Jıneps Gazetesi: Kadir Polat
0:22 9 May 2013

Guşıps: Kürt Sorunu’nun çözüm aşamasına girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadir Polat: Balkanlar – Ortadoğu ve Kafkasya gibi çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli ve dünya politikalarında ağırlığı olan enerji kaynaklarına sahip coğrafyalar arasındaki Türkiye; kendisi de çoklara sahip bir konumdadır ve 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde birçok olay yaşamıştır.

Gönen-Manyas Çerkesleri doğuya sürgün edilmiş, Dersim’de canlara kıyılmış, 6-7 eylül olaylarında dinsel azınlıklar katledilmiş ve malları yağmalanmış, 60 ve 70’li askeri cunta yıllarında insanlar ipe gönderilmiş, 1 mayıslar ülkenin tarihine kanla yazılmış, Sivas’ta ülkenin değeri aydınlar ortaçağın engizisyon uygulaması örneği ateşe atılmış, Kahramanmaraş’ta vahşet uygulanmış, 80’li yıllarda yine bir askeri cunta döneminde ‘asmayalım da besleyelim mi’ anlayışıyla gençlere kıyılmış, cezaevleri işkencehanelere dönüştürülmüş, …! Cumhuriyetin hemen öncesinde Ermeniler’e uygulanan soykırımı da eklemeli bu listeye.

İnsanlarının barışık olmadığı bir ülkede yaşar olduk böylece. Aksayan demokraside iç dinamikleri körelten her girişim sonrasında umutları yarınlara taşıyarak bugünlere geldik.

Türkiye Cumhuriyeti’nde 90 yıldır sürdürülen politikaların olumsuz sonuçlarını yaşıyoruz. Onca yıl tek ulus, tek kimlik, tek dil, tek inanç ve mezhep dayatıldı. Anadili Türkçe olmayan farklı kimlikler yok sayıldı, inkar edildi, bilinçli ve sistematik asimilasyon uygulandı.

“Azınlık, 1. sınıf vatandaşlık”, “ya sev ya terk et”, “asli unsur, kurucu unsur, tali unsur” tartışmaları ile bir süreç yaşandı. “Eşitlik” diyenlerin sesi gür çıkamadı.

Ve son 30 yıldır uzmanların düşük yoğunluklu savaş yorumu yaptıkları bir iç savaş yaşanıyor ülkede. Nedenini de özetlemiş olduk aslında. Klasik söylemle 30 yılın birikiminden ders çıkarmalı. Askeri çözüm arayışının her yükseltildiğinde duvara çarptığını unutmadan. Yaşanan sivil ölümler, çatışmalar sonucu ülke için dinamizm demek olan genç nüfusun ölümü, demokrasinin sürekli ertelenir olması, baskı–şiddet-kan ve gözyaşı. Yeter artık.

Akan kan dursun, analar ağlamasın, gencecik fidanlar toprağa düşmesin artık..

Evlere cansız dönen bedenlere yakılan ağıtları dinleyip, vakur duruşları ile “başka ana-babalar yanmasın” diyen Anadolu insanını görüp, hangi tarafta olduklarını düşünmeksizin yitirdikleri anısına birbirine sarılan anaları görüp, .. bütün bunların son bulmasını istememek nasıl açıklanabilir ki? Açıklanır gibi yapılsa da anlaşılabilir mi ki?.

Barış ve Yaşam; insana, insanlara, halklara gerekli olan budur ve tavizsiz savunulması gerekir.

Cenazelerin olmadığı, cenazeler üzerinden siyaset yapılmadığı, diyalog kurulduğu ve konuşarak çözüme ilerleme iradesinin gösterildiği süreç önemlidir.

Guşıps: Çözüm sürecinde PKK lideri Abdullah Öcalan’ın siyasi bir figür olarak muhatap alınması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kadir Polat: Kürt hareketinin lideri konumundaki Öcalan ile görüşmelerin uzun süredir devam ettiğini Oslo sürecinin deşifre edilmesi sayesinde öğrenmiş olduk. Görüşme düzeyi her ne olursa olsun devlet görüşmüştür ve görüşmektedir. İyi de yapmaktadır.

Dünya örnekleri incelendiğinde görülen odur ki, askeri çözüm denemeleri genelde başarısız kalmakta ve çözüm için diyalog tercih edilmektedir. Türkiye’nin de geldiği noktada yaptığı budur.

