Çerkesler
21:20 17 June 2013

Guşıps Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Yaşar Güven tarafından hazırlanan Çerkesler raporu yeni başlayanlar için başvuru kaynağı olma  niteliğinde. Olayları kronolojik olarak akıcı bir üslupla kaleme alan  yazar 1864 yılında dönemin büyük güçlerinin pozisyonlarını da okuyucuya aktarıyor. Raporda Çerkesler’ in Türkiye’deki serüvenlerinin ve yaşadıkları kültür erozyonunun sebep ve sonuçlarına da değiniliyor.

 

Karadeniz ile Hazar Denizi arasında uzanan, mitolojiye konu olan Kafkas sıradağlarının ikiye böldüğü Kafkasya’nın kuzeyi, Çerkeslerin tarihsel olarak var ola geldikleri coğrafyadır.

Tarihçilerin Çerkesya olarak andıkları ve 19. yy. dahil Rusya ve Avrupa kaynaklı haritalarda Çerkesya olarak isimlendirilen Kuzey Kafkasya’da, hem yerleşik hem de akınlar ve göçler sonucu sonradan yerleşmiş ve süreç içinde Kafkasyalı olmuş birçok halk bir arada yaşardı. Halen de öyledir. Adığe, Abaza, Vubıh, Oset, Çeçen, İnguş, Karaçay, Balkar, Lezgi, Avar, Lak, Andi, Kumuk vd.

 

Tarihsel Süreç

 

Antik Yunan ve Roma tarihçileri; Heredot (MÖ 5.yy), Skilakos (MÖ 4.yy), Strabon, Sicilyalı Diodoros (MÖ 1.yy) vd., Azak denizinin doğusundan başlayarak Kafkasya’nın Karadeniz sahili boyunca yaşayan toplulukları anarken; Meot, Sind, Kerket, Toret, Ahey (Zih), Genioh, Sanig, Sadz, Abazg gibi topluluklardan söz ederler. Bu topluluklar günümüz Adığe, Abaza ve Vubıh halklarının atalarıdır.

Yunanlılar MÖ 7.yy.’dan itibaren Doğu Karadeniz’e yerleşmeye başlar. Kurulan kolonilerle ticari ilişkiler sürer. Bospor antik devleti oluşur. Sind ve Meotlarla Bospor’un ilişkileri söz konusudur. Sindika krallığının MÖ 4. yy. da Bospor devletine katıldığı, Meot-Bospor savaşlarının olduğu ve bir dönem Bospor’un Meotlar üzerinde de hakimiyet kurduğu antik dönem tarihçilerin kayıtlarına geçmiştir.

Yunan mitleri ile Çerkes mitleri (Nart Mitolojisi) arasında, kopyalandığını düşündürecek derecede benzerlikler söz konusudur. Ateşin insanlara getirilişinde Promete ve Nasren Jake ile Batraz, Troya savaşı kahramanı Akilleos ve Sosruko karakterleri en tipik olanlarıdır. Bir not düşmek gerekirse; Promete’nin zincirlendiği dağ Olimpos değil, Kaf dağıdır.

Kuzey Kafkasya (KK) tarih boyunca pek çok akına ve süreli işgale uğradı. Yanı sıra çeşitli nedenlerle gerçekleşen göçlerin de geçiş alanı oldu.

Meot ve Sind topluluklarının tarihsel süreç içinde Kimmer ve İskitlerle komşulukları ve ilişkileri söz konusudur. Çerkes kimliğinin/kültürünün oluşumunda bu ilişkilerin etkisi olmuştur. Ardından göçebe topluluk olan ve Karadeniz’in kuzeyi ile Kafkasya’da yerleşik yaşama geçen Sarmatlarla komşuluk başlar. Meot-Sarmat ilişkileri ve etkileşimi ile Sarmatların ardılları Alanlarla MS ilk yüzyılda kurulan ilişkiler de önemlidir. 

