Sinemis Vatanartıran ile Söyleşi
Dil Edinimi ve İletişimsel Metod
13:38 2 April 2013

Dil edinimi konusunda akademik çalışmaları bulunan,  kendisi de bir öğretmen olan Sinemis Vatanartıran Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun Anadil komisyonunda da görev alıyor.  Anadilin tanımından  yola çıkıp dernek dil kurslarına, 5. Sınıflar için açılan seçmeli anadil sınıflarına, Dil Edinimi konusundan Alfabe tartışmalarına birçok konuyu etraflıca konuştuk Sinemis Vatanarttıran’la. Dil öğrenim metotlarında yaşanan sorunlardan bahseden Vatanartıran, dil edinimi ve iletişimsel metot konusunun bizler için olmazsa olmaz olduğunu anlatıyor.

 

Guşıps: Anadilin tam olarak ne olduğuyla başlayalım isterseniz, çünkü bu gün özellikle çocuklar Çerkesceyi annelerinden öğrenmiyor?

Sinemis Vatanartıran: Anadil dediğimiz kavram tabii ki adından da anlaşılacağı gibi annemizden öğrendiğimiz dil aslında. Ama bizim durumumuzda, Türkiye’de yaşayan ya da diasporada bulunan kişiler için çoğunlukla anadil olarak öğrendiğimiz dil, maalesef, asıl bizim kültürel olarak anadilimiz olan Çerkesce değil. Türkiye’de yaşayan son bir iki jenerasyonda özellikle, çoğu kişinin anadili Türkçe, yani annemizden babamızdan duyduğumuz ilk dil Türkçe. Dolayısıyla Türkiye’deki Çerkesler’in büyük bir çoğunluğu için Çerkesce öğrenimi, ikinci bir dil öğrenimi oluyor. Yani tam olarak anadil öğrenimi değil. Biz anadilimiz olarak kabul ettiğimiz, yani bizim atalarımızdan bize kalan, bizim milletimizin dilini çocuklarımıza öğretebilme ve yaşatabilme mücadelesi veriyoruz aslına bakarsanız. Öyle bir ayrım var.

Guşıps: Peki dil nasıl bu hale geldi, sonuçta dilin kayboluyor olma endişesi de Çerkesler için yeni bir süreç?

Sinemis Vatanartıran: Özellikle 1960’lı yıllara kadar dillerimiz korunabildi. Şehirleşme başlamamıştı o zamana kadar ve köylerde yaşıyorduk; hem biz, hem de dilimiz. O şartlarda henüz dilin kaybolma tehlikesi de yoktu. 1960’lardan itibaren yaşanan hızlı bir göç ve şehirleşme dilin kullanımını zora soktu. Çerkesler ’in şehirleşmesi de birbirinden çok kopuk gerçekleşti. Kayseri ya da Düzce gibi bir iki yerleşim yeri dışında bir mahalleleşme süreci de yaşamadık. Yani Çerkes mahallesi diye lokal bir ortam olmadı pek. Kürtler mesela Ankara’da ya da İstanbul’da belli bölgelerde yaşarlar, ancak Çerkesler için böyle bir durum hiç olmadı. Anadil sonuçta ailede öğreniliyor. Çocuğun doğduğu andan itibaren bu dili duymaya başlaması, bu dille nasıl düşüneceğini öğrenmesi lazım; çünkü dil, bir düşünce biçimi aynı zamanda. Siz duygu ve düşüncelerinizi ifade etme aracı olarak kullanıyorsunuz dili. Ve bunu doğduğu andan itibaren çocuğa yaşatabilmek gerekiyor. Ailede çok az kullanıldığı gibi, sokağa çıktığımızda da bu dili hiç duymadık. Komşular ya da etraftaki birçok insan Çerkes değildi. Yani sosyalleşme ortamlarının çoğunluğunda hatta neredeyse hiç birinde bu dil yaşamadı. Daha sık, daha fazla Türkçe girmeye başladı düşünce sistemimize. Tabii ki yaşadığımız ülkenin siyasi konjonktürünü de dikkate almak gerekir burada, çok acılar da yaşandı biliyorsunuz bu ülkede. Bize özel de değil herkesle birlikte, bu ülkenin son 20-30 yıllık tarihinde ciddi kimlik sorunlarıyla karşılaştık. Bırakın dili, kimliğimizi bile telaffuz edemediğimiz dönemleri yaşadık. Bunların hepsini değerlendirdiğimizde yani dağınık şehirleşme ve son 20-30 yıllık siyasi konjonktür dilin kullanımını da olumsuz bir şekilde etkiledi. Aileler de evlerinde çok konuşmayı tercih etmediler. Bugün 4-5 yaşında olup Çerkesim diyen ailelerin çocukları bu dili hiç duymadı ya da duyanların oranı çok düşük.  Hatta artık köylerimizde de çok kullanmıyoruz, özellikle iletişim dili olarak köylerde bile Türkçe daha fazla kullanımda.

