Tekin Koçkar’la Söyleşi
Kafkas Danslarının Türkiye'de Gelişimi
18:21 4 March 2013

 

Tekin Koçkar Halk Bilimi’ne gönül vermiş biri. Dans hayatına küçük yaşlarda bale ile başlayan  Koçkar Ankara Kafkas  Derneği, Şamil Vakfı ve Eskişehir’de yıllarca ekip çalıştırdı. Ayrıca profesyonel olarak Halk Bilimi alanında çeşitli dergilerde akademik makaleleri yayınlanan Koçkar’ın ilgi alanı ise dans antropolojisi. Tekin Koçkar ile Kafkas Danslarının antropolojisi, Türkiye’de Kafkas danslarının gelişimi ve modernizayon konularında içerikli bir söyleşi gerçekleştirdik. Oldukça ilgi çekici olan sohbetimiz hiç duyulmamış gerçeklere kapı aralarken aynı zamanda dansın geçmişinede götürüyor bizlere. 

 

G: Siz Kafkas danslarıyla daha doğrusu halk danslarıyla uzun zamandır profesyonel olarak ilgileniyorsunuz. Peki siz dansetmeye nasıl başladınız?

Tekin Koçkar: Çok küçük yaşta dans etmeye başlamıştım. Babamın tayini dolayısıyla önce Eskişehir Mahmudiye, sonra Erzurum Şenkaya’ya daha sonra  da Adapazarı Akyazı’ya geldik. Aile içerisinde kendi halk danslarımızı biliyorduk ama daha disiplinli bir şekilde danslarımızı öğrenmem için babam, rahmetli Haşim Sotay’ın ekibine gönderdi beni. Kafkas Halk Danslarının düzenli eğitimini Haşim Sotay’dan almaya başladım İzmit Tütünçiflik’te. Oraya gidip geliyordum hafta sonları. İlk ciddi eğitimimi orda aldığımı söyleyebilirim. Daha sonra Bolu’da öğretmen okuluna yazıldım. Öğretmen okulunda Anadolu’nun diğer yürelerinin halk danslarıyla tanıştım. Öğretmen okullarında zorunluydu halk dansları eğitimi o yıllarda. Bir süre hafta sonları rahmetli Elbruz Gaytaoğlu hocanın Ankara’daki ekibine de gidip geldim bazen. Elbruz Hoca’nın topluluğunda çok değerli müzisyenler olan yakın akrabalarım Haluk Esen ve rahmetli Orhan Dülger, ağabeyim, dostum Hacimurat Dağıstanlı, yine ağabeyim Jankat Devrim gibiler sayesinde onların çalışmalarında da bulundum. Öğretmen okulu bitince doğuya Urfa’ya tayin oldum. İki yıl görev yaptım Urfa’da, bu zaman zarfında da Urfa, Adıyaman, Siverek, Mardin, Hakkari gibi yörelerin danslarıyla tanıştım. Onları da öğrendim. Daha sonra İstanbul’a Üniversite öğrenimine geldim. Üniversite öğrenimim sırasında da Sultanahmet Kafkas Derneği’ne gidip gelmeye başladım. Hacı Murat Dağıstanlı da orada okuyordu. Sultanahmet Kafkas Derneği’nde halk danslarımızı biraz daha profesyonel yapmaya başladık. Onunla da kalmadı, Hava Harb Okulu’nun ekibi vardı, orayı da Adli Ayter çalıştırıyordu onlara da yardıma gittim aynı dönemde. Hava Harb Okulu’nda çalışan kuzenlerim vardı oldukça da iyi dansçılardı. Kubilay Cansu, Necati Dülger sonra onların abileri benim sevgili arkadaşım Mahmut Yargıç.

1978 yılıydı sanırım, Eskişehir Kafkas Derneği’nde Halk Dansları hocası ihtiyacı doğdu. Ben de o yıl üniversiteyi bitirmiştim ve tayin bekliyordum. Bu sürede Eskişehir Kafkas Derneği’nin ekibini çalıştırmaya başladım. Hatta o dönemde bir çok dansçı benden yaşlıydı. Bir yaz dönemi sürdü o çalışma, ardından ben tayin oldum ve Rize’ye gittim. Rize’de de Karadeniz, Artvin yöresi oyunlarını öğrenmeye çalıştım. 1980 yılının yaz ayında oradaki görevimden ayrılarak Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne göreve başladım. Tabi göreve başladığım yılın yazında da Kafkas Derneğinin ekibini çalıştırmaya başladım. 1980 – 1984 yılları arasında düzenli olarak o ekiple çalıştık Eskişehir’de. Eskişehir derneği bir ara dağılır gibi oldu. O zaman da Şamil Eğitim Kültür Vakfı’na  İstanbul’a gidip gelmeye başladım. Orada da Hacı Murat Dağıstanlı, Jankat Devrim ve diğer arkadaşlarla ekibi kurduk. Genel Sanat Yönetmenimiz rahmetli Musa Ramazan’dı. 1987 yılına kadar iş bölümü içerisinde çalışmaları sürdürdük.  1987’den sonra bir süre Düzce’de Hacı Murat ile birlikte Düzce Lisesi’ni çalıştırdım. Daha sonra tekrar Eskişehir dernek ekibini çalıştırmaya başladım. O dönemde ekibimizin adınıda koyduk “Şıble” olarak.  1990’lara kadar bu süreç devam etti, ancak 1990’larla birlikte üniversitedeki işlerim oldukça ağırlaştı.  Ekip hocalığına ara verdim. Ama daha sonraki yıllarda da ara ara yine ekibi çalıştırdım ve bugünlere kadar geldik. Artık gençlere devrettik diyebilirim. Şimdi onlar devam ediyorlar.

