Neden Soykırım ?
21:20 17 June 2013

Çerkesler

Arsen Avegyan

Belge Yay. – 2004

 

Batı Kafkasya’nın fethine ilişkin tartışılan projelerde öne çıkan ortak özellik, hep­sinin yerleşik halktan kurtulma gereği ve Rus ya da Hıristiyan öğe ile değişiminin kaçınılmazlığını temel almasıydı.

Gene­ral R. Fadeyev, Rusya İmparatorluğu’nun o zamanki yönetici­lerinin düşüncesini, Kafkasya’dan Mektuplar’ında şöyle ifade etmişti:

“Doğu ve Batı Kafkasya arasında köklü bir fark vardı: Çerkesler, denize açık konumlarından dolayı, asla, hem ana yurtlarında kalmayı sürdürüp hem de Rusya’nın arkasında sağlam bir dayanak oluşturamazlardı. Karadeniz’de patlayacak ilk silahın onları yeniden ayaklandıracağını bile bile, bir dönemcik olsun barış için, Kuban ötesi halkını Rus yönetimine boyun eğdirmek için, sürekli, kanlı, olağanüstü pahalıya mal olacak bir savaşın sürdürülmesi gerekirdi. Halkı yeniden eğitmek asırlar sürecek bir işti. Oysa zaman, Kafkasya’nın dize getirilmesinde asıl önemli öğenin ta kendisiydi. Karadeniz’in batı kıyısını Rus toprağına dönüştürmemiz gerekiyordu. Bunun için de bütün sahili dağlılardan arındırmalıydık.” (R. Fadayev, Pisma s Kavkaza, k Redaktoru “Moskovskix Vedomostey”, SPb, 1865, 74-75)

1857’de Tuğgeneral Milyutin, Savunma Bakanı’na ilettiği “Rus Kazak­larının Kafkasya’da iskânı ve bazı yerli boyların yerlerinin değiştirilmesinde izlenecek yollar” hakkındaki notta, düşman kabilelerin topraklarının Kazaklara devredilmesini, buradaki yerli halkın da, Don birliklerinin topraklarına gönderilmesini ve oralarda dağlılar için “koloni benzeri özel yerleşim yerleri” kurulmasını tavsiye etmekteydi. (RGVİA*, f.38, Genelkurmay Bölümü, op.7, d.351, s.4-29)

Tümgeneral Wolf’un verdiği yanıt:

“Dağlıyı bilen; onun, yurduna, dağlı değerlerine ve yaşam tarzına derin bağlılığını ve düzlüğe taşınacağı­na ölümü tercih edeceğini de bilirdi. Bir tekinin bile bu şartlara boyun eğmeyeceğini kesin olarak söylemek mümkündür. Ger­çekte istenen (bu fikrin altında yatan ve bu arada açıklanmayan niyet) dağlıların tâbi olmaları değil, telef olmalarıdır.” (Aynı kaynak, ss.34, 34 a.t.)

Çar Yaveri General Koçebu, cevabında;

“Milyutin tarafın­dan önerilen tedbir, yani bütünüyle bir boyun Don bölgesine nakledilmesi, Kafkasya’yı kazandırmakla noktalanacak yerde, Kafkasya çöle döndürülmedikçe sona ermeyecek ve her zamankinden daha şiddetli bir savaşa yol açacaktır. Dağlıların, üstelik sadece cemaatlerin değil, sahipsiz tek tek ailelerin bile bu şartlar karşısında boyun eğmeleri beklenemez…” (Aynı kaynak, ss.30, 32 a.t.) diyordu.

Kuban bölgesi ordu komu­tanı ve Kazak birliklerinin başı olarak atanan Graf Evdokimov’a göre kesin çözüm;

“Byelaya ve Laba nehirleri arasındaki alanın tamamı ile Karadeniz’in batı kıyısına Kazak köylerinin iskân edilmesi, dağlılara da düzlüğe inmelerinin ya da çekip Türkiye’ye gitmelerinin teklif edilmesi” idi. (Semen Esadze, Pokoreniye Zapadnogo Kavkaza I okonçaniye Kavkazskoy voyni, Tiflis, 1914, s.109)

Kafkas Ordusu Başkumandanı Baryatinski;

“Batı Kafkasya’da savaşın nihai hedefi olarak, Çerkeslerin dağlardaki sığınaklarından kayıtsız şartsız kovalanmasını” istiyordu. (R. Fadayev, a.g.e., s.74)

Evdokimov;

“İnsanlığı önce kendi adamlarımıza; en son Rus’un menfaati tatmin olduktan sonra, geriye, dağlıların önüne kısmetlerine ne kalırsa koyma hakkını kendimde görüyorum” diyordu. (R. Fadayev, a.g.e., s.76)

Malvarlıklarının bir kısmını, asıl olarak da sürülerini yan­larında götürememeleri için, dağlıların Kafkas dağlarını aşarak kara yoluyla göçü yasaklanmıştı.

1865 yılının verilerine göre, Kuban bölgesinde sadece 60 bin dağlı kalmıştı.(RGVİA, s.49)

Dağlıların Türkiye’ye nakledilmesinde başlıca engel, taşımak için yeterince tekne bulunmamasıydı. Bu yüzden Çerkesler, aylar boyunca Karadeniz sahilinde açık havada beklemek zorun­da kalıyorlardı. Bu da, birçok dağlıyı, özellikle de kadın ve çocukları telef eden salgın hastalıkların yayılmasına neden oldu.

Göçen dağlı sayısı, Rus ve Sovyet tarih yazımında, 500 bin ile 1 milyon arasında görünmektedir.

Türk tarih yazımında, (bu ülkede yaşayan Kuzey Kafkas cemaatinden araştırmacıların çalışmaları da dahil) Osmanlı İmparatorluğu’na göç eden dağlıların sayısının 1 milyon ile 2 milyon kişi olduğu kabul edilmektedir.