Guşıps: Sonuçta dil kaybolmakla karşı karşıya?

Sinemis Vatanartıran: Kesinlikle. Bu bizim için çok üzücü bir durum ama bir o kadar da yalın bir gerçek. Bizim durumumuz diğer etnik gruplarla hele hele Kürtler ile mukayese bile edilemez. Onların çoğu dillerini en azından konuşmayı biliyorlar. Bilmeyen çocukların da en azından kulak aşinalığı var dile. Dünyada her gün neredeyse onlarca dil yok oluyor. Ve Çerkesce bu kaybolma sınırına çok yakın. Yani ben Çerkesim diyen herkes için çok ciddi bir alarm durumu. Bu ciddi durumla yüzleşmemiz gerekiyor. Anavatan dediğimiz Kafkasya’da da ciddi sorunlarımız var. Orada da Ruslaşma var, orada da Çerkesce’ nin korunması gittikçe zorlaşıyor. Kafkasya dışında Çerkeslerin en yoğun yaşadığı yer Türkiye. Biraz Amerika, biraz Ürdün, İsrail, Suriye. Baktığımda hakikaten ben bu dilin 10-20 yıl sonrasına yönelik çok ciddi endişe duyuyorum. Bir gün maalesef yok olacak bu dil. Bizim bugün tek amacımız, o günü mümkün olduğunca ertelemeye çalışmak. Bunun da yolu bu dili aile içinde konuşmaktan geçiyor. Bunun başka yolu yok. Burada da başka bir sosyal olgu çıkıyor karşımıza; mesela karı koca Çerkes olanların da konuştukları diller birbirinden farklı olabiliyor. Bir Kabardey ile Abaza’nın evlendiğini düşünün. Bu durumda da en azından birinin konuşulması lazım; en azından bir dil ailede yaşasın. Orada bir ayrıma girmiyorum ben, bizim bütün dillerimiz yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Onun için bizim bütün dillerimize sahip çıkıyor olmamız lazım. Bu konuda çok ciddi bir sosyal bilincin oluşması gerekiyor. Burada kendimize çok kızmamız ve çok ciddi adımlar atmamız lazım. Tekrar söylüyorum, her şeyden önce bu dilin ailede konuşulması lazım. Bu dilin çocuk tarafından sürekli duyulması lazım.

Guşıps: Bu konuda ciddi bir motivasyona ihtiyaç var sanırım?

Sinemis Vatanartıran: Tabii ki. Mesela, İngilizce öğrenmek için çok önemli bir motivasyonumuz var. Çünkü bize iş kapılarını açacak, yurt dışına gittiğimizde iletişim aracımız olacak, iş hayatında kullanacağız vs. İngilizce artık dünyanın yadsınamayacak bir gerçeği. Dünyanın iletişim dili. Motivasyon dil öğreniminde çok önemli. Benzer bir motivasyonu Çerkesce için de yakalıyor olmak lazım. Ailelere düşen sorumluluk burada başlıyor.  Anavatanda bir sürü televizyon programları var. Bunların sürekli internette paylaşılması, çocuklara izletilmesi lazım. Onu devamlı duyması lazım çocuğun. Özellikle 0-6 yaş, çocuk bu yaşta dil öğrenmeye o kadar açık ki. Bu yaşı geçtikten sonra çok büyük sıkıntılar yaşıyoruz dil öğretiminde. 0-6 yaşta mümkün olduğunca ev ortamında çocuğu bu dile maruz bırakmak gerekiyor. Evde, arabada şarkılar dinlesin çocuk, internette çizgi filmler izlesin, anlamasa da dinlesin. Bu, dilin öğrenilebilmesi açısından çok önemli. Bunun yanında anne veya babadan bir tanesi bile biliyorsa dili, devamlı çocukla o dilde iletişim kurmalı, bu şekilde çocuk iki dili birlikte öğrenebilir.

Guşıps: Bu şekilde iki dilli büyümesinin çocuğun gelişimine olumsuz bir etkisi var mı peki?

