Meltem Oral ile Söyleşi: “Gezi’ de ne oldu”
0:42 3 October 2013

Gezi parkı eylemleri başladığı andan itibaren özellikle İstanbul dışında yaşayanlar ve Gezi Parkına gelmeyenler tarafından en çok merak edilen konuydu Gezi Parkı’ nda neler olduğu. Eylemlerin başından beri park içerisinde olan ve Taksim Dayanışması   bileşenlerinden DSİP’ in dayanışma içerisindeki temsilciliğini yapan Meltem Oral ile konuştuk tüm bunları ve  “Gezi neydi, ne oldu, ne olacak”  sorularının cevaplarını aradık. Aynı zamanda DSİP Genel Başkan Yardımcısı da olan Meltem Oral sorduğumuz tüm sorulara içtenlikle cevap verdi. 

Guşıps: Gezi özelinde kitleselleşen olayların öncesinde neler yaşandı, olayların, daha doğrusu gezi parkı için yapılan mücadelenin bir öncesi vardı sanırım?

Meltem Oral: Süreci 3 parçaya ayırmakta fayda var aslında: 31 Mayıs öncesi ve 31 Mayıs sonrası var öncelikle, bir de bugün gelinen nokta. 27 Mayıs gecesi sosyal medya üzerinden gezi parkındaki ağaçları sökmek için iş makineleri geldi diye bir kaç kişiden tweetler yayıldı ve ertesi sabah için bir nöbet çağrısı yapıldı. O gece ilk gidenler sabaha kadar nöbet tuttu. Ertesi sabah yani 28 Mayıs sabahı polisle hafif bir itişme yaşandığını öğrendikten sonra, oradaki arkadaşların durumunu öğrenmek için gitmiştim bende. 30 kişilik en fazla 50 kişilik bir grup vardı. Kent meselelerine duyarlı olan, emek sinemasının yıkılmasına karşı eylem örgütleyen, ekoloji meselelerinde iş yapan bağımsız aktivistler vardı parkta. Ayni zamanda Taksim Dayanışması’ ndan daha sonra herkesin tanıyacağı Mücella Yapıcı gibi isimler de oradaydı. Yapılan işin hukuksuzluğu tartışılıyordu.

Hukuki referanslarla gelen öfkeli aktivist kalabalığı, karşılarındakileri şaşırtmışa benziyordu. Çünkü biz bu ağaçları keseceğiz ve nasıl olsa kimse de bir şey sormayacak diye büyük bir öz güvenle gelmişlerdi parka. Hem polis aracılığıyla kalabalığı ittirmeye çalışıyorlardı hem de yaptıkları işin nasıl arkasında duracaklarını bilemez bir halleri vardı. Daha sonra Sırrı Süreyya da parka geldi. Öncesinde herkesin kırmızılı kadınla özdeşleştirdiği o dakikalar yaşandı. Herkesin yüzüne gaz sıkıldı, insanları tekmelediler. Polis şiddeti büyük ölçüde orada başladı diyebiliriz. İnsanlar kapatılan ve kazılmaya çalışılan alandaki bariyerleri söküp orayı açmaya ve kepçeyi engellemeye çalışıyorlardı.

Guşıps: Sen parka ilk gittiğinde yani 28 Mayıs sabahı örgütlü olmayan bağımsız aktivistler miydi peki mücadele edenler yoksa örgütlü yapılarda var mıydı?

Meltem Oral: Örgütlerden de insanlar vardı, ben de sonuçta örgütlüyüm, ama örgütünü alıp gelen bir kitle yoktu. Çünkü herkes daha ne olduğunun pek farkında değildi. Yoksa başka sol örgütlerden de gelen tanıdığım yüzler oradaydı. Başka eylemlere katılan aktivistler, birbirini tanıyan insanlar duyup gelmiş gibi bir durum vardı kısaca. Bir de zaten çok aniden olan ve sabah saatlerinde gerçekleşen bir olay olduğu için örgütlü bir tutum yoktu ilk etapta. Daha sonra 1 saat kadar parktan uzaklaştım.

Geri geldiğimde çok değişik bir manzara vardı, sabahki otuz kişi birden yüzlerce kişiye çıkmıştı parkın içerisinde. Tatlı bir hava da vardı. Bir yanda kepçe durdurulduğu için yeniden fidan getirip dikenler, diğer yanda ağaçların altında oturup sohbet edenler, gitar çalanlar… Böyle rahat bir ortam vardı ve o gün itibariyle orada nöbet tutma kararı alındı. Çadırlar gelmeye başladı. Aksam saatlerinde daha büyük bir kalabalık geldi. Sabahları erken saatlerde orada nöbet tutanlara müdahale edildiğini duyunca ertesi gün daha büyük bir kalabalığın gelmesi şeklinde sürdü olaylar. Birkaç gün böyle geçti, her akşam artan bir kalabalık oradaydı. 31 Mayıs’ dan önceki gece benim birçok arkadaşım da dahil, parka giren herkes aynı yorumu yapıyordu, “burası kendiliğinden bir “barışarock” ortamına dönmüş”. Pankartlar asılıyor, minik bir ses sistemi kuruluyordu, gelip destekte bulunan sanatçılar vardı. Aksam saatlerinde, tam da alkol tartışmalarının üzerine gelen bir dönem olduğu için, “Şerefine Tayyip” deyip içtiklerine şahit olabiliyordunuz. İnsanların gezi dışında kalan alanlardaki bütün öfkelerini gezi nezdinde dillendirmeye başladıkları anlardı. 31′ inden önceki gece en kalabalık aniydi parkın. Binlerce insan vardı, park tıklım tıklımdı o güne kadar hiç öyle kalabalık olmamıştı. Parktaki çadır sayısı artmaya başlamıştı. Ancak 31′ inde gündüz çok ağır bir saldırı oldu.Saldırı fotosu Benim evim gezi parkına çok yakın olduğu için, aksamları geç saate kadar durup, evime gidip sabah tekrar geliyordum. Her sabah dört buçuk beş gibi müdahale var telefonuyla uyanıp gidiyordum. En son gittiğimde çadırları çöp araçlarına dolduruyorlardı. Her sabah o şok içerisindeki aktivistlerle karşılaşmak çok üzücüydü. Gece ne kadar kalabalık olursa sabah da o kadar az insan oluyordu ve bu tedirgin edici bir durumdu. Çünkü “bizim burada toplumsal bir meşruiyetimiz var” özgüvenine rağmen polisin saldırısı sırasında az kişisin. Üst üste müdahale yiyen insanlar olarak da biraz tedirginsin, o tedirginlik havası hissediliyordu. Öyle bir durum oldu ki, parkın içerisinde kazmak istedikleri alandan uzaklaştırdılar aktivistleri ve bir set çekti yaklaşık 50 kadar polis. Zincir oluşturup o tarafa geçmemizi engelliyorlardı. Bunun karsısında aktivistler karşı saldırıda bulunmak yerine, sivil itaatsizliğin gücünü göstermek istiyordu. Polisin önünde kitap okuyan aktivist fotoğrafı da o gündendir.