İttihat ve Terakki döneminde İstanbul’da çıkan Çerkes gaze­tesi Guaze’nin yazdığına göre, 1 milyon 760 bin Çerkes, Os­manlı İmparatorluğu’nda ikinci bir anavatana kavuşmuştu. (Guaze, 10 Nisan 1911, yıl:1, s:2, s.2)

*RGVİA: Rusya Devleti Askeri Tarih Arşivi

 

***************

 

Çerkesya, Gönül Yaram

Tamara V. Polovinkina

Kafdav Yayınları – 2007

 

1829 Edirne Anlaşmasından sonra, İmparator I. Nikola(y), Özel Kafkasya Kolordu Komutanı Kont İ. F. Paskeviç’e, bütün dağlı halklara karşı eşanlamlı çözümler bulmak için önlemler alma görevi verdi. Buna göre, dağ yamaçlarındaki kilit noktalar ele geçirilecek, dağlılar geçim kaynaklarından yoksun bırakılarak itaat etmeye mecbur bırakılacaktı. Rusya İmparatorluğu’nun Kafkasya politikası l. Nikola(y)’a göre, sadece iki seçenek sunuyordu: “Birincisi, Dağlı halkları ebediyen itaat altına almak. İkinci seçenek ise itaat etmeyenleri yok etmekti.”

Kont Paskeviç ve Kafkasya Hattı Komutanı Tüm­general Velyaminov’un (1831) önerileri, Çerkesya’nın işgali ve kolonileşmesi için esas oluşturdu.

“Eğer biz Kuban’dan başlayarak Çerkeslerin topraklarına akınlar düzenlersek ve her yıl onların buğday tarlaları ve diğer ekeneklerini yok edersek, iskan yerlerini yerle bir edersek onları daha yükseklere çekilmek zorunda bırakırız. Dağlarda ise onların tarlaları ve meraları çok sınırlıdır ve denizden buğday gelmezse birkaç yıl içinde bitip tükeneceklerdir, ardından çaresiz bize itaat edeceklerdir. Onlardan aldığımız topraklara ise Rus stanitsaları ve köyleri kurulacak dağlık yerlerde ise stratejik noktalarda kaleler inşa edilecektir.”

1830’lu yılların sonuna doğru Karadeniz Müstahkem Hat­tı, Kuban ırmağı ve kolları boyunca kale ve karakollar inşaatı tamamlandıktan sonra Batı Adıgelerinin dış dünya ile irtibatı kesilmiş oldu. Bundan dolayı 1839 kıtlığı yüzünden kıyı bo­yunda açlık başladı. Hayvanların tamamı telef oldu. Ruslar ticaret yasağı koymuştu. Kalelerde yeterli miktarda un stoku varken komutanların dağlılarla ekmek karşılığı mal takas edilmesi kesinlikle yasaklanmıştı. Karadeniz Müstahkem Hattı I. Şube Amiri Kontramiral Serebryakov, bu yasakla ilgili olarak şöyle yazmaktaydı:

“Dağlılar arasında her gün artarak son derece vahim hale gelen kıtlık ve açlık ortamında dağlılara gıda satılmasının yasaklanması tabii ki acımasız bir uygulamadır, fakat onların bize düşmanlık beslemelerinin ne kadar yanlış olduğunu anlamaları bakımından bu yasak gereklidir.”

28 Mayıs 1840’ta tecyiz birlikleri Psezuape akarsuyu boyunda ve ağzında arama tarama operasyonları düzenlediler. Tarihçi F. A. Şerbina’nın yazdığına göre Rus müfrezesinde baltalı asker­ler dağlıların vadideki bütün bahçe ve bağlarını yok etmişti. Dağlılar karşı koyunca askerler 8 km. boyunca vadide bu­lunan 13 avulun hepsini ateşe verdiler. Bu avullarda toplam 116 hane vardı.

1857 yılının kışında Adagum Rus birliği kıyım operasyonlarını sürdürerek Natukhay avullarını yakıp yıktı, dağlıların mal varlığı ve hayvanları yağmalandı ve gasp edildi, binlerce dağlı esir edildi. Dört yönde ilerleyen Ruslar yöreyi kısa sürede harabeye çevirdiler. Rus ordusu Doğu (Kırım) – Savaşı yenilgisinin acısını adeta Kafkasya’daki yerli halklardan çıkarırcasına bölgede yıllarca vahşet yaptı.

1859’da Rus birlikleri Bjeduğ, Abadzeh ve Besleneyler’e karşı acımasız imha harekatı başlattı. 18 Ocak – 7 Şubat arasında Albay Babiç’in birliği 44 Bjeduğ avulunu ateşe verdi ve yok etti. Binlerce çocuk, kadın ve ihtiyar kış soğuğunda karlı havada aç ve çaresiz durumda dışarıda kal­mıştı.

Adıgelerin kısmen Kuban ve Laba arasındaki düz arazide iskan edilmeleri öngörülmekteydi. Söz konusu arazinin çoğu bataklık yerlerdi. Bu araziye yerleşmek istemeyen ve Osmanlı topraklarına taşınmayı tercih edenlerin çok sayıda olacağını bilen Çarlık yönetiminin bu konuda yardım sağlamayı öngören kararnamesine göre, Adıgelerin bir kısmı Don havzasında iskan edilecekti. Fakat genelde dağlıların Osmanlı’ya sürülmesi, düz arazilere yerleştirmekten daha uygun yöntem sayılıyordu, çünkü ileride yeni sorunlar çıkabilirdi.

Dağlıların göç sorunlarıyla ilgili hususları görüşmek, çözümü hızlandırmak ve Osmanlı hükümetinin itiraz ve tepkilerini engellemek için General M. T. Loris Melikov 1860’da İstanbul’a gönderildi. Görüşmeler sonucunda Kafkasyalıların toplu olarak değil küçük grup ve partiler halinde Osmanlı topraklarına göç etmelerine ilişkin mutabakat belgesi imzalandı.

Kafkasya hattı sağ kanadı ve Karadeniz Bölgesi (sonra­ları Kuban vilayeti) Ordu Komutanı General N.İ. Yevdokimov;

“İtaat etmeyen dağlıların Osmanlı topraklarına göç ettirilmesi kuşkusuz çok önemli bir devlet uygulamasıdır, bunun sayesinde savaş sona erecek ve kısa sürede fazla zorluk çekmeden bu sorunu çözmüş olacağız; bu önlem dağlılar için de uygun ve makul bir uygulama olup onları faciadan kurtarıyor, zira Rus yönetimine itaat etmektense ölüm ve sefaleti tercih eden dağlılar için bu göç, bir tür çözüm ve seçenektir”.

