Cankat Devrim’le Söyleşi
Gaytaoğlu'ndan Günümüze Danslarımız
18:54 4 March 2013

Cankat Devrim Türkiye’de Kafkas Dansları deyince ilk akla gelen isimlerden. Elbruz Gaytaoğlu’nun da uzun yıllar öğrenciliğini yapmış olan Devrim ayrica Türkiye ve Ürdün’de bir çok öğrenci yetiştirmiş. Evinde ziyaret ettiğimiz Cankat Hoca ile Kafkas Danslarının diasporaya ilk gelişleri ve toplumda oluşturduğu heyecandan tutunda  kıyafetlerin modernize edilmelerine verdiği tepkiye kadar bir çok konuyu konuştuk. 

 

G: Siz Elbruz Gaytaoğlu’nun öğrencisisiniz, Türkiye’de ekipçilik de onların grubuyla başlıyor aslında. O gruptan ve nasıl bir araya geldiğinden bahsedebilir misiniz bize?

Cankat Devrim: Sanırım 1956 senesiydi, Annem ve Babam küçüklerin başına beni bekçi bıraktılar heralde. Kız kardeşimi alıp bir yere gittiler. Meğer Düzce’ye İstanbul’dan bir Kafkas ekibi gelmiş onu izlemeye gitmişler. Bunu öğrenince çok üzüldüm tabi ben. Rahmetli Elbruz Hoca’nın da içinde bulunduğu bir ekipmiş gelen. Bu ekibin yaşadıkları ile ilgili rahmetli Musa Ramazan bir kitap yazdı biliyorsunuz. Ekip aslında 2. Dünya Savaşı sonunda mecburen, yapacakları başka iş olmadığı için bu işe başlıyorlar. Bir kısmı profesyonel dansçı, ama diğer bir kısmı dansçı değil. Onlar yetenekleriyle hayata tutunabilmek için bu işe başlıyorlar. Mesela rahmetli Hocam Elbruz Kaytoğlu bu grupta Atalık Muahammed Ceriy’den bahsederdi. Çok iyi bir dansör olduğunu anlatıyordu. Kendisi Kabardey, Stalin’e karşı bile oynamış çocukken. Hatta Stalin’in onu kucağına oturttuğundan, çok sevdiğinden bahsediliyordu. Stalin’in ne olduğuna girmeyeyim şimdi Atalık’ın dansçılığını anlatmak için veriyorum bu örneği. Yine II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye gelenlerden Kabardinka’da dans etmiş olan  Haşim Sotay vardı. Onun için de “Hocam çok iyi bir dansçı” derdi. Rahmetli Musa Ramazan mesela aslında dansçı değildi. Mesleği ip çambazlığı, ama herşeyi yapmış. Çok yetenekli birisiydi, çok da pratik ve mücadeleciydi. Avrupa’dan gelen ve burda kalan bu ekip içinde mesleği dansörlük olanlar olduğu gibi yetenekleriyle bu grupta yer almış kişiler de var.

Elbruz Hoca da bu ekipten tabi. Rahmetli hocamın döneminde Kafkasya’da dans olimpiyatları yapılırmış, bizim danslarımızla ilgili. İlk olarak köyler arasında yapılan yarışmalar, daha sonra kasabalar arası yapılırmış. Ardından da vilayetler vs. diye gidermiş. Bu yarışmalarda en seçkin kişiler eğitilmek üzere Moskova’ya götürülürlermiş.  Elbruz Hoca da bu yarışmalara katılmış çocukken, şimdi adını hatırlamadığım bir dans hocası varmış köyleri motosiklet ile gezer dans eğitimi verirmiş bu tarz yetenekli çocuklara ve yarışmalara hazırlarmış.  Elbruz Hoca bu yarışmaların hepsini kazanmış, en son finalde yarışacağı çocuk için “o benden yetenekliydi ama benim müzisyenim yengemdi onun için ben kazandım” diyordu Hocam. Yarışmayı kazanıyor Moskova yolu açılıyor, tabi Moskova’ya gidince yaşam kalitesi de artacak. Ama annesi Hocamı göndermiyor, Rus kızlarına kapılır diye. Sanırım 16 yaşındayken  2. Dünya Savaşı başlıyor ve Elbruz Hoca’yı da alıyorlar savaşa. 1 aylık bir eğitim veriyorlar ve ardından hepsi asteğmen oluyor. Hocam bu konuda “ insanın haketmediği rütbeyi taşıması çok zordur” diyordu. Anlaşılan o ki, askerin başında ölecek alt rütbelilere ihtiyaç var. Bunları da ölürse ölür diye alıyorlar aslında askere. 1943’de Almanlar Kafkasya’ya girdiğinde Ruslar’la aralarında çatışmalar oluyor. Bu dönemde yani Sovyet döneminde çok hırpalanmışlar Kafkasyalılar. Mesela Hocamın babası veterinermiş. Onu sebepsiz yere idam etmişler. Sefalet o kadar büyükmüş ki eve misafir geldiğinde yemeğe koyacak bir tutam tuz için annesi, hocamı bütün köyü dolaştırırmış. Sefaletin boyutlarını siz düşünün. Babası Hristiyanmış Elbruz Hoca’nın, annesi Müslüman. 1943’de de amcasını götürüp idam ediyorlar; yani çile bitmiyor. Hristiyan, Müslüman demiyorlar sözü dinlenen insanları ortadan kaldırıyorlar. Detaylı anlatıyorum ama Elbruz Hoca’yı anlamak için bunları bilmek gerekiyor.

