ADI ÇIKMIŞ BİR TEBAA, GÖRÜNMEZ VATANDAŞLAR
2:36 3 January 2013

ADI ÇIKMIŞ BİR TEBAA, GÖRÜNMEZ VATANDAŞLAR
KUZEYBATI ANADOLU’DA TÜRK MİLLİ HAREKETİNE KARŞI KUZEY KAFKASYALI DİRENİŞİ, 1919-23

Yazan: Dr. Ryan Gingeras
Çeviren: Dilek Soykuvvet

Günümüz İstanbullular’ı için, Marmara Denizi’ni aşarak güneye yapılacak bir seyahatin korkutucu bir yönü olmadığı gibi pek bir özelliği de yoktur. Güney kıyısı genellikle, liman kentleri Yalova ya da Çanakkale’de dinlenmek ya da gezi yapmak isteyenler için günübirlik bir seyahat noktasıdır. Güney Marmara Kıyıları aynı zamanda daha ılıman ve rahat iklimli güneyde yer alan Kuşadası ve Foça gibi tatil beldelerine giden  yolcular için bir mola noktasıdır.  Bölge, Kürt gerillalardan oluşan bir direnişin can almaya devam ettiği Van, Diyarbakır ya da Mardin gibi Doğu Anadolu’nun en uç bölgeleriyle büyük bir tezatlık oluşturmaktadır.

Fakat Marmara’nın güney kıyısında bulunan bölgelerin sükûnet ve istikrarı her zaman bu kadar garanti altında değildi. Çok uzak olmayan bir geçmişte Türk Kurtuluş Savaşı’nda; bugünün eski askeri karargâh şehri Çanakkale’den, İzmit ve Adapazarı’nın sanayi bölgeleri ve gecekondularına kadar uzanan bu kıyı şeridi, acı bir toplumlar arası mücadeleye sahne olmuştu. 1919 ve 1923 yılları arasında bölgesel çete ve milisler, Güney Marmara il ve köylerinin sadakatiyle şiddetli bir çatışmaya girdiler (1). Bu mücadele aynı zamanda, Anadolu’nun akıbeti üzerindeki en büyük anlaşmazlığa, yani Mustafa Kemal komutasındaki Kuva-yi Milliye’yi, padişah yanlısı İstanbul hükümeti ve İngiliz ve Yunan profesyonel askerleriyle karşı karşıya bırakan bir anlaşmazlığa ayna tutacak nitelikteydi. Savaşın bitimine yakın, Kuva-yi Milliyeciler’in bitkin olduğu bir vakitte, bölgenin ileri gelenleri arasında Güney Marmara’da ayrılıkçı bir bölgeye dair planlar dolaşmaya başladı. Mustafa Kemal’in İzmir’e girişine müteakiben, Yunan ordusuna karşı Sakarya Nehri boyunca yürütülen büyük çaplı bir Kuva-yi Millliyeci karşı atak bu planları sona erdirdi ve Güney Marmara bölgesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin ayrılmaz ve güvenli bir parçası olduğunu kesinleştirdi (2).

Milliyetçilik, toplumlar arası şiddet ve ayrılıkçılık Osmanlı ve Türk tarihçiliğinin içine işlemiş konulardır. Fakat Anadolu’yu baz alırsak, bu konular hakkında yapılan herhangi bir tartışma, büyük oranda “olağan şüpheliler” olarak seçilmiş bir grupla sınırlandırılmış durumdadır. İhanet suçu; çoğu zaman Doğu Anadolu’daki milliyetçi direnişler, Yunan işgali ya da İtilaf Devletleri’nin kaybedilen toprakları geri alma planlarıyla ilişkilendirilen Ermeniler ve Anadolu Yunanlarına (Rum) isnat ediliyordu (3). Son yıllarda Kürtler ve Kürt milliyetçiliği  bölgedeki (yine özellikle Doğu Anadolu bölgesinde) şiddetin, reaksiyoner siyasetin ve ayrılıkçılığın kaynağı olarak daha fazla göze batmaktadır (4).

Fakat Kurtuluş Savaşı sırasında Güney Marmara’daki şiddet ve ayrılıkçılığı başlatan bu gruplardan hiçbiri değildi. Ayrıca Kuzeybatı Anadolu’nun bu bölgesindeki Kuva-yi Milliye Hareketi’ne karşı gerçekleşen isyan, Türkiye Cumhuriyeti tarihçilerinin ve yöneticilerininin tüm bu toplulukları vatan haini olarak yaftalamasına neden olmadı. Bunun yerine, bölgedeki toplumlar arası şiddet ve ayrılıkçılık, çağımız Türkiye’sinin kolektif tarih hafızasından silinmiş gibi görünmektedir.

Bu makalede Güney Marmara’daki bu kısa ayrılıkçı hareketin nedenleri ve birincil sonuçları incelenecektir (5). Bu yazının odak noktası 19. yüzyılın ortalarından beri Anadolu’nun bu bölgesinde yaşayan Kuzey Kafkasya diasporasının yaşadığı değişimdir. Ermeni ve Yunanlardan farklı olarak, Güney Marmara’daki Kuzey Kafkasyalıların büyük bir kısmı Sünni Müslüman’dır. Daha çarpıcı olan ise, Kuzey Kafkasyalıların (halk dilinde Çerkesler olarak bilinirler) tarihi olarak Osmanlı seçkinlerinin en yüksek rütbeli ve etkili üyeleri arasında sayılmasıdır (6). Fakat 1919 yılında Türk Kurtuluş Savaşı’nın patlak vermesiyle beraber Güney Marmara’daki binlerce Kuzey Kafkasyalı, Mustafa Kemal’in Kuva-yi Milliye Kuvvetleri’ne karşı açık isyanla silaha sarıldılar. 1921 yılında, şu anki Bursa, Çanakkale, Kocaeli, Sakarya ve Balıkesir şehirlerinin Çerkes seçkinleri Woodrow Wilson’un On Dört Prensibi’ne dayanarak bölgede bir Yunan-Çerkes devleti kurulması için Avrupa’ya başvurmak amacıyla toplandılar.

Bu makale iki soruya yanıt bulmayı amaçlamaktadır. Birincisi, Anadolu’nun kıyısındaki Çerkesler Osmanlı sonrası devlete neden bu kadar sert şekilde sırt çevirdiler ve neden Yunan işgaline ve Batı müdahalesi ihtimaline sarıldılar? İkincisi, böylesi bir hareketin tarihsel ve güncel önemi nedir?

İSTİSNAİ MUHACİRLER: UZUN 19. YÜZYIL BOYUNCA KUZEY KAFKASYALILAR

Ayrılıkçı Çerkes güçlerinin Kurtuluş Savaşı sırasında başlattıkları isyan, üç tarihi tecrübeye dayanıyordu. Kuzey Kafkasyalılar’ın 19. yüzyılın ortasında topluca Güney Marmara’ya gelişi toprak hakları, yerleşim ve toplumsal ilişkilerinin yeniden tanımlanmasıyla beraber büyük bir sosyal karmaşaya yol açmıştı. İkinci bir kırılma noktası da, I. Dünya Savaşı sırasında Kuzey Kafkasyalılar’ın seferberliğiyle ortaya çıktı. Savaş zamanı Osmanlı hükümeti, Osmanlı gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa kadrolarını  Kuzey Kafkasya Diasporası’ndan seçmişti . İttihat ve Terakki’nin savaş dönemi politikaları, Çerkesler’i Osmanlı toplumuna entegre etmekten ziyade bölgedeki  Çerkes önde gelenlerinin ve çetelerinin özerk yapılarını kuvvetlendirdi,  ki bu iki yapının Genç Türklerle ilişkisi pek kuvvetli olmadığı gibi, temkinliydi de. 1918’de alınan mağlubiyet bölgedeki birçok Çerkes için bardağı taşıran son damla oldu. Aksine görüşler olsa da Güney Marmara bölgesi Çerkes liderleri, Mustafa Kemal’in Kuva-yi Milliye Kuvvetleri’ni, ekonominin ve milletin mahvından sorumlu tuttukları İttihat ve Terakki’nin kalıntılarının bir paravanı olduğunu düşünüyordu.

Önce, Güney Marmara Çerkesleri’nin Kuva-yi Milliye’ye karşı direnişi Ahmet Anzavur isimli yaşlı bir jandarma tarafından yönetilen bir halk isyan haline geldi. Bölgenin ileri gelenlerinden, sarayla güçlü bağlara sahip Anzavur, Kuva-yi Milliyecilere karşı bir dizi popülist talep sıralayarak, Çerkesler, Göçmen Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ve Aleviler’den oluşan geniş çaplı bir koalisyon oluşturdu.  Bu kararlı köylü direnişinin başarısızlığa uğraması ve 1920-22’deki Yunan işgali; birçok Çerkes ileri gelenini İTC’nin gücü tekrar eline almasına engel olacak alternatif bir saha aramaya itti. 1921 kışında Güney Marmara’da ortak bir Çerkes-Yunan devleti için lobi yapma kararı, halkın desteklediği,  halkçı ve hatta kitlesel milliyetçi bir çabaya dahi dayanmıyordu. Aksine, Anadolu’da özerk bir Müslüman Çerkes bölgesi kurma niyeti; Batı işgal otoriteleriyle, kendileri için bölgesel anlamda etkili bir pozisyon kazanmak isteyen Anzavur’un bir kaç halefi arasında siyasi bir çıkar birliğinin sonucuydu. İTC’nin Güney Marmara’da tekrar güç kazanmasını engellemek için 1922’de yapılan ikinci girişimin başarısız olması, bölgedeki binlerce Çerkes’in sürgünü ve ölümü ile sonuçlandı.

Kuzey Kafkasya halkları ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişki, Kuzey Kafkasyalılar’ın 19. yüzyıl ortalarındaki toplu göçünden çok daha önceleri ortaya çıkmıştı. Karadeniz çevresi köle pazarlarında satılan binlerce Kafkasyalı kadın ve erkek (özellikle Adigeler ve Abazalar), Osmanlı İmparatorluğu  haremlerinde, saraylarda ve kışlalarında çalışıyordu. Birçoğu Osmanlı Devleti’nin kademelerinde yükselerek, devletin en önemli kişilikleri haline geldiler. Rus istilası ve bunun sonucunda on binlerce Kuzeybatı Kafkasyalı’nın ülke dışına atılması, Osmanlı İmparatorluğu Çerkes diasporasının yapısını da değiştirdi. Nihai rakamın tahmini zor olsa da, uzmanlar 1859-1914 yılları arasında Osmanlı topraklarına 2,5 milyon kadar Kuzey Kafkasyalı’nın girdiğini tahmin ediyorlar (7). I. Dünya Savaşı’nın çıktığı tarihte, Çerkes diasporası Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Kürtlerin sayısına eşit ya da daha fazlaydı (8).

Kuzey Kafkasyalı mültecilerin Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşimi belli bir plan çerçevesinde gerçekleştirildi. Göçmenler yoğunluklu olarak Osmanlı Devleti için yüksek stratejik öneme sahip olarak oluşturulmuş bölgelere yerleştirildi. Bu bölgeler başkenti ve başkentin İç Anadolu’yla olan haberleşme hatlarını da içine alan Güney Marmara’yı da içeriyordu. İstanbul, “savaşçı” Kuzey Kafkasyalıları Kosova, Bulgaristan ve Doğu Anadolu gibi diğer yerleşim bölgelerinde, önemli askeri rakipleri olan Rusya, Avusturya-Macaristan ve Balkan devletlerine karşı tampon nüfus olarak kullanmayı planlıyordu. Bu Müslüman muhacirler, sadık bir şekilde sağladıkları askeri destek ile Güney Marmara gibi bölgelerdeki yerli Osmanlı Hıristiyanlarının oranının düşmesine yardımcı oldular (9).