Hacı Berzeg, Meclisin hazırladığı Çerkes Aşiretleri Birliği Muhtırasını Çar 2. Aleksandr’a sunmuştu. Bu tarihi belgenin bir kısmı:

“…Bu topraklar bizimdir ve bize ecdadımızdan miras kalmıştır, bu toprakları elimizde tutmaya kararlı olduğumuz için savaşıyoruz ve aramızda uzun süredir devam eden düşmanlığın nedeni budur. Biz yeni devlet yapısı oluşturduk ve ülkemizi adaletli bir şekilde ciddiyetle yönetmeye kararlıyız, kimseye karşı haksızlık yapmayı düşünmüyoruz. Böylesine iyi niyetli bir halk sizinki gibi kudretli bir devlette sempati uyandırmalıdır. Bu suçsuz halkı yok etmek size onur ve itibar kazandırmaz. Siz bazı şartlar dahilinde bağımsızlık isteyen halklara sempatiyle yaklaştınız, neden halkımıza aynı şekilde yaklaşmıyorsunuz? Ülkemizi iyi yönetmek için çıkardığımız yasaları uygulamak için azami gayret gösteriyoruz. Soydaşlarımıza adalet sağlamak, onların huzur ve asayişini sağlamak, onların yaşam hakkını savunmak istiyoruz. Ülkemize yerleşmiş yabancıların can ve mal güvenliğini sağlamayı da görev biliriz.

Sizinki gibi kudretli ve büyük bir devletin hedefi nedir: Bizim küçük halkımızı yok etmek mi yoksa reformlarımızı gerçekleştirmeye yardımcı olmak mı? Meselemizi bütün büyük devletlere beyan etmeyi kararlaştırdık ve sizin devletiniz de bunlardan biridir, gerçek amaç ve niyetlerimizi açıkça dikkatinize sunuyoruz.

Bize adil davranın, ülkemizi ve mülkümüzü yok etmeyin, camilerimize dokunmayın, kan dökmeyin ve sebepsiz yere katil olmayın. Büyük devlet için gereksiz yere insan yaşamına tecavüz etmek, rezilliktir.

Bu haksız savaş sırasında çaresiz kadın ve çocukların esir alınması hak, adalet ve insanlık açısından bir cinayettir. Siz bütün dünyayı kandırmaya çalışıyorsunuz, yalanlarla kamuoyu oluşturuyorsunuz, bizi barbar ve vahşi bir halk olarak tanıtmak gafleti içindesiniz, yaptığınız haksız savaşı böylece haklı göstermek istiyorsunuz, oysa bizler de sizin gibi insan denen varlıklarız. Kanımızı dökmekten vazgeçin, çünkü ülkemizi sonuna kadar savunmaya kararlıyız…”.

Halen aslı Adıge Cumhuriyeti Milli Müzesi’nde muhafaza edilen bu belge gerçekten ilginç hususlar içermektedir. Dağlılar, bu belgede Rusya’nın neden Yunanistan’ın bağımsızlığına destek verdiğini, ama Çerkesya’ya bu hakkı tanımadıklarını soruyorlar. Üstelik belgeden anlaşılacağı gibi Rusya, “barbar Çerkesleri” hizaya getiren uygar devlet tavrı takınarak ikiyüzlü ve sinsi davranmaktaydı.

Düzlük araziden dağ yamaçları ve sırtlarına, oradan dağlara, dağlardan da deniz kıyısına sıkıştırılan ve adım adım yurtlarından sürülen Adıgeler, halkı yok etmeye yönelik savaşın bütün dehşetlerini yaşadılar, büyük çile çektiler, açlık ve yokluk içinde kaldılar, salgın hastalıklar yüzünden sayısız zayiat verdiler. Deniz kıyısında ise onları Osmanlı’ya göç etmenin zorlukları bekliyordu.

1863 sonbaharında Rus birlikler kuzey yamaçlardaki sivil halkı sürmek için hareket başlattı, Şapsuğlar ve Abadzehlere yol görünmüştü. 1863-1864 kışında gerçekleştirilen sürgün için de zaman seçimi dikkat çekmektedir. Kafkasya Ordusu Karargah Başkanının bildirdiği gibi, kış mevsiminde yiyeceklerin ve tuzlama gıdanın imha edilmesi dağlıları çaresiz durumda bırakıyordu, açlıktan ölme tehlikesi karşısında dağlıların teslim olmaktan başka çareleri kalmıyordu, direniş söz konusu bile olmuyordu.

Böyle bir yöntemi tercih eden Rus ordusu, dağlılar arasında büyük zayiat yaşanmasının da sorumlusu ve suçlusu oluyordu. General Fadeyev’in itiraf ettiği gibi, dağlılara karşı açıkça katliam taktiği uygulanıyordu:

“Ölenlerin azami yüzde onu savaşta silahla öldürülmüştü, geriye kalan halkın çoğu acımasız şartlarda, kış soğuğunda ormanlarda ve çıplak kayalarda tipi ve don yüzünden, açlık ve hastalıktan yaşamını yitirmişti. Özellikle de kadınlar ve çocuklar arasında ölüm oranı dehşet verici düzeyde idi. Dağlılar Türkiye’ye gönderilmek üzere deniz kıyısında toplandığı zaman onların arasında erkeklere oranla kadın ve çocukların azaldığı hemen belli oluyordu.

Şubat 1864’te Abadzehleri yurtlarından çıkarmak ve deniz kıyısına indirmek için operasyon yapan Pşeho birliğinde yer alan Rus subayı İ. Drozdov, sürgünün bütün vahşetine ışık tutan detayları kaydetmektedir:

“Yolda sarsıcı ve korkunç manzara ile karşılaştık; her tarafta çocuk, kadın ve ihtiyar cesetleri vardı, köpekler cesetleri parçalamış ve kemirmişlerdi. Açlık ve hastalıktan takatsiz düşmüş, hareket edemeyen, yerlerde sürünen göçmenlerin ayakta duracak halleri yoktu ve açlıktan kudurmuş köpekler onlara daha diriyken saldırıyorlardı.. Sağ kalanlar ve yürüyebilenler bu hasta ve aç insanları düşünecek halde değillerdi. Üstelik onları da ileride ağır sınav ve zorluklar bekliyordu.

Çerkeslerin Osmanlı denizcilerinden kiraladıkları teknelerin fırsatçı kaptanları Çerkesleri tıka basa teknelere dolduruyorlardı, insanlar balık istifi gibi Anadolu kıyılarına kadar deniz yolculuğu yapıyorlardı. Bu vahim şartlarda yolculuk resmen işkenceydi. Üstelik ilk hastalık belirtisi bile adamların denize atılması için yeterli gerekçeydi.. Göç sırasında iki kıyı arasında dağlıların neredeyse yarısı yaşamını yitirdi. Bu derece büyük bir felaketin benzeri dünyada çok ender görülür; ama savaşçı vahşi dağlılarla sadece bu şekilde vahşet ve dehşetle baş edilebilirdi, onları ulaşılmaz ve erişilmez dağlardan çıkarmanın tek yolu buydu”.

