ikinci dilin de öğretilmesi bir politika olarak benimsenmiştir. Aşağıda bazı ülkeler­de uygulanan çeşitli modeller kısaca tanıtılmaktadır.

 

Almanya

 

Almanya’da bazı eyaletlerde ilkokuldan başlaya­rak haftada 3 ile 5 saat zorunlu anadili dersleri verilmek­tedir. Dolayısıyla 1980’li yıllarda yaygın olan çocukla­rın Almancayı iyi öğrenebilmeleri için anadillerinden yoksun bırakılmaları fikri artık savunulmamaktadır. Ül­kede “Ulusal Uyum Planı” adı altında çiftdilli eğitimin gerekliliği yaklaşımı kabul edilmiştir. Bu amaçla ortao­kulun ilk yılından itibaren uygulanacak olan “karşılaştır­malı dil eğitimi” modelleri geliştirilmiş ve denenmeye başlanmıştır. Bu modele göre haftada iki saat Türk ve Alman öğretmenlerin bir arada girebilecekleri dersler düzenlenecek ve her iki dilin de karşılaştırmalı öğretimi uygulanacaktır.

 

Çin

 

Ülkede çok sayıda farklı etnik grup bulunmakta ve yaklaşık 140 farklı dil konuşulmaktadır. 1984 yılında “Ulusal Azınlıkların Bölgesel Özerkliği Yasası” çıkarıl­mıştır. Bu yasayla bölgesel özerklik, bölgedeki dilin ko­runması ve geliştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Özerk bölgeler, o bölgedeki eğitim dili hakkında karar alma yetkisine sahiptir. Azınlık mensubu öğrenciler kendi anadillerinin yanı sıra Çinceyi de öğrenmek zorundadır­lar.

 

Güney Afrika

 

Bu ülkede ırk ayrımcılığına son veren yönetim değişikliklerinin ardından düzenlenen 1993 Anayasası ile dile temel bir insan hakkı olarak bakılmış ve çok-dillilik ulusal bir zenginlik kaynağı olarak ele alınmıştır. Bu anayasayla birlikte İngilizce ve Afrikaans dilinin yanı sıra dokuz farklı Afrika (yerel/kabile) dili resmi dil olarak kabul edilmiştir. Irkçı eğitim sisteminin ortadan kalkmasıyla birlikte çok dilli, çok kültürlü öğrenciler üni­versite ve diğer okullarda bir arada öğrenim görmeye başlamıştır. Güney Afrika’da eğitimin ilk beş yılı çocu­ğun kendi anadilinde yapılmakta, ardından da İngilizce, Fransızca ya da Portekizce ile devam edilmektedir.

 

Bolivya

 

Bolivya’da 1994’te yürürlüğe giren eğitim refor­muyla eğitim sisteminin kapsamlı bir şekilde dönüştü­rülmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda ülkede İspanyolcanın yanı sıra Bolivya’nın 30 yerli dili bütün okullarda hem dil dersi hem de öğretim dili olarak kullanılmaya başlanmıştır.

 

 

 

İsviçre

 

İsviçre, 23 Kantonlu federal bir cumhuriyettir. Ülkenin resmi ve ulusal dilleri Almanca, Fransızca ve İtalyancadır. Romans dili de ulusal dil olarak kabul edil­miştir. Ülke kantonlarının sınırı, konuşulan dillere göre çizilmiştir. Bazı kantonlarda tek dil, bazılarında da bir­den fazla dil kullanılmaktadır. İsviçre anayasasına göre, bölgeler dillere göre ayrılmakta, diller eşit statüde bu­lunmakta ve azınlık dilleri korunmaktadır.

 

İsveç

 

İsveç 1976 yılında Ev Dili Reformu’nu yapmıştır. Bu reform, göçmen çocuklarının İsveç eğitim sistemine katılmalarını zorunlu kılmakla birlikte isterlerse kendi dil­lerini öğrenme hakkına sahip olduklarını yasal olarak ka­bul etmiştir. Anadili öğretiminin amacı, aktif bir biçimde yani sözlü ve yazılı olarak çocuklara çift dilliliğin kazan­dırılmasıdır ve kültürel kimliğin iki yönlü geliştirilmesi­dir. Bu bakımdan İsveç, kültür politikası ve çift dilli eğitim açısından kıta Avrupa’sından farklı bir yapı göstermekte­dir.