Barış ve demokrasi için atılan adımlar, insan öldürmek için atılan adımlardan çok daha değerlidir.

Guşıps: Kafkasyalı sivil toplum örgütlerinin işleyen süreç hakkında tavrı sizce ne olmalı?

Kadir Polat: Genel hatları ile özetlediğimiz barışı ve yaşamı savunmak; ölümlerin durması, gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir ki ülke genelinde destek görmesi gereken bu yaklaşıma Çerkes sivil toplum örgütleri ve inisiyatifleri de sessiz kalmamalı. Barış ortamında sorunların tümü konuşulur olur. Her daim sıcak gündem konusu olan çatışmalar ve sonucunda cenazeler, siyasetin basite indirgendiği ülkemizde malzeme konusu yapılıyordu. Asıl konuşulması ve çözülmesi gerekenler erteleniyordu. Önce barış ikliminin olması gerek. Üstelik Kürt sorunu bir kimlik sorunudur aynı zamanda. Bir ülkede kimlik sorunu her halk için başka bir sorun değildir özünde. Demokrasi sorunudur. Sorunun çözümünde demokrasi talebi belirleyicidir ve kimlik bilinci ile hareket eden her halkın demokrasi talebi olmak durumundadır.

Önemli olan konu silahların susup barışın olması, barış ortamında demokratikleşme adımlarının atılmasıdır. Ve barış tek başına Kürt-Türk barışı olarak değerlendirilmemelidir. Sürecin başında muhatapların diyalog başlatması önemli idi ve bütün sıkıntılara karşın diyalog sürdürülüyor. Hedef çoğulculuğu temel alan demokrasi ise, yaşamın birçok alanında olduğu gibi barış sürecinin de bu anlayışla inşa edilmesi gerekir. Bu noktada Çerkeslere de diğer halklar kadar görev düşmektedir. Herhangi bir siyasi oluşuma angaje olmaktan bağımsız, barışa ve demokrasiye katkı görevidir söz konusu olan.

Eleştiriler, endişeler olabilir. Bunların konuşulabilir olmasının önünü açmak için de barış süreci önemlidir.

Çerkesler olarak barışa katkı sunarken, silahlara dur derken, ölümleri reddederken, demokrasiye giden yolda kimlikler olarak eşitliği savunmak durumundayız.

Sorunları demokrasi çerçevesi içinde çözme sürecine bütün sivil toplumun, herkesin katkı sağlaması gerek.

İktidarın “ben yaptım, oldu-bitti” ya da tarafların “biz yaptık, oldu-bitti” diyemeyeceği kadar önemli bir şey söz konusu. Toplumsal barışı sağlamak için atılacak pekçok adım var ve bunları bugüne kadar sözü dikkate alınmayanların hatırlatması gerekecek. Bu sözün dinlenebilir olduğu bir ortam için de katkı önemlidir.

Guşıps: Silahların bırakılmasıyla birlikte yeni anayasa sürecinin de hız kazanacağı söyleniyor. Sizin yeni anayasadan beklentileriniz neler?

Kadir Polat: Anayasa önemli, toplumsal sözleşme. Daha başından söylemeli, demokrasinin olmazsa olmazı çoğulculuk, toplumsal sözleşmede de önemsenmeli. Bunca zamandır ötekileştirilenlerin sesinin daha çok çıkabildiği, daha çok dinlenebildiği bir süreç gereklidir bunun için. Toplumun her kesiminin özlem ve taleplerini karşılamak esas alınmalı.

Önemli konulardan biri yaşanmakta olan süreçtir. Anayasa öncesi bu anlamda masaya yatırılması gerekenler var.

Düşünce ifadesinin önünde engeller olduğunu biliyoruz. En çok tutuklu gazetecinin Türkiye’de olduğunu bildiğimiz gibi. Terörle mücadele gerekçesi ile sıkıyönetim koşulları yasalarının halen geçerli olması sorgulanmalı bu durumda.

Mevcut Meclis, mevcut siyasi partiler yasası ile oluştu. Yani tek seçicinin parti lideri ve kurmayları olduğu bir yöntem. Hiç demokratik değil. Her kentte seçmen belirlemeli kendisini temsil edecek olanları. Denetleme, hesap sorma, geri çağırma hakları da olmalı. Mevcut durumda kaldır parmak, indir parmakla çalışan Meclis sistematiği demokratik Anayasa için ne derece sağlıklıdır?