G: Şu anda da Halk Bilimi alanında çalışmalarınızı yürütüyorsunuz sanırım?

Tekin Koçkar: Benim bilimsel çalışma alanım dans antropolojisi. Etnik dans çalışıyorum. Kafkas Halk Dansları tabii ki göz bebeğim ama onun dışında Anadolu’nun veya başka ülkelerin başka halkların danslarıyla da ilgileniyorum. Onların çıkış noktalarından vardıkları noktaya kadar olan aşamayı inceliyorum. Bu konu ile ilgili çeşitli makaleler yazılar yazdım bugüne kadar.  Dans ve halk dansları ile ilgili bir kaç kitabım da yayınlandı. Dansın ilk çıkış döneminden, yani ilkel dönemden bu güne kadar olan serüveni benim konum diyebilirim bu anlamda. Ayrıca 20’den fazla da bilimsel makalem yayınlandı. Dans ederken giyilen etnik kıyafetlerden, dansın sahnelenişine, koreografi, oryantasyon ve teknik özelliklerine kadar bir çok alt başlık aslında yoğunlaştığım alanlar bilimsel çalışmalarımda.

G: Kafkasya’da tarihi süreç içerisinde Kafkas Danslarının gelişiminden bahsedebilir misiniz? Mesela Kafkas danslarının bu anlamda ilk kez sahnelenişi ne zaman gerçekleşti?

Tekin Koçkar: Kafkasya’daki dansların ilk kez sahne için kurgulanmış halini aslında Gürcüler yapmışlar. M. S. II. – III.  Yüzyıllar’da Kraliçe Tamara döneminde, saraylarda profesyonel olarak gösteri yapmaları amacıyla eğitimli dansçılar istihdam edilmeye başlanmış. Tabi bu dansçılar saraya gelen konuklara düzenli gösteriler yapabilmek için, kendi dansları yetmediği için biraz daha çevreye açılmaya başlamışlar. Kendi danslarının arasına Abhaz danslarını hatta daha kuzeye çıkarak Dağıstan, Oset ve Çeçen danslarını da koyarak ilk kez sahneye taşımışlar danslarımızı.

Daha sonra sekizinci, onuncu yüzyıllardan sonra Kafkasya’da çeşitli halklar arasında düğünler için Avrupa’da ki jonglörlerin benzeri profesyonel dansçılara ihtiyaç duyulmuş. Bunun için de profesyonel  şarkıcılar, müzisyenler ve dasçılar istihdam edilmiş. Tabi bu dönemde danslar hep akrobatik biçimler almış. Kafkas danslarıyla ilgili özellikle on dördüncü, on beşinci yüzyıldan itibaren elde edilen kaynaklarda kadın erkek birlikte ve toplu halde yapıldığı ortaya çıkıyor. Bunların tabi kendi ritüelleri var. O zamanki feodal sistemde kabileler arası savaşa giderken, ava giderken, avdan dönüşte, büyük bir hasat sonu bayramında ya da mevsim dönüşü gibi bayramlarda bu danları belli ritüllere bağlı kalarak yapıyorlar. Tüm bu kayıtlar 14. ve 15. yüzyıldan itibaren elimizde var. Ama şunu da söylemem lazım en çok bilinen danslar kadın erkek kolkola  savaşa giderken yapılan danslar. Bunları biz bütün Kafkasya’da yani Adıgey’den Dağıstan’a kadar olan bölgede bugün yaşayan biçimleriyle görebiliyoruz. Mesela Adıgey, Kabardey Bölgesinde Wuıc adını verdiğimiz dans yine Karaçay- Malkarlarda Abezek adıyla var. Osetler’e geçtiğiniz zaman Şimd dansı gibi kol kola orta tempoda belki dansın sonuna doğru süratle yapılan danslar bunlar. Bunların normal koreografileri de, yani köylerde, meydanlarda ya da kutsal sayılan ağaç altlarında yapılan hali de bu şekilde. Bunlar dışında düğün dansları olarak ele aldığımız danslar var. Bunlar daha çok kadın erkek birlikte ve bireysel olarak yapılan danslar. Tabi düğün dansları içinde de iki kız iki erkek yada dört kız dört erkek birlikte yapılan danslar da var. Ayrıca bir de erkeklerin kendi hünerlerini göstermek için yaptıkları  İslamey gibi danslar var. Bu İslamey dansına biraz eğilmek gerekebilir aslında. Çünkü İslamey zaman içerisinde çeşitli değişikliklere uğruyor. Mesela bu ismi İslamiyeti kabul ettikten sonra alıyor İslamey.  Daha sonra Şamil efsane olarak duyulmaya  başlayınca Şamiley olmuş dansın adı. Daha sonra da bugün bildiğimiz adıyla yani bütün bölgede kullanılan adıyla Lezginka olarak biline gelmiş. Lezginka Lezgilerin yaptıkları dans anlamına geliyor.  Bu neden kaynaklanıyor derseniz, akrobasi hareketlerini hep Lezgiler yapmış Kafkasya’da. Bazı köyler vardır Tsovkra köyü mesela Dağıstan’da. Bu köy sadece akrobat yetiştirir. İp üzerinde yürüyen cambazlardan tutun da, ağzından ateş çıkartanlar, elinde lobutları çevirenler, taklalar atanlar gibi. Yani bugünkü deyimle sirk cambazları yetiştiren bir köy bu bahsettiğim. Bu köyün cambazları aynı zamanda iyi de birer dansçı. Mesela rahmetli Musa Ramazan’da bu köy civarındaki Hulesma köyündendi. Kendisinden dinlediğim kadarıyla ilk sirklerde ip cambazı olarak başlıyor daha sonra ihtiyaç olduğu için dans etmeye başlıyor.