 

Rus gazeteci, deneme yazarı Narodnik (Halkçılık hareketi yanlısı) Y. Abramov, sürülen dağlıların faciasını anlatırken şu ayrıntılara dikkat çekiyordu;

 

“Dağlılar her türlü eşya ve emlaktan yoksun, sefil ve muhtaç halde Anapa ve Novorossiysk limanlarında bekliyorlardı, ayrıca Kuzeydoğu kıyısındaki birçok koy, iskele ve büklerinde kalabalık Çerkes grupları toplanmıştı. Yaklaşık yarım milyon insanı bu kadar kısa sürede taşıyabilecek gemi filosu düşünülemezdi. Tekne ve gemi yetersizliği, kıyıda açıkça faciaya yol açıyordu; kimi dağlılar kendilerine sıra gelmesi için altı ay, hatta bir yıl beklemek zorunda kalıyorlardı. Aylarca kıyıda kalan bu vatansız, yurtsuz, evsiz insanlar adeta ölüme terk edilmişlerdi. Açık havada, kış soğuğunda, karda, yağmurda doğru dürüst yiyecek bulamayan, giysi ve parası olmayan binlerce insan ölüme mahkumdu. Deniz kıyısı boyunca binlerce insanın çektiği çile ve işkenceyi anlatmak imkansızdır. Açlık ve hastalıklardan her gün yüzlerce dağlı yaşamını yitiriyordu. Karadeniz’in kuzeydoğu kıyısı boydan boya cesetle doluydu, sayısız cenazeyi gömecek olanak bile yoktu. Hayatta kalmış diriler, ölüler arasında bekliyorlardı. Ama çoğuna Osmanlı’ya ulaşmak nasip olmadı. Bu korkunç faciayı görenlerin anlattıkları insanın kanını donduruyor; ölmüş annelerinin göğüslerini emen sabi çocuklar, ölmüş çocuklarını kucağından ayıramayan anneler, soğuktan donmamak için adeta birbirine yapışmış ve donarak tepe gibi vahim bir görüntü oluşturan cesetler”.

Deniz yolculuğu yeni felaketlere, akıl almaz facialara neden oluyordu. Tıka basa dolu teknelerde havasızlık ve kirlilikten, açlık ve susuzluktan, salgın hastalıklarından dolayı dağlıların neredeyse yarısı yolda ölmüştür. Ayrıca gemi kazaları ve gemilerin batması sonucunda çok sayıda Çerkes Karadeniz sularına gömülmüştür. Y. Abramov tarihin en ilginç sürgününden bahsederken şöyle yazıyordu:

“Ruslar arasında o bölgede hala anlatılan dehşet verici öyküler var: Tıka basa dolu tekneler dibi delik olarak denize açılıyordu ve açık denizde dağlılarla birlikte batıyordu. Böylece yolculara harcanacak para, nakliye işini üstlenen vicdansız canilere kalıyordu.”

1864 yılı sonuna kadar Adıgelerin toplu sürgünü devam etti. Kasım ortalarında Novorossiysk limanında 17 bin mülteci toplandı. A.P. Berje soğuk mevsim ve kötü hava koşulları nedeniyle, ayrıca hiçbir yiyecek stoğu, giysi hazırlığı olamayan, aralarında tifo ve çiçek hastalığından mustarip çok sayıda insan bulunan dağlıların durumunun tam anlamda çaresiz olduğunu yazıyordu.

Elimizdeki bilgiler ve kaynaklar, şu tarihi gerçeği açıkça ortaya koymaktadır; Rusya, Britanya ve Osmanlı İmparatorlukları Adıgelerin toplu göçü konusunda adeta ortak bir anlaşmaya varmışçasına hareket etmişlerdir. Rusların Kafkasya yönünde ilerleyişini engellemeyi başaramayan İngilizler, bu sefer Rus ordusunun Kafkasya’nın yerli halkları sayesinde güçleneceğinden korkuyordu. İngiliz basının bu konuda şöyle bir ifade yer almıştı:

“Paris ve Kalkuta’yı işgal etmek için Rusya’nın emrinde dünyanın en savaşçı aşiretleri bulunacaktır”. Bu nedenledir ki İngiltere, Adıgelerin göç vahşeti ve facialarına açıkça seyirci kalmıştır. Öte yandan Londra, Osmanlı Devleti’nin göçmenlerini ülkenin güvenliğini pekiştirmek için kullanmasını istiyordu. Ve Sultan’a Çerkeslerin Rusya’ya karşı siper olarak faydalı olacaklarını telkin ediyordu.

Trabzon’daki Rusya Konsolosu şöyle yazıyordu:

“Sürgün başladığından beri Trabzon ve çevresine getirilen göçmen sayısı 247.000 kişiye varmıştır. Bunlardan 19.000’i yaşamını yitirmişti. Şu anda kamplarda 63.290 kişi kalmıştır. Burada günlük ortalama ölüm sayısı 180-250 kişidir. Tifo vahim boyutlardadır. 1863 yılının Kasım ve Aralık aylarında Trabzon’a 100 tekne geldi. İstanbul ve Varna’ya 4.650 kişi gönderildi. Her gün ortalama 40-50 kişi ölüyordu. 2.050 kişi daha Trabzon’da bulunmaktadır”.

Samsun’da sağlık kontrol hekimliği yapan İstanbul Fransa Büyükelçiliği doktoru Barocci, Mayıs 1864’te şöyle yazmaktaydı:

“Trabzon’da gördüklerim, Samsun’daki korkunç manzarayı da unutturacak kadar vahimdi. Kamplardaki dehşetli durumu anlatmak mümkün değil. 40-50 bin kadar insan tam bir yokluk içinde sefalet yaşamaktadır, ekmek, giysi, acil ihtiyaç maddeleri bile yoktur. Ölenleri gömecek kimse yok, yetkililer acz ve gaflet içindedirler…

Varna’da ise yeni bir felaket ya­şanıyor, çünkü şu anda burada 70.280 göçmen yiyeceksiz kalmıştır. Birkaç gün sonra açlık faciaya dönüşecektir. Yeterli hazırlık, plan ve tedarik yapılmaksızın böylesine büyük bir göç, gerçekten faciadır, bundan büyük felaket olamaz.”

Prof. Dr. N.A. Smirnov’un vurguladığı gibi, göç eden halkın yaklaşık yarısı, salgın hastalıklardan dolayı yaşamını yitirmiştir.