En  nihayetinde Elbruz Hoca ve arkadaşları Avrupa’ya gidiyorlar savaş ortamında. Almanlar bunları esir kamplarında topluyor, burda açlıktan öleceğinize savaşarak ölün diyorlar.  O zaman tabi 1. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’ya gitmiş Çerkes Thamateleri var. Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin yöneticileri. Bunlar Almanlarla bir takım müzakereler içerisine giriyorlar. Almanlar bunları kullanmak istiyorlar haliyle. Bu grubun içerisinde çeşitli ideolojilerden olanlar var ama ağız birliği yapıyorlar ve eğer bizler  sizin safınızda savaşacaksak  Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlığını garanti edin bize diyorlar. Almanlar bunu kabul etmeyip hayır siz Kominizme karşı savaşın deyince bu Thamadelerimiz, buna bizim yetkimiz yok, savaşı kazanıp bağımsızlığımızı elde edince nasıl ne şekilde yönetileceğine ancak ve ancak bizim halkımız karar verir diyorlar. Gamalı Haç ve Kızıl Yıldız adında güzel bir eser var orada bu konuları güzel bir şekilde açıklayan. Ben sadece özet geçiyorum tabi.

G: Peki  bu kadrolar ne şekilde Türkiye’ye geliyor ve ekip serüveni başlıyor?

Cankat Devrim: Sahneye uygulanmış haliyle düşünürsek 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da profesyonel olarak danslarımızı icra etmek zorunda kalan hemşehrilerimizin kurduğu Boğaziçi Yıldızları ekibinin Türkiye’ye gelişiyle  başlatabiliriz süreci. Bu da şöyle gerçekleşiyor: 2. Dünya savaşı bittikten sonra Elbruz Hoca ve arkadaşları çeşitli yerlerde moral geceleri organize ediyorlar, danslarımızı sergiliyorlar. Yapabilecekleri ellerinden gelen başka bir iş de yok bir şekilde ayakta kalmak zorundalar. Ama nereye gidecekleri halen muamma. Türkiye’yi düşünüyorlar çünkü burası müslüman bir ülke ve burada Çerkesler var. Buraya bir turne düzenleniyor ve buraya geliyorlar buralarda gösteriler yapıyorlar. Türkiye’ye gelmeyi kafalarına koyunca da ekiplerinin adını Boğaziçi Yıldızları koyuyorlar. Buraya gelmek için kimi kendisini Çingene yazdırıyor kimi Arnavut yazdırıyor. Çünkü Türkiye Çerkes diye bir halkı kabul etmiyor o yıllarda.  Onun için böyle bir yöntem izleyerek Türkiye’ye geliyorlar.  İstanbul’a vardıktan sonra kimisi başka işler yapmaya başlıyor kimisi Amerika’ya gidiyor Muhammed Atalık gibi. Ve sonunda dağılıyor ekipleri.

Bunlar halk oyunlarını işlenmiş olarak sahneye taşıyorlar, zaten ilk olan da bu, yoksa köylerde düğünlerde bu oyunların bir kısmı zaten oynanıyor. Ama artık işin içine sahne de giriyor. O yıllarda Çerkesler için öyle bir şey görmek, vatanlarından gelen insanları tanımak müthiş bir şey. Rahmetli Musa Öğün anlatmıştı. Onları ziyarete giderdik diyordu. Kafkasya’dan gelen bu insanları İstanbul’da deniz kenarında bir binaya geçici olarak yerleştirmişler. Türkiye’deki Çerkesler oraya gidiyorlar, geliyorlar müthiş bir heyecan var ellerindeki avuçlarındakini onlarla paylaşıyorlar.

O ekipten bir grupmuş aslında Düzce’ye benim çocukluğumda gelen ekip. Annemle babamın heyecanla izlemeye gitmişlerdi. Benim hala izleyemediğim için hayıflandığım bir ekiptir o.

G: O ekibin diasporaya etkisinden biraz bahseder misiniz. Mesela Düzce’de nasıl bir etki yarattı?