Sinemis Vatanartıran: Aksine iki dilli büyümesinin çocuğa çok büyük bir katkısı var. Bizim belki de bir önceki jenerasyonun en büyük yanlışı bu oldu. ‘Türkçeyi yarım öğrenmesinler’, ‘Türkçeleri tam olsun’, ‘yaşadıkları toplumda sıkıntı çekmesinler’, diye çocuklara anadillerini öğretmedik. Ancak bugün bilimsel olarak biliyoruz ki iki dilli büyüyen çocuğun akademik yaşantısı da, sosyal yaşantısı da tek dilli büyüyen çocuktan çok daha olumlu gelişiyor. Beyin bütün nöron gelişimlerinin yüzde yetmişinden fazlasını 0-7 yaş arasında tamamlıyor. Yeni nöron bağlantıları 0-7 yaş arasında oluşuyor. Çift dilli büyüyen çocuklarda beyin görüntülerine baktığımızda kurdukları nöron bağlantıları çok daha kompleks. Bu, çocuğun bilişsel olarak daha üst düzey durumda olması ve daha yaratıcı olması demek.  Bilişsel esneklik sağlanıyor bu şekilde. Bu dönem, beynin sağ ve sol lobu arasındaki bağlantının en ince ve esnek, en yumuşak olduğu dönem. Sonraki yaşlarda özellikle ergenlikten sonra o bağlantı gittikçe kalınlaşıyor, yani esnekliğini kaybediyor. Ve yeni şeyler öğrenmek özellikle de dil öğrenmek bir o kadar zorlaşıyor. Mesela İngilizceyi lisede ya da üniversitede öğrenmeye çalışan kişilere bakın, bir de anasınıfındaki çocuklara. Beynin bilişsel esnekliğinin kaybolmasından ve sağ ve sol lob arasındaki bağlantıyı sağlayan dokuların giderek sertleşmesinden dolayı, yaş ilerledikçe dil öğrenmek daha zorlaşıyor.

Guşıps: Dil Edinimi ile Dil Öğrenimi arasındaki farkta burada mı ortaya çıkıyor?

Sinemis Vatanartıran: Kesinlikle. Dil edinimi ilk öğrendiğiniz dil için gerçekleşiyor. Yani dili, farkında olmadan, kurallarını sorgulamadan, hangi kalıbı nerede, neden kullandığınızı ezberlemeden; yani yaşayarak, duyduğunuz dil yapılarının anlamlarını deneyimleyerek ediniyorsunuz. Yaşınız ilerledikçe, edindiğiniz ilk dilin dilin bütün yapılarını öğrenmiş olduğunuz için, yeni bir dili öğrenirken, bilinçli bir öğrenme süreci başlıyor. Edindiğiniz dilin kurallarını, seslerini, yapısını, yeni öğrendiğiniz dile aktarmaya çalışıyorsunuz. Özellikle 18-19 yaştan sonra dili öğrenmeye çalışan insanlar bu şekilde öğrenmeye çabalıyorlar. Bu da aslında dil öğrenimini zorlaştırıyor.  Dil edinimi bilinçsiz bir öğrenmedir. Yani dili öğrendiğinizin farkında olmadan öğrenirsiniz. Anadilinizi aslında öğrenmezsiniz, edinirsiniz. Yani çocukken duymaya başladığınız dili aslında öğrenmiyorsunuz; ediniyorsunuz. 8 aylık çocuk ‘annem bana bu cümleyi kurdu, dili geçmiş zaman kullandı’ demiyor, dili edinirken. Ama neyin ne olduğunu, zihninde oluşturuyor kendi kendine. Dilin bütün kurallarını da ediniyor aslında. Dilin edinimi ile öğrenimi arasında temel fark bu. Biz dilin öğreniminde artık öyle metotlar geliştirmeye çalışıyoruz ki yeni bir dili öğrenir gibi öğrenmesin öğrenci, dili edinmeye çalışsın. Yani dili edindirecek metotları geliştirmeye, buna imkan sağlayacak öğrenme ortamları oluşturmaya çalışıyoruz. Temel amacımız, çocuğun dili öğrenir gibi değil, edinir gibi öğrenmesi.

Guşıps: Bunu sınıf ortamında sağlamakta oldukça zor olsa gerek?