Yine mevcut Meclis %10 barajla seçildi. Yani Meclis’te temsil edilmeyen bir kitle var. Toplumsal sözleşme inşasında seslerinin duyulması ve dikkate alınması gerekir, bunun için yol ve yöntemler de bellidir.

Örnekler çoğaltılabilir.

Anayasa sürecinin şeffaf olması çok önemlidir. Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarının böyle olduğu söylenemez örneğin. TBMM’nin ilgili birimi, toplumun her kesiminden aldığı önerileri sitesinde herkese açık hale getirmeli. Bundan sonra Meclis çatısı altında Anayasa’ya dair yürüyecek bütün görüşmeler halka açık olmalı.

Süreç katılımcı olmalı. Biraz önce altı çizilenler dikkate alınarak toplumun en geniş kesiminin katılımı sağlanmalı. Düz ifadelerle ne istedikleri ya da daha kolayı ne istemedikleri sorulabilir.

Kamu düzeni, genel ahlak vb. gerekçelerle Anayasal hak ve özgürlüklerin yasalarla kısıtlanmasının engelleneceği bir yöntem oluşturulmalı. Belki de hak ve özgürlükleri garantiye almak için anayasa çok söylendiği gibi kısa ve öz değil detaylı olmalı.

Eşitlikçi, özgürlükçü, insan odaklı, demokratik Anayasa, sözcüklerin içinin dolması şartıyla gereksinimleri karşılayacaktır.

Aslında bir dizi şey talep etmek yerine olması gerekenleri “yasaksız Türkiye” talebi ile özetlemek olası.

Anayasa’da ne olmalı? Demokratikleşme yaşamın her alanı ile ilgili ve bu anlamda anayasal talepler faslında söylenecek çok şey olmakla birlikte kimlik özelinden yürüyecek olursak;

-Eşitlik ve özgürlük esas olmalı, kendilerini ifade etmelerinin önünde hiçbir engel olmamalı,

-Ülkedeki tüm kültür, kimlik, dil, din ve inançların varlığı kabul edilmeli, halkların demokratik ve kültürel hakları güvence altına alınmalı;

-Anadili hakkı temel bir insan ve çocuk hakkı olarak güvence altına alınmalı; ana dilde eğitim-öğretim, ana dilin kamusal alanda kullanımı, ana adilde radyo-televizyon yayını (genel bütçeden pay ayrılarak ve bağımsız) sağlanmalı ve ana dilde isim-soy isim ve köy/yer isimleri konusunda sınırsız özgürlük olmalı,

-Anadili, kimliği, kültürü, inançları özgürce geliştirebilecek koşullar yaratılmalı;

-Her tür ayrımcılık ve ırkçı söylem, asimilasyon ve baskı, kin ve nefret söylemi insanlık suçu olarak tanımlanmalı,

-Üniversitelerde tarih, dil ve kültüre yönelik birimler oluşturulmalı, dil ve edebiyat enstitüleri kurulmalı,

-Demografik yapıyı ortaya koyabilecek resmi araştırmalar yapılabilmeli,

-Çerkesler ve benzer konumda olan halklar için çifte vatandaşlık sağlanmalı,

-Vatandaşlık tanımı hiçbir etnik kimliğe/kimliklere dayandırılmamalı,

-İnsan onuru ile bağdaşmayan işkence başta olmak üzere her tür insanlık dışı uygulama engellenmeli.

-Ülkede halklara karşı işlenmiş katliam ve sürgünler gibi suçlar failleri ile birlikte açığa çıkartılmalı, itham edici resmi tarih tezleri reddedilmeli, hakların, onur ve itibarların iadesi güvence altına alınmalı,

-Kadınların hayatın her alanında eşit temsilini sağlayacak düzenlemeler yapılmalı,

-Eğitim her düzeyde ücretsiz olmalı. Akademik bilimsel özgürlük esas alınmalı,

-Milletvekili dokunulmazlığı, TBMM kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılmalı,

-Piyasa temelli hidroelektrik-termik-nükleer santral, baraj, maden, inşaat vb. projelerle halkın doğal yaşam alanları tahrip edilmemeli, kültürel ve tarihi mirasın koruma altına alınacağı düzenlemeler yapılmalı,

 

Comments are closed.