Hatta sohbet edenler filan da vardı polisle, çok komik diyaloglarda oldu. Bi tane polis: ” Biz de size müdahale etmek istemiyoruz, bakın bizi Fenerbahçe’ ye bile müdahale etmek zorunda bıraktılar” diyordu mesela. 31 Mayıs’da sabah 9 – 10 gibi Divan Otel’ in önünde toplanılacağı kararlaştırıldı. O sabah her zamankinden daha terorize edilmiş bir ortam vardı. Meydana çıkar çıkmaz her tarafın polis tarafından kapatıldığı bir ortamla karşılaşıyordunuz. Sabah üst üste gelen müdahalelerin şaşkınlığının geçip, yavaş yavaş öfkelenmeye başlanıldığı zamanlardı. Sabahın sekizinde meydandaki insanlara da gaz ve tomadan su sıkarak müdahale edip İstiklal Caddesi’ ne dağıttılar. Kulaktan kulağa saat 10′ da Divan otelin önünde toplanılacak diye konuşuyorduk, meğerse internette kıyamet kopuyormuş, benim sonradan haberim oldu. Biz daha sonra Divan Otel’ in önüne doğru geçtik. Mete Caddesi üzerinde belediyeden gelen işçiler parkın etrafını polis bariyerleriyle kapatmaya başladılar. Parkı abluka altına alıyorlardı. Bazı aktivistler belediye işçileriyle konuşmaya başladılar.”Bakın buraya bina yapacaklar, ağaçları kesecekler. Her yer böyle mi olsun istiyorsunuz,” gibisinden tartışmaya başladılar. Polisin yaptıklarını, çadırların yakıldığı vs. anlattılar. Bunun üzerine işçiler bariyerleri yerleştirmeyi bıraktılar, hatta bir iki tanesi kamyona geri koydu bariyerleri. Sadece kitaplardan okuyabileceğim bir şey gerçekleşiyordu, herkes işçileri alkışlamaya başladı. Sonra polis geldi, üçe kadar sayıyorum” deyip ikide de gaz atarak saldırıda bulundu.

Divan Otel’ in önüne gittiğimizde bekleyen insanlar vardı, çoğu tanıdığımız yüzlerdi ama artan bir kalabalık da vardı. İşine gitmeden önce duyup, gerekirse gazını yiyip öyle işe gitme inadıyla orada duran insanlar da vardı mesela. Divan Otel’ in önünde kalabalık gittikçe artmaya başladı, etraftaki araçlardan da büyük bir destek vardı. Zaten günlerdir Gezi Parkı’ nın etrafındaki araç trafiği korna çalarak, çiçekler atarak yada el sallayarak destek veriyorlardı. Parkın dışında da toplumun büyük çoğunluğu bize sempatiyle bakıyordu.

Divan Otel’ in önüne de sert bir şekilde müdahale edildi. Yanlış anlamadıysam sara krizi geçiren bir kadın vardı ve biz onun için ambulans diye bağırmaya başladığımızda polis gaz attı. Kadının başına ne geldi en ufak bir fikrim yok. Orası tekrar dağıldı ve “şimdi de 12 de taksim meydanında” haberi yayılmaya başladı. Taksim meydanına öğlen vakti gittiğimizde Sırrı Süreyya da oradaydı. İstiklal’ e gitmek için oradan her geçen yanımıza geliyordu. Ne bir bayrak ne de bir pankart vardı, insanlar sadece oturuyorlardı. Polise karşı tepkinin en yoğun olduğu zamanlardı. İnsanlar polisin yanına gidip “Niye gaz atıyorsun” diye tartışıyorlardı. Vatandaşın bu tepkisi polisi çok şaşırtmıştı. Polisle bir olup eylemci döverdi vatandaş, böyle hikayelere daha çok alışkındık biz. Kızılkayalar tarafında oturan insanlar, yemek yiyen insanlar bir anda ellerindeki yemek tabaklarıyla masalara vurup polisi protesto etmeye başladılar. Kalabalık giderek artıp yola taşma ve trafiği kapama tehlikesi başladığı andan itibaren polis sert ama çok sert bir şekilde müdahale etti. Lubna’ nın yaralandığı zamandı o. Ben hala arayıp gelelim mi diyen arkadaşlara, birazdan polis müdahale edecek, gelmenize gerek yok diyordum.Bitecek bu diye düşünüyordum açıkçası. Daha önceki eylemlerle hiç alakası olmayan hatta bu kadar çok eyleme gitmeme şaşıran teyzem bile bana mesaj atıp “dayanın akşama kadar, işten çıkınca biz bütün ofis geliyoruz.” demişti. Ben de çok gülmüştüm. Akşama kadar kim kalır ki burada diyordum, ama öyle olmadı işte. Öğlenki müdahaleden sonra akşam saat 19.00 çağrısı yapıldı ama saat 19.00 olmadan Taksim’ de inanılmaz bir kalabalık ara sokaklardan gelerek parka girmek hırsıyla yaklaştı.

Guşıps: İlk başta parka sahip çıkma, ağaçları kestirmeme gibi saiklerle bir araya gelen aktivistler var eylemlerde. Ardından ise İstanbul’un çeşitli yerlerinden gelen yüzlerce binlerce insanla karşılaşıyoruz. Sen eylemlerin başından beri içerisindesin, sence insanları motive eden esas dinamik neydi? Parka sahip çıkma isteği mi yoksa polis şiddetimiydi binlerce insanı gezi parkına çeken?

Meltem Oral: Parkı korumak isteyen insanlara polis şiddeti yöneltildi. İkisi birbiriyle çok bağlantılı. Başlangıçta orada olan kent hareketlerinden aktivistler için esas önemli olan parkı korumaktı, bu önemli bir mesele. Çünkü Taksim ve çevresindeki projeler bütünlüklü bir politikanın sonuçları. Tüm dünyadaki neoliberal dönüşümün bir parçası. Dolayısıyla ne Emek sadece bir sinema ne de Gezi sadece bir park.