Sinemis Vatanartıran: Bunun ön koşulu yaş aslında. Dil edinimine çok küçük yaşlarda yani anaokulunda başlamak gerekiyor. Anaokulunda bu fırsat yoksa, mümkün olduğunca iletişimsel metot dediğimiz, sınıf ortamında dilin doğal kullanımını sağlayacak durumlar yaratarak, dilin yapısının altındaki ‘anlamı’ anlamalarına yardımcı olduğumuz yöntemler kullanıyoruz. Bizim Kaffed olarak başlattığımız iletişimsel dil öğretim çalışması ile, Milli Eğitimin bu sene 2 senelik seçmeli ders imkânı tanıyan yasal düzenlemesi aynı zamana denk gelmiş oldu. Milli Eğitimin sunduğu bu dersle, 5. Sınıfa gelen çocuklara 2 saat bir dil eğitimi imkanı sunuluyor. Yani 11 yaşındaki bir çocuğa 2 saat dil eğitimi verilecek. Bu halde çocuğun dil öğretimi haliyle başarılı olamaz. Bu sadece çocukların, anadillerinden bir tat almalarını sağlayacak. Bu dersten çok fazla bir beklenti içinde olmamak gerekiyor ama bu bir fırsattır sonuçta ve değerlendirilmelidir. En azından 5. Sınıfa gelmiş çocuklarımızın haftada iki saat bu dili duyabilecekleri bir imkândır, o kadar. Biz dili öğreteceğiz diye bu derse bel bağlamamalıyız. Aslında bu çalışmaların aile desteğiyle çok küçük yaşta başlaması lazım. Ya da biz Çerkesler olarak bir takım kültürel haklarımızı elde etmek istiyorsak bu hakları talep ediyor olmamız lazım. Bu da dil öğretiminde anasınıfından itibaren dil eğitimi talebi olabilir.

Guşıps: Belki burada özel kreşler de söz konusu da olabilir?

Sinemis Vatanartıran: Siz şu anda özel kreş açabiliyorsunuz. Birçok Çerkesin de vardır muhtemelen. Ancak şu anda bu kreş ortamında Çerkesceyi bir dil olarak kullanamazsınız, yasal olarak. Tabii illegal olarak, bütün öğrencileriniz Çerkes olup ailelerin de onayıyla yapabilirsiniz. Ama illegal bir durum olur bu. Çünkü anaokullarında sadece Bakanlar Kurulu kararıyla ‘yabancı dil’ olarak tanınan dillerin öğretimine izin var. Çerkesce, Bakanlar Kurulu kararıyla ‘yabancı dil’ statüsünde kabul edilmiş bir dil değil; yerel bir dil sadece. Bunun önünün açılması için çaba harcanmalı belki. Bu şekilde açılacak anaokullarında da Türkçe, İngilizce ve Çerkesce öğretilmeli ki biraz önce dediğimiz gibi, bu hem çocuğun zihinsel gelişimi açısından önemli, hem de geleceği açısından oldukça önemli. Çok dillilik, çocukların bilişsel gelişimlerini, yenilikçilik, yaratıcılık gibi özelliklerinin gelişimlerini, ya da diyaloğa açık olmak, sosyal olmak, toleranslı olmak gibi kişisel özelliklerinin gelişimini destekliyor. Bu konuda birçok bilimsel çalışma var. Özetle anadili, yani dil eğitimini, anaokulundan itibaren vermek çok önemli. Bunun için mücadele etmek gerekiyor, kesinlikle.

Guşıps: Geçen sene verilen seçmeli ders hakkı hükümet tarafından da hazırlıksız bir şekilde verildi sanırım ve ciddi sorunlarla da karşılaşıldı. Mesela Çerkesler olarak çok fazla sınıf açamadık?

Sinemis Vatanartıran: Bir kere bir hak isteyeceksek, talebin olması gerekiyor. Bu şekilde bir anda ortaya çıkan bir durumda iyi organize olmak oldukça güç. Milli Eğitim geçen yaz birçok değişikliği bir anda gerçekleştirdi. İlköğretimin ikiye bölünmesi, birçok seçmeli dersin bir anda konulması gibi. Bu durumda veliler de ne yapacağını bilemedi. Bu, o kadar alel acele oldu ki, hazırlıklar bile yapılamadı; kimse ne olduğunu anlayamadı. Temmuz ayında yasa çıktı ve seçmeli ders açıldı. Bu kadar kısa sürede belki bizler de bu dersin önemini insanımıza anlatamadık. Bu konuda derneklerimiz de ne kadar çalıştılar, çok fazla bilgim yok açıkçası. Mutlaka çalıştılar, ancak kaç veliye ulaşıldı, bunu bilemiyorum. Ama sonuç itibariyle günün sonunda sadece iki derslik açılması tabii ki üzücü. Belki de bir o kadar da iyi oldu; en azından bir fiyasko olmamış oldu. Bizim öğretim materyallerimiz halen onay aşamasında, büyük ihtimal onayı alacağız. Ama biz de çok acil hazırladık müfredatı. Şu anda Milli Eğitimde ve Talim Terbiyede. Muhtemelen bu sene basılmış olacak.