On Sekizinci yüzyıla  geldiğimizde ise bu danslar geçiş sürecine giriyorlar.  Birbirine sıçramalar başlıyor, işte Lezginka’da olduğu gibi. Dağıstan’dan başlayan dans, adı da değişerek Adıgey bölgesine kadar geliyor. Oradan Gürcistan’a gidiyor orada da oynanıyor. Hatta ve hatta ondokuzuncu yüzyılın sonunda Anadolu’nun Kars ve Azeri bölgelerinde de Lezgi dansı diye oynandığını tespit ediyoruz.

Danslarımızın bugün anladığımız haliyle sahneye çıkmaları ise,  Sovyetler döneminde  başlıyor.  Sovyetlerden önce sistematik bir şekilde dansların derlenerek sahnelenmesi deneyimi çok fazla yok. Sovyetler Birliği’nde 1920-1922 yıllarından itibaren ilk olarak Kabardey- Balkar’da başlıyor dansların derlenip sahnelenmesi. Daha sonra ise sanıyorum 1934 yılında Kabardinka kuruluyor. Çeçenistan’da yine sanıyorum 1939 yılında Waynakh’ın kuruluşu gerçekleşiyor. 1930’lu yıllarda da özellikle Sovyet ordularını eğlendirmek ve moral destek sağlamak amacıyla çeşitli toplulukların kurulduğunu biliyoruz. Bunlardan birisi 1958 yılında kurulan Lezkinka topluluğudur. 2. Dünya Savaşı bitiminde de bu ekipler dansları sahnelemeye devam ediyorlar. Kafkasya’daki bütün özerk bölgelerin devlet halk dansları toplulukları da kurulmaya başlanıyor aynı dönemde. 1960’lı yıllara kadar burada hep amatör ama yetenekli gençlerin dans etmesiyle sürüyor bu çalışmalar. Ama 1962 yılında Moskova’ da, Krasnodar’da, Stavropol’de ve diğer bazı büyük konservatuarlarda dans okulları açılmaya başlanıyor. Bu bale ve dans okullarından yetişenler Kafkasya’daki dans topluluklarında dans etmeye başlayınca, teknik seviye üst düzeye çıkmaya başlıyor. Daha önce temel bale eğitimi ile uygulanmayan tekniklerin işin içine bale eğitiminin de girmesiyle ekiplerin performans düzeyleri artıyor haliyle. İlk olarak Kafkas Danslarını sahneye uygulayan da 1938 yılında İgor Moiseyev. 1936 yılında  Stalin tarafından emirle kurdurulan Moiseyev Devlet Halk Dansları Topluluğu’na ilk Lezginka’yı koyan, yine Kafkasya bölgesinden Gürcü Horomi’yi koyanda   Moiseyev. Aslında Moiseyev bütün Sovyet halklarını dolaşarak her birinden en iyilerini seçip repertuarına almış biri. Şu anda Moiseyev’in repertuarında 4000’den fazla dans var.

G: Türkiye’de Kafkas dansların gelişimini değerlendirdiğimizde ise 2. Dünya Savaşı sonrasına gidiyoruz sanırım öyle değil mi?