Bugün Gezi Parkı’nı savunmak kamuya ait Beşiktaş İskelesi’nin sahile kondurulan otele ‘özel’ olarak tahsis edilmesine de üniversitelerin ticarethaneye dönüştürülmesine de, topyekun bir neoliberal zorbalığa karşı çıkmak demek. Orada parkı korumak için çabalayan aktivistlere böylesi yoğun bir polis müdahalesi birçok insanı çok öfkelendirdi. Daha 30 gün öncesinde 1 Mayıs’ ta da insanlar büyük bir polis şiddetiyle dağıtılmıştı ama sonrasında böylesine bir sokak tepkisi gösterilmedi. Bence bunların hepsi biriken taşlar. 1 Mayıs’tan sonra Taksim ve çevresinde tam bir siyaset yasağı uygulanmaya başlandı. Hiçbir politik çevrenin standını açmasına, bildirisini dağıtmasına, gazetesini satmasına, basın açıklaması yapmasına izin verilmedi.10 kişiye 100 kişilik polisin saldırdığı görüntüler Taksim ve çevresindeki birçok insanı çok öfkelendirmeye başlamıştı. Sürekli yukarı aşağı giden tomalar vs. Bunların biriktiği bir gerçek ama en nihayetinde senin de dediğin gibi polis şiddetinin, insanların çadırlarını yakan ve insanların suratına gaz sıkan, bunu büyük bir özgüvenle yapan polis görüntülerinin etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Guşısp: Belki de Türkiye’de ilk defa vatandaşın Polisin yanında değilde eylemcilerin yanında durduğu günler yaşadık…

Meltem Oral : “Polis eylemcilere müdahale etti ama eylemciler illa ki kışkırtmıştır, marjinaller illa kışkırtmıştır” argümanının çok tuttuğu bir yer Türkiye. O güne kadar AKP’ nin geri kalan alanlardaki neo liberal uygulamalarına karşı birikmiş öfkeyi de gördük alanda. 31 Mayıs’tan önce Gezi parkına aksam saatlerinde gelen insanlar sadece örgütlü solcular değildi. AKP’ ye bir sürü konu yüzünden gıcık olan insanlardı. Alkol ya da kürtaj tartışmaları bunlardan bazıları. Erdoğan’ın hala geri adım atmayan ve üstüne üstlük tehdit eden üstüne giden dili de insanları öfkelendirdi. Türkiye’ de siyasetin temel denklemi olan yani Kürt meselesi, darbe gibi konuların dışında kalan ve AKP’ nın aslında neo liberal politikalarının parçası olan bir sürü adıma karşı birçok ani tepki gösterilmişti. Liseliler sınav sistemine karsı birçok şehirde, hiç kimsenin ummadığı bir şekilde onlarca kez sokağa cıktılar mesela. Bunların birçoğu örgütsüzdü. Facebook’ tan hesap açan bir liseli çocuğun çağrısı üzerine binlerce insan sokağa çıkmıştı. İnternet yasağına karşı yine böyle beklenmedik bir yürüyüş olmuştu. Hayvanlarla ilgili yasanın çıkışına karşı yine çok büyük bir eylem olmuştu. Kürtaj konusu da böyle bir şeydi, o zamana kadarki kadın hareketinin örgütlü güçlerini çok çok aşan bir kitle sokağa çıkmıştı. Bunlar aslında AKP’ nın neoliberal politikalarına ilişkin öfkenin arttığı ve insanların yaşam tarzına, yasam alanına dokunulması öfkesini hissettiği alanlardı. Bütün bu öfke de yansımıştı sokağa. Gezi olmayabilirdi, başka bir şey de olabilirdi bu öfkenin patlaması için. Bardağı taşıran son damla, park ve ağaçlarla ilgili masum bir meselenin üzerine böylesi bir devlet şiddetinin uygulanması oldu.

Guşısp: Eylemlerin kitleselleşmesi ve daha örgütlü hale gelmesi 31 Mayıs sonrasına denk geliyor. Ve bu aşamadan sonra Taksim Dayanışması ve Taksim Platformu diye iki yapı çıkıyor karşımıza. Taksim Platformu neydi, Taksim Dayanışması nedir?

Meltem Oral: Taksim Platformu aynı zamanda Taksim Dayanışması’ nın bileşenlerinden biri. Her ikisi de AKP’nin Taksim Projesi’ni duyurmasıyla birlikte bu projeyi durdurmak için hem hukuki yollarla hem de sokakta eylemlerle bir şeyler yapmak isteyen kurum ve bireylerin çabalarının ürünü. Taksim Dayanışması’ nın gezi direnişi başlamadan önce yanlış bilmiyorsam yaklaşık 70 tane bileşeni vardı. Geziyle birlikte bunların sayısı 200′ e yaklaşmış durumda. Taksim Platformu da onun bileşenlerinden bir tanesi. Şöyle özetleyebiliriz belki: Taksim Dayanışması direnişten çok önce kurulmuş olan, esasen Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası gibi çeşitli meslek odalarının girişimiyle demokratik kitle örgütlerine “böyle bir proje var buna karşı ne yapmamız gerektiğini birlikte konuşalım” diyerek yapılan çağrıyla oluşturulmuş bir yapı. Zaten hali hazırda projeye karşı yükselen itirazları tek bir çatı altında birleştirmeye çalışan bir girişim.

Guşısp: Sadece Gezi Parkı için değil Taksim’in tamamı için yani…

Meltem Oral: Taksim’ deki bütün dönüşüm projesi için. Yayalaştırma denilen proje için oluşturulan eylem birliği aslında. Temel birkaç ilkenin belirlendiği, ama esasen Taksim projesinin iptali üzerine çalışan bir yapı. Hatta bu civarlarda olan herkes fark etmiştir, metro çıkışlarında ısrarla imza toplayan, stant açan, bu konuyla ilgili daha önce kimsenin pek ilgi göstermediği eylemler örgütlemiş olan çok bileşenli bir yapı.

Guşısp: Anladığım kadarıyla Taksim Platformu daha çok Hukuki Bürokratik süreçleri yürütüyor…

Meltem Oral: Taksim Platformu da daha çok mahalle derneklerinin bileşenlerini oluşturduğu, benzer şekilde çeşitli basın açıklamalarıyla kamuoyunda projeye dikkat çekmeye çalışan bir yapı kısaca. Farklı kurumların, meslek odalarının bu projenin iptali için açtığı çok ciddi davalar var. İki yapı da bu davaların takipçileri. Eylemlerde çok da ayrı düşen noktaları olduğunu sanmıyorum ama genelde sendikaların ve sol örgütlerin bir arada olduğu, fazla sayıda bileşeni olduğu için Taksim Dayanışması daha görünür oldu.

Guşısp: Polis ile karşı karşıya gelen eylemcilerin direnişi sonucunda eylemciler gezi parkına girdiler. Birçok yerde barikatlar kuruldu. Bu aşamaya nasıl gelindi sence daha açık soracak olursam Polis ne oldu da parkı ve Taksim’i bıraktı?