Guşıps: Bu konuda belli ölçüde öğretmen sıkıntısı da çekildi sanırım?

Sinemis Vatanartıran: Yetişmiş öğretmenlerimiz de yok bu alanda. Mesela, yeni eğitim metotlarından bahsediyoruz. Bu metotları bilen kaç öğretmen var, üstelik Çerkesceyi de çok iyi bilen. Devlet size bir hakkı veriyor ama bu hakkı kullanabilmeniz için hiçbir alt yapı sağlamıyor. Bizim çok iyi Çerkesce bilen vatandaşlarımız var, fakat bunların kaçı Çerkesce öğretmeyi biliyor, kaçının öğretmenlik formasyonu var, ya da kaçının dil öğretme eğitimi var. Neredeyse hiç yok. Bu müfredatlar hazırlandı ama çok daha geniş katılımlı çalışmalar yapılabilirdi. Bizim Üniversitelerimizde daha yeni yeni Kafkas Dilleri Edebiyatı gibi bölümler açılıyor. Ama bizim dili ve edebiyatı öğretmeden önce öğretmen yetiştiriyor olmamız lazım. Şu anda zaman kaybetmeden YÖK’e Adigece, Abazaca ya da Kafkas Dilleri öğretmenliği bölümlerinin açılması için başvuru yapmamız gerekiyor. Üstelik şu anda böyle bir seçmeli ders de açılmışken, YÖK’ün buna hayır dememesi lazım. Belki Kafkasya’dan da destek alınabilir ama Kafkasya’da da sorunumuz var. Oradaki akademisyenlerin bazılarıyla görüşme şansım oldu. Onların Çerkesce’nin ikinci bir dil olarak nasıl öğretileceği konusunda yeterli çalışmaları yok, onlar da bu konuda çok eksikler. Belki bir araya gelirsek daha etkin çalışmalar yapabiliriz. Evet, hükümet bir adım attı ama neresinden tutsak elimizde kalıyor çünkü bunun alt yapısı çok zayıf. Bizim şu anda Turhal’da ve Düzce’de öğretmenlerimiz sağ olsunlar haftada iki saat giriyorlar derse ama Çerkesce öğretimiyle ilgili onlara daha fazla destek olunabilse, bu öğretim metotlarıyla ilgili eğitim verilebilse, dersler çok daha verimli olacaktır. Mesela bizim hazırladığımız materyaller iletişimsel metotla hazırlanmış materyaller. Bu materyalleri öğretmenin sınıfında nasıl kullanacağını biliyor olması lazım. Bu noktada eksiklerimiz çok; o yüzden bu yaz daha derli toplu bir çalışma yapılabilir. Mesela, bu seçmeli dersin açılmasının muhtemel olduğu yerlerde, bu dersi verebilecek muhtemel kişiler tespit edilebilirse biz Kaffed olarak onlara belki bir haftalık on günlük bir eğitim verebiliriz.

Guşıps: Hazırlanan müfredatta iletişimsel metodu kullandık dediniz. Biraz açar mısınız bunu?