Tekin Koçkar: Özellikle 1940’lara kadar Anadolu’da yaşayan Kafkasya Göçmenleri eski danslarının büyük bir kısmını unuttular. Çünkü Kafkasya’da bu dansları bazı ritüeller ile yapıyorlardı, o ritüeller Anadoluya geldiklerinde kalmadı. Bunun bir çok sebebi var, mesela bir sebep  mevsim değişikliği ve dönümlerinin   burada olmamasıdır. Onun için yapamıyorlar. Savaş ritüelleri eskisi gibi yaşanmıyor artık, eski çok tanrılı dinlerden kalan ritüellerin burda yaşaması mümkün değil. Çünkü artık müslüman olmuşlar.  Artık tam müslüman bir ülkeye geldik  bunlar yapılmaz da demiş olabilirler ya da çevre baskısı da etkili olmuş olabilir, orasını tam olarak bilemiyoruz. En nihayetinde bu dansların yaşanacağı bir coğrafyada değillerdi artık ve bu sebeple bir çok dans unutuldu. Ama sonuçta Kafkasya insanı dans etmeden de durmaz. Burada da yeni danslar yeni müzikler ürettiler yani Kafkasya’dan farklı danslar ve müzikler. Bunlardan bir tanesi Kafkasya’da bugün ekiplerin “Diaspora dansı” diye oynadıkları dans. Kafkasya’da hiç oynanmamıştır örneğin. Bugün burda Apsuva diye oynadığımız ya da Şeşen diye oynadığımız danslar aslında diasporada üretilen danslardır. Kafkasya’da kalan halk ise orda çektikleri acılar nedeniyle bir çok eski rütüllerini unuttular ve onlar da yeni farklı danslar ürettiler. Son 15-20 yıldır çok eski danslardan derlemeler yapılıyor ve sahnelere aktarılıyor ama halk düzeyinde bu danslar artık yok. Sadece akademik ve sahne düzeyinde varlığını sürdürüyor. Eski dansları derleyen etnodans uzmanları yeni hikayeler koyarak dansları sahneye taşıyorlar. Tabi, bu zaman zarfında bir çok dans da gerek ismen gerekse cismen değişimine uğradı. Batı Kafkasya’da yani Osetya’dan başlayarak Adıgey’e kadar olan bölgede Şeyh Şamil çok iyi bilinmez. Şamil daha çok Dağıstan ve Çeçen halklarının unsurudur. Sadece uzaktan bilinir Şamil. Ama Anadoluya gelen Kafkasyalılar buradaki İslami doku nedeniyle Şeyh Şamil’i benimsediler. Hatta eskiden neredeyse her evde bir Şamil fotoğrafı vardı.  Türkiye’de Kafkasya’ya dair sahiplenebilecekleri ve müsade edilen tek figür oydu belki de, onlar da ona tutundular. En nihayetinde Türkiye’de Şeyh Şamil dansı diye Lezginka’yı çıkardılar 1960’lı yıllarda. 1960 öncesinde ise Şeyh Şamil diye bir dans yoktu, Kazaska yapılırdı.  Kazaska da zaman zaman ordan gelen kişilerin yaptığı Rus dansıdır daha doğrusu Rus Kazakları’nın dansıdır. 1949 yılında 2. Dünya savaşında çeşitli nedenlerle Avrupa’ya kaçmış, oradan da buraya gelmiş Kafkasyalı mültecilerin bir kısmı burda köylerde düğünlere gittiklerinde köydekilere İslamey’i yani Lezginka’yı göstermeye çalışıyorlar. Ve çok kısıtlı da olsa Lezginka oynanmaya başlanıyor köylerde.