 

İsveç eğitim sistemi, evde konuşulan dili eğitimde de geçerli dil olarak kabul etmekte ve en az 5 kişilik grup oluştuğunda anadili öğretimi vermeyi belediyelere bir yükümlülük olarak şart koşmaktadır. Anadili öğretimine ihtiyaç olup olmadığını saptamak üzere okullar her eğitim yılının başında ihtiyaç yoklaması yapmak zorundadır. İsveç’te 32 dil grubuna yönelik olarak anadili öğ­retimi organize edilmektedir. Anadili öğretimi, haftada 2 saat olup öğleden sonra örgün ders saatlerinin dışın­da verilmektedir. Anadili öğretimi dokuz yıllık zorunlu eğitim sürecinde en fazla yedi yıl izlenebilmekte ve bu eğitimin organize edilmesinde velilerin talepleri önemli bir rol oynamaktadır.

 

İsrail

 

Ülke nüfusunun büyük çoğunluğu (% 82) Mu­sevi olmasına ve İbranice konuşmasına karşın ülkede oturan Arap nüfusun (% 18) konuştuğu Arapçaya özel bir statü tanınmıştır. Arap azınlık ilk ve orta öğretimde kendi ana dillerinde eğitim alırken ikinci dil olarak da İbraniceyi öğrenmek zorundadır.

 

Hollanda

 

Hollanda’da bütünleşme politikası ve anadili öğ­retimi yalpalayan bir gelişim çizgisi izlemiştir. Hollan­da 1980’de yabancıların kalıcı varlığını kabul ettikten sonra 1983 yılında yayımladığı Azınlıklar Notasıyla resmi görüşlerini kamuoyuna açıklamıştır. Ülkedeki tüm azınlık gruplarının eşit ve tam gelişme imkânlarının ol­duğu bir toplumun kurulması amacı benimsenmiştir. Bir yandan göç sınırlandırılırken öte yandan da azınlıkların entegre olması hızlandırılmaya çalışılmıştır. 1980’lerin ortalarından itibaren hükümet bir yandan anadili eğiti­mini saat olarak azaltmış, öte yandan işlevlerini yeniden belirlemiştir. Her ne kadar anadili öğretimi haftada 2,5 saat olarak belirlenmiş olsa da, uygulamada bu eğitim bir ders saatiyle sınırlanmıştır. Daha sonra anadili öğretimi kendi başına bir amaç olmaktan çıkarılmış ve ikinci dil olan Hollandaca öğrenimini destekleyen bir “araç dil” haline getirilmiştir. 2000’lerden itibaren ise anadili öğretimi entegrasyona engel olmaktadır görüşü savunul­maya başlanmıştır.

 

 

 

ABD

 

2000″lerden itibaren anadili öğretiminin enteg­rasyona engel olduğu görüşü savunulmaya başlanmış­tır. Ülkede nüfusun dörtte biri tarafından konuşulan İspanyolca, eğitimde ikinci dil olarak yer bulmaktadır. ABD’de anadili İspanyolca olan çocuklara yönelik okul­lar vardır. Bu okullarda İngilizce ve İspanyolca olmak üzere her sınıfın devam ettiği iki eğitim grubu bulun­maktadır. Her grupta söz konusu dilde (İngilizce veya İspanyolca) eğitim veren bir öğretmen ve bir öğretmen yardımcısı vardır.

 

Kanada

 

Kanada’nın nüfusu 33 milyondur. Bunun 8 mil­yonu Fransız kökenlidir. İngilizce ve Fransızca, ülkenin resmi dilleridir. Çebec eyaletinde ağırlıklı olarak Fran­sızca konuşulmaktadır. Ülke çift dillidir. Resmi dilin yanı sıra isteyen kendi anadilinde öğretim veren okul açma ve hizmet isteme hakkına sahiptir. Bu hak anayasayla ko­runma altına alınmıştır. 20 civarında olan diğer azınlık dilleri korunma altındadır. Kanada’da Fransızca eğitim veren okullarda üç model uygulanmaktadır. Bunlardan ilki, okul öncesinde ya da ilköğretimde başlayan erken eğitimdir. Ayrıca 4. veya 5. sınıflarda başlayan ve 7. sı­nıfla başlayan olmak üzere iki ayrı model daha vardır.

 

Bütün okullarda ortak olan, öğretimin en az yarısının he­def dilde yani Fransızca verilmesidir. Ancak okul öncesi ya da 1. sınıfta bu oran % 100’e kadar çıkmaktadır. Bu durumda İngilizce dil dersi 2., 3. ya da 4. sınıfa kadar ertelenebilmektedir. 5 ve 6. sınıflara gelindiğinde her iki dilin de oranı neredeyse eşittir. Hatta 7., 8. ve 9. sınıf gibi ileri sınıflarda Fransızca okutulan derslerin sayısı İngilizce okutulan derslerin sayısı karşısında oldukça azalmaktadır.