Sinemis Vatanartıran: Anadil Eğitiminden bahsettik, mesela yaş ilerledikçe dili edinme zorlaşıyor dedik. Normalde 4 temel dil becerisi vardır. Okuma, konuşma, yazma ve dinleme. Bu dört temel dil becerisinin biz öncelikle dinleme becerisini kullanmaya başlıyoruz. Yeni doğmuş bir bebek düşünün; aylarca sadece dinliyor ve daha sonra sesler çıkarmaya başlıyor. Bunlar bizim için anlamsız fakat bebek için anlamlı. Çünkü o seslerle bizim ile iletişim kuruyor. ‘Su’ demiyor belki ama, çıkardığı sesle su ihtiyacını belirtiyor. Ama her şeyden önce kullandığı beceri dinleme becerisi. Her duyduğunu sünger gibi emiyor o yaşta bebek. Biz bu döneme sessiz dönem diyoruz. Bunun ardından bebek konuşma becerisini geliştirmeye başlıyor. Uzun süre suyu emmiş bir sünger gibi, damla damla konuşmaya başlıyor. En son okuma ve yazma becerilerini öğreniyor çocuk. İletişimsel metot ağırlıklı olarak bu sıralamayla, yani bol dinleme ve konuşma becerilerinin ardından okuma ve yazma becerilerinin geliştirildiği metot. Daha sonra öyle bir noktaya gelecek ki çocuk, bu 4 beceriyi de geliştirebileceği bir ortam oluşacak. Onun için bizim 5. Sınıflar için geliştirdiğimiz program çok fazla dinleme ve konuşma ağırlıklı. Bu bizim çok alışık olmadığımız bir metot aslında. Çünkü derneklerde genelde yazarak başlıyoruz eğitime. Çerkesceyi iyi bilen arkadaşlarımız vakit ayırıp öğretmeye çalıştılar yıllarca. Ama buralarda ilk öğretilen şey yazma, alfabeyle başlıyoruz ilk başta. Ya da kalıpları ezberlemeye yönelik çalışmalar yapılıyor. İşte bu bilinçli öğrenmeye giriyor ve bu şekilde öğrenmek oldukça zor. Hâlbuki yazma bizim en son geliştirebileğimiz bir beceri. Çocuklar 5-6 yaşında okuma yazmayı bilmiyor ama konuşabiliyor ve dinleyebiliyor. Okuma ve yazmayı sonra da öğrenebilirsiniz. Ama bizim için en öncelikli olan sözlü iletişim kurmak, onun için önce dinlemek, sonra konuşmak gerekiyor. Dinleyip konuşabildikten sonra yazmak çok daha kolay.

Guşıps: Belki derneklerde verilen kurslarda dil öğrenen çok az insan çıkmasının sebebi de budur?

Sinemis Vatanartıran: Derneklerde yapılan çalışmalarda önce alfabe öğretiyoruz biz. Ve oralarda çok fazla emeğini ve vaktini harcayan hocalarımızın da dilin nasıl öğretileceği konusunda bir eğitimleri yok. Belki de derneklerde dili iyi bilenlere dil nasıl öğretilir, onu öğretmemiz gerekiyor. Dil bilmekle dil öğretmek çok ama çok farklı şeyler. Mesela siz çok iyi Türkçe biliyorsunuz; karşınıza 20 tane Amerikalı oturtsak ve hadi bunlara Türkçeyi öğretin desek, öğretebilir misiniz? Bizim derneklerde yaptığımız da biraz buna benziyor aslında. Onun için ders veren özverili hocalarımıza, dilin öğretimi eğitimini vermeliyiz. Çok geçmiş yıllarda kullanılan, gramere dayalı metotları kullanıyoruz halen derneklerde, ama dil öğretiminde dünya artık bunu kullanmıyor. Bu durum maalesef Kafkasya’da da aynı. Orada da çok eski metotlarla dil öğretmeye çalışıyorlar insanlar. Bizim dillerimiz dünyada en çok ses olan dillerden. Bu da öğrencinin devamlı o sesleri duyarak tekrar ederek öğrenmesini gerektiriyor. Mesela bizim dillerimizde gırtlağımızın en dip noktasından dudak ucuna kadar çıkarılan sesler var. Bu da iletişimsel metotta ilk olarak geliştirmeyi hedeflediğimiz dinleme becerisinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu sesleri, grameri ya da alfabeyi öğrenerek çıkartamazsınız, bol bol dinlemeniz ve tekrar etmeniz gerekiyor. Mesela 5. Sınıflardaki seçmeli derslerde toplam bir yılda verimli kullanabileceğiniz yaklaşık 50-55 saat var. Bir günlük okul saatini 8 saat olarak düşünürsek aslında 1 haftalık sıkıştırılmış bir eğitime denk geliyor bu. Biz o kısıtlı saat dilimini bu yöntemle sesleri öğrensin, ağız/gırtlak yapısını bizim seslerimizi çıkarmaya yönelik eğitebilsin diye değerlendirmenin daha faydalı olacağını düşünüyoruz. Nihayetinde az da olsa bu saatte kültürüne dair bir bir şey yapıyor olacak çocuk, dili hakkında bilgi sahibi olacak, kelimeleri telaffuz etmeye başlayacak. Ama bu yeterli değil. Haftada iki saat bir çalışma ile dil öğrenilmiyor maalesef. Onun için bunu yeterli görmemek gerekiyor. Belki de haftada iki saat aldığı eğitimin devamını dernekte devam etmeliyiz. Evde Çerkesce film izleyerek ya da evdekilerle konuşarak sürekliliğini sağlamak gerekiyor. Çocuğun Çerkesceye maruz kaldığı saati artırmamız gerekiyor.