1948’de daha başka ve daha önemli bir gelişme oluyor. Bu hikaye aslında Türkiye’de Kafkas halk danslarının sahneye taşınması sürecinin de başlangıcı sayılır. Hikaye şu;  Avrupa’da yaşam mücadelesi veren eski dansçılar yani Sovyetler Birliği  zamanında çeşitli dans okullarında ve topluluklarında dans etmiş dansçılar  dans ekibi kuruyorlar. Bunların başında Magamethan Atalikov geliyor. Muhammethan Atalikov gençliğinden itibaren 24-25 yaşlarına kadar, yani askere alınıncaya kadar Kabardinka’da dans ediyor. Askere alındıktan sonrada Polonya cephesinde esir düşüyor. Çok iyi bir dansçı tabi. O dönemde de Almanlar, yani Naziler Kafkas lejyonlarını hazırlıyorlar. 1943 yıllarında bu lejonların moral motivasyonlarını artırmak için dansçı ve müzisyenler arıyorlar ve Muhammethan Atalık’ı buluyorlar. Muhammethan Atalık, Elbruz Gaytoğlu, Ali Süyünç, Haşim Sotay gibi bir kısım dansçıları buluyor. Bunlar ya çeşitli dans ekiplerinde dans etmişler ya da öğretmen olarak mecburen dansı öğrenmiş kimseler. Mesela Elbruz hoca aslında profesyonel bir dansçı değil. Ama çeşitli kurum ve kuruluşlarda dans eğitimini almış ve tam bir dans düşkünü. Bu saydığım insanlar bir araya gelerek Kafkas lejonlarına moral geceleri yapıyorlar bir süre. 1945’de savaş sona erdikten sonra bunlar ne yapacaklarını bilemeden Paris’te toplanıyorlar. Paris’te Kafkas Yıldızları adıyla çeşitli gazinolarda sahneye çıkmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin mülteci aldığını da bir yerden duyuyorlar ve Türkiye’ye mülteci olmak için müracaat ediyorlar. Türkiye kabul etmiyor tabi ki.  Ancak Said Şamil’ in başını çektiği bir organizasyon var Avrupa’dan Kafkasyalı mültecileri getiren. Bu ekipte Said Şamil’e müracaat ediyorlar. Said Şamil’de  ekibi Türkiye turnesine çıkarmayı teklif ediyor. Eğer beğenirlerse kalabileceklerini beğenmezlerse Avrupa’ya yine turneyle geri dönebileceklerini söylüyor. Adlarını değiştirerek “Boğaziçi Yıldızları” adıyla kızlı erkekli 30-35 kişilik bir grup olarak Türkiye’ye geliyorlar. Türkiye’de İstanbul, Bursa, İzmir gibi çeşitli illerde gösteriler yapıyorlar. Tam olarak tarihi 1949 bu gösterilerin. Bu turnenin daha ikinci ayağında grup yarı yarıya iniyor neredeyse, 3. gösteri olan İzmir gosterisinde dans edecek kimse bulamıyorlar ve turne fiyasko ile sona eriyor. Bütün grup üyeleri akrabalarını bulup Türkiye’de kalmaya karar veriyorlar. Çünkü Muhammethan Atalık önce Ankara’ya sonra Erzurum sonra tekrar Ankara ve nihayetinde Amerika’ya gidiyor.  Elbruz Gaytoğlu’da Ankara’ya yerleşiyor. 1960’lı yıllarda Ankara Derneği kurulunca gençler toplanıyor ve Elbruz Gaytoğlu bu işin uzmanı olarak hocalığa getiriyorlar. Yıllarca yani ölümüne 1977 yılına kadar da Ankara Derneği’nin hocalığını yapıyor. Türkiye’nin en iyi oyuncularını yetiştirdiği için hocaların hocası olarak anmak doğru olur sanıyorum. Ama burada şunu söylemek lazım bu mülteci grup içinde bale dans okulu mezunları Haşim Sotay, Magamethan Atalık bir diğeride Ali Süyünç’ dür. Ali Süyünç mesela Bursa’da yıllarca derneğin ekibini çalıştırdı. Haşim Sotay keza İzmit ve civarındaki bütün köylerden oluşan ekibi çalıştırdı. Yine rahmetli Musa Ramazan İstanbul’daki derneklerin dans işini ele aldı. Bu şekilde bunların sayesinde Türkiye’deki Çerkesler Lezginka’ nın ne olduğunu öğrenmiş oldu. O zamana kadar kendi dansları olan Lezginka’nın ne olduğunu bilmiyorlardı.  Yine ilginç bir olaydır; 1967 yılında Nedret Selçuker TRT’de seslendirme sanatçısıydı. Yazarını hatırlamadığım “Şeyh Şamil Atatürk’ümün öz be öz kardeşidir” diye devam eden şiiri plağa okuması gerekiyor Nedret Selçuker’in. Plağa okuyacak ama tabi arka tarafta da bir müziğe ihtiyacı var. Tabiki Kafkas derneğine gidiyorlar. Dernekte de Şahin amca var. Şahin İşiner’e diyorlarki git bunun arkasında bir melodi çal. Gidip çalıyor ama çok hızlı geliyor melodi yavaşlatmasını istiyorlar, o da yavaşlatıyor. Müziğin bu kadar kullanılır olabilmesinin sebebide budur aslında yani hem yavaş hem hızlı çalındığında kulağa hoş gelmesi etkilidir bu anlamda.  Bir süre sonra bu plak piyasaya çıkıyor. Bir çok insan bu plağı alıyor bunlardan birisi de rahmetli Haşim Sotay’ın da en eski öğrencilerinden olan rahmetli abimiz Adli Ayter. Bu plağın arkasına okunmuş şiiri ve melodiyi Şeyh Şamil’in duası diye sahne kareografisi yapıyor eşi Ayten Hanımla beraber. Şeyh Şamil adının Lezginka’ya yapışma hikayesi budur.  Sene 1967.