Cankat Devrim:  Bizim evimizde Adığâğa hiç eksik olmadı. Ben sürgünde doğan ikinci nesilim. Dedem 7 yaşında getirilmiş buraya. İlk doğan nesiller babamlar amcamlar ondan sonraki benim. Bizim evde hep bunlar konuşuldu, önümüzde konan şeyler herşeye rağmen hep Çerkeslikti. Biraz önce bahsettiğim o ekip, o kıyafet, gökten gelmiş insanlar gibiydi bizler için. Bu ekibin etkisiyle İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde de bir ekip kuruldu. Daha sonraki senelerde o ekip de Düzce’ye geldi. Bu sefer ben de izleyebildim. 1959-1960 yıllarıydı sanırım. Bir takım değer yargıları da can çekişiyor tabi o dönemde. Çünkü Çerkesler’in yaşadığı bir çok yerde olduğu gibi Düzce’de de ciddi bir nüfus 1. Dünya Savaşı’nda telef oldu. Köylerde neredeyse sadece kadın ve çocuklar kaldı. Ölüleri kadınlar gömdüler. Açlık, sefalet, hastalıklar hepsi üstüste gelince bir çok değer yargısı da etkilendi tabi bundan. Ama o ekip bizim için çok önemli bir işlev gördü o yıllarda. Babam Düzce’de bir dernek kurma teşebbüsünde bulundu. Bir takım Çerkes de o yıllarda eğer dernek kurulursa tekrar başımız belaya girer diye propaganda yapmıştı onun için süreç oldukça uzadı. Hatta bu kimseler gidip kaymakamlığa şikayet ediyorlar. Eski Düzce olaylarını hatırlayarak, yine böyle bir şey olursa biz onlara katılmadık hatta biz onları ihbar etmiştik demek için yapıyorlar bunu. Sonunda süreç öyle uzuyor ki yedi kişi bir araya getirilemiyor bir türlü derneğin kurulması için. Rahmetli babamın bir asker arkadası var o yıllarda Faik Benekay. Tatar bir terzi bu şahıs. Çerkesler arasında da sevilen sayılan bir adam. Babama, derneği kurmak için yedinci olarak beni yazın dernek kurulsun sonra beni atarsınız  diyor. Ama kaymakanlığa başvuran ve dernek kurulmasın diyen kişiler kaymakamın “dernek kurma haklarını kullanıyorlar bişey yapamam” demesi üzerine Başbakanlığa yazı yazıyorlar. Çerkesler’i isyana teşvik ediyor bunlar diye. Bu zorluklarda kuruluyor dernek. Dernek kuruluyor ama isminin ne olacağı ciddi bir tartışma konusu. Bizim evde toplanıyorlar genelde bende çay götürüp getiriyorum onlara. Kafkas ismine karşı çıkılıyor, dernek kurulsun diyenler de karşı çıkıyor bu isme. Kafkas Kültür Derneği olmasına da karşı çıkılıyor. Uzun süren tartışmalardan sonra bundan çekinenlerin kaygılarını gidermek için adını “Kafkas Türkleri Yardımlaşma Derneği” yaptılar. Bazıları şimdi, yani şartlar olgunlaştıktan sonra niye böyle yaptılar diye konuşuyorlar. Ama o dönemin şartlarında pek bir alternatifleri yoktu. O insanları yani Çerkesler’i motive edecek, harekete geçirecek işler yapılması gerekiyordu.

O zaman bir ekip kurma gereği ortaya çıktı. Ozaman Ankara’da Ankara Kafkas Derneği var. Oranın kurucularından rahmetli  İzzet Aydemir biraz önce bahsettiğim 7 kişinin tamamlanması için Düzce’de de listede var. Ekip kurma kararı alınınca Reyhanlı’da kıyafetler diktirildi, Bolu’da çizmeler yaptırıldı. Ekibin kurulacak olması Düzce’de büyük bir heyecan yarattı. Çok yaşlı bir thamade Batırağa’lardan İdris amca o çok ilgileniyordu ekibin kurulması için. Kalpak dikilecek ama malzeme yok.  İdris amcanın gençliğinden kalma bir avcı yeleği varmış. Onu verdi, bana bir tane Kalpak yapın gerisi sizin olsun dedi. Ekibin kalpakları ondan yapıldı. Zaten 6 çiftti ekip. Bu şekilde kuruldu ekip ilk defa Düzce’de, 1964 yılında . Düzce’de bu ekip bir gösteri yaptı, vali ve emniyet müdürü de geldi o gösteriye. Tabi aslında ekip çok zayıftı, bizi çalıştırıyorlar ama bende dahil elle tutulur bir tarafımız yok. Ankara ekibi o ara misafir olarak geldi Düzce’ye. Rahmetli Elbruz Hoca’yı ilk o zaman gördüm ben. Kendisi de gösterinin bitişinde çıktı bir döndü. O yaşlı adamlar nasıl ağlıyor.. Geçmiş döneminde namlı insanları bu ağlayanlar. Allah razı olsun bize bu günleri gösterenlere diye dua ediyorlardı. Elbisemizi tekrar gördük, oyunlarımızı yeniden gördük diye  müthiş bir mutluluk içindeydiler. Bu heyecan dalga dalga dağılıyor. Derken babam bizleri bazı Çerkes köylerine götürmeye başladı. Köylerde insanlar acaip şaşırdılar. Evlerinde bir tane bile Çerkes elbisesi kalmamıştı. Çerkesliğin suç olduğu dönemde sanırım elbiseleri yok ettiler.  Çerkeskayla köye gelmiş insanlar müthiş mutlu etti onları.