4. yy.da Hun akınları, Kafkasya’da etkili oldu. Hunlar Kuban bölgesini harabeye çevirdi. Hunlardan sonra Avar dalgası geldi. Bunu Bulgar akınları izledi ve ardından Hazarlar bölgeye hakim oldu. Daha sonra Macar, Peçenek ve Kıpçak akınları söz konusu. Kafkasyalı halklardan Balkar ve Karaçay kimliğinin oluşumunda Bulgar ve Kıpçak etkilerinin olduğunu tarihçiler yazmıştır.

6. yy.’da Bizans’ın Adığe, Vubıh ve Abazalarla ilişkileri başladı. Yerli halklar Hıristiyanlıkla tanıştı. Bizans etkisi, 8. yy. sonlarına kadar devam etmiştir.

Kafkasya’nın yerli halkının Slavlarla ilk ilişkisi Çarlık Rusyası öncesi Kiev Prensliği döneminde gerçekleşti. 944 yılında Hazar ordusunu yenilgiye uğratan Kiev Prensliği, Taman yarımadasındaki Tmutarakan Prensliğini kendisine bağladı. Bu prensliğin halkı etnik açıdan karışıktı ve Çerkesler de vardı. 12. yy. başlarında Kiev Prensliğinin düşüşü ile Tmutarakan hakimiyeti son buldu.

Kafkasya’da yaşamı derinden etkileyen, büyük kitle kıyımlarının görüldüğü ilk dönem, Moğol işgalleri dönemidir. 1220 yılında ilk Moğol dalgası Güney Kafkasya üzerinden geldi. Doğu Avrupa’yı da alt üst eden ikinci Moğol-Tatar dalgası 1237-38 yıllarında geldi. Acımasız yağma ve kıyımdan kurtulmak için Alanlar dağlık bölgeye kaçtı ve bugünkü Kuzey Osetya bölgesine yerleşti. (Kuzey ve Güney Osetya’da yaşayan Osetler, Alanların devamıdır.)

13. yy.’dan itibaren, KK’yı da etkisine alan Altınordu devleti görülüyor. 1394 yılında Timurlenk’in orduları güneyden Kafkasya’ya girdi. 1395’te Tohtamış’ın komutasındaki Altınordu, Timur ordularının önünde duramadı. Sonrasında da Timur Kafkasya’yı talan etti, çok ciddi tahribata ve büyük nüfus kaybına neden oldu.

 

Osmanlı ve Çarlık Kafkasya’da..

 

1434’ten itibaren Kırım Hanlığı Giray Hanedanı önderliğinde bir güç olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Karadeniz’deki ticari ilişkilerde Osmanlı ve Kırım kontrolü başladı. 1475 yılından itibaren Kırım, Çarlık Rusyası tarafından yıkıldığı 1783 yılına kadar, Osmanlıya bağlı bir uydu devlet konumunda idi. Kırım-Kafkasya ilişkilerinin, özellikle Osmanlının köle ticareti nedeniyle genelde savaş ortamında sürdüğü tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır.

16. yy. başlarında Kırım Hanlığı ile Rusya doğrudan komşu olmuştu. Kırım ve KazanHanlıkları birlikte hareket ederek Moskova Prensliğini sıkıştırıyordu. Korkunç İvan ile başlayan Çarlık döneminde, 1552’de Ruslar Kazan’ı, ardından Astrahan’ı ele geçirdiler ve Kuzey Kafkasya(KK) sınırına dayandılar. Kırım Hanlığı ile ilişkilerde savaştan, haraçtan bunalan, ticaretin Osmanlıların kontrolünde yürümesinden de rahatsız olan bir kısım Çerkes prenslerinin, 1550’li yıllarda Çarlık ile temas kurdukları kayıtlardadır.

 

Osmanlı, Çarlık, İngiltere kıskacı..

 

Vatanlarında özgürce yaşamak isteyen Çerkesler, dönemin iki büyük gücü Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu (ve kontrolündeki Kırım Hanlığı) arasında kaldı.