Yine mesela hep tartışılır bizim giysilerimizin nasıl Azerilere geçtiği. Bu da aslında başka bir özensizlik sonucu oluşmuş bir olaydır.  Yine bu Adli abimiz sağolsun hem Sultanahmet Derneği’nin ekibini çalıştırıyor -iyi de bir dansçı- hem de Karslılar Derneği’nin üyesi. Çünkü Kars Sarıkamışlı Asetin ve Dağıstanlı ailelerden geliyor. Yalova’da Termalde Karslılar Derneği’nin üyesi bir iş adamı Almanlar’la ortak termal bir otelin açılışını yapıyor.  Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılan ilk otel olacak ve hükümet erkanı da açılışta olacak. Tabi gazeteciler de. Karslılar derneği ekip hazırlıyor, ancak kıyafetleri yok Adli abi de bizim dernekten Çerkeskaları yüklenip gidiyor.  O zamana kadar Kars’ta Çerkeska falan, öyle bir şey yok. Karslılar o zamana kadar halaylar oynuyorlar, reks dedikleri yallılar var onları oynuyorlar. Ama kıyafetler o gösteride Sultanahmet Derneği’nin Çerkeska’ları. Tabi o dönemin gazetelerinde boy boy fotoğrafları çıkıyor bu ekibin Kars ekibi diye. O andan itibaren  Kars’taki ekiplerde Çerkeska giymeye başlıyor. Yani Çerkeska’nın Karslılar’ın üzerine yapışmasının hikayesi de bu şekilde. Adli abi sanıyorum 1969 – 1970 yıllarında Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’nde bu anısını anlatmıştı. Azerbaycan Devlet Halk Dansları Topluluğu da 1973 lerde Türkiye’ye geldiğinde 14 danslarından sadece bir oyunlarında Çerkeska vardı. O da  Dağıstan kahramanlar dansı diye oynadıkları bir oyundu. Yani Azeri oyunlarının hiç birinde o yıllarda Çerkeska giymiyorlardı, kendi milli kıyafetleriyle oynuyorlardı oyunlarını. Ama 1976 senesinde İstanbul Sanat Festivaline tekrar geldiklerinde Çerkeska kullanılan dans sayısı 4’e çıkmıştı. 1985 yılında geldiklerinde ise sadece bir tek danslarında Azeri Milli kıyafeti kalmıştı diğerlerinin hepsi Çerkeskalı’ydı. Bu gün bütün Azeri toplulukları neredeyse tüm danslarında Çerkeska’yı kullanıyorlar, sadece adını değiştirmediler Çerkeska diyorlar.

G: Geleneksel dansların diasporada esas yaşadığı yerler köyler.  Siz Türkiye’de geleneksel danslarımızın sahneye taşınabildiğini düşünüyor musunuz? Yada bu konuda ne tür çalışmalar yapılabilir sizce?

Tekin Koçkar: Geleneksel dansların sahneye uyarlanamayışının ve hep Sovyetlerde olduğu gibi işlenmesinin sebebi aslında biraz önce bahsettiğimiz 1948 göçmenleri olan büyüklerimiz. Onlar Kafkas ekibi böyle olur diye empoze ettikleri için geleneksel danslar sahneye uyarlanamadı diyebiliriz. Elbruz Hoca ve arkadaşlarının Kafkas danslarına bir çok faydaları olduğu gibi, zarar diyemeyeğim ama bu tarz olumsuz etkileri de olmuştur. Ama bir özeleştiri yapacak olursak bizlerin de hataları oldu, sahsım adına şimdiki düşüncelerim bundan kırk yıl önce olsaydı o zaman köylerde yaşayan bir çok dansı çıkarıp sahneye koyardım. Ama yine de çok fazla bir şey kaybetmiş değiliz. Ben mesela şimdi altmış yaşına geldim, Aklımın erdiği dönemden beri bu bölgedeki, yani Eskişehir’deki Musaözü, Rahmiye gibi köylere ya da bizim Karaçay köylerine gider gelirim. Çok fazla bir şey kaybedilmiş değil. Bundan kırk yıl önceki kırk beş yıl önceki danslar bugün yine muhafaza ediliyor. Ondan öncekileri diyorsanız onlar yine biraz önce bahsettiğim sebeplerle köylerde de kaybolmaya yüz tutmuştu. Toplumun kendisinin diasporada geliştirdikleri Apsuva, Şeşen gibi danslar zaten yaşıyor büyük ölçüde. Ama benim küçüklüğümde Rahmiye köyünde oynanan kâfeler bugün artık yok. Bunun sebeplerinden biri de öyle uzun uzun kâfeler için insanların sabrı kalmadı. İnsanlar kendileri vazgeçti biraz da bu eski oyunlardan daha köylerdeyken. Doğal süreç içerisinde ilginç geçişler de oluyor danslar arasında . Mesela ben Eskişehir yöresinde bir dans evliliğine şahit oldum. Kabardeyler ile Abazaların güzel bir dans evliliği meydana gelmiş durumda burda. Açılışta güzel ve kısa bir kâfe oynanıyor ve arkasından hemen apsuvaya geçiliyor. Eskiden olsa o uzun kâfeler uzun uzun oynanırdı. Eğer düğünde Abazalar varsa onlar da çıkar apsuva oynarlardı. Ya da Musaözü köyüne gittiğinizde devamlı apsuva oynanırdı.  Ama artık iki oyun da hem abazalar hemde Adıgeler tarafından her düğünde evlenmiş haliyle oynanıyor. Bir de dansın gelişimi için çok sağlıklı bir ortam olmamış diasporada. Osmanlının çeşitli savaşlarına katılmış Çerkesler, ardından Kurtuluş savaşı,  Devamlı savaş hüküm sürmüş yaşadıkları çoğrafyada. Tam rahatladık derken bu sefer 2. Dünya savaşı başlamış açlık sefalet vurmuş herkesi. Dans kendini geliştirecek ortamı da pek bulamamış. Bir de önemli bir süreç, sanayileşme ve köyden kente göç. Tüm dünyada sanayileşme yerel dansları büyük ölçüde öldürür. Ve daha pratik daha sosyal danslara yönlendirir toplumları. Eskiden köylerde yaşayan yerel danslar da şekil değiştirerek sosyal dans halini alırlar. Türkiye’de de gelişen süreç o şekilde. Bugün köylerde yaşayan insanların sayılarının azaldığını ve şehirlerde nufusun yoğunlaştığını görüyoruz. Bu da dansların daha pratik ve sosyal olmasına sebep oluyor. Mesela bu evlilik hikayesi buna örnek olabilir. Kafkasya’ya gittiğiniz zaman da sahneye çıkan herkes son 30 yıldır şeşen ve lezginka oynuyor. Bütün bölgelerde sahne dansı Çeçen oldu. Bu da aynı sürecin sonucu. Anadoluda en azından bir wuıc geleneği halen sürüyor. Hala düğünlerimizi wuıc ile açıyoruz. Bu da wuıc rituelinin değişmiş halidir aslında. Biz, yani Anadolu’dakiler yaptık bunu, Kafkasya’dakiler maalesef bu ritüelleri kaybettiler. Çeşitli siyasal ve sosyal süreçlerden geçtiler çünkü. Mesela eskiden, feodal dönemde kölelerin dans etmesi yasaktı. Sadece orta sınıf ve beyler dans ederdi. Sovyetler Birliği gelince o sınıflar bir anda alt üst oldu. Orada bahsettiğimiz dansların çabuk unutulmasının sebeplerinden bir tanesi de bu. Sürgün sonunda nüfusun azalması, ardından gelen ekim devrimiyle birlikte sosyal statülerin alt üst olması dansların kaybolmasında oldukça etkili oldu.