 

****************

 

Çerkes Soykırımı

Ali Kasumov – Hasan Kasumov

Genotsid Adıgov – 1992

Çev: KafDer – 1995

Rus Hükümeti’nin Kafkasya’ya sürgüne gönderdiği ilerici aydınlar, reformcu ve Çarlık karşıtı siyaset adamları; A. Polejanyev, A.A. Bestuyev-Marlinskiy, N. Lorer, A.Y. Rozen, V.S. Norov, A.İ. Yakuboviç, P.A. Mukhanov ve başkaları, Kafkasya’daki gelişmeleri olduğu gibi yazmaya, olup bitenle­ri, Rusya okurlarına tüm gerçekliğiyle nesnel biçimde yansıtmaya çalışmışlar, Çarlık hükümetinin acımasız feodal- militer işgal politikasını, milli mezalim ve soykırım uygula­malarını şiddetle eleştirmişlerdir.

Çerkesya’ya asker Kazak ailelerinin ve köylülerin yerleştirilmesi, buralarda koloniler kurulması, yerli Adığe köylerinin tahrip ve imha edilmesi, hayvanların çalınması ve yağma edilmesi, nüfusun katliamıyla aynı zamanda yapılıyordu. Kavkaz gazetesi bu konuda şöyle yazıyordu:

“Çar generalleri, dağlık arazilerde gerçekleştirdikleri ceza operasyonlarında önüne geleni imha ediyor, yakıyor, yağma ediyorlardı. Hayvanlarına el koyuyor, sivil halkı esir ediyor­lardı. Yerlilerden birinin hayvan çalması gibi herhangi bir küçük hırsızlık yüzünden, hiç suçu olmayan köylerin tüm halkı imha ediliyordu.” (Kavkaz, 1848).

Sisianov, Bulgakov, Yermolov, Kosarev, Velyaminov, Vlasov ve Zass gibi Çar generalleri yerli halka karşı vahşice bir acımasızlıkla zulmet­miş, tarih sayfalarına zalim ve kanlı katiller olarak geçmişlerdir. General Zass için yerliler, “şeytan” deyimini kullanmıştı. Lorer, Zass hakkında şöyle diyor:

“Konuşma sırasında Zass’a dedim ki; senin savaş yöntem ve uygulama­larını kabul etmek mümkün değil. Fakat o, bedeli ne olursa olsun, Rusya’nın Kafkasları, mutlaka fethetmeye kararlı olduğunu söyledi. Biz düşmanlarımızı korku ve şiddetten başka neyle ve nasıl yenebiliriz! Bu işte insanseverlik yürümez. Zaten A.P. Yermolov da hiç acımadan asıp keserek, yakıp yıkarak, köyleri yok ederek bizden de ileri gitmiştir. Şimdiye kadar onu dağlarda korkuyla hatırlıyorlar ve çocukları korkutmak için onun ismini kullanıyorlar. Evet Zass’ın anlattıkları sadece laf değildi. Proçnoye tabyalarında yaptırdığı koruganda Çerkeslerin kafalarını kestirip mızraklara taktırmıştı ve rüzgar kesikbaşların sakallarıyla oynuyordu… Bu iğrençliğe ve vahşiliğe tahammül etmek im­kansızdı.” (Russkiy Arkhiv Dergisi, 1847)

Kabardey bölgesi;

1810 yılında operasyonlarda; yaklaşık 200 köy yıkılmış, 9085 ev yakılmış, 111 cami imha edilmiş, 1030 sığır telef edilmiş, 51555 koyun alıkonmuş, 515 at götürülmüş, 6310 pud (1 pud: 16.3 kg.) bakır, 5895 pud bal, 1420 kağnı darı, 280 tüfek, 53 zırh gömleği, 85 mızrak, 145 kılıç yağmalanmıştı. Khaberdey köylülerin bütün mücevherlerine ve ayrıca 2900 gümüş Rub­lelerine de el konmuştu. (RA* – Arşiv Ana Fonu 1-6, sıra 5, d.3, s. 150-159)

Yermolov Kafkasya’da silahtan başka hiçbir şeyin geçerli olmadığına inanan ve “Kafkasya halklarını sadece öldürmekle korkutarak esaret altına almak mümkündür” diyen bir generaldi.

Kubanötesi Adığeleri;

Gen. Emanuel, Kont Paskeviç’e yazdığı mek­tupta;

“Çerkesleri açlığa ve yokluğa mahkum ettim, az sonra mecburen itaat edeceklerdir” diye övünüyordu. (AKAK, C, s.880)

Kubanötesi dağlılarının durumu, Kuzey Kafkasya’nın diğer halklarına bakıldığında, çok daha korkunç ve feci idi. Çarizm, Çerkeslere karşı hiç çekinmeden askeri-feodal işgal politikası uyguluyordu. Kayıtsız şartsız itaat isteyen Çar ge­neralleri ve memurları, oldukça sert ve acımasız cezalar uyguluyorlardı. Rus tarihçisi Y.D. Felisin şöyle yazıyordu:

“Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verilmişti, onların ekinleri ve bahçeleri imha edilerek atlara çiğnetiliyor, harabeye çevriliyordu. Teslim olup boyun eğenler ise ovalara sürgün edilerek özel pristavların (polis komiseri) emrine veriliyorlardı. Bir kısmını ise Osmanlı top­raklarına göçürmek üzere deniz kıyısına gönderiyorlardı.” (MDATA**, f.VUA, d.6696, s.259)

Dağlılara karşı savaşa katılanlardan M.İ. Benyukov hatıralarında şöyle yazıyordu:

“Kont Yevdokimov’un kesin şekilde emin olup inandığı şuydu; çok uzun yıllar süren ve Rusya’ya çok pahalıya mal olan Kafkasya savaşının tek çaresi bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulmasıydı. Kubanötesinde kalan ve boyun eğen halk bile onun gözünde zararlı ve tehlikeliydi. Bu yüzden onların sayıca azalmaları ve yaşama şartlarından yoksun kalmaları için her yola başvuruluyordu.” (Russkiy Arkhiv, S. Petersburg, Sayı: 1, Fihrist 1-2, s.435-436 -Rusça