Çerkes mültecilerin gelişi Karesi, Kale-i Sultaniye, Hüdavendigar, İzmit ve Adapazarı bölgelerinde büyük huzursuzluk yarattı. Yeni ziyaretçileri yerleştirmek üzere yeni köyler inşa edildi. Diğer yandan, bu muhacir akınının yolunu açmak üzere eski köyler ve mahallelere el koyuldu. Her şekilde, Çerkesler’in yerleşimi çok büyük arazilerin asıl sahiplerinin elinden alınmasına (ya da çalınmasına) neden oldu (11).  Bu muhacirlere yapılan maddi yardımlar da (çoğunlukla yiyecek, tohum ve tarımsal araç-gereç şeklinde) yerleşik halkın zararınaydı. Bunların ötesinde Çerkes yerleşimciler gittikçe suygunculuk, hırsızlık ve şiddetle anılmaya başlamıştı. Bölgedeki Osmanlı yetkililerin raporları devamlı olarak, kırsal Çerkesler’in yaygın milis faaliyetlerinden bahsediyordu. Bütün köyler, ana yollar üzerindeki varlıklı tüccarları soyan, toprak çalan ve kiralık cinayetler işleyen çetelere destek ve takviye sağlıyordu.

Bu büyük ölçüde fakir olan Kuzey Kafkasyalı toplumların yerleştirilmesini müteakiben oluşan sosyal bozulma 20. yüzyılın başında da yatışmadı. Yerel halk ve muhacir Çerkesler arasındaki gerilim savaş süresince devam etti ve Biga, Gönen, Manyas, Adapazarı, Karacabey ve Kirmasti gibi bölgelerin yerel politikasını belirledi.

Bir çok mülteci bölgenin ekonomik ve sosyal ortalaması içinde yaşamaya devam etmesine rağmen, Kuzey Kafkasya diasporasının kimi üyeleri, Güney Marmara’daki ekonomik hayatın ve yönetimin çeşitli seviyelerde parçası oldular. Bazı muhacir aileleri belirli bölgelerde yerel bir ün elde etti (İzmit ve Adapazarı’nda, Abhazya’dan Maan, Koç ve Bağ aileleri gibi) ve bölgesel yönetimde bazı görevlere atandılar. Bu yerel seçkin sınıfın kimi üyeleri İstanbul’da, çoğunlukla başkentte yaşayan ve çalışan akrabaları sayesinde, yüksek statülü görevlerde bulunmaktaydı. Birçok Kafkasyalı, özellikle at yetiştiriciliği ve satışı yaparak, yerel ekonominin temel kesimlerine katkıda bulundu. Diğerleri varlıklı kişilerin özel ordularında piyade olarak ya da bağımsız çetelerde çalıştılar. Milis hayatı seçenlerin bazıları, yerel polis kuvvetlerine ya da orduya girerek devletin güvenlik hizmetlerine katıldılar.

Kuzey Kafkasya diasporasınının Güney Marmara’da durumlarını belirleyen etkenler kendi içlerinde taşıdıkları etnik ya da dilsel farklılıklardan ziyade, sınıf ve sosyal statüleriydi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda İngiliz bir temsilci tarafından yazılan raporda, Anadolu’daki Kuzey Kafkasya diasporası şu şekilde betimleniyordu:

Konstantinopolis ve diğer şehirler başka bir Çerkes sınıfı oluşturdu. Sadakatleri ve İmparatorluğun hareminde kadın ilişkilerinin (yaren ya da eş olarak) etkisi, birçoğunun orduda ve sarayda yüksek mevkilere yükselmesini sağladı. Konstantinopolis ve Kahire’nin önde gelen ailelerinin hatırı sayılır bir bölümü, her halükarda Çerkes kökenliydi. Duygusal olarak çoğunlukla ortalama bir Türk’ten daha Türk’tüler ve kendilerini ayrı bir halk olarak görmüyorlardı.

Birçok suikastçı, gizli ajan ve Türk politikacılar için çalışan diğer fedailer (milisler/çeteler), kent soylu Çerkesler’in daha az saygın sınıflarına mensuptu. Cesaret ve bağlılıkları bu tarz işlere uygundu. İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi insanların ellerindeki Çerkesler, bireysel olarak tehlikeli birer araç haline gelebilirdi (12).

Bu anonim İngiliz gözlemci birçok açıdan haklıydı. Kuzey Kafkasyalı kent şeçkinleri Osmanlı İmparatorluğu’nda başkentte ve diğer şehirlerde eşit sayılan ilk zümreydi. Çerkes olmayanlarla birlikte okula devam ettiler ve Osmanlı Devleti’ne diğer seçkinlerle aynı sadakati (ya da sadakatsizliği) gösterdiler. Madalyonun diğer yüzünde ise daha aşağı sınıflardaki Kuzey Kafkasyalılar bulunuyordu. Şehirde ya da kırsalda da yaşasalar, “daha az saygın” olan bu Çerkesler ordu ya da jandarma teşkilatına (ve daha sonra Osmanlı gizli servisine) eleman sağladılar. Kuzey Kafkasya diasporasındaki en olumsuz halk algılarını oluşturan, sosyoekonomik yelpazenin bu bölümüydü (13).

Fakat Çerkeslerde yaşanan bu sınıfsal ayrışma, İngiliz diplomatın gözlemlediğinden daha ayrıntılıydı. Gelir ya da meslekten ziyade,  Osmanlı toplumunun sınıfsal bölümlenmesinin temelinde eğitim yatıyordu. Eğitim, gelişmiş profesyonel bakış açılarına destek veren ve başkent ve diğer şehirlerdeki etkili güç çemberlerine ulaşıma olanak sağlayan sosyal ağlar yarattı. Buna ek olarak, giyimden tavırlara ve inanç sistemlerine kadar kültürel beğenilerin değişmesine neden oldu.

20. yüzyılın başlarında İstanbul, Güney Marmara’da yaşayan Çerkesler’in askeri potansiyeline dikkat kesildi. Sultan 2. Abdülhamit’in hükümdarlık döneminde (1876-1909), Osmanlı Devleti Kuzey Kafkasyalı nüfusu askeri hizmet yoluyla devlete bağlamak için çok hevesliydi. Yapılan planlardan biri, Kuzey Kafkasyalı tarım kölelerini, onları azat etmek karşılığında askere almak ve sahiplerine maddi bir ödeme yapmaktı (14). Ordu ve jandarma teşkilatında Kuzey Kafkasyalı görevlilerin imtiyazlı ve eşsiz hissetmeleri sağlanıyordu. Jandarma teşkilatı ve orduda özel birimler halinde teşkilatlanmışlardı ve “geleneksel giysilerini” (özellikle geniş kürklü bir başlık olan kalpak ve üzerinde fişeklik olan uzun bir üstlük) giymelerine izin veriliyordu. En önemlisi de birçok birim, aynı şehirde yaşayan ve bir bölge ya da “kabile” ileri geleninin komutası altında, aynı geniş ailenin mensupları tarafından oluşturulmuş bulunuyordu.

Fakat bu silah altına alma politikası tümüyle rassal görünmüyordu. Kuzey Kafkasyalılar’ın devletin güvenlik kuvvetlerinde görevlendirilmesinin merkezinde ikincil ve profesyonel ağlar vardı. Kademelerinde görevlendirmek üzere Güney Marmara’ya özel bir öncelik veren Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşuyla, bu ağların içsel çalışmalarını anlamış bulunuyoruz. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından olan Hüsamettin Ertürk anılarında Gönen, Adapazarı ve Kandıralı Çerkes “er ve subayların” özellikle Irak hizmeti için görevlendirildiğinden bahsediyor (15).  Fakat bir kısmı Osmanlı’nın savaş taarruzunun en can alıcı ve en gizli noktalarında görev almış olan bu Çerkesler, Türk Kurtuluş Savaşı’nın patlak vermesiyle birbirlerine karşı silaha sarıldılar.

İstanbul Askeri Mahkemesi’nde 1919 öncesinde sunulan tanıklıklar, devletin Güney Marmara’daki görevlendirme politikasıyla ilgili bazı ayrıntıları açığa çıkarır niteliktedir. Karesi Mutasarrıfı Musa Bey bir telegrafta, Balıkesir Livası’ndaki “çeteci”lerin askere alınmasıyla ilgili şu yorumları yapmıştı:

Proje, Çetecilik yapabilecek olan iki yüz kadar mahkum ve Çerkes ihtiyacının sağlanmasıyla başladı. (…) Karesi’de Kafkas ırklarından yalnızca Çerkesler bulunuyor. Lezgi, Çeçen ya da Gürcü bulunmuyor.  Rusça konuşan ya da Kafkasya’yı bilen ve ziyaret eden neredeyse kimse yok. (…) Eğer orduda ya da arka planda muhariplik ya da çetecilik yapacak bu özelliklere sahip Çerkesler isteniyorsa, bir kaç yüz–üç yüz, dört yüz- kişi bulmak mümkündür. Eğer propoganda maksadıyla belirli sayıda kişi isteniyorsa, Kafkas illeriyle konuşup, anlaşacak beş ila on kişi bulunmaktadır. (…) İsimleri ve menşeleri listelenmiş bu kişiler çok saygın ve müzakere yetenekleri olan kişilerdir (16).

Bu belge, Doğu Anadolu ve Kafkaslardaki sivil halka uygulanan şiddetten ve bundan kimin sorumlu olduğundan daha fazlasını anlatıyor. Bu tarz yazışmalar, Musa Bey gibi yerel yöneticilerin bu şekildeki operasyonlar için ne çeşit adamlar istediklerini ve nereden ve kimlerden elde edeceklerini kesinkes bildiklerini ortaya çıkarıyor. Başka bir deyişle, “çetecilik” gibi akıl çelen bir görevin içinde yer almak üzere seçilmiş adamlar rassal olarak belirlenmiyordu; ya ünleri sayesinde ya da öneriler doğrultusunda önceden tanınıyorlardı ve nitekim birinin yetkisi ya da otoritesi altına giriyorlardı.

Bu piyadelerin İTC’nin; İngiltere, Rusya ve Osmanlı Hıristiyanlarına karşı olan gizli savaşında görevlendirilmesinin sorumluları çoğunlukla Güney Marmara’daki özel çetelerin liderleriydi. Teşkilat-ı Mahsusa tarafından görevlendirilen birçok bölgesel nüfuzlu adamın adını biliyoruz: (Ançok) Ahmet Anzavur, (Süngülü) Davut, Şah İsmail, (Maan) Ali, (Maan) Şirin, Çerkes Bekir Sıtkı, Çerkes Reşit ve kardeşi Ethem. Fakat bu isimlerin birçoğu daha çok, başkentteki çok daha etkili Çerkes görevlilerin aracısı konumundaydı. Adı geçen tüm bu kişiler, İTC ile yakın ilişkide olan Çerkes görevliler tarafından görevlendirilmişti ya da onların hizmetinde bulunuyorlardı. Donanma Komutanı (Ç’ince) Hüseyin Rauf Orbay Çerkes Reşit’in eski bir arkadaşıydı. Şirin ve Ali, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu Eşref Kuşçubaşı’yla birlikte askerlik yapmışlardı. Ahmet Anzavur Teşkilat-ı Mahsusa’ya; Rauf Orbay gibi önde gelen Kuzey Kafkasya muhacirlerinden oluşan bir grup olan Şimali Kafkas Cemiyeti vasıtasıyla tanıştığı Yusuf İzzet (Met Çanatuka) sayesinde girmişti (17).

Bu adamlar 1918 yılındaki savaştan mağlup olarak döndüklerinde, Güney Marmara’nın büyük bölümünde zorluk ve acıyla karşılaştılar. Açlık kol geziyordu, Mudanya gibi çoğu yerde, insanlar yemek için ot toplamak zorunda kalıyordu (18). Bölge yüz binlerce mühacir için sürgün ve muhafaza noktası haline gelmişti. İzmit, Adapazarı, Balıkesir, Lapseki, Orhangazi, Armutlu, Mudanya ve Ezine’deki Ermeniler, Yunanlar, Boşnaklar ve Arnavutlar evlerinden zorla çıkarılarak Güney ve Doğu Anadolu’daki noktalara sürüldüler. İtilaf Devletleri’nin devam eden saldırıları, on binlerce muhaciri Osmanlı hükümetinden yardım istemek zorunda bıraktı, birçoğu Güney Marmara’ya tekrar yerleştirildi. Osmanlı ordusunda firarlar ve atlı jandarmaların Güney Marmara’dan çekilmesi sebebiyle, 1917 ve 1918 yıllarında bölgede hırsızlık ve eşkıyalık olaylarının çok yüksek oranda artmasına neden oldu. İstanbul’un bölgedeki kontrolü azalınca bütün iller ve köyler, bölge ileri gelenleri, çete liderleri ve diğer nüfuzlu adamların etkisi altına girdi.