1736-1739 yıllarındaki Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki savaşa sonradan Avusturya da katıldı. Çarlık Rusyası kesin bir başarı kazanamasa da diplomaside başarılı oldu ve Belgrad Anlaşması 6. maddesine Kabardey bölgesinin tarafsız olduğunu yazdırdı. Çarlık Rusyası’nın Karadeniz ve Akdeniz’e inmeyi ‘büyük hedef’ olarak gördüğü bilinir. Bu hedef için Kafkasya’nın ele geçirilmesi gerekiyordu. Çarlık Rusyası Kafkasya hakimiyeti için gereken her şeyi yapmaya kararlı olduğunu, ilişkilerin başlangıcından itibaren belli etmişti ve politikası netti; “Bize gerekli olan Çerkezistan’dır, Çerkesler değil”. Koşulsuz biat isteniyordu.

Kırım Hanlığı’nın 1475 yılında İmparatorluğa bağlanması ile, Osmanlının Kafkasya ilişkilerinin başladığı söylenebilir. Ferah Ali Paşa, 1781’de Çerkezistan Valisi olarak Soğucak Kalesi’ne gelerek, Osmanlı adına ciddi anlamda Kafkasya çalışmalarını başlattı. İslam dinini Çerkesler arasında yaymaya çalıştı ve Çarlık Rusyası’na karşı Osmanlı politikasını yürütmeye başladı. Sonrasında birçok Osmanlı Paşası Soğucak ve Anapa Muhafızı olarak görev yaptı.

Osmanlı-Rus savaşları sürerken diğer yandan Kafkas-Rus savaşları başladı. Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar her yerde savaş oldu. Dağlık coğrafi yapının avantajlarını kullandı yerli halk ve sürekli hareketli-küçük birliklerle savaşarak direnişi yıllarca sürdürdüler. Ancak KK’da merkezileşememiş feodal yapınedeniyle düzenli bir askeri birlik yoktu. Gerek asker, gerekse askeri teçhizat açısından eşitsizlik vardı ve bu durum Çerkesler açısından yenilginin temel nedenlerinden biri oldu.

Osmanlının, Kafkas-Rus savaşları boyunca yardım vaatleri devam etti. Vaatlerin gerçekleşiyor görünmesi ve savaşın sürmesi için; bir miktar kullanılmış tüfek, fıçılar içinde fire oranı yüksek barut, hantal ve dağlık koşullarda pratik kullanımı olmayan toplar gönderildi. (Kayıtlara geçen yardım; 15 top, 300 fıçı barut, 4 topçu subayı.)

Osmanlı İmparatorluğu açısından bakıldığında açıkça görülen, doğu sınırlarının Kafkas-Rus savaşları sayesinde korunduğu idi. Çarlık Rusyası Kafkasya genelinde 200 bin civarında asker bulunduruyordu. Osmanlının doğu sınırında ise sadece 10 bin asker. Yanısıra bu savaşla Osmanlı Balkanlar konusunda da kısmen rahattı. Nitekim Balkanlardaki Osmanlı egemenliği, Kafkasya’daki savaşın bitiş tarihi olan 1864 sonrası 13 yıl içinde adım adım sona erdi.

Osmanlı-Rus anlaşmalarının birçoğunda –1774 Küçük Kaynarca,1783 İstanbul, 1791 Yaş– Kafkasya’ya dair kararlar vardır. Yerli halkın gıyabında verilmiş kararlar.

Çerkesya’nın siyasi konumunu, 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda, 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Anlaşması değiştirdi. Osmanlı İmparatorluğu Çerkesya’yı Rusya’ya bıraktı. Karadeniz kıyısında birkaç kalesi vardı Osmanlının, Çerkesya Osmanlı toprağı değildi ve Çerkesler de Osmanlı Sultanı’nın tebası değildi. Padişah kağıt üzerinde Çerkesya’yı Çar’a vermişti.

Sadece Osmanlı değil, İngiltere de yardım vaatleri ile savaşı uzatmaya çalıştı.

1834 yılından itibaren İngiltere adına Kafkasya’ya gelen David Urquhard, destek vaadinde bulunmuştu. Ruslarla hiçbir şekilde ilişki kurulmaması doğrultusunda ciddi çalışmalar yapan Urquhard, 1838’de Glasgow’daki bir toplantıda ‘İngiltere Çerkesleri desteklemektedir’ der ve gerekçesini açıklar; ‘Çerkesler Hindistan’ın bekçileridir’.