Guşıps: Peki, sizin hazırladığınız müfredat şu an hangi aşamada yani ne zaman netleşecek?

Sinemis Vatanartıran: Bu onayı Talim Terbiye Kurulu veriyor. Müfredat aslında onaylandı orada bir sıkıntımız yok. Ama müfredata uygun ders materyali çalışmamız var; o da son onay aşamasında. Bu materyal sonuçta Milli Eğitim tarafından basılacak; yani Milli Eğitim Ders Materyali olacak. Onun için telif hakları sözleşmesinin imzalanması gerekiyor, o sözleşmenin imzalanması aşamasındayız şu anda.

Guşıps: Diasporada bir de Kiril Alfabesi – Latin Alfabesi tartışması var. Siz buna nasıl bakıyorsunuz mesela Milli Eğitime sunulan materyaller hangi alfabe ile hazırlandı?

Sinemis Vatanartıran: Bizim bir siyasi duruşumuzun olması gerektiğini, orada da anavatandan kopuk hareket etmememiz gerektiğini düşünüyorum. Anavatanda kullanılan alfabe hasbelkader buysa, bunu kullanmak daha mantıklı. Yani bu alfabe güzeldir, değildir, diye bakmıyorum ben meseleye. Sonuçta bu alfabe kullanılıyorsa, yani oradaki resmi alfabe buysa, onu burada da kullanmak taraftarıyım. Aslına bakarsanız dil öğretiminde alfabe o kadar küçük ve tali bir nokta ki bunun üzerine tartışmanın çok mantıklı olduğunu da sanmıyorum. Alfabeyi öğrenmek dili öğrenmek değil sonuçta. Herhangi bir alfabeyi 1 saatte öğrenebilirsiniz. Ama bu dili öğretmiyor size. O dilde dinlediğinizi anlayabilmeniz, kendinizi ifade etmeniz önemlidir. Bunun kapısını da alfabe değil; dinleme, anlama ve konuşma açıyor. Anlayıp konuşabildikten sonra, alfabeyi dediğim gibi çok kısa sürede öğrenip okuma ve yazma hızınızı geliştirebilirsiniz. Sonuçta alfabe bir semboller dizisi. Herkes te bir alfabe yapabilir bu anlamda. Bu dili öğretme aşamasında Kiril alfabesini tercih etmemizin sebebi anavatanla ilişkiler. Bu çocukların sonuçta orasıyla ilişki kurmasını istiyoruz. Gidip gelmelerini, kamplara katılmalarını, mektup arkadaşlarının olmasını istiyoruz. Bu yüzden de Kiril Alfabesini tercih ediyoruz. Bakın, Kiril alfabesinin iyi mi kötü mü olduğunu konuşmuyorum. Latin alfabesinin kullanılması gerektiğini savunanların olduğunu da biliyorum. Buradaki temel argüman da, Türkçe’de ve dünyada yaygın olarak dillere baktığımızda hepsinde Latin alfabesinin kullanılıyor olmasıdır. Teknolojide yazılı iletişim de latin alfabesi ağırlıklı yürütülüyor. Dünyada iletişim dili İngilizce. Latin temelli bir alfabe olmasına rağmen, İngilizce yazıldığı gibi okunan bir dil değil. İngilizceyi öğretmek konusunda öğretmenlerin en fazla zorlandığı beceriler okuma ve yazma becerileridir; çünkü Türkçe’de olduğu gibi, okunduğu gibi yazılmaz İngilizce. Bu sebeplerle Latin tartışmasında biraz politik sebepler yatıyor gibi geliyor bana. Bu konuda en büyük argümanlardan biri Kiril alfabesinde bir sesi ifade etmek için 3 tane harfin kullanıyor olması gösteriliyor. Ama bakın, Latin Alfabesinde de aynı sorunla karşılaşacağız. Çünkü Latin alfabesinin sembolleri de bizim dillerimizdeki çok sayıdaki sesi karşılayabilecek sayıda değil. Bu anlamda Latinde de kullanabileceğiniz sembol sayısı artacak mecburen. Kirilde ise sayı olarak, bizim seslerimizi temsil edebilecek sembol sayısı daha fazla. Ancak bizim seslerimiz o kadar fazla ki Kiril de karşılamıyor hepsini. Ama nispeten, daha fazla sesi karşılıyor en azından. Her sese bir sembol kullanalım dersek, dünyada hiçbir alfabe yetmiyor bize. Latin konusunda Türkiye’de birkaç kişinin çalışmaları var. Ürdün’de ve Almanya’da da var. Bu çalışmalarda Latin Alfabesindeki harflerin altına, üstüne, yanına bazı işaretler koyarak seslerimizin hepsini bir sembolle göstermeye çalışıyorlar. Mesela Çerkesce’de birden çok “Ş” sesi var. Latin’de “S” sembolü var ama “Ş” yok. Türkçede altına işaret konmuş, “Ş” olmuş. Biz üstüne bir işaret daha koyarak diğer “Ş” sesini çıkarmaya çalışacağız. E sonuçta bunu öğrenmek de en az Kirili öğrenmek kadar zorlaşıyor. Latin alfabesine geçmek isteyenlerin en önemli gerekçesi, klavye kullanımı. Klavyede Kiril kullanmak zor, bu doğru. Peki, bu şekilde Latin alfabesini kullandığımızda, klavyede yeni yaptığımız alfabenin işaretlerini bulabilecek miyiz? Bunun için bir sürü uğraş vereceğiz; yine o işaretleri bulup eklemek için. Kiril’den pek bir farkı kalmayacak yani. Hatta belki daha zor olacak. Bu argümanı onun için ben anlayamıyorum.