 

Fransa

 

Fransa’da okullar çok dillidir. Ülkedeki azınlık dilleri de özel ve resmi okullarda okutulmaktadır. Azın­lık dillerini özel okullarda isteyen öğrencilere öğretil­mesi anaokulundan itibaren serbesttir. Örneğin Bask ve Alsace-Mosell bölgelerinde, isteyen anaokulları ve ilko­kullar eğitimlerini tamamen Bask veya Alsace dilinde verebilirler. Orta öğretimde de durum aynıdır. Devlet bu sisteme mali katkı yapmakla yükümlüdür. Bask böl­gesinde Bask dili, bölgede % 70 oranında devlet, % 30 oranında anne-babalar tarafından finanse edilmektedir. Devlet okullarında veya devletle sözleşmeli okullarda bu dersler, haftada iki saatle sınırlıdır. Çift dilli denilen türde her düzeyde (ana, ilk, orta düzeyde) okullarda ise, 31 Temmuz 2001 tarihli idari karar gereği derslerin yarı­sı Fransızca, yarısı azınlık dilinde okutulur.

 

Belçika

 

Federatif bir ülke olan Belçika’nın üç resmi dili vardır: Fransızca, Flamanca (Felemenkçe) ve Almanca. Nüfusun çoğunluğunu Flamanlar ve Fransızlar oluşturmaktadır. Belçika’da dil grupları özerktir. Bu nedenle üç topluluk (Flamanya, Valonya ve Brüksel), özellikle eği­tim ve kültür konularında kararlarını tümüyle kendileri almaktadır. Brüksel okullarında Fransızca konuşanlar için Flamanca, Flamanca konuşanlar içinse Fransızca öğrenmek zorunludur.

 

 

 

 

Hindistan

 

Hindistan, 22 eyalet ve merkezi hükümete bağlı dokuz idari bölgeden oluşmaktadır. Nüfusun büyük ço­ğunluğu (% 83) Hindulardan ve diğer yerel gruplardan (Müslüman, Hıristiyan, Sih, Budist) oluşmaktadır. Ül­kede 872 dolayında dil ve lehçe konuşulmaktadır. Tüm eyaletlerde İngilizce resmi dil olarak kullanılmakla bir­likte çoğu eyalette Hintçe de resmi dil olarak kullanıl­maktadır. Ülke, dünyada en fazla farklı dil ve kültürü bir arada bulunduran ülkedir.

 

Britanya

 

Britanya’da Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’da anadilde eğitim mevcuttur. Anadilde eğitim hakkı bu bölgelere yetki devri ile özerklik veren yasalarla tanın­mıştır. Ayrıca Britanya Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dil­leri Şartı’nı onaylamıştır. Britanya bu Şart’la Gal, İskoç ve İrlanda dillerini ulusal azınlık dilleri olarak kabul et­mektedir. Böylece uzun yıllardır uygulanan azınlık dille­rine yönelik politika, uluslararası alanda bir yükümlülük olarak üstlenilerek bu konudaki garanti pekiştirilmiştir. Bu şart uyarınca eğitim alanında Gal ve İskoç dilleri­nin kullanılması düzenlenmiş, okul öncesi eğitim, ilköğ­retim, orta öğretim ve üniversite dönemlerinde Gal ve İskoç dillerinde eğitim kabul edilmiş, ayrıca bu dillerin yetişkinler tarafından okul dışı eğitimle öğrenilebilmesinin de önü açılmıştır. İskoç dilinin geleneksel olarak konuşulduğu yerler dışında eğitim dili olabilmesinin önü de açıktır. Gal ve İskoç dillerinin medyada, yargı kurum­larında, idari makamlarda ve kamu kurumlarınca kulla­nımı da düzenlenmiştir. İrlanda dili dahil her üç dilin de kamusal alanda kullanımı serbesttir.

 

 

İspanya

 

1978 İspanyol Anayasası’nın 3. maddesi Kastilya dilinin resmî İspanyolca olarak tanındığı karara bağlanmakta, fakat Kastilya dili dışında diğer İspanyol dillerinin kurulacak özerk bölgelerin statüleri uyarınca ikinci resmi dil olarak tanınması da kabul edilmektedir. 3. madde İspanya’nın bu dilsel çeşitliliğinin kültürel bir miras olduğunu belirterek bu mirasın korunmasına ve saygı gösterilmesine de yer vermektedir. Bu bağlamda bugün İspanyol Anayasası’nda tarihsel milliyet olarak adlandırılan ve diğer 14 bölgeden daha geniş özerklikle­re sahip olan Katalanya, Bask Ülkesi ve Galiçya’da böl­ge halkının dili ikinci resmi dil statüsündedir. Eğitim de bu özerk bölgelerin yetki alanında olan bir konudur ve her üç bölgede de anadilinde eğitim-öğretim mevcuttur.