İngiltere’nin hakimiyetini sürdürdüğü Hindistan Bölgesi’ne, coğrafi olarak yakın başka bir ülkenin yani Çarlık Rusyası’nın göz dikeceği biliniyor ve Kafkasya’da olabildiği kadar çok oyalanmasıisteniyordu. Nitekim Çar I.Petro1722 yılında; “Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız…” demişti.

İngiltere’nin yardımı, yapılan toplantılarda ateşli nutuklarla İngiliz vatandaşlarından toplanan bir miktar para ve erzak gönderilmesinden ibarettir.

İngiliz ve Osmanlı ikiyüzlü politikasının örneklerinden biri Kırım (Doğu) Savaşı (1853-1856) sonrası imzalanan Paris Anlaşmasıdır. Savaşın galibi, Çarlık Rusyasına karşı İngiltere-Fransa-Osmanlı ittifakı olmasına karşın anlaşma metninde KK’ya dair tek bir kelime yoktur.

İngiltere, Çerkeslerin yenilgisinin kaçınılmazlığını gördüğünde de; Çarlık Rusyası ordusunun Çerkeslerle güçlenmesini engelleyip, savaşı Çerkeslerin de yer alacağı Osmanlı ordusu üzerinden sürdürmeyi planlamış ve Osmanlıya Çerkes sürgününü desteklemiştir.

Kafkasya’nın doğusunda, Dağıstan ve Çeçen-İnguş Bölgesi’nde 1859’da Şeyh Şamil’in teslim olması sonucu hakimiyeti ele geçiren Çarlık ordusu, bütün gücüyle batıya yüklendi. 1864 yılına kadar süren savaşlar, Adığe, Vubıh ve Abazaların yenilgisiyle sonuçlandı. Çar tarafından Kuzey-Batı Kafkas Halklarına, silahlarını bırakarak ovalık ve bataklık bölgelere yerleşmeleri ya da Osmanlı topraklarına sürgün seçenekleri sunuldu. Seçenek göstermelikti, nüfusun büyük çoğunluğunun Osmanlıya sürgünü önceden planlanmıştı.

Sürgün ve sonuçları

İki düşman güç, Osmanlı ve Çarlık, Çerkesler’in sürgünü konusunda karşılıklı görüşmeler sonucu anlaştı. Çarlık, potansiyel sorun olarak gördüğü Çerkesler’i stratejik konumu önemli, her tür operasyona açık olan Karadeniz kıyı şeridinde bir arada tutmak istemiyordu. Zayıf düşen ve sınır sorunları yaşayan Osmanlı ise savaşabilecek güç peşindeydi.

Kafkasya’nın orta ve doğusunda yani bugünkü Çeçenya, İnguşetya, Dağıstan ve Osetya bölgelerinde görülmeyen sürgün uygulaması, Karadeniz kıyısı civarındaki Çerkes Halkları Adığe, Abaza ve Vubıhlar’a uygulandı.

21 Mayıs,uzun yıllar süren Kafkas-Rus savaşlarında, Çerkesler’in direnişinin kırıldığı gündür. Çarlık Rusyası askerlerinin bayram, Çerkesler’in yas günüdür. 2014 Soçi Kış Olimpiyat Oyunları’nın yapılacağı alan Kbaada Yaylası, RusçaKrasnaya Polyana (Kızılçayır), Çerkes kimliğinin oluştuğu bu topraklar, Kafkasya harekatını yürüten Çarlık Rusyası birliklerinin buluştuğu ve zafer kutlaması yaptığı alan oldu. 1800’lü yılların ilk yarısında merkezi bir yapı kurmaya çalışan Çerkesler, meclislerini Çerkesya’nın başkent ilan ettikleri Soçi’de toplamıştı.

Marx ve Engels, dağlıların Rus Çarlığına karşı verdikleri mücadeleyi; “halkın kendisinin bizzat katıldığı haklı bir özgürlük savaşı” olarak değerlendirmişlerdir. Onların özgürlük savaşımlarını ve onurlu direnişlerini övgü ve takdir­le karşıladıklarını ifade etmişler ve şu sözleriyle onları diğer halklara örnek göstermişlerdir: “Cesur Çerkesler, Ruslar’ı birçok kez ciddi biçimde yenilgiye uğratmışlardır. Diğer halklar, özgürlük isteyen insanların neler yapabileceklerini, onlardan öğrenmelidirler.”