HAYAL KIRIKLIĞININ NEDENLERİ: ÇERKESLER ve TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI’NIN BAŞLANGICI

İTC uzun zamandır imparatorluğun mağlubiyet ve işgal ihtimali için hazırlanıyordu (20).  1918 Kasım’ında Mondros Ateşkesi’nden hemen sonra, Avrupa işgaline karşı savaş sonrası bir direniş oluştu. İTC ve onların şehirlerdeki takipçileri tarafından yönetilen bu mücadele önce Güney Marmara’da İzmit ve Adapazarı çevresinde ortaya çıktı (21). Esas olarak İngiliz işgaline yönelik olsa da, İTC’nin ilk saldırılarının ana hedefleri sürgünden dönen Ermeni ve Yunanlardı (22). Yunanistan’ın İzmir’i işgali direnişin rotasını ve örgütlenmesini değiştirdi. 1919 Kasım’ında, Yunan askeri birliklerinin Ege kıyılarına ilk kez ayak basmalarından altı ay sonra, Mustafa Kemal direniş üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırdı ve direnişe Kuva-yi Milliye adını verdi.

Güney Marmara’da birkaç Çerkes, Kuva-yi Milliyeciler’inYunanlara karşı silahlanma çağrısına yanıt verdi. İzmir’in işgalinden haftalar sonra, o zamanlar düşük rütbeli ve pek tanınmayan bir Teşkilat-ı Mahsusa görevlisi ve çete lideri olan Çerkes Ethem, kardeşi Reşit, Rauf Orbay ve Bekir Sami’nin (Günsev) çabalarıyla Kuva-yi Milliye Hareketi’ne katıldı. Kuvayi Milliyeciler, Rauf Orbay’ın kayın biraderi Aziz Bey’in ricası üzerine Manyaslı bir başka Çerkes çeteci olan Takığ Şevket’i de aralarına kattılar (24).

Her iki örnekte de Kuva-yi Milliye ve bu bölgesel nüfuzu olan Çerkesler arasındaki aracılar hem Çerkes’diler hem de İTC ile sağlam bağları vardı. Başka bir deyişle, bu insanların Kuva-yi Milliye’de görev almaları Teşkilat-ı Mahsusa’nın savaş zamanındaki görevlendirme politikalarının bir uzantısıydı.

1919’un Mayıs ve Kasım ayları arasında, Kuva-yi Milliye’nin gelişen yönetimi, Karacabey, Kirmasti, Bilecik, İzmit ve Biga gibi bölgelerde Ethem ve Takığ’a benzer özellikteki çete liderlerini silah altına almak için geniş çaplı bir girişim başlattılar. Ulaşabildiğimiz bilgilere göre, Kuva-yi Milliye’ye az miktarda katılım oldu (bu sırada Padişah ve Şeyh-ül İslam tarafından bir ayaklanma ilanı yapılmıştı). Teşkilat-ı Mahsusa’daki görevlerinden Biga’ya dönen Çerkesler arasında Kuva-yi Milliyeci harekete katılma karşıtı bir görüş birliği olduğu söyleniyordu (25). Osmanlı ordusu ve Kuva-yi Milliyeci birlikler tarafından besin maddesi ve muhtelif maddelere zorla el koyulması bu antipatiye katkıda bulunuyordu. Genel olarak halkın büyük çoğunluğu “savaştan bıkmaya” başlamıştı (26).

Güney Marmara’da isyana neden olan bütün faktörler arasında en ciddisi olan Kuva-yi Milliyeciler’in Kuzey Kafkasyalılar’ın da içinde bulunduğu bölgesel uyuşmazlıklara müdahalesi; birçoğunun Kuva-yi Milliye hareketine yüz çevirmesine neden oldu. 1919 kışında, Kara Hasan isimli bir Pomak çete lideri Biga’da yönetimi ele geçirerek kendini bilfiil bölge lideri ilan etti (27). Hasan’ın bölgesel otorite olarak hareket etmesi, bir Kuzey Kafkasyalı olan Çerkes Neş’et komutasındaki rakip bir milis kuvvetin planlarıyla doğrudan çakışıyordu.  Geçici bir çıkar ittifakında, hem bölgenin ileri gelenlerini hem de Kuva-yi Milliye destekçilerini arkasına alan Hasan, Neş’et’i ülkeden sürerek çetesinin büyük kısmını yok etti (28). Kuva-yi Milliyeciler de daha önce Talat Paşa’nın kayın biraderinin komutası altında olan bir Arnavut milisle yaşanan bir anlaşmazlık üzerine, Karamüsel ve Değirmendere muhitindeki bir grup Laz ve Gürcü çeteciye benzer bir düşmanca tavır takındı (29).

En büyük kriz 1919’un Temmuz ve Kasım ayları arasında, Karacabey ve Kirmastı’nın ileri gelenlerinden iki rakip grubun Karacabey kaymakam vekilliği makamına dair bir anlaşmazlık nedeniyle birbirlerine karşı harekete geçmeleriyle meydana geldi. İlkin (Osmanlı Makedonya’sından göçmüş olan) Arnavut ileri gelenlerinden bir grup, (göreve tayinle gelen bir Çerkes’in Arnavut milislerce şehirden kovulması sonrasında) makamı ele geçirdiler.

Bölgeden bir Arnavut’un kaymakam vekili olmasıyla, Çerkes ileri gelenleri Arnavutlar’a ait tarla ve iş yerlerine baskın yaptıkları geniş çaplı bir seferberlikle misilleme yaptılar. Batı işgaline karşı bölgedeki Müslümanlarla ittifak kurmaya daha çok önem veren Kuva-yi Milliyeciler, Arnavutlar’ın tarafını tutarak Çerkesler tarafından yağmalanmış malların geri verilmesini talep ettiler (30). Hatta Kuva-yi Milliyeci bir komutan, (muhtemelen üst komutadan gelen istekler doğrultusunda) Karacabey/Kirmasti bölgesindeki anlaşmazlığa karışan bir grup Çerkes’i tutuklama girişiminde bulundu. Karacabey’deki Çerkes çeteler, şüphelileri ele geçirmeden önce görevlileri öldürüp, Kuva-yi Milliye birliklerini bölgeden kovdular (31).

Tüm bu aşağılanmaya rağmen Kuva-yi Milliyeci bölge komutanı Bekir Sami (Günsev), Kirmasti bozgunundan sorumlu olan Çerkes çetelerinin halen Kuva-yi Milliye safına çekilebileceğine dair resmi yazışmalara devam etti. Fakat bu noktada durum daha da kötüleşirken, bölgedeki birçok Kuzey Kafkasyalı ileri gelen bu nedenlerden dolayı Kuva-yi Milliyecilerle uyuşmazlık halindeydi.

Gün be gün artan zorluklar ve başka bir savaşa dair korku dolu bekleyişlere ek olarak,  Çerkes çeteciler ve bölgedeki ileri gelenler, Kuva-yi Milliyecilerin bölgedeki rakiplerine yönelik desteğini; Jön Türklerden evrimleşmiş Kuva-yi Milliyecilerin, Ermeni ve Yunanlara yaptıkları gibi kendilerini de yok edeceklerine dair bir işaret olarak gördüler.

Bu temelsiz bir endişe değildi. 1917’nin başlarında bir İTC görevlisi, bölgedeki soygunculuğun önüne geçmek ve bölgeyi diğer muhacir ve mülteciler için boşa çıkarmak için,  Karesi ve Hüdevendigar bölgelerindeki bütün Çerkes ve Gürcüler’i sürgün etme fikrini ortaya attı (bizzat Talat Paşa bu planı feshetti) (32). Savaşın sonunda, bütün Kuzey Kafkasyalılar’ın “Ermeniler gibi” sürgün edileceği söylentileri ayyuka çıkmaya başladı (33).  Hatta Karacabey ve Kirmasti civarındaki Kuzey Kafkasyalılar ve Kuva-yi Milliye Kuvvetleri arasındaki bu şiddetli uyuşmazlık, iki Çerkes ileri geleninin “Türklerin” (Yani İTC/Kuva-yi Milliyecilerin) Çerkesler’i, sahip oldukları “ittitad” ve “ittifak”ları nedeniyle yok etme niyetinde olup olmadıkları teyid etmek amacıyla Bekir Sami (Günsev) ile görüşmesine neden oldu (34).

Sürgün korkusu taşıyan Çerkesler, bu tarz bir politikanın nedenlerini ve gerektirdiklerini anlamışlardı. Sıkı bir şekilde birbirlerine bağlı olan Güney Marmara Çerkes diasporası, birçok yönden Kuzey Kafkasya’dan getirdikleri geleneklerle seçkin bir sınıf tarafından yönetiliyorlardı. Bu “ittihad” ve “ittifak” nedeniyle, Çerkes köylerinin ve bölgelerinin, Jön Türklerin merkezileştime çabalarına direniş gösterme olasılıkları vardı. Prensipte imparatorluğun sadık Sünni Müslüman nüfusuna dahil olmalarına rağmen, Çerkesler yerel özerklik ve taşra etkisi konusunda Ermeni ve Yunanlarla aynı tavrı sergiliyorlardı. Patlak veren bir savaşın yanında, (isyana sebep olabilecek) bu tarz bir özerkliğe müsamaha gösterilemezdi. İTC’nin Ermeni ve Yunanlara karşı gerçekleştirdiği kıyım savaşında piyade ve mülazım olarak yer almış olan bu önde gelenler, aynen diğerleri gibi, sürgünün ölüm anlamına geldiğini çok iyi biliyorlardı.

SADAKATİN İNTİKAMI: ÇERKESLER ve AHMET ANZAVUR İSYANI

1919’ın Ocak ayının sonlarına doğru, Güney Marmara’da Kuzey Kafkasyalılar ve Mustafa Kemal destekçileri arasındaki gerilimin iyice hararetlendiği sırada; daha sonraları bölgedeki halk ayaklamasını başlatacak olan bir adam, ilk kez Manyas’ın dışında yapılan bir at yarışında kendini göstermişti. Emekli bir jandarma ve Biga’da toprak sahibi olan Ahmet Anzavur, 25 Ekim’de kalabalık bir Çerkes izleyici kitlesinin karşısına geçerek, Kuva-yi Milliye komutanı Hacim Muhittin (Çarıklı)’yı yakalamak (ya da öldürmek) için Balıkesir’e doğru ilerleme niyetini açıkladı (35). Manyas’taki konuşmasını izleyen günlerde, şahsi ve yazılı beyanlarla Kuzeybatı Anadolu’ya padişah tarafından gönderildini ve halka hiçbir maliyeti olmaksızın, Yunanlara karşı kendi ordusunun başında olacağını açıkladı. Karşıt olduğu Kuva-yi Milliyeciler bu teşebbüsünde ona destek olmak zorundaydılar; aksi takdirde onlar da halife ve İslam devletine karşı büyük bir tehdit olarak kabul edileceklerdi (36).