 

Katalonya’ da 1983’te çıkarılan “Katalan Dilinin Normalleştirilmesi Yasası” bölgede eğitimi iki temel ilkeye dayandırmaktadır. Bu ilkelerden ilki, eğitim di­linin serbestçe seçilebilmesi, ikincisiyse, dil üzerinden bir ayrımcılığa gidilmemesidir. Öğretmenler her iki resmî dili de bilmek zorundayken, öğrenciler istedikleri dilde eğitim alma konusunda serbest olacak; fakat eğer Katalanca müfredatı seçtilerse İspanyolcayı, eğer İs­panyolca müfredatı seçtilerse Katalancayı zorunlu ders olarak alacaklardır. Diğer yandan öğrencilerin genellikle İngilizce ya da Fransızca dillerinden birini öğrenmele­ri de teşvik edilecektir. Katalonya, 1998’de Katalonya Parlamentosu’nun çıkardığı Katalan Dil Yasasının amacı ise okullarda ve kamusal hizmetlerde kullanılan Kata­lancayı uyumlaştırmak, medyada ve kültürel faaliyetler­de Katalancanın daha fazla kullanılmasını ve Katalancanın sosyo-ekonomik alanda fiili olarak kullanımını geliştirmek ile tüm anayasal ve diğer yasal sınırlamalara rağmen Katalonya’ da Katalanca ile İspanyolca arasında tam bir eşitlik sağlamaktır. Eğitim alanında tüm çocuk­ların ilkokulu bitirdiklerinde iki resmî dili de konuşuyor olmaları hedeflenmektedir; fakat Katalanca hem devlet okullarında hem de özel okullarda müfredatın “normal” dili olacaktır. Aslında anne-babaların hâlâ çocuklarının hangi dilde ders göreceğini seçme hakkı vardır. Oysaki yasada kullanılan “normal” tanımı hem 1983’te hem de bu yeni yasada geçerli olan dilsel seçim üzerinde yapıla­bilecek bir ayrımcılık yasağını dolaylı olarak çiğnemek­tedir. Yine 1998 yasası, üniversitelerin her alanda Kata­lanca kullanımını desteklemesini öngörmektedir.

 

Bask Ülkesi’nde Bask Özerklik Statüsü’nün 6. maddesi, Baskçanın aynen İspanyolca gibi Bask Ülkesi Özerk Topluluğu’nun resmî dili olduğunu ve tüm yer­leşiklerin her iki dili de bilme ve kullanma hakları bu­lunduğunu, Özerk Topluluk kurumlarının iki dilin kul­lanımının garantisi olacağını, kimsenin dil üzerinden bir ayrımcılığa maruz bırakılamayacağını hükme bağlamak­tadır 1982’de çıkarılan Bask Dilinin Normalizasyonu Yasası bugün de bölgede geçerli olan eğitim sisteminin temelidir. Bu eğitim sistemine göre Bask Ülkesi’nde dört dilsel model üzerinden eğitim verilmektedir. Öğ­renci velilerine ilk ve orta öğretimde bu dört modelden birini seçme hakkı tanınmaktadır.

 

Türkiye’de anadilinde eğitim tartışmaları

 