Her anlamda eşitsiz olan savaş boyunca Çerkesler soykırım yaşadı. Çarlık savaşı sadece savaş meydanlarında yapmadı. Köyler basıldı, çocuk-kadın-yaşlı ayırmaksızın insanlar öldürüldü. Ekinler yakıldı, kimi zaman atlara çiğnetildi, Karadeniz’den abluka uygulanarak ticaret ve yardımlar engellendi, Çerkesler açlıkla yola getirilmek istendi. Savaş sırası ve sonrasında yaşanan sürgün, tam bir trajediye dönüştü. Osmanlıya gönderilmek üzere Karadeniz kıyısına sürülen insanların onlarcası açlık ve soğuktan öldü. Yaralılara ve cesetlere köpekler saldırdı. Aylarca açıkta bekleyenler ayrıca bulaşıcı hastalılardan kırıldı.

-Yaklaşık 1.5 milyon Adığe, Abaza ve Vubıh (toplam nüfusun yaklaşık % 90’ı) vatanını terketti.

-500 binin üzerinde insan sürgün yolculuğunda ve ilk yerleştikleri bölgelerde yaşamını yitirdi. Sadece Trabzon’da 53 bin civarında insan öldü.

-Vubıhlar’ın dilini konuşabilen insan kalmadı. Anadolu bir dile mezar oldu. Fransız araştırmacı George Dumezil (ve öğrencisi Charachidze), ‘Son Vubıh’ olarak anılan Tevfik Esenç ile, O’ nun ölümüne dek çalışarak Vubıh dilinin alfabesini oluşturdu. ‘Son Vubıh’, bir sürgünün sonucudur, insanı ürperten bir tanımlamadır. Vubıhlar bütün olanlara inat yaşama sıkıca tutunuyor ve kimliklerini geleceğe taşımaya çalışıyor.

-Kafkasya’nın yerli halklarından Adığeler’in bir boyu olan Natuhaylar’ın adı bugün sadece tarih kitaplarında kaldı, Kafkas-Rus Savaşları bu halkı yok etti.

Yaşananları Çarlık subaylarının yazışmaları ve anılarından, dönemin Moskova ve Avrupa basınından, Moskova, Tiflis ve Osmanlı tarih ve askeri arşivlerinden okumak mümkün.

Rus edebiyatı tarihine de mal olmuştur yaşananlar. Lermontov,İsmail Bey” adlı manzumesinde şöyle diyordu: “Köyler yanıyor, imdada gelen yok / yuvalara dalan yırtıcılar süngüyle / yaşlı, çocuk demeden katlediyorlar / zavallı kızları ve anneleri / kanlı elleriyle kir­letiyorlar”.

 

Sürgün sonrası.. ve yine sürgün

Sürgün sonrası Osmanlı planlı bir iskan politikası uyguladı. Çerkesleri İmparatorluğun sorunlu bölgelerine ve potansiyel tehlikelere karşı bariyer oluşturacak şekilde yerleştirdi. Balkanlar’a Müslüman olmayan halkların civarına, Ortadoğu’da Suriye-Ürdün hattına, Anadolu’da Samsun-Hatay hattı üzerine, İstanbul çevresine Marmara denizi doğu ve güneyine.

Osmanlıda göçmenlik yasası gereği askerlik muafiyeti vardı. Bu yasa “GönüllüBirlikler” oluşturularak aşıldı. Koşulların zorlaması, Çerkesleri istemedikleri pozisyonlarla karşı karşıya bıraktı.

93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında gerek Balkan gerekse Kafkas cephesinde savaştı Çerkesler. Savaş sonucunda Rusya’nın talebi ile 13 temmuz 1878 Berlin Anlaşması’na konan bir madde ile, Balkanlar’daki Çerkes nüfusu yeniden sürgüne tabi tutuldu. Bir kısmı Anadolu’ya, daha yoğun kesimi Ortadoğu’ya gönderildi. Bu ikinci sürgünden sonra hala Kosova çevresinde kalanlar oldu ve onlar da eski Yugoslavya’daki savaş nedeni ile 1989’da Rusya Federasyonu Adıge Cumhuriyeti’ne yerleşti.