Meltem Oral: Aslında askeri anlamda da kalabalığın polisi püskürttüğü bir durum vardı. Polisin karşısındaki gücün en önemli özelliği çok kalabalık olması. Dolayısıyla ön tarafta gazdan etkilenenler olduğu zaman hemen onların yerini alacak olan binlerce insan vardı. Yorulanın, düşenin yerine aniden binler gelebiliyordu. Bu Türkiye de polisin alışık olduğu bir şey değil. Gazı atacağım ve dağılacaklar diye düşünüyor. Ama “dağılmıyorlar bir türlü” dediği bir süreçti. Gaz dışında taşıdığı diğer şeyleri kullanmaması da tamamen tesadüf bu arada. 5 tane kayıp var bu süreçte. Daha fazlasının olmaması tamamen tesadüf. Çünkü yüz binlerce gaz bombası attılar ve İstiklal’ de neredeyse kişi başına bir tane gaz fişeği demek bu. Daha fazla insanin başına gelmemesi tamamen tesadüf.

Bir yandan karşılarındaki kalabalığın gitmeye niyetinin olmaması devleti de şaşırtan bir şeydi. Ne kadar fazla şiddet kullanırsa kalabalığın o kadar artarak geldiğini gördüler. Ve bir de tabi ki o sırada polisin karşısındaki kitle gücünün dışında da toplumun bütününde eylemcilere yönelik bir sempati oluştu. Dolayısıyla oradaki şiddetin bir an önce durup polisin çekilmesi konusunda büyük bir toplumsal basınç vardı. O günlerde özellikle 31 Mayıs gecesinde sadece İstanbul’ da değil Türkiye’ nın onlarca ilinde gösteri oldu. Ve bence devlet bu onlarca gösterinin süreklileşmesinden büyümesinden çok endişelendi. Sonuçta biz 2011′ den beri devrimci sürecin yaşandığı bir Ortadoğu’nun yanındayız. Dolayısıyla bu dalganın, “Taksim Tahrir’ e dönecek sloganı” nın çıkması ne kadar kızdıran bir şeyse hükümeti, o kadar da korkutan bir şey. Taksim, Tahrir olabilir miydi, politik anlamda hükümeti devirebilir miydi başka bir tartışma. Bütün bu simgesel anlatımı nedeniyle hükümet açısından bir an önce bitmesi gerekiyordu eylemlerin. Bir yandan da diğer şehirlerdeki eylemlerin tamamı da bence Gezi’ nın özgürlükçü dinamiğinden nasibini almış değildi. Tam da 28 Şubat hassasiyetini kışkırtacak ya da bazı yerlerde BDP bürolarının taşlandığı yakılmaya çalışıldığı eylemler de oldu. Ama özetle böyle bir kitlesel ve aniden yükselen eylemlilik iktidardakiler açısından çok korkutucu oldu belli ki.

Guşısp: Polis çekilip parka girildikten sonra Gezi Parkı bir nevi eylemcilerin oldu. Peki, gezi parkının insanları ne durumdaydı? Bir zafer havası yaşandığını söyleyebilir miyiz?

Meltem Oral : E tabi…2 hafta boyunca hatta 2 haftadan daha uzun bir süre boyunca Taksim ve bütün İstiklal Caddesi çevresinde polisin olmadığı ve dolayısıyla devletin kolluk güçlerinin tamamen geri çekildiği bir süreç yaşandı. Herkes açısından inanılmaz özgür hissedilen bir ortamdı. Çünkü biz Taksim Meydanı’ nda sürekli bir toma ve çevik kuvvet nöbetine, İstiklal’ de sürekli bir polis varlığına, tezgâh kovalayan zabıta görüntülerine alışmıştık. Seyyar satıcıları kovalayan da 2 senedir masasını dışarı koyamayan mekanlara baskın yapanlar da yoktu. Sayısız yürüyüş oldu caddede. Hiç kimsenin beklemediği bir politize olma hali vardı. İstiklal’de slogan sesi geldiğinde ordan geçen herkes eşlik etmeye başlıyordu. Esasen parkın içerisinde ve çevresinde ilk kez bir şeyi kazanmış olma güveni vardı. Sadece polisi yenmiş olmanın, püskürtmüş olmanın verdiği askeri anlamda bir zafer değil tabi ama biz burayı kazandık diyebilmek önemliydi insanlar için. 2 hafta boyunca bütün her şeyin ücretsiz olması, herkesin birbiriyle dayanışıyor olması filan, bunlar çok alışık olduğumuz şeyler değildi. Dolayısıyla herkes açısından çok şaşırtıcıydı. İlk birkaç gün siyasetin çok fazla görünürlüğü yoktu parkta, daha çok meydanda yoğunlaşmıştı siyasi örgütler. Daha sonra bir kısmı parkın içerisinde de görünür olmaya başladılar. Parka bir giriyorsunuz binlerce kişi var içeride. Sadece gezmeye, bir bakmaya gelen insanlar da vardı. Ama geldiklerinde gördükleri LGBT’ lerin, Ermenilerin, belki de daha önce hiç duymadıkları devrimcilerin stantları vb. oluyordu. Herkes “yendik” düşüncesindeydi ve su anda burada kendi hayatımızı koruyoruz diye düşünüyorlardı. Bu mutluluk ve özgürleşme hali çok kazanılabilecek bir şey değil. Bu süreçte somut olarak parkı kazandık elbette ama belki de en büyük kazanımlardan biri en soyut olanıydı. İnsanlar büyük bir özgüven kazandılar. Parktan şimdi cıkmış olabiliriz, şimdi hareket sönümlenme aşamasında olabilir ama herkes polise ve iktidara baktığında “biz sana geri adim attırdık” öz güveniyle bakıyor.

Guşıps: Kamuoyunda çok tartışıldı, eylemler sırasında Dolmabahçe’de Başbakanlık Ofisi’nin örgütlü bir şekilde basılması gibi bir girişim oldu mu peki?

Meltem Oral: Sonuçta bu yaşanan süreçten çok farklı politik anlamlar çıkaran farklı siyasetler var. Ancak Taksim Dayanışması’ nın bileşenlerinin ortaklaşa aldığı böyle bir karar yoktu. Kaldı ki öyle bir misyonu üstlenebilecek bir yapı değil taksim dayanışması. Beşiktaş’ ta yoğun olarak süren, hem Başbakanlık konutuna doğru yürüme hem de ona karşı yoğun bir şiddet vardı.

Parkta “hadi şimdi Beşiktaş’a gidiyoruz” diyerek oradaki kalabalığı Beşiktaş’ a götürmeye çalışan bir dedikodu zinciri yayılıyordu. Birkaç gün üst üste böyle çağrıların olmasının ardından bir anda kesildi bu çağrılar. Ve parkın içerisinden de şöyle bir refleks doğmaya başladı. Biz parkı savunuyoruz, kazanana kadar burada kalmaya devam ettiğimiz sürece Beşiktaş’ ta da varsa anlamlı bir şey ancak buna faydası olabilir. Dolayısıyla insanlar birazcık mesafe koymaya başladılar Beşiktaş’ a kitle götürmeye çalışanlara karşı. Çünkü diğer yandan da direnişin kitlesel desteğini, toplumsal meşruiyetini yitirmesi için sadece hükümetin kara propagandaları değil başka girişimleri de olmuş olabilir.