Ahmet Anzavur, Kuva-yi Milliye karşıtı harekât yürüten bölgesel ileri gelenlerin daha eski bir sınıfını temsil etmektedir. Anzavur şu anki Rusya Federasyonu’nun özerk Adige Cumhuriyeti’nde doğmuş ve 1864’teki büyük Çerkes göçünde Anadolu’ya gelmiştir. Türkçe okuma yazması olmamasına rağmen, II. Abdülhamit tarafından  (söylenenlere göre padişahın cariyelerinden biri olan kız kardeşinin etkisiyle) Makrıköy (Bakırköy) Jandarma Teşkilatı’nda görevlendirilmiştir (37). Çerkes katılımcılardan oluşan birliğinin başında iken, 1911’de Aydın vilayetinin Çakırcalı bölgesindeki soyguncuları takip edip yakalaması sonrasında, Anzavur kariyerinin tepe noktasına ulaşmıştır (38). II. Abdülhamit aralarında mücevher kaplamalı bir kılıç ve bir kaç Çerkes eşin de bulunduğu bir ödülle Anzavur’u onurlandırmıştır. Sonrasında da Biga’ya yerleşip, büyük bir toprak sahibi olmuştur (39). Jön Türk İhtilali sonrası hamisinin görevine son verilince, Anzavur İTC tarafından sürgüne gönderildi ve nihayetinde görevinden alındı. Buna rağmen Anzavur, yüzlerce diğer Kuzey Kafkasyalı gibi, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı gizli servisinde görev yaptı ve savaş bittiğinde halen Güney Marmara’daki Kuzey Kafkasya diasporasında ve sarayda büyük bir ağırlığa sahipti.

1919 Kasımı’ nın ilk iki haftasında Anzavur Karesi, Kale-i Sultaniye ve Hüdavendigar bölgelerini dolaşıp, halka kendisiyle beraber Balkesir’e ilerlemeleri için çağrıda bulundu.  Silah altındaki kişilerin sayısının haftadan haftaya değişkenlik göstermesine rağmen, yüzlerce Kuzey Kafkasyalı’nın yanısıra Arnavut, Pomak, Kürt, Boşnak, Çetmi ve diğer muhacirlerle birlikte diğer ötekileştirilmiş insanlar Anzavur’un yanında yer almayı tercih etti (40). Bu ilk seferberlik 15 Kasım 1919’da, Çerkes Ethem komutasındaki bir Kuva-yi Milliye birliğinin Anzavur’un kuvvetlerini bozguna uğratması sonucunda kısa zamanda sonlandırıldı.

Bunu izleyen iki ayda Anzavur ve mülazımları geri çekilseler de Karesi’deki Çerkes köylerini dolaşmaya devam ettiler. Şubat 1920’de çıkan ikinci bir ayaklanma sırasında, Anzavur’un çoğunlukla Çerkesler’den oluşan ordusuna, anayurdu olan Biga’dan isyancı Pomaklar da katılmıştı (41). Bu birleşik isyancı ordu iki ay içinde Kuva-yi Milliyeciler’in eski kaleleri olan Biga, Bandırma, Karacabey, Kirmastı ve Gönen’i ele geçirerek, öne çıkan Kuva-yi Milliyeci saha komutanlarını infaz ettiler. Bu kriz anında Kuva-yi Milliyecilerin yardımına yine Çerkes Ethem koştu ve Anzavur’un adamlarını Yahyaköy köyü dışında (Susurluk yakınlarında) gerçekleşen bir çatışmada bozguna uğrattı. 15 Nisan 1920’de çatışmanın sona ermesiyle, Anzavur ve yakın arkadaşları firar ederek İstanbul’a kaçtılar.

Anzavur bir ay sonra, İzmit’in dışında yapılan (Düzce ve Adapazarı çevresindeki Kuzey Kafkasya muhacirleri tarafından başlatılan) üçüncü bir Kuva-yi Milliye karşıtı isyanı desteklemek için ortaya çıktı (42). Bu defa Anzavur ve Çerkes müttefikleri Kuva-yi İnzibatiye’nin padişah yanlısı komutanı Süleyman Şefik Paşa’nın emrinde görev aldılar. Anvazur Mayıs’ta bir kez daha yenilgiye uğrayarak ikinci defa İstanbul’a kırık bir bacakla geri döndü. 1921 baharında Anzavur’un Güney Marmara kıyılarına üçüncü kez dönüşü hayatına mal oldu. Karabiga’nın dışında Kuva-yi Milliye taraftarı çeteciler tarafından süikaste uğradı (43).

Anzavur’un Güney Marmara’ya Sultan Vahdettin ve İstanbul’daki Hürriyet ve İtilaf Fırkası liderlerinin emriyle yollandığı konusunda pek kuşku duyulmamaktadır (44). Anzavur isyanına İstanbul hükümeti tarafından verilen manevi ve mali destek, cephede yer alan Kuva-yi Milliyeci komutanların ve Ankara’nın bu Çerkes’i “İngiliz oyuncağı” ve iki yüzlü sultanın avanağı olarak adlandırmasına neden oldu (45). Bu suçlamalar kısmen doğruydu. Anzavur görünüşe göre İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’nden çeşitli yardımlar alıyor ve kesin olarak sarayın bencil menfaatlerine hizmet ediyordu (46).  Fakat bu noktada durmak, Anzavur ve binlerce diğer Çerkes (ve Çerkes olmayan) destekçisini, Kuva-yi Milliye Hareketi karşıtı bir isyanda hayatlarıyla kumar oynamaya zorlayan temel nedenlerini gözden kaçırmak demektir.

Anzavur’un 1919/1920 seferberlikleri, halkın Jön Türk savaş hükümetine karşı memnuniyetsizliğinin içinde kök saldı. Anzavur’a göre İTC rejiminin uygulamaları imparatorluğu gereksiz bir savaşa sokmuş ve toplumun en fakir kısmının eziyet çekmesine neden olmuştu. Destekçilerine yazdığı bir mektupa şöyle diyor;

Herkesin malumudur ki, herkesin kusursuz güvenceye ve İslam adaletine ulaşması için devletin ve milletin en önemli görevi düzeni sağlamaktır. (…)  İslami devlete son on yıl içinde, sonradan yağmacılık ve soygunculuğu getirenler hain İttihatçılar ve Hür Masonlardır. (…) Şehitlerin karıları ve çocukları ot ve toprak yiyerek açlıktan ölürken, İttihatçılar onların evlerine resmi olarak el koydular. Askeri makamlardaki vatan hainleri helva ve kuzu ziyafeti verirken, onlar bu evleri rüşvet olarak alıyorlardı. (…)  Günde beş defa dua ederek Allah’a hesap vermeleri için yalvarıyorum.(…) Şunu soruyorum: Ulu Peygamberimiz ve Müslümanların ibadet ettiği Kabe’nin dini kutsiyetinden bizleri mahrum bırakan kim? Müslüman çocukları Çanakkale Boğazı’ndan denize döken kim? Bu çocukları Kafkas dağlarında, Arap çöllerinde, İran’da, Yanya’da ve Romanya dağlarında öldüren kim? Bugün yüz bin  Müslüman kadın ve kıza vesika vererek onları fahişe yapan genç Masonlar değil mi? (…) Halifeye ve Müslüman devletine leke çalan bu adi adamların peşine düşeceğim. Devletin koruyucusu ve yalnızca Şeriat hükümlerinin kölesi olacağım (47).

Bu özetten hareketle; İstanbul’daki ilk İTC hükümetiyle beraber, illerdeki müttefikleri de halkın çektiği acının suçlularıydı. Anzavur’a göre, şu an Kuva-yi Milliye makamlarını dolduran adamlar, savaş zamanı çekilen zorluklardan da sorumluydular. Bu kanı,  Anzavur’la birlikte mücadele edenler için hiç de o kadar ilanılması güç bir şey değildi. Savaş zamanının İTC yönetimindeki ordu mensupları, belediye başkanları, tüccarlar ve jandarmalar; şimdi Mustafa Kemal ve Kuva-yi Milliye namına istedikleri daha büyük fedakarlıklarla birlikte, yalnızca şapka değiştirmişlerdi.

Anzavur’un mesajı toplumun en fazla ötekileştirilmiş gruplarına, özellikle fakir muhacir ve mültecilere ulaşmıştı. Daha da önemlisi, Kuva-yi Milliye’den ziyade İslami sembolizmin meşruiyet, yaşayabilirlik ve adalete daha sağlam bir temel sağladığına dair iddiasını destekleyen kasıtlı bir dile sahipti. Demek istedikleri ve kastettikleri tam olarak politik olmamakla birlikte, daha çok toplumsaldı. Kuva-yi Milliye karşıtı Anzavur isyanının merkezinde yağma vaadi vardı. Anzavur’un adamları, yerel yönetim görevlilerinin yanı sıra vergi tahsildarlarının, ordu mensuplarının, tüccarların ve büyük toprak sahiplerinin mülklerine de sürekli saldırıyorlardı (48).

Biga’nın Kuva-yi Milliye komutanı (Köprülü) Hamdi’nin yakalanıp infaz edilmesi, Anzavur’un başlattığı bu ekonomik gerilime dayalı saldırıların somut bir örneğiydi. Hamdi 1920’nin Ocak’ında Biga’ya geldiğinde, bölgeden aşırı bir miktarda maddi destek talep etmişti (49). Ölümünü kutladıkları sırada, Anzavur’un mülazımlarından biri olan Gavur İmam isimli bir Pomak, Hamdi’nin insanların boynunu koparmaya çalıştığını böyledi. Fakat şimdi boynu kopan o olmuştu (50).

Anzavur ve diğer bölgesel ileri gelenleri, Mustafa Kemal’e karşı silaha sarılmak için daha derin kişisel sebepleri de vardı. Anzavur, servetinin büyük kısmı küçük bir kasaba olan Biga’da bulunan bir adamdı. Hiçbir resmi eğitimi olmaması nedeniyle, yüksek parti yöneticileri genelde imparatorluğun en iyi okullarında batı tarzı bir eğitim almış olan İTC hükümetinde yeri yoktu. Mektuplarında çoğunlukla İttihatçıların, aynı Mosonlar gibi, kendisine yabancı gelen gelenek ve değerlere sahip yabancılar gibi hareket ettiklerinden bahsediyor. Kuva-yi Milliyecilerin zafer kazanma ihtimali, Anzavur için İTC rejiminin o ya da bu şekilde devam etmesi ve dolayısıyla da kendisi ya da ailesinin, devlette etkin bir konumda bulunma şansının sona ermesi manasına geliyordu. Anzavur için geriye kalan tek seçenek; (görüldüğü kadarıyla artık Mustafa Kemal’in komutası altında olan) İTC’nin geri dönüş ihtimalinden dolayı tehdit altında bulunan bir başka kurum olan saraydan yardım istemekti (51).

Anzavur suikasti, Kuva-yi Milliye hareketinin Güney Marmara’da karşılaştığı sıkıntıları sona erdirmedi. Anzavur’un Karesi’den geri çekilişini izleyen iki ay içinde, Yunan kuvvetleri Aydın kıyısındaki mevzilerinden hızlıca çıkarak, Mustafa Kemal’in düzensiz birliklerini Sakarya Nehri’nin doğusuna kadar sürmüşlerdi. 1920’nin Eylül’ünde Kale-i Sultaniye, Karesi, Hüdavendigar ve İzmit bölgeleri ortak bir Yunan-İngiliz işgali altına girmişti. Bu iki yılda toplumlar arası şiddet artarak devam etti.

Şiddetteki bu inanılmaz artışın büyük bir kısmından, gerçekleştirdikleri kasti etnik temizlik ve katliamlar nedeniyle Yunan birlikleri ve yerel müttefik kuvvetler sorumluydu. İşgalci Yunan kuvvetlerinin Bursa’da 822 kişiyi öldürdüğü iddia edildi ve Karesi ve İzmit’te birkaç Çerkes çetesi de Müslüman ve Hıristiyan sivillere saldırıda bulundu (52). Biga’da Ahmet Anzavur’un oğlu Kadir’e ait bir çete, babasının ölümüne neden olan Kuva-yi Milliyeci çeteciler ve Osmanlı görevlilerine karşı kanlı bir mücadele başlattı (53).