Bir Rus kaynağı, durumun fecaatini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır: “Kafkasya ordusu bölgedeki düşman nüfusu sürüp çıkarırken ulaşılması zor olan sık ormanlara ve kayalıklara saklanarak vatanlarından ayrılmak istemeyen dağlıları bulup yok etmek için özel birlik­ler görevlendiriyordu. Onların vatan toprağına bağlılığı öylesine büyüktü ki, karanlık, ormanlaşmış derelerde saklanarak, ellerinde tüfekle soğuktan veya açlıktan ölüyorlardı… Kafkaslarda binlerce dağlı sürülmemek için dağlık köşelerde saklanıyor, yer değiştiriyor, askeri kordonlara saldırıyor ve nihayet dağlar onlara mezar oluyordu.” (Korolenko P.P., Kazakların Kubanötesine İskanı – Kubanskiy Sbornik Dergisi)

Kafkasya Ordusu Başkumandanı’nın Harbiye Vekili’ne gönderdiği 10 Kasım 1863 tarihli yazıda şöyle deniyordu: “Batı Kafkas­ların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz.” (MDATA, f.1, Sıra 1, d.26643,s.1)

Karadeniz’in Kafkasya kıyısı yüzlerce gemiyle dolmuştu. Rus ve Osmanlı bandıralı gemiler aralıksız olarak göçmen taşıyordu. Fakat gemiler yetmiyordu. Kıyıda aylarca bekle­yen dağlılar yiyecek açısından çok mağdurdu. Arşiv belgelerinden birinde (31 Mart 1864) şunu okuyoruz:

“Taman’da 6 bin kadar göçmen beklemektedir. Bir aydır burada mağdurlar, yiyecekleri olmadığı gibi sokaklarda barınıyorlar.” (Osetya Cumhuriyeti Merkezi Devlet Arşivi, f. 12, Sıra 6, d.282, s.5).

Açlık, soğuk ve salgınlardan binlerce insan ölüyordu. 1864’te göç felaketine tanık olan A.P. Berje şöyle yazıyor:

“Novorossiysk koyunda 17 bin kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unuta­mayacağım. Onların durumunu gören Hıristiyan olsun, Müslüman olsun, ateist olsun mutlaka çöker ve perişan olur­du. Kışın soğuğunda, kar yağmur altında, evsiz, yiyeceksiz ve elbisesiz bu insanlar tifo ve çiçek hastalığının da azizliğiyle tamamen mahkûmdular. Anasız kalmış bebeler ağlaşıyorlardı, aç bebekler, ölmüş annelerinin göğüslerinde anne sütü arıyorlardı. Binlerce insan göz önünde ölüp tükeniyordu. Dinsel bağnazlık, Rusya’ya karşı nefret ve Osmanlı Cennetiyle ilgili vaadler milleti bu duruma getirmişti.” (Russkaya Starina Dergisi 1882, C.33, s.362)

1864 yılı sonlarına doğru Kuzeybatı Kafkasya’daki Adığe halklarının büyük bölümü Osmanlı topraklarına sürülmüş oldu. Çar yetkilileri şöyle yazıyorlardı:

“İçinde bulun­duğumuz, iş bu 1864 yılında, tarihte hemen hemen hiç örneği görülmemiş bir olay gerçekleşti; bir zamanlar zengin olup silahlı ve savaş gücüne sahip, Kuban’ın yukarı boy­larından Anapa’ya ve Kafkasya sıradağlarının yamaçlarına kadar, Sucuk çekmecesinden Bzıp çayına kadar geniş bir bölgede oturan ve uzun yıllar direnen bunca dağlı nüfus, bu topraklardan yok oldu. Onlar buraları, topluca terkederek, Rus-Kazak nüfusa bıraktılar. Tabii ki onları bu duruma getirmek ve buna mecbur etmek için bir yıl yetmezdi. Yıllarca on­lara bu düşünce ve seçenek önerilmiş, hazırlık yapılmış, başka çareleri olmadığı belirtilmiştir. Onlar nihayet göçün tek çare olduğunu idrak etmişlerdir. Böylece bizim amacımız da gerçekleşmiştir. Dağlılar direnmenin anlamsız olduğunu görerek göçetmişlerdir.” (MDATA, f.VUA, d.6696, s.253)

Trabzon’daki Rusya Konsolosu Moşnin şöyle yazıyor:

“Sürgünden beri 1864’ün 10 Haziran tarihine kadar Trabzon ve havalisinden 247 bin göçmen geçmiştir. Yaklaşık üç sene içinde ölü sayısı 19 bin olmuştur. Bölgede 63.190 göçmen kalmıştır. Tifo ve çiçek yüzünden çocuk ölümü fazladır.” (RA, Baş Arşiv Fonu, 1-9, S.8, d.19, s.127).

Sefalet ve fakirlik yüzünden göçmenler, evlatlarını satmak zorunda kalıyorlardı. Daha sonra yurda dönenlerin de an­lattıklarına göre onlar, hiç değilse karınları doyar diyerek, çocuklarını satmaya karar veriyorlardı. Tahmini rakamlara göre sadece 1863-1864 arasında 10 binden fazla köle satılmıştı. Hastalık ve açlıktan ölenlerin sayısı ise, toplam olarak bilinmese de, en iyimser hesapla yüz bindir. (Widerszahl L., op.cit., s.174)

*RA: Rusya Dış Siyaset Arşivi

**MDATA: Merkezi Devlet Askeri Tarih Arşivi

 

****************

 

Çerkesler

Kafkas Sürgünü: Vatansız Bırakılan Bir Halk

Nihat Berzeg

Chiviyazıları – 2006

Jan Carol:

“Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direncini kı­rabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti. (Les Deux Routes du Caucase, Jan Carol’dan aktaran)

“Bir durumu belirtmeden geçmek Çerkesler bakımından gerçekten büyük bir haksızlık olurdu. Ruslarla Çerkeslerin ilk karşılaşmalarından, onların yüz kızartıcı bir şekilde vatanlarını terk etmeye zorlanmalarına kadar geçen süre içinde, Rusların her zaman Çerkeslere zalimce ve haince davrandıkları kullandığımız Rus kaynaklar tarafından doğrulanmaktadır.” (Baddeley J.R., Rusların Kafkasya’yı İstilası, s.60)

“…Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları özgür çayırlarından çıkardık, köylerini yaktık. Birçok boy tümüyle yok edildi”. (Rusya tarihçilerinden Zaharyan, Kafkasya ve Kahramanları)