Guşısp: Peki, Taksim Dayanışması’nda kararlar nasıl alınıyordu? Sonuçta 200 tane örgütün olduğu bir yapıdan bahsediyoruz, karar alması geçekten çok zor olsa gerek.

Meltem Oral: Bir durum olduğunda ilgilenilmesi gereken ve omuzlara binen çok fazla şey var. İki sene boyunca birkaç yüz ya da en fazla birkaç bin kişiyle eylemler yapmayı başarabilmiş çok bileşenli bir yapının kucağına birden kocaman bir isyan düşmüş oldu. Herkes ister istemez muhatap alınacak ve buluşulacak, tartışılacak mekanizma olarak Taksim Dayanışması’nı belledi. Çünkü parkın içerisindeki hareketin doğasına uygun olan da tek bir siyasi partinin, tek bir siyasi yapının değil herkesin tartıştığı bir yapı, bir tür meşruiyet sağlıyordu gezi sürecinin tamamına. Hem politik olarak alınması gereken tutumlara ilişkin yaklaşımlar hem de her gün yapılması gereken işler vardı. Yangın sorunu ve güvenlik tehlikesi bunlardan bir tanesiydi mesela. Bunların hepsine ilişkin kararlar alınması gerekiyordu. Bu kadar çok bileşenin olmasının hızlı karar vermek gereken durumlarda zorlaştırıcı bir yönü de oluyordu bazen . Birçok noktada daha pratik, taktiksel kararlar alınabilirdi. Ancak daha önce kimsenin deneyimlemediği böylesi bir süreçte, eksik kaldığı noktaların olması, yanlışlar yapılması da çok anlaşılabilir bir durum.

Guşısp: Gezi Parkı dışında tüm Türkiye’de eylemler yapıldı. Taksim Dayanışması’nın söylemlerinin tüm Türkiye’ye aynı şekilde yansıdığını söyleyebilir misin peki?

Meltem Oral: Diğer şehirlerde taksimle dayanışmak için eylem yapanlarla çok iyi koordineli hareket edilemedi. Bu da tamamen öncesinde kimsenin böyle bir şeye hazırlıklı olmaması ile ilgili. Hiç kimse beklemiyordu, eminim Taksim Dayanışması’nın düzenli işlerini yürüten sekretaryası tarafından da böyle bir şey beklenmiyordu. Elbette Gezi’yle dayanışmak için yapılan eylemler sahiplenilmeye çalışıldı. Ama esas önemli olan Dayanışma’nın söylemlerinin nasıl yansıdığından çok İstanbul’daki hareketin ruh halinin, parkın içindeki dinamiğin yeterince yansıyıp yansımadığı. Yaşadığımız deneyimin, polis şiddeti dışında, diğer şehirlerde de benzer şekilde yaşandığından emin değilim. Bu da çok normal çünkü burada zorunlu bir işgal durumu vardı ve yaşadığımız bütün pratikler hareketin doğduğu yer olarak İstanbul’da ayrı bir özgünlükteydi. Örneğin forumlar meselesi. Bir anda parktan çıktıktan sonra farklı yerlerde forumların olması İstanbul için bir zorunluluktu. Çünkü insanlar gezi parkından kopartılmışlardı ve direnişe bir şekilde devam etmek yönünde bir ihtiyaç vardı.

Guşısp: Forumların organize edilmesinde Taksim Dayanışması’nın bir dahli var mıydı peki?

Meltem Oral:  Biraz kendiliğinden olan bir süreç. O güne kadar her hangi siyasi bir yapıyla örgütlü davranmamış bir sürü insan o parkın içerisinde örgütlü davranmaya başladılar. Siyasi partinin arkasında değil, hayatı örgütlemek anlamında. O parkın gündelik işleyişi, etkinliklerin organize edilmesi, çadırların organize edilmesi noktasında birlikte davranan insanlar vardı. Sadece taksim dayanışmasının içerisinde adı olan bileşenlerin dışında parkta yer alan binlerce bağımsız insan da oradaki herkesin geleceği hakkında verilen kararlara dahil olmak istiyorlardı. Örneğin her aksam kendiliğinden toplantı yapan yüzlerce aktivist vardı parkın içinde. Aslında daha parkın içindeyken forumlar benzeri mekanizmalar oluşmaya başlıyordu yavaş yavaş. Parktan çıkartıldığımız son büyük müdahalenin ardından Çarşı’nın girişimiyle ilk olarak Abbasağa Forumu diye bir çağrı yapıldı ve ondan esinlenerek bir gün içerisinde hızla onlarca mahalleden benzer çağrılar yayılmaya başladı.

Guşısp: Başbakanla görüşmeye gidenler Taksim Dayanışmasını temsil ediyor muydu peki? Bu konuda çok tartışıldı. Mesela Etyen Mahcupyan’ ın tabiriyle söylersek gezinin ana dinamiğinin genç ve büyük ölçüde kadınlar olmasına rağmen çok erkek ve çok yaşlı değil miydi görüşmeye gidenler?

Meltem Oral: Oraya giden genç kadın arkadaşlarımız da vardı. Nasıl bir temsiliyet olacak sorusu daha önceden başlayan bir soruydu aslında. 6 Haziranda yapılacak mitingin kürsüsünde kimlerin olacağından başlayan bir tartışmaydı bu. Genel eğilim hareketin ortaya çıkardığı toplumsal dinamiği yansıtan gençlerin, kadınların, LGBT’ lerin, başörtülülerin, hatta Sırrı Süreyya’nın olması yönündeydi. Hem kepçenin önünde dikilmiş olması bakımından hem kamuoyu nezdinde sevilen bir figür olmasından hem de Kürtlerin de orada olduğunu göstermesi açısından. Genel eğilim böyle olmasına rağmen, hareket başladığında oluşturulan ve çeşitli parti temsilcilerinin olduğu koordinasyon, toplantıdan çıkan eğilimi karar haline getirip uygulaması gerekirken böyle olmadı.Başbakan’dan dan önce Arınç’la konuşulması söz konusuydu. O da epey bir tartışma konusu oldu. Heyet dediğin bikac kişiden oluşuyor eninde sonunda. 10 kişi seçiliyorsa, birinin önerdiği bir ismin başka bir siyaset açısından da başka bir anlam ifade ettiği çok acık. Sırrı Süreyya’yı önerenin karşısında ‘o zaman İlhan Cihaner de olsun’ diyen siyasi yapılar da var. Hâlbuki ikisinin politik olarak ifade ettiği şeyler çok farklı. Dolayısıyla heyet  hikâyesinde de böyle bir zorluk var. Bugüne kadar taksim projesiyle ilgili bir politik kampanya sürdürmüş insanların oraya gitmesi önemliydi. Ama keşke oranın gençliğinin, kadınlığının, özgürlükçü ruhunun yansıtıldığı başka isimler de oraya katılabilseydi. Bu da bence biraz örgütlü yapıların bir eksiğidir. Temsiliyet tartışmasının iki yanı var. Birincisi zaten nasıl olacaktı ki bu temsili yet durumu? Parkın mahallelere bölünmesi, her mahallenin kendi temsilcisini seçmesi, o temsilcinin her gün değişmesi gibi kararlar keşke parktan atılacağımız evrede değil de en baştan uygulanabilseydi. O parkın içerisindeki temsiliyet sorununda da mahallelerden çıkan öneriler daha makul bir görüntü çizebilirdi. Bu da aslında toplumun ne kadar örgütsüz ve ne kadar demokrasiye muhtaç olduğunun göstergesi. Bu güne kadar Türkiye toplumunda böylesi bir alışkanlık olmadığı için, hemen organize olamaması bu toplumun örgütsüzlüğü ile alakalı bir durum. Ama diğer yandan da bunu görüp organize etme sorumluluğu o toplumun örgütlü güçlerinde. Yani madem parktan böyle bir şey çıkmıyor, ben buranın örgütlü gücüysem buranın dinamiğini yansıtmak benim boynumun borcu olmalı diyen bir emek örgütü çıkmadı.