 

Sürgünde örgütlülük

 

A.Osmanlı Dönemi

1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanından sonraki kısmi özgürlük ortamında Çerkesler örgütlenmeye başladı.

*Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti (Çerkes Birleşme ve Yardımlaşma Derneği):

1908 yılı Ağustosunda, meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’da kuruldu ve çeşitli yerlerde şubeleri açıldı. Kurucuları arasında yazar Ahmet Midhat Efendi de vardır. Derneğin kurucuları tarafından daha sonra ‘Şimali Kafkasya Cemiyeti’ de kurulmuş, bu oluşum siyasi çalışmalar yapmıştır. Diyasporada ilk kez Adığe ve Abaza dilleri alfabeleri düzenlendi, ‘Guaze’ (Kılavuz-Rehber) adıyla (1911-14) yılları arasında dünyada ilk kez Adığece gazete yayınlandı. Adığece ve Abazaca kitaplar bastırıldı. Latin ve Arap harfleri ile Adığece bastırılan çeşitli kitaplar Kafkasya’daki okullarda ders kitabı olarak okutuldu. Derneğin kadrosunda yer alan kişilerden ana vatana öğretmenler gönderildi.

Şimali Kafkasya Cemiyeti, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Mondros Anlaşması ile İstanbul’a giren İngiliz işgal kuvvetleri tarafından, Çerkes Teavun Cemiyeti ise 1923 yılında yani Cumhuriyet Döneminde kapatıldı.

Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti Düzce’de 3 okul açtı. Kazıkoğlu, Siyokoğlu ve Bataklı Çiftlik köylerinde. Arap harfleri ile Adıgece eğitim verildi.

*Çerkes Kadınları Teavun Cemiyeti (Çerkes Kadınları Yardımlaşma Derneği):

1918 yılında İstanbul’da kurulan dernek, İstanbul’da örnek bir özel okul açtı ve Diyane–Annemiz- adıyla Türkçe-Adığece bir dergi yayınladı. Örnek okul İngiliz işgalinde, dernek 1923 yılında kapatılmıştır.

 

B.Cumhuriyet Dönemi

 

*İlk iç sürgünGönen-Manyas Çerkeslerine uygulanır.

Kurtuluş Savaşı döneminde irili-ufaklı 10’un üzerinde iç isyanı bastıran, Yozgat isyanını bastırmak üzere Ankara’dan geçişinde TBMM’de ayakta alkışlanarak karşılanan ve milli kahraman ilan edilen, savaş boyu telgraf yazışmalarında Ethem bey olarak anılan Ethem, maniplasyonlar sonucu yaşananlara dayanılarak hain ilan edilir ve birden bire Çerkes Ethem oluverir. İsyanları bastırırken Ethem bey, “ihanet” sonucu Çerkes Ethem. Resmi tarih tezleri Çerkes Ethem özelinde de ayıklanmalı ve itibar iade edilmelidir.

Çerkes Ethem’e yardım ve Yunanlılarla işbirliği gibi gerekçelerle iç sürgün kararı alınır. 18 Aralık 1922’den başlayarak Haziran 1923’e kadar, Gönen’in 5 köyü, Manyas’ın 9 köyü, toplam 14 köy; kara ve demir yolu ile Afyon, Sivas, Urfa, Muş, Malatya ve Bitlis’e sürgün edilir. (Bandırma’ya kara yolu ile, oradan trenle Afyon’a ve sonrasında yine kara yolu ile).

Gönen’in Üçpınar köyünden yollarda 45 kayıp verildiği kayıtlardadır.

Sürgün için hazırlık yapıp beklemesi deklare edilen başka köylerin sürgünü, 24 Temmuz’da Lozan antlaşmasının imzalanması ile durdurulur.

Sürgün köyler yaklaşık bir yıl sonra geri dönebildiler.

Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti üyelerinden, aynı zamanda Beşiktaş Kulübü kurucularından milletvekili Mehmet Fetgerey, bu haksız uygulama nedeniyle TBMM’ye iki ayrı sunumda bulundu.

*Aynı dönem; askeri okullarda okuyan Çerkes çocukları okullardan çıkarılmış, askeri okullara giriş için “öz Türk Irkından olmak” kaydı konulmuştur.

*24 Haziran 1934 tarihinde çıkan soyadı kanunu ile Çerkesler atalarından kalma kendi soyadlarını bırakıp, kanun gereği “katıksız Türkçe soyadı” almak zorunda kalmıştır. 1960’lara kadar süren uygulamadan sonra bir kısım Çerkes ailesi, mahkeme yoluyla soyisimlerini değiştirmiştir.

*Coğrafi yer adları değiştirilmiştir. İlk olarak 10 Aralık 1920 tarihinde gündeme gelmiş, 1922 yılında ilk adım olarak birçok ilçe, köy, kasaba, dağ, köy isimleri Türkçeleştirilmiştir. 1925 Şeyh Sâid ve 1938 Dersim sonrası, isim değiştirmeler genelgelerle, valilik kararlarıyla devam etmiş, Kürtçe, Arapça, Ermenice, Lazca, Gürcüce, Adıgece, Abazaca, Zazaca ve diğer dillerdeki isimler değiştirilmiştir.

1957 yılında “Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu” oluşturularak sistematik bir asimilasyon politikası hayata geçirildi. Anadolu’da tüm yerleşim birimlerinin adları değiştirildi, Türkçe isimler verildi. 1978’e kadar yürütülen bu asimilasyon faaliyeti 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra daha bir hızlandırıldı.

Sadece Düzce’de 60 civarında Adıge, 30 civarında Abaza köyünün adı değiştirildi. Anadolu genelinde 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin isim değiştirildi.

*Çocuklara isim koyma ile ilgili davaları yaşandı. Düzce’de 1981 ve Samsun’da 1987 yılında açılan davalar iki örnektir.

*Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, ulus-devlet oluşturma çabası içinde Türklük ön plana çıkarılmıştı. Kurtuluş Savaşı döneminde Meclis zabıtlarına da geçen Meclis’i oluşturanların farklı dil ve dinden oldukları ve bunların birbirlerine saygı duyacakları anlayışı yerini tek millet, tek dil anlayışına bırakmıştı.

Yurttaş Türkçe Konuş’ sloganı da bu anlayışın bir ürünü idi. Anadolu’nun her köşesinde propaganda sürerken köylere de tabelalar asılmıştı. Çerkes köylerine de baskılar yapıldığı, anadili konuşma nedeniyle para cezalarının verildiği bilinir.

*Yayınlar (dergi-gazete-kitap) nedeni ile yaşanan takibatlar oldu.

1946’da çok partili siyasi yaşamla dernekler tekrar kurulabildi ve dergi-gazete gibi yayınlar çıkarılabildi. Dernek ve yayın isimleri Kafkas, Kafkasya, Kuzey Kafkasya gibi coğrafi anlam ifade eden isimlerdi, etnik kimlik ifade eden Çerkes ismi son döneme kadar kullanılamadı.

 

Sonuç Yerine

 

149 yıl önce gerçekleşen ve bugün bizleri dünyanın değişik bölgelerinde (40 ülkede, Anadolu’da 800 civarı yerleşim biriminde) dağınık olarak yaşamaya mahkum eden ÇERKES SOYKIRIMI ve SÜRGÜNÜ nedeniyle, yaşamını yitirmiş atalarımızın manevi huzurunda saygıyla eğiliyoruz.

 

Çerkesler; Dünya kültür mozayiği içinde yerini almak istiyor. Diğer halklar kadar.

Ne Eksik Ne Fazla!

Kaynakça:

1.Çerkeslerin Etnik Tarihi – Prof. Dr. R. Betrozov – KAFDAV-2009

2.Çerkesya Gönül Yaram – T. V. Polovinkina – KAFDAV-2007

3.Tarihte Kafkasya – İ. Berkok – 1958

Comments are closed.