G: O gösterilerde insanlar belkide yıllardır  uzak kalmak zorunda oldukları kimliklerini buldular sanırım?

Cankat Devrim: Kesinlikle öyle. Devletin izin verdiği zorluk çıkarmadığı hatta gördükten sonra kısmen destek de olduğu bir çalışmaydı ekip. Ve sahnede o kıyafetler vardı. İnsanlar kimliklerini ilk kez özgürce saklamadan görebiliyorlardı. Onun için koca koca adamlar o işlerle uğraştılar. O zamanlar Reyhanlı’dan Talat abimizde Düzce’ye gelmişti. Onlar armonikayı kaybetmişlerdi. Akordiaon kullanıyorlardı. Düzce’de ise sadece armonika vardı. Armonika bazı bölgelerde ise pşıne diye biliniyor. pşıne çalgı demektir zaten. Ankara ekibinde o yıllarda akordion kullanıyordu rahmetli İzzet Aydemir çalıyordu. Ama Düzce’ye akordion Talat abi ile geldi, bizim akordioncumuzdu kendisi.  İki müzik aletinin özellikleri ve fonksiyonları farklı. Ama armonika dediğimiz, pşine dediğimiz çalgı bizim eski müziklerimizi sürgünde Kafkasya’dan buraya taşıyan alettir. O eski melodilerimiz o mızıkıyla bestelenmişlerdir. Kökeni bizim olmamakla birlikte artık bizim olmuş bir müzik aletidir armonika.

G: Peki siz ne zaman Elbruz Hoca ile çalışmaya başladınız?

Cankat Devrim: Eskiden Ankara Derneği ekibinin adı Elbruz değildi. Ankara Kafkas Derneği’nin ekibiydi. 1966 senesinde ben Ankara’ya geldim. O sene puanım yeterli değildi. Yedekten üniversiteye girmek için bekliyordum, hatırladığım kadarıyla onun için gelmiştim. Tabi geldiğim gibi o zamanki derneğe gittim. Arkadaşlarım yarın sabah şu saatte buraya gel dediler. Ne için çağırıldığımı da bilmiyorum ama sabah o saatte gittim dedikleri yere. İki tane minibus vardı beni de attılar Turhal’a gittik. Turhal’da gösteri varmış.  Gösteriden önce Düzce’den iki arkadaşımın Elbruz Hoca ile konuştuklarını gördüm. Düzce’deki ekipte de birlikte olduğum arkadaşlarımdı bunlar. Hoca bana bakarak, iyi ama bilmiyorum ki, görmedim ki nasıl oynadığını dedi. Benden bahsettiklerini anladım ve sinirlendim. Sanki ben birşey, bir lutuf istemişim gibi geldi. Bir kıyafet giysin ve oynasın bir göreyim bakalım dedi Elbruz Hoca. Bir şey diyebilir miyim, zaten adamlar bindirmiş otobüse getirmiş. Bana bir kıyafet giydirdiler ve bir kaç figür yaptım. Sonra final biliyor musun final dedi Elbruz Hoca ve beni final dansına çıkardı o gün. Ankara’ya döndüğümüzde benim ekibime gelirm misin dedi. Gelirim dedim ama o sene üniversiteye gelemedim.  Üniversiteye gelemesem de çalışmalara geldim . 300 küsür km uzaktan Düzce’den sabaha karşı biniyorum, sabah 8’de çalışma var, ona yetişiyorum.  Elbruz Hocama söz verdiğim için her hafta çalışmalara devamlı geldim. Başlangıcım öyle oldu .Üniversite’ye girdikten sonrada devam ettim, toplam 7 yıl. Biz hem hocalık hem ağabeylik gördük Elbruz Hocadan. Çok disiplinliydi. Ama o disiplin sayesinde bu ekip isim yaptı. Hangi seneydi tam hatırlayamıyorum ama Antalya’dan bir davet aldık. Ekip de baya güçlenmiş, artık bizden gençler de var. Antalya’ya varmadan önce bir dağ başında bizi bekliyorlarmış Thamateler. O yaşlılar nasıl heyecanlılar, bir görmeniz lazım. Çocuklarla devamlı konuşuyorlar onları da genç görüyorlar ya, iyice mutlu oldular. Öyle bir gösteri oldu ki, o insanlar öyle mutlu oldular ki, hiç unutamıyorum o gösteriyi. Bu gösterilerin faydası da budur zaten, bir anda insanları bir düşüncenin üzerinde odaklayabiliyorsunuz. Tabi o zamanlar böyle ayrımlar yoktu, o Adigeymiş, Abazaymış, Çeçenmiş, Osetmiş, Karaçaymış öyle birşey yok, hepimiz Çerkestik o zaman. Sonradan çıktı bunlar. Kafkasya’dan gelen akım bizi parçaladı. Kimliğimizi parçaladılar, içimize kadar girdiler. Kafkasya’daki bu mevcut durum Sovyetler’in uyguladığı bir politikadır. Komşu kabileler arasına düşmanlık tohumları ektiler. Bunun yanlış olduğunu anlatıp ordaki düşmanlık tohumlarını ortadan kaldırmak için çalışmalar yapılması gerekirken, birileri o düşmanlık tohumlarını, ordaki mevcut ve sağlıksız durumu  buraya, diasporaya da taşıdılar.