“… Dağlılar teslim olmuyor diye biz başladığımız işten vazgeçecek değildik. Silahlarını almak için Dağlıların yarısını kırmak gerekiyordu… Katliama giriştiğimizde kadın ve çocukların birçoğu ormana sığınıyordu. Bunların çoğu gezici birlik­lerimiz tarafından bulunuyor, genellikle de öldürülüyorlardı… Bu kanlı kırımda kimi zaman analar, elimize düşme­mesi için kendi çocuklarını elleriyle öldürüyorlardı… Birçok Dağlı boyu tamamen yok edildi, yeryüzünden silindi… Dehşet verici savaş bitip Kafkasya’daki egemenliğimiz yerleştiği için biz bugün, vatanı ve özgürlüğü son nefesine, son damla kanına kadar savunan, yiğit ama yenik düşmanımızın bu olağanüstü kahramanlığına duyduğumuz hayranlığı sessizce teslim edebiliriz”. (Sulujiyev-Tarihçi, Oçerki Pokoreniya Kavkaza-1901’den aktaran: Kafkasya Müridizmi, s.85-86)

“Savaş son derece acımasızca cereyan ediyordu. Biz geri dönülmesi imkansız tarzda ve askerin bastığı her toprak par­çasını son ferde kadar Dağlılardan temizleyerek, adım adım ilerliyorduk. Karlar erir erimez ve ağaçlar yeşermeden önce (şubat ve martta) yüzlerce dağ köyü ateşe veriliyordu. Ekin­ler atlara yediriliyor veya çiğnetiliyordu. Köylüler gafil av­landığı takdirde, derhal asker muhafazasında en yakın Kazak köyüne götürülüyor, oradan Karadeniz sahillerine ve daha sonra da Osmanlı’ya gönderiliyordu. Bizim yaklaştığımız sı­rada boşalan kulübelerde çoğu zaman masanın üzerinde, içinde kaşığı ile beraber henüz soğumamış lapaya, üstünde iğne takılı tamiri yarıda kalmış elbiselere, döşemeye bırakıl­mış çocuk oyuncaklarına rastlanıyordu. Bazen askerlerimizin şerefiyle mütenasip çok nadir, canavarlığa kadar varan hun­harca hareketler de yapılıyordu”. (M. Venyukov, K İstoriyu Zaseleniya Zapadnogo Kavkaza, Russkaya Starina, 1878, Kitap 22, S.249’dan aktaran B. Baytugan, Kuzey Kaf­kasya Dergisi, No. 61, Münih -Nisan 1973).

“Şapsığ ülkesinin Hafiya Köyü’nde bir yamyamlık sahnesi sergilenmiştir. Köy erkeklerinin cephede ileri hatlarda bu­lunmasını fırsat bilen Çarın askerleri köydeki savunmasız halkı öldürmüş, evlerini yakmış ve mallarını yağmalamıştır.

Kurbanlar arasında 18 yaşlı kadın, 8 çocuk ve 6 yaşlı erkek bulunmaktadır. Öldürülen kadınların birinin cesedine şu sözcükleri içeren bir yafta iliştirilmişti: ‘Haydi git yardım için temsilcilerinizi gönderdiğiniz İngiltere Kraliçesine şikayet et!’ Küçük bir çocuğun cesedinde de şu yazı okunuyordu: ‘Koruyucunuz Türklere kendini satacağına burada kal.’ Yine gözleri oyulmuş yaşlı bir erkeğin cesedinde de şu yazı okunmaktaydı: ‘Git temsilcilerinle buluş, Paris’te iyi göz doktoru bulabilirsin!’ (The Free Press, 1 Aralık 1863).

“Osmanlı gemicilerinin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik yelkenlilere 3 yüzden fazla sürgün Kafkasyalıyı balık istifi dolduruyorlardı. Biraz su ve azıktan başka yanlarına hiçbir şey alma özgür­lükleri yoktu. 5-6 gün denizde kalındığında suları ve azıkları biten, salgın hastalıkların zayıflattığı sürgünlerin birçoğu yol­da ölüyordu. 6 yüz kişiyle yola çıkan bir gemiden denizi aşıp sağ olarak karaya çıkabilenler yalnızca 370 kişiydi, Nusred Bahri gemisine Tsemez’den 470 kişi bindirildi. Fırtınaya yakalanıp kayalara vuran bu gemiden yalnızca 50 kişi kurtulabildi.” (Kafkas Savaşı’nın Trajik Sonuçları, s.188, belge no: 94; A. Fonvill, Poslednıy God Voynı Çerkesii za Nezavisimost -Çerkesya Bağımsızlık Savaşı – Son Yıl, Nalçik 1991, s.41)

Tüm bu ölümcül felaketlere karşın denizi aşıp Osmanlı topraklarına ulaşabilenlerin durumlarında hiçbir düzelme olmuyordu. Karadeniz kıyılarında başlıca indirme limanları Trabzon, Samsun, Sinop idi. Ancak gelenlerin sayısının çok artması üzerine Akçaabat, Giresun, Fatsa, Ayancık ve İnebolu’ya da indirilmeye başlandı. Trabzon’dan Akçakoca’ya kadar kıyı şeridinin her yerine az ya da çok göçmen indirildi. (Habiçoğlu, B.). İstanbul ve Rumeli’nin Karadeniz kıyılarındaki Varna, Burgaz, Köstence limanlarına da ya doğrudan Kafkasya’dan ya da Trabzon ve Samsun’dan sürgünler getirildi.

“Akçakale’ye 15 bin kişi indirildi. Öldürücü soğuğa ve yağmura karşın ağaç altlarından başka barınma olanakları yok. Eğer iyi yürekli birileri çıkıp kuru ekmek vermiyorsa, yiyecek hiç­bir şeyleri yok. Sıtma ve veba hastalıkları her gün onlarca kişiyi öldürüyor. Dua okuduktan sonra üç, dört kişi ölüyü sırtlıyorlar ve arkalarından yalnızca birkaç yakını yürüyor. Çerkeslerin ölü gömmelerini Kafkasya’da da görmüştüm. Ama burada gördüklerimi şimdiye kadarki yaşamımda karşılaştırabileceğim hiçbir şey yok.” (Kafkas Savaşı’nın Trajik Sonuçları, A. Fonvil, s.46)

İngiliz konsolosunun kızının yazdıklarından:

“2 bin kişi gemiden indikten sonra boş bir araziye dökülürcesine yerleştiler. Yolculuklarını açlık çekerek tamamladıklarından bir deri bir kemik kalmış­lardı. Başlarını kaldıracak güçleri olmaksızın soğukta, çıplak toprağın üzerinde oturuyorlardı. Hastalarla ölüler iç içe yatı­yordu. Yanlarına yaklaştığımızda birkaç kadın çocuklarını el­lerinden tutarak karşıladı bizi, alın götürün dercesine.” (Son Tohum, Karmoko, Hamid, s.294)

 

*****************

 