Guşıps: Gezi Parkı’ nın ana siyasi çizgisini ve söylemini Türkiye’deki Sol örgütler mi oluşturdu sence?

Meltem Oral: Hayır, tabi ki. Bugüne kadar sol örgütlerin inşa ettiği şeylerin bir birikimi olan bir isyan olmuş olsaydı, 1 Mayısta başka bir 1 Mayıs yaşamış olurduk. Dolayısıyla Türkiye’de sol dediğimizde, akla gelen bütün örgütleri de hesaba katıyorum,  uzun süredir bir kitle mücadelesine önderlik edecek, onu dinamiğini fişekleyecek bir güç olmaktan ziyade, aslında sönümlenen, kendi alanlarında kendi köşelerine çekilmiş, taksimdeki eylemlerine giden o eylemleri örgütleyen daha dar bir halde. Aslında güçsüz bir halde yani. Bu güçsüzlük de parkın içindeki tüm o tartışmalarda belirleyici oldu. Gezi’nin temel dinamiği, klişeleşen tabirle ‘Erdoğan dışında başbakan görmemiş kuşakta’ yatıyor. Elbette varolan örgütlü solun önemli katkıları vardı bu süreçte ama daha çok hareketin kendisi geri kalanları sürükledi.

Guşıps: Gezi için “Son Beyaz Türk İsyanı” yada “AKP’ye karşı Ulusalcı ayaklanma” diyenlerde var. Sen nasıl bakıyorsun bu bakış açısına? Gerçi burada belki Taksim Gezi ve Türkiye diye iki kategoride değerlendirmek gerekebilir konuyu.

Meltem Oral: Bu hikâyeyi sekülerler ve İslamcılar, yani Türkiye’ de yıllardır süren temel ayrım üzerinden okumak ve dolayısıyla da artık sekülerler isyan ettiler gibi bir bölünme olduğunu anlatmak aslında hükümetin de çok işine gelecek olan bir şey. Çünkü zaten böyle olduğunu anlatıyor. “Bakın ulusalcılar ayaklandı, darbeciler ayaklandı, bunlar darbe girişimi” filan argümanı hükümet tarafından ortaya atılmış bir argüman. Ulusalcılar yok muydu bu isyanda, varlardı. Sonrasında da bütün gezi sürecinin kendilerine ait olduğunu ve bundan sonraki mücadelelerine aktarmak gerektiği sonucunu çıkaranlar da yine ulusalcılar oldu. Gazdan Adam Festivali olsun, Silivri’ye gidilmesi çağrısı olsun.

Guşıps: Gazdan Adam Festivali yada Silivri’ye çağrıları Gezi yansıtmıyor muydu yani ?

Meltem Oral: Gazdan Adam Festivali’ ne çağrı yapan örgütlerin ne olduğu belli. İşçi Partisi’ nin TGB’ nin vs açısından bulunmaz bir fırsattı Gezi. İnsanların doğrudan AKP’ ye karşı bu kadar öfkeli bir şekilde sokağa çıktığı bir süreç, ulusalcılar açısından arayıp bulamayacakları bir gelişme. Onlar da böylesi organizasyonlarda bu fırsatı değerlendirmek için ellerinden geleni yaptılar. Hala da sonuna kadar değerlendirmeye çalışıyorlar. Ama onların gezide çıkan özgürlükçü potansiyelle nasıl bir ilişki kurdukları, Doğu Perinçek’ in Yoğurtçu Parkı üzerine yazdığı yazıdan bile belli. Yoğurtçu Parkı’ ndan Gazdan Adam Festivali’ ne gitmeme kararı çıkınca verip veriştiriyor. Ve nasıl bir şey istediği de ortada. Şunu kimse unutmasın, geziden önceki güne kadar aylarca İstiklalde, “müzakere masası değil idam sehpası istiyoruz” diyen bir siyasi cenah bunlar. Dolayısıyla Gezi parkında onların varlığının geri kalan politik unsurlarla bir çatışma yaratmamış olması, artık birbirimizi anladığımız ve bundan sonra AKP’ ye karşı ortak bir milli cephe yarattığımız anlamına gelmez. Gezi’ de böylesi gerilimler olmadı değil. BDP’ lilerin yanına gidip istiklal marşı okuyup BDP’ lileri kışkırtacağını düşünenler oldu. Ama bence burada çok taktiksel bir şey izlemeye çalışıyor ulusalcılar. İtinayla soldan atılmış olan, tecrit edilmiş olan bir siyasi gelenek tekrar solun içerisinde “Hepimiz faşizme karşı değil miyiz zaten” söylemi üzerinden meşruiyet kazanmaya çalışıyor. Ancak böyle bir gelenekle, şu anda hala elinde kan olan, savaşı savunan bir gelenekle solun ittifak kurmasını beklemek bir hayal. Bu forumlarda ortaya çıkan eğilimlerden de belli. Yoğurtçu Parkı’nda TGB lilerin gelip gazdan adam festivaline katılma kararı çıkartmaya çalıştığı forumda ben de vardım. Parkta 3 kere oylandı. Parktaki yüzlerce insan 3 kere reddetti festivale katılma kararını. Kendilerine karşı konuşma yapan bir çocuğa saldırmaya başladılar ve kürsüyü basıp mikrofonu elinden almaya çalıştılar. Herkesin gözü önünde olan bu olay, herkes için çok açıktı. Bunun üzerine bir sürü insan çıkıp, “ben bu festivale bireysel olarak gitmeyi düşünüyordum ama artık gitmeyeceğim, çünkü bunlar milliyetçi, başkalarının kendi fikrini ifade etmesine tahammül edemiyorlar” diyerek reddeden konuşmalar yaptılar. Bu bence gezinin bütünü.Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye slogan atanlar olduğunda, Mustafa Keser’ in bu kadar popülerleşmesi de tesadüf değil. Bizim standımızda “Ne AKP neo liberalizmi, ne CHP Kemalizmi” diye bir döviz vardı. Bir anda hiç tahmin etmeyeceğimiz oranda yaygınlaştı bu slogan. Bayrakların bu kadar görünür olması da ayrı bir konu. Keşke toplumda, Türk bayrağı değil de kızıl bayrak, dağ başını duman almış değil de enternasyonal marşı bilinen ve yaygın olan şey olsaydı. Toplumdaki milliyetçi fikirlerin ne kadar güçlü olduğuyla ilgili bir mesele bu. Siyasi bir şey olduğunda insanları refleks olarak eline Türk bayrağını alıp çıkartan milliyetçiliği geriletmek lazım.