G: Danslarımız aslında köyde oynadığımız oyunlar. Ama sahneye çıktığında belli bir disiplin var işin içinde. Bu danslar nasıl bu şekilde sahneye uyarlandı. Sovyetler Birliği’nin burada bir etkisi var mı?

Cankat Devrim:  Sovyetlerin danslarımızın sahnelenmesinde parmağı tabiki var. Mesela Elbruz Hocaların arkadaşları arasında profesyonel dansçılar vardı. Sovyetler döneminde bu gibi güzel sanatlara çok önem verilmiş. Hangi sebeple yaptıkları tartışılır, ama sonuçta ortada bir gerçek var. Sonuçta Kabardinka ve diğer ekipler Sovyetler döneminde oluşturulmuş ekiplerdir. Bunların ilk programlarını hazırlayanlar Çerkes değiller. mesela bir tanesi Grigori Galperin birisi İzrailov. Bunlar grupların ilk programlarını hazırlamışlar. Şunu da söylemek lazım her zaman sahneye koyulan şey halk oyunu değil. Bir fikri, bir düşüncesi, tiyatral bir şekilde dansla birlikte icra eden kareografiler var. Mesela kıskanç gibi. Allah rahmet eylesin Adli Ayter o ismi ben taktım demişti. Ama tabi bunu hazırlayan Grigori Galparin. Bu ekiplerin dansçıları köyden gelen gençler, onları imtihan edip alıyorlar ekiplere. Mesela rahmetli Haşim Sotay Kabardinka’ya ilk gittiğinde hiç bir şey bilmiyor.Mızıka çalışıyorlar, bu müzikte yürü diyorlar. Yani anlatmak istediğim her adamı almıyorlar bu ekiplere, müzik kulağı olacak yeteneği olacak ki ekibe girmeye hak kazansın. Köyde yapılan, oynanan oyunu aynı haliyle sahneye uyarladığında 2000 – 3000 kişiye izletemezsin zaten onun için estekik duygusunu göz önüne alarak sahneye uyarlıyorlar.  O kalıplarla da Türkiye’ye geldi ekipler.

G: Son yıllarda Türkiye’de ve Kafkasya’da ekiplerin kıyafetler konusunda modernizayona gittiğini görüyoruz. Farklı kıyafetler ile dansların sahnelendiği bir süreç bu. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi alabilirmiyiz?

Cankat Devrim: Ben baştan söyleyeyim bu duruma hiç olumlu bakmıyorum. Değiştirilmiş kıyafetlerle yapılan danslar beni heyecanlandırmıyor. Onlardan heyecan duyan gruplar türemişse iş bitmiş demektir zaten. Dünya’nın hayranlıkla baktığı bir kıyafettir bizim kıyafetimiz. Rus İmparatorları’nın, düşmanımız bile olsalar kullandıkları belli baslı kıyafetlerdendir.

Bir dönem meşhur bir ekip geldi Türkiye’ye. Teknoloji yönünden çok ileride bir ülkenin ekibi. Elbruz Hoca ile birlikte biz de gittik gösterilerine. Teknolojileri ile hiç uyumlu olmayacak şekilde sıkıcı bir gösteriydi. Bizimle birlikte bütün Ankara halkı da sıkıldı. Ama kültür kültürdür iyisi kötüsü olmaz kültürün. Toplumlar teknolojileri ne kadar ilerlese de kültürlerinden vazgeçmezler. Hocamla gösteriden sonra karşılaşınca “beyler, yatın kalkın da dedelerinize dua edin, size öyle bir kıyafet bıraktılar ki, bir kütüğe giydirseniz onu adama benzetiyor” dedi.