Türkiye’nin dil alanındaki politikaları Cumhu­riyetin eğitim ve kültür politikalarıyla iç içe örülmüştür. Cumhuriyet döneminde kurulan veya geliştirilen “Türk Ocakları”, “Halkevleri”, “Türk Yurdu”, “Türk Derneği” gibi kuruluşların misyonu, homojen bir Türk ulusu ya­ratmaktı. Bu kuruluşlarla tek dil politikası benimsenmiş ve kültürel çeşitlilik inkâr edilerek yasaklanmıştır, hatta Türkçeden farklı bir dille konuşanlara para cezası uy­gulanmasının öngörüldüğü dönemler olmuş “Vatandaş Türkçe Konuş” gibi kampanyalar düzenlenmiştir. Bu yaklaşım 1930’lı yıllarda “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” gibi bütün dillerin ve kültürlerin Türk dili ve kültüründen türediği yolundaki savların ortaya atılması­na değin varmıştır. Bu savları ciddi ciddi organize eden Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi yapılanma­lar, Türkçenin öz olarak birçok dilin kaynağı olduğunu; bütün büyük uygarlıkların (Hint, Sümer, Hitit ya da Eti, Mısır, Yunan vd.) köken olarak Türk uygarlıkları oldu­ğunu ileri sürmüşlerdir. Bu tür akıl dışı savlar daha son­ra büyük ölçüde terk edilmiş olmakla birlikte 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında yeniden gündeme getiril­miştir. Dönemin yöneticileri konuyla ilgili birçok uluslararası sözleşmede etnik ve dilsel farklılıkları çağrıştıran maddelere çekince koymuştur. 1982 Anayasası’nın 42. maddesiyle de tek dile dayalı resmi dil politikasının çer­çevesi çizilmiştir: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadille­ri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümle­ri saklıdır.” 1983 tarihli 2932 sayılı Yasa’ nın birinci maddesi de, ülke güvenliği açısından yasaklanan dille­re ilişkin esas ve usulleri düzenlemiştir. Yasanın ikinci maddesi de, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasın­da kullanılamayacak olan diller başlığıyla Türk devleti tarafından tanınmış bulunulan devletlerin resmi dilleri dışındaki herhangi bir dilde, düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayımlanmasını yasaklamıştır. Yasa’nın üçüncü maddesinde de Türk vatandaşlarının anadilinin de Türkçe olduğu, Türkçeden başka hiçbir dilin anadili olarak kullanılamayacağı ve yayılamayacağı belirtilmiş­tir.

 

Bu yasaklamalara karşın daha sonra “Türk Va­tandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Rad­yo ve Televizyon Yayınları Hakkındaki Yönetmelik’ in 5. maddesi ile de sınırlar belirtilmiştir. “…Bu dil ve lehçelerde sadece yetişkinler için haber, müzik ve gele­neksel kültürün tanıtımına yönelik yayınlar yapılabilir, bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapı­lamaz.” Bu değişiklik çerçevesinde TRT’ de haftada bir, yarım saat süreyle farklı dil ve lehçelerde (Kurmanci, Zazaki, Arapça, Çerkezce ve Boşnakça) yayın yapılmaya başlanmış; ardından da yapılan yeni bir düzenlemeyle de önce TRT Şeş Kürtçe tam gün ayın yapmaya başlamış ve sonrasında farklı dillerde yayın yapacak özel televizyon­lara tam gün yayın yapma izni çıkmıştır.

 

Türkiye’de dil alanındaki bütün tek tipleştirme girişimlerine karşın, 1927-1965 yılları arasında yapılan nüfus sayımlarında konuşulan dil (anadili) istatistikleri yayımlanmıştır. Daha sonraki nüfus sayımlarında bu tür istatistiklere yer verilmemiştir. Buna karşın ülkemizde halen Türkçe, Kürtçe, Abhazca, Arapça, Arnavutça, Çer­kesce, Ermenice, Gürcüce, Kıptice, Lazca, Pomakça, Rumca, Süryanice, Tatarca, İbranice gibi dillerin konu­şulduğu bilinmektedir. Böylesi çok dilli bir gerçekliğe sahip olmamıza rağmen Türkiye’de anadilinin korunma­sı, geliştirilmesi konusunun sadece Türkçe üzerinden ve Türkçenin İngilizce karşısında gerileyen konumundan hareketle yapılıyor olması üzüntü vericidir. Son yıllar­da Kürt sorunu ekseninde yaşanan gelişmeler anadiline ilişkin tartışmaların bağlamını genişletmiş, ülkemizde Kürtçe, Arapça, Lazca, Çerkezce, Süryanice gibi daha pek çok dilin konuşulduğu akademik ve entelektüel çev­relerce dile getirilmeye başlanmıştır.

 

Bugün Türkçe dışındaki anadillerinin öğrenimi ve anadilinde eğitime ilişkin çeşitli düzeylerde talepler öne sürülmektedir. Bu taleplerin karşısına başta Anaya­sa olmak üzere mevzuattaki engeller çıkarılmaktadır. Sık sık anayasa değişikliğinden söz edilse de siyasi partilerin yaklaşımındaki sıkıntılar da devam etmektedir. Güvenlik yaklaşımı, konunun asıl olması gereken yerde, akademik dünyada da tartışılmasına, uygulanabilir modeller gelişti­rilmesine de engel olmaktadır.