Çerkes gerillalar tarafından işlenen bu “vatana ihanet”, Karesi’de etki sahibi olan Kuva-yi Milliyeci gerilla kuvvetlerinin komutanı olan Akıncı İbrahim Ethem’i aleni şekilde öfkelendirdi. Yunan safına geçen Çerkesler’in “Türkleri ezme” arzusunun yanı sıra, “cüzdanlarını doldurma” vesilesiyle de harekete geçtiklerini söyledi (54). Hıristiyan düşmanın tarafını tutanlar Müslüman olduğu için, bu tür ihanet eylemleri çok daha affedilmezdi. Bir Çerkes köyündeki ateşli bir konuşmasında; “Ya Müslüman ya da gâvursunuzdur. İkisi arasında kalınmasını bir türlü anlamıyorum.” dedi (55). 1921’in Ocak’ında Çerkes Ethem’in iltica etmesi diğer Kuva-yi Milliye Hareketi mensupları gibi İbrahim Ethem’in de öfkesine mazhar oldu.  Çerkes Ethem’in isyan nedeni, Ankara’daki üst komutayla olan kişisel anlaşmazlıkları olmasına rağmen; bir Kuva-yi Milliyeci onun bu ayrılışını tüm Çerkeslere mal ediyordu:

Bize felaketi getiren Çerkeslerdir. Biz savaşırken onlar anavatanımızı satmaktan başka bir şey yapmadılar. Şu an en aşağı şekilde yozlaşmış, heybelerini doldururken Yunanlar’a boyun eğmişlerdir. Cezaları kurşundur (56).

Çerkeslere ilişkin bu düşünceler yerel bazda da ortaya çıktı. (Anzavuroğlu) Kadir’in Manyas’taki eylemleriyle ilgili bir soruşturma sırasında yerel jandarma şefi Çerkeslerle ilgili şöyle bir genellemede bulundu:

Çerkes mülteciler, cömert vatanımıza kabul edildikleri her bölgede, evlere saldırıp hırsızlık yapmadan önce “para kutusunu ver yoksa seni öldürürüm” şeklinde tehditler savururlardı.

Bu tarz kanıt ve beyanlar gösteriyor ki, özellikle Güney Marmara’daki Kuva-yi Milliyeciler Çerkesleri suç, ihanet ve döneklikle özdeşleştiriyordu.

SON BİR NEFES: ÇERKES İSYANINI TEKRAR DEĞERLENDİRMEK

1921 kışında Kuva-yi Milliye kuvvetleri Sakarya Nehri gerisinde siperdeyken, Güney Marmara’da Çerkes ileri gelenlerinin oluşturduğu gizli bir ittifak oluşmaya başlamıştı. 24 Kasım 1921’de yirmi iki Çerkes İzmir’in merkezinde bir kahvehanede toplandı. Çoğunluğu Adapazarı, İzmit, Karamürsel, Kandıra, Bilecik, Geyve, Bursa, Gönen, Erdek, Bandırma ve Balıkesir gibi Güney Marmara illerinden ya da köylerinden gelmişti. Ayrıca Hendek, Düzce, Manisa, Aydın, Eskişehir ve Kütahya’dan da temsilciler bulunuyordu. Çoğunluğu Anzavur’un direniş hareketinde ön saflarda yer almışken, bir kısmı 1919/1920 isyanlarında arka planda kalmışlardı.

Önceleri Kuva-yi Milliye ve İTC’nin önde gelen kişiliklerinden olan Çerkes Reşit de, kardeşi Ethem gibi bu toplantıda yer aldı (58).  Toplantının sonunda kendilerini Şark-ı Karib Çerkesler’i Temin-i Hukuk Cemiyeti temsilcileri olarak tanıtan kişiler, “Çerkes Milletinin Süper Güçler ve Uygar Dünya’ya Genel Bildirisi” başlıklı bir belge sundular.  Kısım kısım şu şekilde devam ediyordu:

Kongre formatında gerçekleştirilen bu toplantı, ulusal haklarını Büyük Savaş’ın sonunda büyük güçler tarafından belirlenip açıklanmış ulusal prensiplere bağlı bir azınlık olarak ele almaktadır. Temsilciler, ulusal taleplerini iletmiş ve savaşı kaybeden ülkeleri bu hakları kabul etmeye zorlamak konusunda fikir birliğine varmış olan Müttefik Güçlere, özellikle Yunan Hükümetine, sığınacaklarını açıklamışlardır. (…)

Bugün Anadolu’da yerleşik olan Çerkes nüfusu en az iki milyondur. Çerkesler ulusal geleneklerini, dil, adetler, duygular ve medeniyet yoluyla korumakta ve sürdürmektedirler. Çağdaş medeniyetler ailesinde yer almakta olup, beyaz ırkın ve seçkin Aryan ailesinin bir parçasıdırlar (…)

Anayasanın kabulünden 13 yıl önce Türk yönetimi doğru politikalardan yoksun kalmıştır. Türkçülük ve Turancılık akımlarını benimseyen Türk yöneticiler, Türkleştirme yöntemiyle çok sayıda Osmanlı ulusuna yönelik hatalı bir tedhiş politikası izlemiştir. Ulusların yok edilmesi ve Türk olmayanların can güvenliğini ortadan kalkmasıyla Çerkesler, tamamen kendilerini koruma amacından kaynaklanan bir mağduriyetle harekete geçmişlerdir. Süregelen felaketler, Çerkesler’in kendilerini korumaya yönelik bir ulusal hedefe yönelmelerine neden olmuş ve kendilerini Çerkes ulusunun toplu kıyımına karşı silahlı bir direniş oluşturmaya adamışlardır.

Bu nedenle Çerkesler, kıymetli evlatlarından binlercesini kaybetmiştir. Mülkleri ve evleri çalınmış, köyleri yakılmıştır. Kısaca Çerkesler, kendilerine bir sığınak tahsis edilmemesine ve mülklerine zarar verilip el konulmasına rağmen savunma durumunda olmuşlar ve olmaktadırlar. (…)

Kurtarılmayacaklarını gördükten sonra, Çerkesler doğru bir karar vermiş ve doğal olarak kendilerini işgal bölgesinde koruma sözü veren Yunan ordusuna katılmışlardır. ( Arnavutluk ve Arap Devletleri’nin de daha önce aynı nedenlerle yabancı kurtarıcılar aradıklarına şüphe yoktur.) Bir buçuk yıl boyunca mücadele eden ve milyonlarca masum Müslüman ve gayri müslimin hayatını kurtaran bu Çerkesler hizmetlerinden dolayı övgüyle anılmalıdır.

Uluslarar asında en yüksek medeniyet ve insanlık düzeyine sahip olan anlayışlı Yunan hükümeti, Çerkesler, Ermeniler ve özellikle Rumlar arasında hiçbir fark gözetmemektedir. Çerkes sığınmacı ve mültecilere yer ve maddi yardım sağlayarak onları refaha kavuşturmuştur.

Bu dilekçenin amaçları:

A-     Ulusal varoluşumuzun tanınması.

B-     Seküler Çerkes toplumunun sürekli bir tehdit altında yaşadığının bilinir kılınması.

C-      Çerkeslerin, Yakın Doğu’daki Çerkesleri Türklerin günahlarından korumak amacıyla, barışçıl bir şekilde Yunan koruması altında yaşama taleplerinin bildirilmesi.

Belgenin sonunda imza veren tüm katılımcılar kendilerini bir kabile adıyla ( Pşev, Çule, Ançok ve Bağ gibi) ve temsil ettikleri bölgeyle tanımlıyordu. Kesin bir bölge talebinde bulunulmasa da, bu özerk bölgenin merkezi, muhtemelen Güney Marmara kıyısındaki Balıkesir bölgesi olacaktı (60).

Daha sonra İngiltere, Yunanistan ve Fransa’deki temsilcilere gönderilen bu bildiri, Güney Marmara’daki Çerkes direnişinin politik ve sözlü temsiline dair büyük bir hareket olması nedeniyle çok dikkat çekiciydi. Anzavur’un mücadelesini Kuva-yi Milliye karşıtı olarak tanımlayan popülist iddialar ortadan kalkmıştı. Bu çağrının yazarları Pomak, Çetmi ya da Arnavut muhacirler gibi diğer muhalif gruplarla ortak bir yönetim oluşturmak yerine, Güney Marmara’daki diğer grupların (Rum ve Ermeniler hariç) varlığını yadsıyarak, yalnızca Kuzey Kafkasyalıların durumunu tartışıyordu. Aynı Anzavur gibi, bu kongrenin katılımcıları da kendilerini İTC hükümranlığında daha da yoğunlaşan, uzun bir istismar hikâyesinin merkezine koyuyorlardı. Fakat Anzavur kendini asla,  en azından resmi olarak, ne tam olarak bir Çerkes hareketinin lideri ne de ayrılıkçılık taraftarı olarak tanımlamamıştı.

Büyük güçlere yönelik bu talep tasarısı bizatihi, kongre delegelerinin mücadelelerinin uluslararası içeriğinin farkında olduklarının göstergesiydi. Bu taleplerin tabanında, belgenin yazarları tarafından Büyük Britanya ya da Fransa’dan çok daha büyük bir gücün mevcudiyetinin kavranması yatıyordu: uluslararası hukuk. Bu nedenle, Türkleştirme politikası ve Kemalist hareketin zorlamaları, şiddet ya da insanlık dışı eylemlerinden ziyade, Çerkes “azınlığın” “sivil ve politik hakları”nın ihlali anlamına da geliyordu. Korunma ve bunun uzantısı olan özerklik talebi, direkt olarak Woodrow Wilson’un On Dört Prensibi’nin on ikincisini çağrıştırıyordu. Çerkesler bu taleplerin geçerliliğini, kendilerinin Avrupalı güçlerle uzak emsal olmalarına bağlıyordu. Belgede, “medeniyet”in en yüksek kademesindeki “beyaz Aryan ırk” mensubu oldukları ve cebren Doğu’ya sürüldükleri belirtiliyordu. Müslüman olmalarına rağmen, Çerkesler seküler (ve görünüşe bakılırsa demokratik) bir yönetim sistemi taraftarıydı. Bu beyan, Batılı medyada ve politik münazaralarda çoğunlukla karikatürize edilen prototipik “bağnaz” ve “despot” Doğulu figürüne tezat bir vurgu yapıyordu (61).

Sözün özü, Güney Marmara’da 1920-1922 yılları arasında değişen politik iklim, bölgedeki bu muhalif ileri gelenlerin, eski sorunlara karşı yeni bir yaklaşım göstermelerine ön ayak oldu. Kuva-yi Milliye muhalefetlerinin çekirdeğinde kendi yerel otorite ve etkilerini muhafaza etme olgusu bulunsa da, işgalin başlaması bu muhalefet ifadesinin çıkış noktasını ve mekânını değiştirdi. Kuva-yi Milliye yok olmuştu ve İstanbul’da İngiliz birliklerinin denetiminde faaliyet gösteren Osmanlı hükümetinin en güçsüz olduğu bölge Güney Marmara’ydı. İşgalin birinci yılında, Çerkes ileri gelenleri Osmanlı İmparatorluğu’nun başarısız olacağını ve kolektif kaderlerinin Yunanların elinde güvende olduğunu düşünmeye başladılar.

Mücadele artık bölgenin geleceği ve bu gelecekte Çerkes seçkinlerinin oynayacağı rol ile ilgiliydi. Kuva-yi Milliyeciler tarafından yürütülen mücadele gibi, bu da yalnızca savaş meydanında değil, müzakere masasında kazanılması gereken bir savaştı. Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti, Kuva-yi Milliyeci hareketin birincil bürokratik organı olan Müdafaa-ı Hukuk gibi, halka tamamiyle hitap eden bir örgüt değildi. Bölgenin ileri gelenleri tarafından, halk tarafından seçilmeksizin oluşturulmuş bir heyetti. Kanıtlar gösteriyor ki, bu ileri gelenlerin temsil ettiklerini iddia ettikleri Çerkes toplulukları, bu karardan kongre dağıldıktan sonra ancak haberdar olmuşlardı (62).