Alfabeyi her sese denk gelecek bir harfle oluşturmak zaten bilimsel olarak çok doğru değil. Ancak şuna da karşı değilim. Latin Alfabesi gerçekten bir ihtiyaçsa ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış Çerkesler Latin alfabesiyle bu dili ifade etmek istiyorlarsa, bu konuda da çalışmalar yapılabilir. Ama bu çalışmaların da bu alanda uzman kişiler tarafından yapılması gerekiyor. Latin temelli bir alfabe geliştirilecekse, oturduğumuz yerde alfabe üretimi yapamayız, yapmamalıyız. Dünyanın her yerinden bizim dillerimize önem veren, çalışma yapan dil bilimcilerin bir araya gelmesi ve bir üst heyetin oluşturulması gerekiyor; bu alfabe çalışmasının bu üst kurul tarafından yapılması lazım. Belki de Dünya Çerkes Birliği’nin bu aşamada devreye girip bu işi organize etmesi lazım. Dünyada her şey o kadar hızlı gelişiyor ki, belki de ileride bağımsız cumhuriyetlerimiz olur. Ya da Ruslar biz Kiril’den vazgeçtik diyebilirler. Gelecekte ne olacağını bilemeyiz. Bu çalışmaların bu aşamada devreye girmesi gerekebilir. Bu anlamda Latin Alfabesinin profesyonel ve bilimsel bir altyapıya dayandırılarak geliştirilmesine karşı değilim ama şu aşamada dil öğretiminde anavatandaki resmi alfabelerin kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Dili bilmediğimiz bir ortamda bu tartışmaların öne çıkması da çok doğru değil. Mesela ben 40 yaşındayım ama Çerkesceyi hiç bilmiyorum. Benim esas derdim dilimi öğrenmek; yazmak ve okumak sonraki aşama. Dili öğrendikten sonra alfabe ne olursa olsun öğrenir, okursunuz. Dili geliştireceğiniz seviyeler var; bunların başında dinleme ve konuşma becerilerini geliştirmek geliyor. Okuma ve yazma aşaması daha üst bir seviyedir. Biz daha ilk adımı atamadan son aşamayı tartışıyoruz. Ve daha ilk adımı atamadan alfabe konusunda toplum olarak ayrışmaya gidiyoruz. Onun için bu tartışmalar bana şu anda çok faydalı gözükmüyor.

‘Türkçeyi yarım öğrenmesinler’, ‘Türkçeleri tam olsun’, ‘yaşadıkları toplumda sıkıntı çekmesinler’, diye çocuklara anadillerini öğretmedik. Ancak bugün bilimsel olarak biliyoruz ki iki dilli büyüyen çocuğun akademik yaşantısı da, sosyal yaşantısı da tek dilli büyüyen çocuktan çok daha olumlu gelişiyor.

-Sinemis Vatanartıran

Comments are closed.