 

Sonuç olarak anadilleri farklı olan çocukların eğitimin bilhassa ilk kademesinde ciddi öğrenme sorun­ları ve akademik başarısızlık yaşadıkları bilinmesine kar­şın eğitim fakültelerinde bu durum bir araştırma konusu bile olamamaktadır. Türkiye’de anadili Türkçeden farklı olan çocuklar, anadili Türkçe olan çocuklarla aynı öğ­retim programlarına devam etmektedirler. Türkiye’deki eğitim sisteminde Türkçeyi bilmeyen ya da Türkçe bilgi­si yetersiz olan çocuklara yönelik dil eksikliklerini kapa­tacak programlar ve özel yaklaşımlar bulunmamaktadır. Bu durumun ise hem eğitim hakkı hem de eğitimde fırsat eşitliği açısından ciddi olumsuzluklar barındırdığı açık­tır. 2009 yılında vizyona giden İki Dil Bir Bavul filmi, söz konusu olumsuzlukların en naif ve yalın anlatımıydı. Eğitim Sen olarak anadili öğretimi ve anadilinde eğitim konusuna, politik tartışmalar, güvenlik kaygıları ya da devlet politikaları gibi insanı göz ardı eden bir perspektif yerine bu filmde sergilenen insani perspektiften yaklaş­manın daha kazandırıcı olacağına inanıyoruz.

 

Sendikamız başından beri bu yaklaşımı benim­semiş ve anadili öğretimi ve anadilinde eğitim konu­suna çocuğun yararını, eğitim hakkını merkeze alan ve pedagojik ilkeleri gözeten bir yaklaşım geliştirmek için çeşitli konferans ve sempozyumlar düzenlemiş, Demok­ratik Eğitim kurultaylarında bu konuya ilişkin çalışma atölyeleri kurulmuştur. Söz konusu çalışmalardan çıkan sonuçlar doğrultusunda bu konudaki temel yaklaşımımız ile önerilerimiz şu şekilde özetlenebilir:

 

Temel Yaklaşımımız

 

Tek kültür, tek kimlik yaklaşımı hem bireyin hem de toplumların gelişmesinin ve değişimin önünde de ciddi bir engel oluşturmaktadır.

Bütün diller insanlık ailesinin kültürel-dilsel mirasının bir parçası olarak eşit derecede değerlidir.

Anadilinde eğitim temel bir insan hakkıdır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde çocuğun “eğitim hakkı ve bu hakkın fırsat eşitliği temelinde gerçekleştirilme­si gerektiği” (madde 28) vurgulandıktan sonra eğitimin amaçları arasında, ‘”çocuğun kişiliğinin, yeteneklerinin, zihinsel ve bedensel yetilerinin mümkün olduğunca ge­liştirilmesi” (madde 29/a); “çocuğun anne-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı, veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve ken­disininkinden farklı uygarlıklara saygının geliştirilmesi” (madde 29/c); “çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü, cinsler arası eşitlik, ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhu ile özgür bir toplumda, yaşantıyı”, sorumlulukla üst­lenecek şekilde hazırlanması (madde 29Vd); gibi amaçla­ra da yer verilmiştir. Sendikamız, bu amaçların gerçek­leşmesinin koşullarından birisinin de anadili öğretimi ve anadilinde eğitim olduğuna inanmaktadır. Zira eğitim hakkının gerçekleşebilmesinin ve eğitimde fırsat eşitli­ğinin sağlanmasının koşullarından birisi çocuğun anadi­lini öğrenmesi, anadiline değer verildiğini hissetmesi ve anadiliyle eğitime başlamasıdır. Eğitimin yukarıda dile getirilen amaçlarına yönelik olarak başarıya ulaşması da aynı şekilde anadiliyle şakından alakalıdır.

 

Anadili ve anadilinde eğitim konusunun politik tartışmalara hapsedilmesi ülkemiz açısından son derece talihsiz bir durum olup, eksik ve yanılgılı bir yaklaşımın ürünüdür. Bu yaklaşım, bireylerin kişilik gelişimiyle, ye­teneklerinin ve zihinsel yetilerinin gelişimiyle yakından ilgili olan bir sorunun makul çözümünü geciktirmekte­dir. Sorunu sadece politik bağlamda ve “güvenlik” düz­leminde tartışarak, resmi dil dışındaki anadillere sahip olan ve temel eğitime başladıklarında birden bire başka bir dille karşılaşan öğrencilerimizin yaşadığı travmaya, eğitim hakkına, eğitimde fırsat eşitliğine ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin güvenceye aldığı ilkelere dair bir çözüm üretmek mümkün değildir.