Mesela tarihten başka bir örnek daha vereyim. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanlar’a esir düşen Kuban ve Terek Kazakları da var. Bu Kazaklardan Almanlar bilikler oluşturuyor. Alman Doğu cephesi komutanı olan Alman Generali, Hitler’e bir toplantılarında bu Kazak birliklerine de Alman üniformaları giydireceklerini söylüyor. Hitler buna sert bir şekilde itiraz ediyor. ”Kendilerinin o kadar güzel üniformaları varken onu aptal Alman üniformasıyla değiştirmeye ne gerek var” diyor. Kazakların giydiği bizim kıyafetimiz yani Çerkeska. Hitler’in bile hayranlık beslediği bir kıyafet bu. Tüm dünyada takdir toplayan bu üniformadan biz şimdi vazgeçiyoruz böyle bir şey olabilir mi? Çerkeska’yı meydana getiren Kuzey Kafkasya’nın karakteridir. Bütün Kafkasya’nın bir Xabze’si var. O küçültülmüş anlamıyla sadece Adigelerin Xabzesi değil. Ve o Xabze’nin karakterini yansıtır Çerkeska. Bu gün Gürcüler’e bakın, yiğidi öldürelim hakkını yemeyelim. Bizim danslarımızı bizlerden çok daha çarpıcı şekilde dünyaya tanıttılar. Kendi dansları olarak tanıtıyorlar ama bunu yaparken smokindi suydu buydu gibi garip kıyafetlere tenezzül etmiyorlar. Onun için de oyunların karakterini bozmadılar. Sovyet sitilini astılar kareografilerinde, ama hala Çerkeska ile oynuyorlar. Bugün Avrupa’da Çerkeska’yı görünce Georgia diyor insanlar. Onlar bu kıyafeti sahiplenirken ve dünyaya tanıtırken bizler baska kıyafetlere tenezzül ediyoruz, vehameti görüyor musunuz? Tahammül edemiyorum bu duruma ben. Anadolu Ateşi gibi gruplarda benim öğrencilerim de oynadılar. Teknik olarak fevkaladeler, edepliler. Ama şimdi mahcuplar, çünkü ben onları onun için yetiştirmedim. Ben bu eğitimi verirken onları kendi toplumlarının manevi değerlerini korusunlar, yükseltsinler diye yetiştirdim. Ama ekonomik şartlar öyle bir hale geldi ki, aileler çocuklarını okutamayacak duruma geldiler. E o ekiplerde de ciddi paralar veriyorlar. O zaman sesimi çıkaramadım.

Ama ilginçtir, o ekiplerin imtihanlarına girip kazanamayanlardan bazıları Ankara’daki ekip hocasının aklına girdiler. Ben o sıralar onunla karşılaştığımda eskizler gördüm elinde, hanımlar da toplanmış dikiş dikecekler. Şalvarlar, cepkenler falan bir şeyler. Hanımlara sordum bunlar ne diye. Ekibin kıyafetleri böyle olacak bundan sonra dediler. Ekibin hocasıda o anda gelince biraz munakaşa ettik. Onun yapacak çok bir şeyi kalmamış heralde, çünkü toplumun huzurunda bana, Çerkes kıyafeti istemiyoruz biz, bizim elbisemiz savaşçı elbisesi, bizde artık savaşçı değiliz ona ihtiyacımız kalmadı dedi. Bende karşılık olarak, uçamıyorsunuz da o mu engel oluyor size dedim. Bunu söyleyince kızıp çekip gitti o  ortamdan.  Düşünebiliyor musunuz dernek ekip hocası Çerkes kıyafeti istemediğini söylüyor. O zamanlar ihtiyar bir grubu çalıştırıyordum. Onların fikirlerini aldım ve yönetime gitmeye karar verdik elbisemize dokunmasınlar diye. İçimizden 7 kişi seçti o grup, gittik yönetime anlattık. Baktık yönetim bunun denenmesi taraftarı. Daha sonra bir akşam bizi çağırdılar, elbiseler dikilmiş, biz de bakacağız elbiselere. Ekip hocası üzerine o cepkenide giydi, salvarlar biraz düzeltilmiş. Öncesinde bildiğin şalvardı onlar. Üzerlerine bir kaç motif koymuşlar, bordo renk   kıyafetler. Bu Çerkes kıyafeti değil dedim hocaya. Biz Çerkes kıyafeti istemiyoruz zaten dedi adam bana. O tartışmada ekipten bir çocuk isyan etti, hiç kimse bana bunu giydiremez dedi. Ve daha acıklısıda şu ki; bu dediklerimi tüzüğünde Kafkas kültürünü korumak, geliştirmek yazan bir derneğin yönetim kurulu yapıyor. Tartışma esnasında çok üzüldüm ve “kimin kültürünü kime karşı savunuyoruz acaba” dedim. Adam bağırdı hakaret ediyorsun diye. Benim amacım dernekte hadise çıkartmak değil dedim, serin kanlı davranmaya çalıştım. Bu şartlarda sizlerle çalışmam dedim çalışmassan çalışma dedi bana o zamanki dernek başkanı Fahri Huvaj. Ben de çıktım gittim. Sonradan öğrendim ki, o zaman birlikte hareket ettiğimiz arkadaşlar beni satmışlar. Beni satmak değil ki o, ben bir Çerkes’im, bize emanet edilmiş kültürü korumaya çalışan insanlardan bir tanesiyim. Her şeyi bırakmak geldi o an içimden ama küçük çocuklarıda çalıştırıyordum, ailelerde benim bırakmamı istemiyorlar. Hocam bizi bırakma diyor küçük çocuklar. O şekilde katlandım, onları çalıştırmaya devam ettim. Sonra bu kıyafetlerle gösteriye çıktılar, ama tertibat almışlar, ekibin oynamayan elemanlarını arkaya dikmişler, tezahürat yaptırıyorlar. Millet karşı çıkarsa diye tedbir aldırıyorlar, akılları sıra. Bazı izleyenler tabi salonu terkettiler, ne bu böyle diye. Spiker olan genç kardeşimiz, “ablalarımızın emeğine yazık olmuş açıkcası, ben sunuculuk görevini reddedemedim ama bu yapılan işe ben katılmıyorum karşı çıkıyorum” dedi. O gösterideydi sanırım, benim çocuklarım disiplinli ama diğerlerinde bir gariplik var, bir havalara girmişler. Böyle Amerikan usulü ellerini birbirlerine falan vuruyorlar. Benim küçük çocuklarda onlara şaşkınlıkla bakıyorlar. Onların kabahati yok tabi başlarındakin de iş.  Daha sonra tabi bazıları haklı olarak ne bu garson kıyafetleri  demişler. Başkan da daha sonradan galiba yanlış yaptık demiş. İyide iş işten geçti. Sonrada bazı ekiplerde benzer uygulamalar yapıldı. Şimdi bakıyorsun kimde ne görürlerse onu yapıyorlar. Başlarında mendil var, T-shirt bağlamaya başladılar şarhon yerine. Katlanamıyorum ben bunları görmeye açıkcası.