İngiliz saha raporları, 1920’nin Ocak aylarında, Yunan koruması altında özerk bir Çerkes bölgesinin kurulmasını isteyen Güney Marmaralı Çerkesler’in oluşturduğu bazı yerel girişimleri işaret ediyordu (63). Yunan işgal kuvvetleri ise Kuzey Kafkasyalı isyancıların taleplerine daima hassasiyet gösteriyorlardı ve bazı Çerkes ileri gelenlerini, Osmanlı-Yunanistan sınırında “Kazaklar” gibi vazife görmeleri için Trakya’ya yerleştirme planları yaptıkları söyleniyordu (64). Ancak hem bölgedeki hem de Londra’daki İngiliz görevliler, Çerkes kongresinde yayınlanmış olan bu bildiriye bir nevi saçmalık gözüyle bakıyordu. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği başkanı Sir Horace Rumbold Çerkesler’in Anadolu’da “etnik bir azınlık” olarak özel bir muameleyi hak etmediklerini ve birçok Çerkes’in Yunan hâkimiyeti altında olmayan bölgelerde yaşamaları nedeniyle Yunan korumasının imkânsız olduğunu kesin olarak belirtti. Ayrıca Londra’daki bir görevli de “örgütün bu açıklamasının oldukça bariz bir Yunan propogandası olduğunu” söyledi. Herkes, Çerkesler için “özel” bir şey yapılamayacağında ve sonuç olarak Çerkesler’in (Yunan ve Ermeniler gibi) savaşın ardından yapılacak bir genel hükümet affına itimat etmek durumunda olduğunda hemfikir gibi görünüyordu (65).

ANZAVUR’UN HAYALETİNİ ÖLDÜRMEK: ÇERKES DİRENİŞİ ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DOĞUŞU

1922’nin Ekim’inde gerçekleştirilen büyük çaplı bir Kuva-yi Milliye karşı atağı, kongrenin ayrılıkçı emellerine son noktayı koydu. Mustafa Kemal’in kuvvetleri Güney Marmara’ya son derece kanlı bir baskında bulundular, söylenenlere göre yalnızca Susurluk’ta otuz üç ileri geleni ihanet uçundan idam ettiler (66). Liderleri (Çule) İbrahim Hakkı’nın da aralarında bulunduğu birçok Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti üyesi ya Yunan adası Midilli’ye (Lesbos) sürgüne gönderildiler ya da sınırdan geçerek Batı Trakya’ya firar ettiler (67). 1923 baharı itibariyle, muhtemelen yirmi binin üzerinde Kuzey Kafkasyalı Yunan topraklarında derme çatma mülteci kamplarında yaşıyordu. (Anzavuroğlu) Kadir’in de bulunduğu bazı kişiler ise Anadolu topraklarına geri dönüş planlarına başlamıştı. Kadir ve birçok kişi, Yunan devleti tarafından eğitilip korundu ve 1923’te Ankara karşıtı yeni bir isyan başlatmak umuduyla, Güney Marmara’ya en az üç kez silahlı sefere yollandı (68). Bu muhalif Çerkesler’in tüm çabaları başarısızlıkla sonuçlandı.

1923’ün Haziran’ında, Ankara hükümeti süregelen bir direnişin köklerini kazımaya karar verdi. 1923’ün Mayıs ve Kasım ayları arasında, Gönen ve Manyas civarındaki toplam kırk üç köyde yaşayan yaklaşık 10,000 Kuzey Kafkasyalı, cebren Doğu Anadolu’ya sürüldü (69). Türkiye Büyük Millet Meclisi, tam bir yıl sonra 1924’ün Nisan’ında, Gönen ve Manyas’taki yirmi sekiz Çerkes ileri gelenininden oluşan bir liste hazırladılar – “vatan hainleri”- ve bu kişileri Türk vatandaşlığından çıkardılar. Haklarında belli başlı bir suçlama olmamasına rağmen, meclis tutanaklarına göre, İzmir’deki kongre katılımcılarıyla birlikte Kurtuluş Savaşı sırasındaki işbirlikçilik yaptıklarına ve direniş eylemlerinde yer aldıklarına kanaat getirilebilirdi (70).

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on yılında, Çerkesler de diğer Müslüman “azınlık” unsurları gibi önceden tasarlanmış bir baskı harekâtının odak noktasındaydılar. Kafkas dilleri ve hatta “Çerkes” lakabının bile kamuda kullanımı yasaklandı (71). Devletin içişleri görevlileri, 1930’lara kadar dolaşan bir Çerkes isyanı söylentisine karşı silahlı oldukları bilinen muhacir Çerkes işçilerin ve Kuzey Kafkasyalılar’ın Güney Marmara’da bulundukları yerleri ve hareketlerini titizlikle izliyorlardı (72).

Fakat Atatürk’ün ölümü sonrasında, Kuzey Kafkasyalılar resmi olarak haklarına kavuştular. 1950’den itibaren,  eğitim ve dış politika aktivizmine tahsis edilen çeşitli Kuzey Kafkasya diaspora örgütleri (dernekler) ortaya çıktı (73). Türkiye’de son zamanlarda, Çerkesler tarafından en yaygın olarak kullanılan dil olan Adige dilinde radyo ve televizyon yayınları başladı. Çerkeslerin “ihanet” tarihi açık toplantılarda çok istisnai olarak gündeme getirildi (75).

Miroslav Hroch, Doğu Avrupa’da milliyetçilerin toplumsal kökenlerine ilişkin çığır açıcı çalışmasında, “parçalanmış milliyetçilik” adını verdiği fenomeni tanımlıyor. Hronch’a göre, milli bilincin etkin bir düzenleyicisi olarak burjuvazinin (politik ya da ekonomik) geç gelişimiyle birlikte bir kitle hareketine doğru evrilmemiş olan bir milliyetçilik, başarısızlığa uğrar (76). Bu durum, Güney Marmara’daki Çerkesler’in durumuna, bir de bu açıdan bakmayı teşvik ediyor. Henüz kuruluş aşamasında olan İstanbul tabanlı bir hareket, Osmanlı İmparatorluğu diasporası arasında Kuzey Kafkasya milliyetçiliğini yükseltmeye teşebbüs etti. Şimali Kafkas Cemiyeti gibi birçok grup, genellikle Kuzey Kafkasya’daki çağdaş meselelerle ilgileniyordu. Bu sırada, 1. Dünya Savaşı’ndan önceki yıllar zarfında, İstanbul’daki seçkin çevreler de Adigece neşriyat ve okullar kurma konusunda başarı sağlıyorlardı (77).

Fakat bu çabaların Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Güney Marmara’da olan bitenle çok az ilgisi vardı. Anzavur Çerkes milliyetçiliğiyle ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştı. İngiliz ve Osmanlı beyanları da benzer şekilde; Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti’nin de temsil ettiğini iddia ettiği unsurlar üzerinde çok küçük bir etkiye sahip olduğunu belirtiyor. Güney Marmara’daki Kuzey Kafkasyalıları, Mustafa Kemal’in Kuva-yi Milliye Kuvvetleri’ni reddetmeye iten en can alıcı etmenler; seçkinler arasındaki politik güvensizlik ve yaygın sosyal ve ekonomik memnuniyetsizlikti.

SONUÇ

Kuzey Kafkasyalılar’ın resmi olarak “rehabilite edilmelerinin” neden 1950’den sonrasına tekabül ettiği sorusu bu makalenin konusunun dışında olsa da; Güney Marmara’daki bu “ihanet” ve “isyan” tarihinin Çerkesler’e neden Ermeniler, Yunanlar ve Kürtler’in taşıdığı o kızıl damgayı kazandırmadığını sormak gerekir. Daha da ötesi, Kürdistan şiddet ve baskı içinde kavrulmaya devam ederken, Kurtuluş Savaşı boyunca yoğun olarak devlet karşıtlığı güden Güney Marmara bölgesi neden bu kadar dingin kaldı? Bu soruların cevapları kısmen, 1919-1922 arasında gerçekleşen Çerkes direnişinin tabiatının içinde yatıyor olabilir.

Bölgedeki isyan tamamen yerel bir olaydı ancak milliyetçi kışkırtmalara veya amaçlara dayanmıyordu. Ahmet Anzavur’un başını çektiği isyanla tepe noktasına çıkan bu gerilim, Kuzey Kafkasyalılar’ın Güney Marmara’ya yerleştirilmesiyle beraber ilk defa su yüzüne çıkan anlaşmazlıkların eseri olarak, uzun zamandır birikmeye devam ediyordu. Jön Türklerin savaş zamanı politikaları, Çerkesler arasındaki ekonomik bozulmaları alevlendirdi. Sefalet, açlık, politik dengesizlik ve Ermeniler gibi kırıma maruz kalma korkusu Marmara kıyısındaki birçok Kuzey Kafkasya topluluğunun ruh halini açıklıyordu. 1919 sonbaharında durum şiddetlenince, Çerkesler arasındaki memnuniyetsizlik; Güney Marmara’daki diğer ötekileştirilmiş grupların benzer şikâyetlerini kurnaz bir şekilde alevlendiren, Anzavur isimli bir Çerkes ile dile geldi.

Anzavur’un ölümünden sonra, Kuva-yi Milliye’ye dönüşmüş İTC’ye karşı mücadele etme umuduyla Anzavur’u destekleyen Çerkes ileri gelenleri tek başlarına mücadele etmeye devam ettiler. Jön Türk dönemindeki milli hak iddiaları ve özerklik isteği halen Güney Marmara’nın bölgesel politikasının tabanında yatıyordu. Ankara Anzavur’u ya da Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti’ni destekleyen ya da tek yaptığı (Gönen ve Manyas gibi) ayaklanmanın yaşandığı bölgelerde ikamet etmek olan bütün Çerkesleri ölümle ya da Doğu Anadolu’ya sürgünle cezalandırdı. Sonunda Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti’nin tüm üyeleri öldürüldükten, sürgüne gönderildikten ya da vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra bölgesel özerklik planları da onlarla birlikte can verdi.

Bu olay ve eylemlerin doğrulunu aleni olarak devlet merasimiyle, kamusal eğitimle ya da kışkırtıcı edebiyat ile tasdik etmek, Türkiye devletinin resmi anlatısıyla ilgili cevaplanması zor sorulara sebebiyet verecektir. İddia edildiği gibi, “Müslüman ve Türkler”in etkin fikir birliği ve kitlesel katılımıyla yaratılmış bir millette, bazı Müslümanlar nasıl olur da Mustafa Kemal’in Anadolu’yu özgürleştirme girişimine karşı çıkar? Bu soruyu daha da zorlaştıran şey, Güney Marmara’daki Çerkesler’in (mesela Hakkâri çervesinde yaşayan Kürtler gibi) Anadolu’nun coğrafi sınırlarına ait bir halk değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezine çok yakın bir bölgeye yerleşmiş olan bir topluluk oldukları gerçeğidir. Çerkes Ethem, Ahmet Anzavur ve Eşref Kuşçubaşı gibi Kuva-yi Milliye karşıtı isyan ve harekâtlarda yer alan birçok Çerkes, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en asil ve en seçkin ailelerinin birer mensubuydu. Bu insanların Kuva-yi Milliye karşıtı eylemlerinin kökenine inince, Osmanlı İmparatorluğu’nu acı sona sürükleyen ve Türkiye vatandaşlığının yaratıcıları olarak addedilen kişilerle olan ilişkileri, şüphe ve merak uyandırmaktadır.

En önemlisi, Kurtuluş Savaşı sırasındaki “Çerkes ihanetinin” cezalandırılması, 1923’te iktidara gelen İTC/Kuva-yi Milliye koalisyonuna karşı sadık kalmış olan diğer Kuzey Kafkasyalılar’ı kesinlikle gücendirecekti. Örneğin isyan ve ayrılıkçılık Sivas, Kayseri ve Maraş’ta yoğun olarak bulunan Kuzey Kafkasya topluluklarının gelişimi içinde bir emare değildi. Birçok Kuzey Kafkasyalı uzmanın belirttiği gibi, Kuvayi Milliyeci hareketin galibiyetinden sorumlu olan en donanımlı ve güvenilir görevlilerin büyük kısmı Çerkes kökenliydi (78). Kuzey Kafkasya diasporası mensuplarının, Abhazya’daki Türk politikalarının oluşumu ve geliştirilmesi konusundaki son katılımları, Çerkesler’in Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürebilmesi adına oynamaya devam ettikleri koruyucu ve destekleyici rollerinin mevcudiyetini bir kez daha kanıtladı (79).  Fakat Anadolu’daki Çerkes diasporasının bu kesiminde sadakatin, aynı ayrılıkçılık fenomeni gibi, yerel koşullar, çervesel ilişkiler ve istisnalardan kaynaklandığını iddia ediyorum.