 

Eğitim emekçileri olarak birçoğumuz anadili Türkçe olmayan öğrencilerle karşılaştık. Bir kısmımız aynı travmatik deneyimi kendi çocukluğumuzda ya­şadık. Kendi tecrübelerimizden de çok iyi biliyoruz ki bu durum biz eğitim emekçileri açısından da ciddi so­runlara yol açmaktadır. Meslektaşları yıllık müfredatını tamamlarken, kendisi sene sonuna değin öğrencilerine Türkçe öğretmeye çalışan, bunun dışında müfredatı uy­gulayamayan eğitim emekçileri hiç de az değildir. Dola­yısıyla ülkemizde tek dilli eğitimden kaynaklı bir sorun yokmuş gibi davranmamız mümkün değildir. Biz ülke­mizde böyle bir sorun olduğunu kendi deneyimlerimiz­den çok iyi biliyoruz ve bu sorunun bölünme fobisi ve politik kutuplaşmalar ekseninde değil başta eğitim hakkı olmak üzere temel haklar ile pedagojik ilkeler ekseninde tartışılarak makul çözüm modellerine ulaşılabileceğini savunuyoruz.

 

•           Eğitim Sen olarak bu sorunun dar politik bağlamdan çıkartılmasının sadece gerekli değil aynı zaman­da mümkün olduğunu da öne sürüyoruz. Yukarıdaki ör­neklerde görüldüğü gibi dünyanın birçok ülkesinde çok dilli eğitim modelleri uygulanmaktadır. Ülkemizde de çok dilli eğitimin, bölücü değil aksine daha birleştirici olacağına inanıyoruz. Kültürel farklılıkların bir zengin­lik unsuru olduğuna, bölünmeyi değil daha zengin bir birlikteliğin yaratılmasına katkı sunacağına güvenilme­lidir. Bu bağlamda ülkemizdeki bütün diller ve kültürler birer zenginlik kaynağı olarak görülmeli ve tanınmalı, demokratik bir ortam ve iklimin sağlanması için iç barı­şın güçlendirilmesine çalışılmalıdır.

 

•           Çocuğun kendi anadiliyle eğitime başlaması, ülkede kullanılan resmi dili ve hatta başka pek çok dili öğrenmesine ve kullanmasına engel değildir. Aksine, di­ğer dilleri en iyi şekilde öğrenmenin ön koşulunun kendi anadilini en iyi şekilde öğrenmekten geçtiği artık genel olarak kabul edilmektedir.

 

 

 

Önerilerimiz

 

1982 Anayasası’nın yerine toplumu bütün dil­sel/kültürel çeşitliliği içinde kucaklayacak demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır. Yeni Anayasa’nın eğitim ve öğrenim hakkına ilişkin bölümü, insan hakları ve temel özgürlükler ile çocuk haklan konularında düzenlenmiş uluslararası belgeler dikkate alınarak hazırlanmalıdır.

 

Milli Eğitim Temel Kanunu, Üniversite ve Yük­sek Öğretim Kanunu ve Radyo ve Televizyon Kanunu, çokdilli, çokkültürlü toplum gerçeği dikkate alınarak ye­niden düzenlenmelidir.

Devlet, dil konusuna sınırlayıcı olarak karış­mayı bir kenara bırakmalı; bunun yanı sıra bütün vatan­daşlara anadillerinde ve resmi devlet dilinde bir gelişimi garanti etmelidir.

 

Söz konusu dillerin başta eğitim olmak üzere kamusal alanda kullanılabilmesi için gerekli yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır.

 

Türkiye’de kullanılan anadillerine ilişkin net bir envanter oluşturulmalıdır.

 

İyi bir dil eğitimi için öncelikle öğrencilere iyi bir anadili eğitimi verilmelidir.

 

Okul öncesi dönemde sözlü anlatım, okuma, yazılı anlatım çalışmaları ağırlıklı olmak üzere anadili eğitimi örgün bir cetvel içerisinde başlatılmalıdır. İlk ve ortaöğretim kademelerinde bazı temel dersleri de kapsa­yacak şekilde devam etmelidir.

 

Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı bünyesin­de özel temsil hakkı verilmesi suretiyle tüzel bir kişilik oluşturulmalıdır. Bu kurum, anadil eğitimle ilgili sorun­lar hakkında ifade, faaliyet, perspektif, ihtiyaç ve karar­ların alınıp geliştirilmesi, uygulaması konusunda hizmet alanlarla etkileşimli bir biçimde çalışmalıdır.