G:  Türkiye’de neredeyse bütün dernekler  ekip kuruyorlar. Ancak bir taraftan da  eski oyunlar ve müzikler kaybolup gidiyor. Artık oynanmadıkları gibi hatırlayanlar da azalıyor. Geleneksel kültür dediğimiz de aslında bu. Bunların ne bir kaydı alınıyor nede öğretilmesi için bir çaba var.  Ekiplere bu kadar önem verilirken geleneksel danslarımızın yaşatılması için yeterli çabayı göstermediğimiz görüşüne katılıyor musunuz?

Cankat Devrim: Aslında tamda dediğiniz gibi oldu. Sahne oyunlarının temeli halk oyunlarıdır. Halkın köylerde oynadığı oyunlardır. Bunlar sahnelenirken estetikle ilgili bazı kaygılar devreye girdiği için çeşitli düzenlemeler yapılıyor. Ama onun esas kaynağı köylerde oynadığımız hali. Ve o hali kurutulduğu zaman sonuç işte böyle oluyor. Köylerdeki düğünlerimiz bir şey anlatır, oranın kendi doğal kuralları vardır. Orada müzik bir şey anlatır. Mesela daha acıklı bir örnek vereyim. Armonika yani müziklerimizi Kafkasya’dan diasporaya taşıyan aletimiz, akordionun bilinçsiz kullanışı nedeniyle ortadan kalkmak üzeredir.  Armonika yani pşine ortadan kalkında bir kaç yüz senelik melodilerde ortadan kalkıyor. Eskiden Kafkasya’dan gelen araştırmacılar burdaki müziklerimizi işlemeye değer bulmadılar, beğenmediler. Gıbzelerimizi diğer müziklerimizi primitif buldular . Şimdi yapıyorlar ama iş işten geçti, artık bir çok melodimizi çalan kalmadı hepsi vefat etti. Uzunyayla’dan toplanmış olan melodileri rahmetli Şogensuk Adem Kafkasya’ya götürüp değerlendirmek için toparladı. Çok kaliteli bir yazar ve entellektüeldi kendisi, yani bunların değerini biliyordu. Ama bu topladıkları kayıtları hudutta elinden almışlar. Başka kayıtları yok.

Allah razı olsun bize bu günleri gösterenlere diye dua ediyorlardı. Elbisemizi tekrar gördük, oyunlarımızı yeniden gördük diye müthiş bir mutluluk içindeydiler.

-Cankat Devrim
Yorumlar (6)
  1. Hayri Kutarba on said:

    Diaspora tarihimizin önemli simalarından biri olan Sevgili Cankat Devrim ağabeyimizle yapılan bu ropörtaj, geniş bir ropörtajmış gibi görünmesine karşın, Cankat Abi’nin birikimleri ve zengin geçmişi dikkate alındığında, bence, kısa ve yetersiz kalmış. Mutlaka genişletilmesi gerekir. Saygı ve Segiler Abhazya’dan!