Yerel dansların sahneye aktarılması konusunda ise, benim denemelerim oldu. Mesela 1980-1981 yıllarında Eskişehir Kafkas Derneği’ni çalıştırırken apsuvayı sahneye koydum. Ama o zaman büyüklerimiz bu da nerden çıktı diye tepki gösterdi. Kızlar böyle zıplayarak oynar mı diye karşı çıktılar. Ya da mesela eski kâfeteynaları da sahneledik, bu sefer de sıkıldık artık dedi büyüklerimiz. Çeşitli apsuvaları bir araya getirip koreografi yaptım, bu sefer de bizim oyunlarımızı niye kısalttın dediler. İlk akordeonla sahneye oyunlarımızı çaldık yine tepki geldi. Gel sen mızıka çal onunla oynayalım dediğimizde ise biz sahneye çalamayız dendi. O dönemlerde bu tarz sorunlar da yaşadık. Bir dans, halk dansı hüviyetini koruyacaksa halkın içinde yapılır zaten. Toprağa bağlıysa, topraktan besleniyorsa, köydeyse halk dansı olur. O halk dansını alıp sahneye taşıdığınız zaman sahnenin kuralları çalışmaya başlar. Mesela apsuvayı bir köy meydanında sabaha kadar oynayabilirsiniz ve hiç kimse sıkılmaz ondan. Ama sahnede 3 dakikanın üzerinde oynatamazsın.  Onun için de değiştirmek gerekiyor. Çünkü dediğim gibi sahnenin kuralları bambaşka. O dönemin dinamiklerini unutmamak lazım, derneklerin ayakta durmasını sağlayan tek şey olarak halk dansları vardı.   Ellerinde kalan, müsaade edilen tek meta buydu. Hem ekonomik olarak dernekleri ayakta tutuyordu hem de insanları bir araya getirebildiğimiz tek şey halk dansları idi.

G: Hep tartışılan bir konudur ekiplerde. Sadece Kafkas Danslarında oluşan ve Dünya’ya da hitap eden profesyonel bir ekip kurulabilir mi sizce diasporada?