 

Halk Eğitim Merkezlerinde çokkültürlü çokdil-li eğitim ortamları ve olanakları yaratılmalıdır.

Edebiyat sanat ve müzik müfredatına ülkedeki farklı etnik ve kültürel kesimlerin ürünleri de konulmalı­dır.

 

Üniversitelerde ülkede kullanılan farklı anadil­lerine ve kültürlere ilişkin anabilim dallan ve enstitüler kurulmalıdır.

 

 

Kaynakça

 

Akbıılut, O. (2008), Barış İçinde Birlikte Yaşamanın Hukuk Zemini, İstanbul: On İki Levha Yayıncılık.

Alpay, A’. (2007), Dilimiz, Dillerimiz. Uygulama Üzerine Yazılar, istanbul: Metis yay.

Ayan Ceyhan, M., ve Koçbaş. D. (2009). Çifldillilik ve Eğitim, Eğitimde Haklar II Projesi. Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi Raporu.

Bascpıe: The Bascpıe Language and Eıhıcalion in Spain, 2nd ed., Regioııal Dossiers Series, Leeuwarden. MERCATOR. 2005.

Benton. J. 12007), “Küreselleşme ve kendini Yönetme Hakkı: Eğitimsel Ba­kış Açıları”, içinde E. Oğuz ve A. Yakar (yay. haz.). Küreselleşme ve Eğitim. Ankara: Dipnot yay.

Canatan. K. “Avrupa Ülkelerinin Azınlık politikalarında Türkçe Anadil Eğiliminin Konumu. “İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri”, Tıırkislı Stıı-dies/Türkoloji Araştırmaları. Volııme 2/3, Sıımmer 2007, pp. 159-172.

Çakılan Language Act. <hltp://\VK\v.faııs-ıııoliner.com/jidf/capsııI2i.pdf

Costa. Josep, “Calalan linguistic policy: liberal or illiberal?. ” Nalions & Sationalism. Vol. 9 (3). 2003. s. 413-432.

The Slalııte Of Aııtonomy Of The Bascpıe Country. <u\vw.hastpıes.eııskadi. net/t32-448/en/coııtenidos/informacion/estatutoj?ııernica/enjl55/adjun-tos/estatıı i.pdf>

Concil oj’Eıırope, Etıropean Çharler for Regioııal or Miııority I.anguages, 2000, hltp://w\vw.coe.int/t/e/legalaffiıirs/local_and_regional’_democracy/ regioııal or miııority languages 1 ılıe charierTurki.ili.pdf

Crystal. D. (2007). Dillerin Kaili. Bir Dilin Ölümü Bir Milletin Ölümüdür, çev. Gökhan Cansız. İstanbul: Profil yay.

Çaııdaı: C. “Kürt kimliği-anadil: anadil Kürtçe… “, Radikal, 24Aralık2008.

 

Çelik, Z. (2002), Language Engineering And The Formadan Of A Nation: Turkey Behveen 1932-193$. Unpublished Master Thesis. METU.

Dardei: A. 1199lı. Culıııre anıl Potver in ılıe Classroom. A Critical Founda­tion far Biculltıral Eılucalion. li’estport. Connecticııl. Landon: Bergin and Garvey.

Devrim. H. “Çok dilli Kanada daki durum “. Radikal. 5 Mart 2009.

Eğilim Sen. (2005). 4. demokratik Eğilim Kurultayı. “Eğitim Hakkı “. 1-5 Aralık 2004. Ankara: Eğilim Sen Yayınları.

Göle, N. ( 2009). İç İçe Girişler: İslam ve Avrupa, çev. Ali Beıkiay, İstan­bul: Metis yay.

Kaya. N. (2009). Unutmak mı Asimilasyon mu? Türkiye ‘ııin Eğilim Siste­minde Azınlıklar. Rapor, Uluslar arası Azınlık Hakları Grııhıı.

Seltle. D. ve Romaine. S. (2001). Kaybolan Sesler. Dünya Dillerinin Yok Olııs Süreci, çev. Harun Özgür Tıırgan, İstanbul: Oğlak yay.

Yağmur. K. “Türk öğrenciler arasında dil kullanımı, tercihi ve Türkçe’nin Hollanda daki gücü”. htlp: www. tıırkce-icin-el-ele. nl/tanitim/ııırkce_icin_ el_ele-2.doc.

Oran. B. “Fransa’da yargı, eğilim ve dinde durum fevkalade bölücü!”, Ra­dikal. 10 Eylül 2009.

I97S İspanyol Anayasası, <http://www.serval.itnibe.ch/icl/spOOOOO .html •

Comments are closed.