Türk Kurtuluş Savaşı sırasında, Kuva-yi Milliyeci hareket karşısındaki Çerkes direnişinden iki farklı ders çıkarabiliriz. Birincisi, kendimizi Anadolu’yu yekpare bir bütün olarak ele almaktan azat etmemiz gerekiyor. Güney Marmara’daki Çerkes ayaklanması, Anadolu’nun bölgesel düzeydeki karmaşıklığını ve çeşitliliğini hatırlatıyor. İkincisi Kemalizm mukavemetine, hizipçi ve etnik ayrımcılığı azleden bir fenomen olarak bakmalıyız. Diğer milletler gibi Çerkesler’in de Mustafa Kemal egemenliğine karşı savaş vermesinin nedeni; sınıf, ekonomi-politika ve taşra geleneğiydi. Türk milliyetçiliğinin dogmalarının ardına geçmek ve Anadolu’nun çeşitliliğine dair yeni anlayışlar benimsemek adına bakış açımızı düzeltmeliyiz.

NOTLAR

1. Konuşma dilinde ya da resmi olarak “Güney Marmara Bölgesi” gibi bir bölge mevcut değildir. Ben bu terimi aslen, Kale-i Sultaniye/Çanakkale, Karesi/Balıkesir, Hüdavendigar/Bursa, İzmit/Kocaeli ve Adapazarı/Sakarya isimli Osmanlı/Türk bölgelerini odaklayarak kullandım.

2. Türk Kurtuluş Savaşı’nı izleyen yıllarda önemli miktarda anı, belgesel araştıma ve bilimsel inceleme yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi, Mustafa Kemal (Atatürk’ün)  1927’de Halk Partisi kongresinde otuz altı saatlik konuşmadan oluşan Nutuk’tur. Atatürk’ün ölümü sonrasında bu devletçi anlatının nitelik ve sonuçlarından ayrılan birkaç çalışma da yapılmıştır. (Özellikle Erik Jan Zürcher ve Taner Akçam tarafından yapılanlar kayda değerdir.)  Taner Akçam, From Empire to Republic: Turkish Nationalism and the Armenian Genocide (New York: Zed Books, 2004); Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1838’den 1995’e (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1995); Yusuf Çam, Milli Mücadelede İzmit Sancağı (İzmit: İzmit Rotary Kulubü, 1993); S¸erif Mardin, “Ideology and Religion in the Turkish Revolution,” International Journal of Middle East Studies 2 (1971): 197–211; Kazım Özalp, Milli Mücadele, 1919–1922 (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1985); Stanford Shaw, From Empire to Republic: The Turkish War of National Liberation, 1918–1923: A Documentary Study (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2000).

3. Adnan Sofuoğlu, Kuva-yı Milliye Döneminde Kuzeybatı Anadolu, 1919–1921 (Ankara: Genelkurmay Basım Evi, 1994), 37–41. Sofuoğlu Anadolu Yunanları ve Ermenilere ait ihanet ve eylemleri “Kuzeybatı Anadolu’da Azınlıkların (Yerli Rum ve Ermeniler) Eylemleri” isimli bölümde ele alıyor.

4.  Tuncay Özkan, CIA Kürtleri: Kürt Devletinin Gizli Tarihi (İstanbul: Alfa Basım Yayım, 2004).

5. Bu inceleme, sanayi öncesi ve sonrası dönemdeki toplumlar arası şiddetin kaynaklarıyla ilgili çalışmalar arasında büyük yankı uyandurdı. Gelişmekte olan Türk ulus-devletine karşı Çerkes direnişinin tarihini, bazı ilkel ya da içsel gerilimler veya anlaşmazlıkların sonucu olarak incelemektense; bu makale, Kuzey Kafkasyalı direnişinin şiddetli ve sözde milliyetçi karakterini, yerel politikalar ve çağdaşlaşıp merkezileşen devletin baskıları eksenine yerleştirmeyi heheflemektedir. Birçok çalışma bu yaklaşımıma etki etmiştir. Örneğin: Anton Blok, The Mafia of a Sicilian Village, 1860–1960: A Study of Violent Peasant Entrepreneurs

(Oxford: Blackwell, 1974); Ranajit Guha, Elementary Aspects of Peasant Insurgency in Colonial India (New

York: Oxford University Press, 1991); Ussama Makdisi, The Culture of Sectarianism: Community History and

Violence in Nineteenth-Century Ottoman Lebanon (Berkeley, Calif.: University of California Press, 2000);

Gyanendra Pandey, The Construction of Communalism in Colonial North India (New York: Oxford University

Press, 1990).

6. “Kuzey Kafkasyalı” ve “Çerkes” terimlerini birbirlerinin alternatifi olarak kullandım. Bu iki terim arasında kesin bir farklılık bulunduğunu fark etmeme rağmen, (Çerkes terimi Adigece, Ubıhça ya da Abazaca konuşan insanları ifade ediyor), Osmanlı ve Batı belgelerinde Kuzey Kafkasyalıların hepsi “Çerkes” olarak geçmektedir.

7. Kemal Karpat, Ottoman Population, 1830–1914: Demographic and Social Characteristics (Madison,

Wisc.: University of Wisconsin Press, 1985), 69; Ehud R. Toledano, Slavery and Abolition in the Ottoman

Middle East (Seattle, Wash.: University of Washington Press, 1998), 84. Toledo’ya göre Osmanlı İmparatorluğu’na 1855 – 1856 arasında 595,000 ila bir milyon arasında Çerkes gelmiştir. Karpat, 1859 – 1879 arasında çoğu Adige olan iki milyon kadar Kuzey Kafkasyalının geldiğini ve 1879 sonrasındaki Çerkes mültecilerin sayısının yaklaşık olarak yarım milyon olduğunu tahmin ediyor.

8. Karpat, Ottoman Population, 57. Karpat, Osmanlı egemenliğinin son yüzyılındaki demografik eğilimlerle ilgili bu çalışmasında, 1880’lerde Anadolu’daki Kürt nüfusunun bir buçuk milyon civarında olduğunu belirtiyor. İhtiyatlı bir tahmin olsa da, Karpat’ın verdiği sayı Osmanlı İmparatorluğu’nda Çerkes diasporasının büyüklüğünü vurgulamaktadır. Güney Marmara’daki Kuzey Kafkas direnişinin mirasının çağdaş toplum bilincinde geniş çapta yer almamasının nedeni,  İmparatorluğun ulus-devlete doğru evrilmesi zarfında Dersim gibi yerlerde yapılmış olan Kürt direnişinin yarattığı derin etkiler ışığında çok daha merak uyandırıcıdır.

9. Marc Pinson, “Ottoman Colonizaton of the Circassians in Rumeli after the Crimean War,” Etudes Balkaniques

3 (1972): 71–85.

10. Nedim İpek, Rumeliden Anadoluya Türk Göçleri (1877–1890) (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1994),

185; Raif Kaplanoğlu, BursadaMübadele (Orhangazi, Turkey: Avrasya Etnografya Vakfı, 1999), 135. Nedim

İpek, 20. yüzyılın başlarında Bursa’da 29,886 kadar Kuzey Kafkasyalının bulunduğunu, Kaptanoğlu da, 1922’de Yunan işgali altında yapılan bir sayıma göre yalnızca Hüdavendigar sancağında, 108,000 Kuzey Kafkasyalının bulunduğundan bahsediyor.

11. İpek, T¨ürk Göçleri, 187–88, 198, 200.

12. PRO/FO 371/3418/199234, 3 December 1918.

13. Ibid.; Toledano, Slavery and Abolition, 106.  Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Çerkes topluluklarından bahseden İngiliz görevli dosyasında açıkça şöyle naklediyor: “Çerkes topluluklarının etkisi yalnızca bölgeseldi, fakat kanunsuz ve kindar oldukları doğruydu. Çok fanatiklerdi ve Konstantinopolis Hükümeti tarafından her zaman için güvenilebilinecek insanlardı…”

14. Toledano, Slavery and Abolition, 102–4.

15. Hüsameddin Ertürk ve Samih Nafiz Tansu, İki Devrin Perde Arkası (İstanbul: Ramazan Yaşar, 1969), 120.

16. Taner Akçam, Armenien und der V¨olkermord: Die Istanbuler Prozesse und die türkische Nationalbewegung (Hamburg, Germany: Hamburger Edition, 1996), 318–19; Tarık Zafer Tunaya, Türkiyede Siyasal Partiler: İttihat ve Terakki, Cilt III (İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1989), 283.

17. İzzet Aydemir, Muhaceretteki Çerkes Aydınlar (Ankara: n.p., 1991), 9; Sefer Berzeg, Türkiye Kurtuluş

Savaş’ında Çerkes Göçmenleri, Cilt II (İstanbul: Ekin Yayıncılık, 1990) 9, 34. 1914’te kurulan Şimali Kafkas Cemiyeti, İTC’nin Kuzey Kafkasyalılar üzerindeki çıkarlarını desteklemek için kurulan bir örgüttü. Bu komitenin faaliyetleri nedeniyle 1. Dünya Savaşı’nın başında Ajaria’da (Güney Batı Gürcistan’da) bir ayaklanma çıktı. (Çıkmasında Yusf İzzet Paşa’nın etkisi olmuştu)  Arsen Avagyan, Osmanlı İmparatorluğu ve

Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde Çerkesler (İstanbul: Belge Yayınları, 2004), 134–39.

18. BOA.DH.S¸FR 75/156, 15 April 1917.

19. BOA.DH.S¸FR 89/61, 61-1, 12 July 1917; BOA.DH.S¸FR 89/105, 16 July 1917; BOA.DH.S¸FR 92/155, 14

October 1918; BOA.DH.S¸FR 96/95, 8 February 1919; BOA.DH.S¸FR 96/122, 9 February 1919; BOA.DH.S¸FR

96/330, 27 February 1919; BOA.DH.S¸FR 97/351, 31 March 1919.

20. Erik Jan Zürcher, The Unionist Factor: The Role of the Committee of Union and Progress in the Turkish

Nationalist Movement, 1905–1926 (Leiden: E. J. Brill, 1984), 84–86.

21. Fahri Can, “Birinci Dünya Harbından Sonra İlk Milli Kuvvet Nasıl Kuruldu?” Yakın Tarihimiz 1, no. 2

(10 May 1962): 334.

22. PRO/FO 371/4157/62437, 5 April 1919.

23“Kazım ÖzalpAnlatıyor,” Yakın Tarihimiz 2, no. 20 (5 July 1962): 153;İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattinin Romanı, Cilt II (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1975), 58–59; Muhittin Ünal, Miralay Bekir Sami Ginsev’in

Kurtuluş Savaşı Anıları (İstanbul: Cem Yayınevi, 2002), 27–30. Rauf Orbay’ın bu olayla ilgili kendi anıları oldukça belirsiz. Cemal Kutay, Osmanlı’dan Cumhuriyete Yüzyılımızda bir İnsanımız, Hüseyin Rauf

Orbay, 1881–1964 (İstanbul: Kazanc¸ Kitap Ticaret, 1995), 356–58.

24. Hacim Muhittin Çarıklı, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim Muhittin Çarıklı’nın Kuva-yı Milliye

Hatıraları, 1919–1920 (Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü 1967), 24.

25. Zühtü Güven, Anzavur İsyanı: İstiklal Savaşı Hatıralarından Acı Bir Safha (Ankara: Türkiye İş Bankası,

1965), 27–28.

26. BOA.DH.KMS 54-3/68, 19 August 1919; PRO/FO 371/5047/4272, 6May 1920; PRO/FO 371/5054/9302,

3 August 1920; PRO/FO 371/4160/154462, 22 November 1919; PRO/FO 371/4161/161867, 12 November

1919.

27. “Pomak” terimi genellikle Bulgarca konuşan Müslümanlar için kullanılan bir terimdir. Rodop Dağları’ndan gelen büyük miktardaki muhacir ya da mülteci Biga^ya yerleştirilmiştir.