Tekin Koçkar: Evet bu olabilir, yaptılar, yapıyorlar da zaten bunu. Ama bizim misyonumuz yani diasporada yaşayan Kafkasyalıların hiç birinin misyonu o olmamalı. Bizim amatör ruhtan uzaklaşmamamız lazım. Dernek ekiplerinde ne kadar çok çocuk ve genç bu dansları öğrenirse bizim için o kadar iyi. Çocuklarımız ne kadar çok düğünlerinde bu oyunları oynar ve bu kültürden kopmazsa bizler için o kadar iyi. Çünkü danslar kültüre dokunulan mecralar bizim için. Profesyonel olarak sahneye koymaya çalışırsak Anadolu Ateşi’nin düştüğü duruma düşeriz. Bizim işimiz bu değil, amatörlükten taviz verdiğimizde ekiplere sadece bir kısım insanlar gelebilir. Derneklere dans için gelen insanlarımıza mümkün olduğunca düşük dozda ve bu kültürün devamlılığını sağlayacak tarzda eğitim verilmelidir. Zaten daha ötesini yapamaz herkes. Bizim derdimiz herkesi dansçı yapmak değil, olmamalı da. Herkese halk danslarımızı öğretmek ve onları sahnelemek olmalı. Ben 1981-1982 yıllarından itibaren  çalıştırdığım hiç bir ekipte dansçı seçmedim. Kim gelirse gelsin, kaç yaşında gelirse gelsin mutlaka çalıştırdım ve o kostümü giydirip sahneye çıkarttım. Burdaki amacım şu; o kostümü giyip sahneye çıkan birisinin üzerine o kültürden bir şey yapıştırdın demektir. Bu gün yapılması gereken aslında biraz önceki soruda bahsettiğimiz gibi köylerde yaşayan dansları sahneye taşımak ve artık akrobatik bir hal almış danslarımızı daha da yumuşatarak çocuklarımıza öğretmektir. Durumumuz oldukça vahim, artık danslarımız elimizden çıkmış durumda. Daha bir kaç gün önce şu “Yetenek Sizsiniz” programında İzmir’den katılan bir grup izledim. Üzerlerinde uyduruk sahne kıyafetleriyle danslarımızı oynadılar. Durumun vehametini görebiliyor musunuz? Bir hafta önce Anadolu Ateşi Çin’deki gösterisinde Çiftetelli kıyafetleriyle Lezginka oynadı kızlar. Böyle bir terbiyesizlik olabilir mi? Türkiye’de bütün büyük şovlarda artık birer tane Kafkas Dansı var ama nasıl var. Artık ben bunlar bizim danslarımız değil noktasını geldim. Kırk küsür senedir ugraştığım halk danslarının bu halde    gelmesi o kadar acı ki benim için. Burda en büyük suçlardan birisi bizde aslında. Yıllardır hatta hala bile biz içine kapalı bir toplumuz. Dernekler olarak hep gece yaptığımızda gösteri yaptığımızda davetiyeleri hep elden hemşehrilerimize dağıttık. Biz kendi kimliğimizi buluyorduk sonuçta orda ve başkalarına açmıyorduk. Mesela benden bir çok sefer gösteri istediler otellerde turistlere, ya da herhangi bir organizasyonlarda çıkartmam için. Ama hiç birine gitmedim ben içkilere meze mi olacağım diye de tepki gösterdim. Ama şimdi düşününce keşke yapsaymışım diyorum. Keşke o dansların Kafkas Dansları olduğunu ben öğretseydim insanlara en azından doğrusunu öğretmiş olurdum. Şimdi kimse bilmiyor ki o dansların Kafkas Dansı olduğunu Gürcü Dansı diyor Azeri Dansı diyor insanlar. Çünkü onlar danslarımızı sahneye taşıyıp dünyaya açtılar.

G: Yine son yıllarda Kafkas ekiplerin dansların daha doğrusu kıyafetlerin modernize edilmeleri ile karşılaşıyoruz. Bu konuyu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tekin Koçkar:  Kıyafetlerin modernize edilmesi aslında gayet doğal. Sahne işin içine girdikten sonra herşey sahnenin kurallarına göre çalışır. Sahne sonuçta izleyiciye yöneliktir. İzleyici neyden hoşlanıyorsa onu ister, koreograf da ekiplerde onu vermek zorundadır. Kafkasya’da veya Türkiye’de de bir çok ekip kıyafet değişikliğini denedi ve yapıyor. Smokinle veya daha farklı kıyafetlerle oyunlar oynanıyor ve izleniyor da. Değişik izleyici kitlelerine dansları izlettirmek söz konusu olduğunda bu konu koreografın iki dudağının arasındadır. Burada biraz önce verdiğim örnekte olduğu gibi Çiftetelli kıyafetiyle Kafkas dansı oynanmasından bahsetmiyorum tabi. Onu kültüre saygısı olan hiç kimse yapmaz zaten. Sahneyi bahane ederek her türlü değişikliğin yapılmasına da karşıyım tabii ki bu anlamda. Ama öze saygı duyulduğu takdirde çeşitli modernizasyonlar yapılabilir kıyafet konusunda.

Bizim amatör ruhtan uzaklaşmamamız lazım. Dernek ekiplerinde ne kadar çok çocuk ve genç bu dansları öğrenirse bizim için o kadar iyi..

-Tekin Koçkar
Yorumlar (1)
  1. Sertan Özdemir on said:

    Danslarımızın Anadolu’daki tarihine dair çok doyurucu bir söyleşi, teşekkürler Tekin Hocam, teşekkürler Guşıps.