Guşıps: Gezi Parkı’nın yada Taksim Dayanışması’nın AKP’ye oy veren yüzde elli ye derdini anlatabildiğini düşünüyor musun peki ?

Meltem Oral: Uzun bir süre bunu başardığını düşünüyorum. Hala da böyle bir derdinin olduğunu düşünüyorum. Erdoğan’ın çıkıp %50’ yi zor tutuyorum diyerek, bak ben %50′ yim geri kalan %50 bunlar diyerek kutuplaştırmaya çalışmasının karşısında forumlarda söylenen de “biz yüzde doksan dokuzuz” du. “Bizim aynı zamanda senin yüzde ellinde de ayağımız var, senin yüzde ellini de kazanmaya çalışıyoruz, senin yüzde ellinin de zaten bir kısmının bizi desteklediğini biliyoruz” diyerek bir özgüvenle yanıt verildi. Forumlar bir takım ilkeler yayınlamışlardı ilk günlerde ve o ilkelerde şu çok açıktı: Bu toplumda 28 Şubatın yaşandığını ve bunun hassasiyetlerinin olduğunu unutmayalım. Başörtülü düşmanlığı yapmak, ya da AKP’ nin tabanını aşağılamak bize yakışmaz diye bir tavır gelişti. Bu tavır çok önemli bir tavır. Taksim dayanışmasının kendisinin de yanlış hatırlamıyorsam 7 Haziranda bir basın açıklaması oldu ve o günlerde çok tartışmalı bir konuydu Kabataş’ta başörtülü bir kadına yönelik saldırı. “Öfkeyi başörtülü kadınlara yönelten hiç bir mücadele bizim mücadelemiz olamaz” diye net tavrını koymuştu dayanışma. Keza yine ilerleyen günlerde hem geziyi destekleyen başörtülü kadınların hem de feministlerin ortaklaşa bir yürüyüşü gerçekleşti. Hatta simgesel olarak Kabataş’ta buluşup, Kabataş’tan gezinin içine yüründü. Başörtüye saldıran bizden değildir sloganları atıldı. İlk günlerde AKP’ nin tabanından da birçok kişinin direnişe katıldığını düşünüyorum. Ancak Erdoğan kendi tabanında eylemcilerden yana desteğin olduğunu anladı ve bu hareketten paçasını nasıl sıyırabileceğini düşündü. Hızlı ve güçlü bir kara propaganda başlattı. Uzun zamandır yapmadığı kadar çok tekrar eylemler, gösteriler yapmaya başladı. Kazlıçeşme de tam da bir şovdu bu açıdan. Mısır’ daki darbeyle Gezi arasında kurmaya çalıştığı zorlama benzerlik kendi tabanını tekrar birleştirmesi için etkili oldu.

Guşıps: Başbakanın Faiz Lobisi yada Uluslar arası Komplo iddiaları için ne diyorsun?

Meltem Oral: Bugüne kadar ulusalcıların kullandığı argümana Erdoğan’ın sığınması çok komik. “Faiz lobisi yada bu işin arkasında Yahudiler var” gibi şeyler hep milliyetçi ulusalcıların kullandığı argümanlardı. Hemen buna sığınmış olması iktidarın bu hareketten ne kadar korkmuş olduğunu gösteriyor. .İkincisi sırf ağaçlar sökülmesin diye sokağa çıkıp kafasına kurşun yiyip birinin ölmesinden ben AKP’ nin tabanındaki insanların oh dediğini düşünmüyorum. Ama tam da bu huzursuzluğu gidermek için AKP büyük bir kampanyayla “bizi darbeyle devirmeye çalışanlar, milletimizin iktidarını elinden almaya çalışanlar” argümanına yaslanarak kitlesini manipüle ediyor. Ve faiz lobisini de buna ikna etmek için kullanıyor. Brezilya’da da Gezi’ yle eş zamanlı bir isyan patlamıştı ve Brezilya’da da isyanın patlamasına şöyle bir formülasyon üretiyor bu cenah: “Bakın ikisi de büyüyen ekonomi, bizi çekemeyenlerin komplosu bu eylemler.” Bu komplo iddialarına 28 Şubat sosları katılması, gerçekten de başörtülü kadınlara saldırıların yaşanmış olması, Mısır darbesinin olması AKP’ nin tabanının “tehlikeyi ucuz atlattık, aynı oyunlar oynanıyormuş” diye düşünmesine yardımcı oldu. “Bakın Gezi büyüseydi, Tahrir’in darbeci bir şeye dönüşmesi gibi, ona dönüşecekti. Bakın şimdi Adeviye’ de neler yapıyorlar. Türkiye de böyle olacaktı”, hikâyesi bir cenah açısından ikna edici oldu maalesef. O noktada şu eksiklik oldu örneğin. Gezi sadece ağaçlar, parklar meselesinde değil, barış meselesinde de sözü olduğunu Lice yürüyüşünde gösterdi. Ama onun ötesine de geçebilmeliydi. Tam da esas ihtiyacımız olan, batıda Kürt meselesine dair söz üreten bir kitlesel barış hareketiyen, Medeni Yıldırım’ın öldürülmesiyle birlikte bir anda kendiliğinden oldu Lice eylemleri. Kadıköy’ de Yoğurtçu Parkı’ndaki insanlar anında o gece yürüyüş yaptılar. Ertesi gün Taksim’de çok kitlesel bir gösteri oldu. Bu tam da batıda bir hareket olduğu zaman bunun Kürdistan’daki bir mücadeleyle birleşme eğiliminin ve bunun ortaya çıkaracağı gerçekten özgürlükçü potansiyelin ne kadar gerçekçi olduğu gösteriyor. Uzun zamandır batıda böyle bir kitlesel hareket yok. Türkiye’deki tek kitlesel güç, Kürt hareketinin gücü. Batıda böyle bir şey harekete geçmeye başladığı anda bu Kürt meselesinin çözülmesi açısından da büyük bir olumluluk içeriyor. Türkiye’deki solun bu ikisini birleştirmek gibi bir derdi olmalı. Bence aynı şey Mısır darbesi için de geçerli. Keşke forumlardan biz Mısır’daki darbeye de karşıyız denseydi. Çünkü orada da Adeviye’ de toplananlara kurşunla yanıt veriliyor. Arınç’ ın gerekirse orduyu göreve çağırırız demesinin ardından insanlar da gerekirse tankların önünde dururuz demişti.