28. Güven, Anzavur İsyanı, 18–23.

29. BOA.DH.EUM.AYS¸ 9/38, 22 May 1919; BOA.DH.EUM.AYS¸ 16/27, 19 July 1919; BOA.DH.EUM.AYS¸

18/119, 8 August 1919. Arnavutlar ve Gürcü Yetimoğlu ailesi arasında 1. Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan gerginlik devam ediyordu. 1919 Temmuz’unda iki taraf arasında bir ateşkesin yapıldığı aktarıldı.

30. BOA.DH.EUM.AYS¸ 9/38, 24 May 1919; BOA.DH.EUM.AYS¸ 34/24, 4 March 1920; BOA.DH.KMS

55-2/56, 16 September 1919; BOA.DH.KMS 55-3/20, 4 October 1919.

31. BOA.DH.KMS 55-3/29, 30 October 1919.

32. BCA 272.11.11.32.25, 10 November 1917.

33. Ünal, Bekir Sami, 197.

34. Çarıklı, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri, 102.

35. Ibid., 96.

36. Ibid., 97–98.

37. Özcan Mert, “Anzavur’un İlk Ayaklanmasına Ait Belgeler,” Belleten 56, no. 217 (1992): 847.

38. Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003), 162–69.

39. Özer, Kurtuluş Savaşı’nda Gönen, 56.

40.BOA.DH.EUM.AYS¸ 49/63, 5 January 1921; Harb Tarihi Vesikaları Dergisi 5, no. 18 (1956): Document

452; Mert, “Anzavur’un İlk Ayaklanmasına,” 905.

41Uluğ İğdemir, Biga Ayaklanması ve Anzavur Olaylar Günlük Anılar (Ankara: T¨urk Tarih Kurumu

Basımevi, 1973), 3–13.

42BOA.DH.EUM.AYS¸ 39/37, 26 April 1920.

43BOA.DH.KMS 60-2/10, 19 April 1921.

44. İğdemir, Biga Ayaklanması, 59.Anzavur’un Güney Marmara’daki Kuva-yı Milliye karşıtı direnişini besleyen mühimmat ve para bizzat Anzavur’un kabulüyle İstanbul’dan sağlanıyordu.

45. Harb Tarihi Vesikaları Dergisi 4, no. 11 (1955): Document 272; Ünal, Bekir Sami, 219.

46. Harb Tarihi Vesikaları Dergisi 6, no. 19 (1957): Document 476; PRO/FO 371/5047/4272, 6 May 1920.

47. BOA.DH.EUM.AYS¸ 29/45, 31 December 1919; Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev (Ankara: Türk

Tarih Kurumu Basımevi, 1989), 1649–653.

48. Bu söz konusu öfkenin Güney Marmara’da nasıl açığa çıktığını, Kuva-yı Milliye karşıtı bir kereste ve tarım tüccarı olan Mehmet Rüştü’nün deneyimlerinden hareketle anlayabiliriz. Biga’daki isyan hareketinin yürütülmesine yardımcı oldu fakat evi Biga’daki çatışma sonrasında Gavur İmam’ın akıncı Pomakların saldırısına uğradı. Mehmet Rüştü Dahiliye Nazırlığı’na yazdığı bir mektupta, Biga’nın işgalinde arabulucu bir rol oynadığını fakat 16 Mart 1920’de çatışma başlamadan önce İstanbul’a kaçmak için bölgeyi terkettiğini iddia ediyor. Ne gariptir ki, başkente gelişi üzerine evi, Kuva-yı Milliye tarafından bir kez daha yağmalanmıştı. BOA.DH.EUM.AYS¸ 40/18, 6 May 1920.

49. İğdemir, Biga Ayaklanması, 34. Köylülerden biri şöyle yakınıyor: “Hiçbir vergi sekiz ağaca bir ağaç ya da sekiz tavuğa bir tavuk olabilir mi? Fakat Hamdi Bey bunu yapacak. Yedi haneden bir öküz yeter ve her haneden bir koyun yeter de artar bile. Fakat o, sahip olduğunuz yüz koyunu Kuva-yı Milliye’ye vermemizi söyledi. Gerçekten böyle olmak zorunda mı?”

50. Ibid., 13.

51. Kuva-yı Milliye’nin politik tabiatının, (özellikle padişah yanlısı)İstanbul basınında bilfiil müzakere edildiği aklınızda bulunsun. Mustafa Kemal’in Anadolu’daki takipçilerine baktığımızda; birçoğu Kuva-yı Milliye’yi tamamen İTC’nin yeniden paketlenmiş bir versiyonu sanıyorlardı. “Harekat-ı Milliye – İttihat ve Terakki,” Alemdar, 6 October 1919.

52. Canip Bey, Bursada İşgal Günlüğü (Bursa Vilayetinde Yunan Fecayii) (İstanbul: Düşünce Kitabevi

Yayınları, 2004), 245.

53BOA.DH.EUM.AYS¸ 54/30, 19 June 1921; BOA.DH.EUM.AYS¸ 55/65, 21 August 1921; BOA.DH.

EUM.AYS¸ 57/10, 23 October 1921; BOA.DH.EUM.AYS¸ 62/11, 2 July 1922.

54.İbrahim Ethem Akıncı, Demirci Akıncıları (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1989), 216–17.

55. Ibid., 285.

56. Ibid., 32–33.

57. BOA.DH.˙IUM 20/28/14/77, 13 August 1921. Bu belge Yakın Doğu Çerkes Birliği’nin örgütlenmesinin ve amaçlarının, toplantının başlamasından üç hafta öncesinden bilindiğini iddia ediyor.

58. BOA.DH.KMS 60-3/26, 31 December 1921.

59.Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: Mütareke Dönemi, Cilt II (Istanbul: HÜrriyet Vakfı

Yayınları, 1989), 589–91.

60.PRO/FO 371/5171/13982, 16 October 1920.

61.David Edwards, “Mad Mullahs and Englishmen: Discourse in the Colonial Encounter,” Comparative

Studies in Society and History 31 (1989): 647–70.

62. Fahri Görgülü Yunan İşgalinde Kirmasti (Mustafakemalpas¸a) (Mustafakemalpaşa: Yeni Müteferrika Basımevi, 1960), 50. Emekli bir jandarmanın bryanına göre bildiri, İzmir kongresinden sonra Çerkes ileri gelenlerinin yaptığı küçük toplantılarda dağıtılmıştır.

63. PRO/FO 371/5171/13982, 16 October 1920.

64. Ibid.

65. PRO/FO 371/6580/13914, 13 December 1921.

66. Zülfikar Ali Aydın, İkinci Susurluk: Bir Kasaba Cinneti (İstanbul: Metis Yayınevi, 2002), 50.

67. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Cilt III (İstanbul: Atındağ Yayınevi, 1968), 952; PRO/FO 371/7919/14515,

12 December 1922.

68. BCA 30.10.105.688.9, 12 May 1923; Emrah Cilasun, Baki İlk Selam (İstanbul: Belge Yayınları, 2004),

212–13; PRO/FO 371/7919/14515, 12 December 1922; Mehmed Fetgerey Şoenu, Çerkes Meselesi (İstanbul:

Bedir Yayınevi 1993), 62–64.

69. Şoenu, Çerkes Meselesi, 71–77.

70. Kamil Erdeha, Yüzellilikler yahut Milli Mücadelenini Muhasebesi (İstanbul: Tekin Yayınları, 1998),

229–30.

71. Erik Jan Zürcher, “Young Turks, Ottoman Muslims and Turkish Nationalists: Identity Politics 1908–

1938,” Ottoman Past and Today’s Turkey, ed. Kemal Karpat (Leiden: E. J. Brill, 2000), 174.

72. Söner Çagaptay, “Crafting the Turkish Nation: Kemalism and Turkish Nationalism in the 1930s” (PhD

diss., Yale University, 2003), 218–21.

73. Alexandre Toumarkine, “Kafkas ve Balkan Göçmen Dernekleri: Sivil Toplum ve Milliyetçilik,”

Türkiyede Sivil Toplum ve Milliyetcilik, eds. Stefanos Yerasimos et al. (İstanbul: ˙Iletişim Yayınları, 2001),

425–50.

74. Ayhan Kaya, “Cultural Reification in Circassian Diaspora: Stereotypes, Prejudices and Ethnic

Relations,” Journal of Ethnic and Migration Studies 31 (2005): 129–49.

75. Ahmet Efe, Gizli Kalmış Bir İhanet: Çerkez Kongresi ve Çerkez Ethem (İstanbul: self-published, 2004).

76. Miroslav Hroch, Social Preconditions of National Revival in Europe: A Comparative Analysis of the

Composition of Patriotic Groups among the Smaller European Nations (New York: Columbia University

Press, 2000), 107–16.

77. Avagyan, Ç erkesler, 132–35.

78. Oldukça açık sözlü bir Kuva-yı Milliye taraftarı olan Kuzey Kafkasyalılar Hakkı Hami (Ulukan), Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da mecliste Sinop temsilcisi oldu. 3 Kasım 1922’deki bir oturumda, “Çerkeslerle Türkler et tırnak olmuşlardır” sözü mecliste çok büyük alkışla karşılandı.  Aynı şekilde, Yunan ordusunun safında olan Kuzey Kafkasyalıların tanassur ettiğini söylemiştir. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Cilt 24 (Ankara: TBMM Matbaası, 1960), 367;Muhittin Ünal, Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin Rolu

(Ankara: Tavak Matbaası, 2000), 140–41.

79. Bülent Özbelli, “Başbakan Erdoğan ve Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi Görüşmesinden Notlar,”

Nartajans, www.nartajans.net/nuke/modules.php?name=News&file=article&sid=534 (accessed 10 December

2006).

Yorumlar (3)
  1. Beslan on said:

    Tebrik ederim, uzun süredir bu kadar başarılı bi makale okumamıştım. Sadece I.Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Topraklarında yaşayan Çerkeslerin Kürtler kadar hatta biraz daha fazla olduğu savı, bana gerçekçi gelmedi ve gelemez de. Onun dışında yabancı bir yazar tarafından yapılan bu kadar enfes tespitlere hayran kaldım. Yeni İddiali Dosyalarınızı bekliyoruz. Beslan

  2. Adem on said:

    Yazarin, “24 Kasım 1921’de yirmi iki Çerkes İzmir’in merkezinde bir kahvehanede toplandı” diye bahsettigi mevzu meshur Cerkes Kongresi’dir. Ancak ilginctir, yazarin iddiasinin aksine Cerkes Ethem bu toplantiya katilmamistir, katildigini gosterir herhangi bir belge ya da imza mevcut degildir, imzacilar arasinda Cerkes Ethem yoktur zaten bu mumkun de degildir zira o toplantidan 6 ay kadar once Turkiye’yi terk etmis durumdadir. Sadece bu “gozden kacmis” hata dahi, tum calisma uzerine kusku dusurecek sekilde vahim bir yanlisliktir…

  3. Abriskil on said:

    Komedi mi desem, Irkçı fantazi mi?

    Ethem bey kimdir, Yunanlılar ile ne kadar savaşmıştır, Bay Gingeras biliyor mu acaba?
    Sivas kongresinde bağımsızlık kararına alan kişilerden kaçtanesi türk, kaçı abaza-abhaz, kaçı çerkes kaçı müslüman gürcüdür? Ben söyleyeyim Etnik Türklerin oran 1/3ten daha az.

    Rauf Bey, türkiyenin ilk Başbakanı, ülkedeki ilk demokratik partinin genel başkanı, Abhaz kökenli değil midir?

    Elbette tüm vatandaşlar gibi o dönem İstanbula güveni tam olan Anzavur gibi kişiler de vardı ancak bunlar daha çok kuzey kafkas gelenekleri içerisinde defalarca susturuldu.

    TBMM ise sakarya savaşı sonrasında 1960lara kadar uyguladığı baskıcı ve ırkçı politikalarıyla bu toplumu marjinalize ve asimile etme yoluna gitti, direnen yüzlerce kişi kıyıma uğradı.

    Şimdi ulusalcılık ve islamcılık adı altında tertiplenen oyunları biz Kafkasyalılar çok iyi okuyoruz, bizim bu topraklara bağlılığımız, ne dinle ne de ırkla. Bu torakları biz kurtardık sadece üzerinde rahatça ölebilmek için.

    Saygılar.