    • Jade Cabir DENİZ on said:

      kesinlikle kayılıyorum

  2. Şamil Erdoğan on said:

    Hayri arkadaşımıza katılıyorum. Cankat ağabey gibi bir değer ile bu kadar kısa bir roportaj yeterli değil. Edebiyatçı bir arkadaşımız ile beraber çalışarak, görüş, yorum, deneyim ve hatıralarını bir kitap haline getirmeli. Sevgili Elbruz Hoca’mızdan ben de nasibimi, çok kısa da olsa, almıştım. Balgat’taki spor salonunda çalışmalara katıldım. Sonra ABD’ye gidince Kaliforniya’da Merhum Atalık Muahammed Ceriy ile de tanışma şerefine sahip olmuştum. Çok muhterem bir Çerkes büyüğümüzdü.

    Sevgili Cankat ağabey, kitabınızı bekliyoruz. Sevgiler, saygılar.

  3. Hupşı Adnan ARSLAN on said:

    Ropörtajı okuyanlar; Saygıdeğer Cankat abimizin görüşlerine katılıp katılmamakta serbestler. Ancak bir nokta var ki atlanmaması gerekir, Thamademizin görüşlerini lütfen sağlığında iken değerlendirip genç kuşaklara aktaralım. Bunun için küçük bir örnek vermek istiyorum, 1977-78 yıllarında Düzce’ de bulunan gençler olarak oyunlarımızı öğrenmek istiyoruz, çalışacak salon yok ama ne gam! Hemen Abaza hemşehrilerimizden Sevgili Emrullah KAP kendilerine ait fındık deposunu hizmete açar ve Cankat abi bizi uzun bir süre çalıştırır, aradan yıllar geçer 2000 li yılların başı Ankara derneğinde oğlum ve kızım yine Cankat abinin ekibinde hem oyunlarımızı öğrenirler, hem de Adıgelikle ilgili bir çok öğretiyi kendisinden alırlar. Verdiğim örnek gibi benim kuşağımdan olan bir çok arkadaşım ve çocuklarımızda bu değerli insanın rahle-i tedrisinden geçmiş olup; kendisine torunlarımızı da çalıştıracak kadar uzun ömürler diliyorum.

  4. Oktay SOTAY on said:

    Cankat bey rahmetli HAŞİM SOTAY’ın kızı NEFİSET SOTAY (1947)aracılığıyla sormak istediğim bir kişi var,dedem Haşim Sotay’ın sağlığında CANHOT diye anılan bir kişiden bahsediyor annem siz o kişimisiniz acaba ? birde bizim bugüne kadar duymadığımız bir ip cambazlığından bahsetmişsiniz.Yeryüzüne gelmiş en büyük dansçılardan biridir diye anıldığını çok duyduk,fakat bu ip cambazlığı hakkındaki yorumunuzu tüm yaşlılarımıza sorduğumuzda sonuç alamadık ,rica etsem konuyu biraz açarmısınız..saygılar Oktay SOTAY..

  5. janset aslan on said:

    Merhaba Oktay Bey.Dedeniz Haşim Sotay Beyle İzmit Kafkas Derneğinde tanışmış ve sohbet etmiştik Ben 1946 doğumluyum Adım’ın Kafkasya daki söylenişi ”Janhot, Canhot” şeklindedir .Ancak yazınızda adı geçen Canhot benmiyim? birşey diyemiyorum.Rahmetli Kardeşim Zeki Devrim İzmit’te Rahmetli Haşim Hocanın yönetiminde Çalışmıştı Geçen sene yaptığımız söyleşide bana sorulan soruları mümkün olduğunca kısa cevaplama gayretiyle olsa gerek yanlış anlaşılmalar olabilmiş görünüyor. ”İstanbul’da” birara cambazlık ta yaptığını söylediğim kişi Dedenizin arkadaşlarından Musa Ramazan bey ,rahmetli dir.Dedeniz ise 2. CihanSavaşı öncesi Kafkasya-Nalçık’ta ”Kabardinka” Ekibinde yetişmiş Profesyonel eğitimli bir Dansör olduğunu,bana anlatmıştı. Gençliğinde Çok iyi bir dansçı, Çok ta yakışıklı bir kişi olduğunu Elbruz Hoca’dan duymuştuk. Elbruz Hocamız Haşim Sotay Bey’in Ölüm haberini duyunca çok üzülmüş ve o sırada O nu ziyarete gitmiş olan ben ve birkaç arkadaşıma ,içini çekerek” Beyler! polsanok Kralı öldü” demişti Haşim Sotay Bey o figürde Sovyetler Birliği’ nde meşhur imiş..Şimdilik hatırıma gelenler bunlar.Annenize saygılarımı sunarım,Siz kardeşime de içten selamlar..
    Cankat Devrim