Guşıps: Bir süredir Gezi gündemde değil. Ancak bir taraftan da okulların açılmasıyla birlikte gezi benzeri eylemlerin başlayacağı söyleniyor. Sence Gezi nereye gidecek benzer eylemlilikler olacak mı ?

Meltem Oral: Bundan sonra ne olacak sorusu herkesin sorduğu bir soru. Üniversiteler açıldığı zaman eylemlerin olacağını tahmin etmek için çok da zeki olmaya gerek yok. Bütün yazını direniş deneyimiyle geçirmiş bir üniversite öğrencisinin üniversiteye gittiğinde bütün bunları unutup günlük hayatıyla ilgilenecek olmasını ve yapılan eylemlere ilgi göstermeyecek olmasını beklemeye gerek yok. Çünkü politize olmuş bir kuşak var. Hele ki üniversitelere özel güvenliğin yerine polisin getirilmesi falan gibi bir şey söz konusu olduğunda bu daha da kışkırtıcı olacak. Polis şiddetinin insanları öfkelendirdiği bir isyandan bahsediyoruz. Bu isyanın önemli bir dinamiği olan gençler kampüsüne döndüğünde polisle karşılaştığında öfkelenecektir elbette. Ama bu şu da demek değil bence, bundan sonra Eylülde tekrar 31 Mayıs, 1 haziran günleri gibi büyük kitlesel eylemler ortaya çıkacak. Occupy Wall Street’ten ders çıkarmalıyız. Bu tip hareketlerin doğası, kendiliğindenliği. Bir anda patlayan bir anda kitleselleşen ve sonra sönümlenen hareketler. Her cumartesi ya da her gün eylem çağrısı yapmak hareketin sönümlenmesine engel olacak bir yol değil. Nasıl devam edeceği, bundan sonra geri kalan mücadelelere nasıl bağlanabileceği, nasıl aktarılabileceği? Bunlar şu anda meçhul. Keşke bu süreç, özel sektörde çalışanların sendikalaşmasına veya üniversitelerde antikapitalist hareketin doğmasına vesile olsa. Eylül gelecek ve bir isyan dalgası başlayacak diye bir şey yok. Böyle bir kehanette bulunmak, hareketin illa yararına olacak olan bir şey değil. Mesele bunun bundan sonraki mücadelelere toplumun örgütlülüğü açısından yansıyıp yansımayacağı. Denizin dalgası çekildikten sonra kumsalda neler kalacak, neler sürüklenip gidecek. Tabi ki insanlar artık eskisi gibi olmayacak, herkesin bir hikâyesi var Gezi ile ilgili. En umut vaad eden şey forumlar meselesi, forumlarda da bir sönümlenme var. Ama örneğin, herkesin kendi yerelini, kendi mahallesini nasıl istediğine dair söz üretebileceği mecralar haline gelebilirse forumlar çok büyük bir işlev görecektir.

Guşıps: Çözüm sürecine Gezi’nin olumlu veya olumsuz ne gibi bir etkisi olmuş olabilir sence?

Meltem Oral: En olumlu katkısı Lice yürüyüşü oldu. Uzun süredir ilerleyen müzakere ve çözüm sürecinde Kürtlerin bütün kamuoyu önünde açık bir şekilde adım attığı ancak hükümetin bunun karşılığında somut olarak nasıl bir çözüm önerisinin olduğunun bilinmediği, bunun nasıl ilerleyeceği kestirilemediği bir süreç yaşıyoruz. Dolayısıyla Lice batıdaki özgürlükçü güçler açısından bir sınavdı. Anadil meselesi önümüzdeki süreçte en temel basınçlardan bir tanesi. CHP ve MHP’nin ulusalcı basıncı bu konuda AKP’yi de anadil meselesinde geri adım attırdı. Anadil talebinde BDP meclisteki güçler açısından yalnız kalmış oldu. Şimdi bundan sonraki mevzu, hükümet çözüm istiyorsan sen de adım at diyecek batıda bir gücün çıkıp çıkmayacağı meselesi. Çünkü bence Kürtler bugüne kadar yapabileceklerinin hepsini yaptılar. Bu sürece nasıl önem verdikleri ve barış istediklerine dair. Ama karşılarında herhangi bir şey almadıklarında geri çekilmenin durdurulması şaşırtıcı bir şey değil. Bundan tabi ki savaş tekrar çıkacak falan gibi bir şey de söylemeye gerek yok. Neticede bunların hepsi belli ki bir pazarlık. Ve pazarlığın sonucunda karşılıklı kartların oynanması durumu.

Guşıps: Buradan Batı’daki insanların Kürt meselesini anlamasını ve çözüm sürecine destek olmalarını bekleyebilir miyiz peki, Gezi eylemleri bir empati yapılmasına sebep olmuş olabilir mi yani?

Meltem Oral: Gezi süresince olan birçok olay, “Biz 30 senedir bu medyadan izliyormuşuz Kürt meselesini” gibi tweetler bir kırılmanın olduğunu gösterdi. Milliyetçiliğin dönüşmesi açısından bir fırsat yarattı. Bu tabi ki gezi sürecinde olan insanlar bütün milliyetçi fikirlerinden uzaklaştılar demek değil. Esas mesele bu milliyetçiliğin kırılmasının süreklileşmesi. Kalıcı hale gelmesinin yolu da batıda barış hareketi inşa etmeye çalışmak. Lice yürüyüşleri ya da Forumların 1 Eylül’de yaptığı çağrı, forumlara katılanların zihninde barışın bir dert olduğunu gösteriyor. Barış talebiyle Gezi arasında köprü kurmayı becermek çok önemli. Bunda ısrarcı olmak lazım.

Türkiye'de ilk defa vatandaşın Polisin yanında değilde eylemcilerin yanında durduğu günler yaşadık…

-Meltem Oral
Yorumlar (1)
  1. BOZKURT KEMAL YÜCEL on said:

    Şimdiye değin,en kapsamlı, “Gezi ruhu”nda sezinlediklerimi, başlagıcını,gelişimini,
    şafak operasyonu sonuçlarını, arkadan dolanıp el koyma hareketlerini, kendiliğindelik içinde, Doğu’daki kürt insanımızı anlama çabalarını eklemelerle bütünlüyebileceğim ve doğaldır ki olayı yaşayan birinin yaşamı ile bütünlüyebileceğim ,çok yararlı bir söyleşi.