Vatanından Uzaklara Çerkesler

Editör: Murat Papşu

Chivi Yazıları – 2004

Times muhabiri 28 Nisan’da (1864) Konstantinopol’den bildiriyor:

“Göçmenler arasında ölüm oranı hakkında şu olay bir fikir verebilir: Gemiyle gelen 600 Çerkes’ten, üç veya dört günlük yolculuktan sonra 370’i karaya ulaşabildi. Fırtınalı havada Karadeniz’de yolculuğun bütün sıkıntılarına katlanan çocuklu kadınların en temel ihtiyaç maddeleri bile yok; bebeklerini elbiselerinden kopardıkları parçalara sarıyorlar. Güverteler ölüler ve can çekişenlerle dolu. İşte Karadeniz sularında her gün yaşanan manzara bu. (Moskovskiye Vedomosti – 5 Mayıs 1864, No 99, s.3)

19 Eylül’de Konstantinopol’den “Allgemeine Zeitung”a yazılanlar:

“Samsun’dan bildirildiğine göre Çerkes kampını bizzat inceleyen Doktor Barossi ve diğer sağlıkçıların aldığı sağlık tedbirlerine rağmen hükümet şimdiye kadar zavallı göçmenlerin durumunu iyileştirmek için kesin bir şey yapmadı. Çok büyük sayılarla Türkiye’ ye gelmeye devam eden Çerkesler korkunç felaketler yaşıyorlar. Ölüm oranı sadece Çerkesler arasında değil yerliler arasında da duyulmamış ölçülere vardı. 50 bin kadar ölü gömüldü. 60 bin göçmen açık havada veya şehrin sokaklarında yatıp kalkıyor ve belki de aynı sefaleti çekecekleri ülkenin içlerine gönderilecekleri zamanı bekliyorlar. (Russki İnvalid – 23 Eylül (5 Ekim) 1864, No 10, s. 5)

17 Ekim 1864’te Larnaka’dan (Kıbrıs) Levant Herald’e yazılanlar:

“Ayın 7’sinde buradaki limana küçük Yunan buharlıları yedeğinde getirilen, her biri iki yüz tonluk üç Türk briki (gemi) girdi. Bu briklerle sayıları 2700’e ulaşan ve üçte ikisi hasta olan Çerkes göçmenler geldi.

2700 kişiden sadece 1344’ü karaya çıktı; diğerleri ya ölmüşlerdi ya da ölüm döşeğinde gemilerde kalmışlardı. Bereket versin ki bulaşıcı hastalıktan kimse ölmemişti; ölüm nedenleri açlıktı. Hemen hepsinin ayaklarında yaralar vardı; yaklaşık üç gündür hiç su içmemişlerdi. (Russki İnvalid’in haftalık eki; St. Petersburg – 9 Kasım 1864, No 40, s. 1-2)

Abzehler’in durumu bu kış boyunca son derece kötüydü. Dağlıların ölüm oranı Psekups’ta çok büyük ölçülere ulaşmıştı…

Göç Dağlılar’a pahalıya mal oluyordu. Yanlarına silah ve büyükbaş hayvan almalarının yasaklanması onları mal varlıklarının büyük bir kısmından mahrum bırakıyordu. İhtiyaç yüzünden mallarını yok pahasına satmak zorunda kalıyorlardı.” (Askeri Anılar, Pşeha Müfrezesi, K. Geyns -Ekim 1862’ den Kasım 1864’ e kadar, Voyenni Sbornik – Askeri Külliyat, 1866, No 1-5 No 4, s. 215-236)

Komutandan ormanı kesmemelerini istediler, ama elbette red cevabı aldılar.

Bu yerleri inceleyince fark ettik ki, toprağı işlemede hüner ihtiyaç kadar önemli bir rol oynamıyor. Sınır ötesinden gelenlerden bu sorun hakkında olağanüstü hikayeler dinlemeyen yoktur. Fakat hiç kimse 50 derece eğimli tarlaları nasıl işlediklerini anlatmamıştır. Biz ise yulaf ekili böyle yerler görüyorduk ve Dağlılar’ın toprağı hangi usulle işlediğini anlayamıyorduk.

Onlarla bütün hesapları bitirmenin en doğru ve hızlı yöntemi olarak ekinlerin kökünden yok edilmesi ve halkın varlığını sürdürmesine izin verebilecek her şeyin imha edilmesi, sonra da birliklerin kış için karagahlara dağıtılması emredildi. (Aynı kaynak, No 5, s. 11-38)

*******************

Sürgün – 147. Yıl

KafDav – 2011

 

-Prof. Dr. Abdullah Saydam

Rus devlet siyaseti haline gelmiş olan, Yermolof’un deyimiyle “Kafkasyalı bir dağlı çocuğun asılması yüz Rus askerinin sağ kalması demektir” ilkesi… (General Yermolof’un acımasız siyaseti hk. bkz. John F. Baddaley, Rus­ların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, Çev. Sedat Özden. İstanbul, 1989, s.110-173.)

Rus hükümetinin Çerkesleri ve diğer Kafkas kavimlerini, adeta imha etmek istercesine kıyılara doğru sürüp buralarda perişanlığa ve ölüme terk etmesi dünya kamuoyunda tepkiler doğurdu. Hatta İngilte­re’nin Petersburg Büyükelçisi, göçün belli bir düzene konulması ricasında bulundu. (Dulaurier, A.g.m. s.43)

 

-Dr. Nazan Çiçek

Trabzon’daki İngiliz Konsolosu Stevens, İngiliz Dışişleri Ba­kanı Lord John Russell’a yazdığı 19 Şubat 1864 tarihli raporda; (Public Record Office -PRO-İngiliz Devlet Arşivleri, Foreign Office-FO -Dışişleri Bakanlığı- 97/424, Stevens’dan Russell’a, Şubat 19, 1864)

“Geçtiğimiz üç gün boyunca üç bin civarında Çerkes şehrimize varmış bulunuyor. Bunların yüzlercesi hastalıktan ve açlıktan ölmek üzere…” Stevens salgın hastalıkların özellik­le de tifonun hem Çerkesler hem de Trabzon’un yerli halkı ara­sında korkunç bir hızla yayılmakta olduğunu, şehirdeki üç Av­rupalı doktordan Fransız olanının o gün tifodan öldüğünü…

 

-Yrd. Doç. Dr. Cahit Aslan

O döneme tanıklık eden ve sürgün kararını yürüten Trabzon’daki Rus Konsolosu General Katraçef’in yetkililerine şu bilgiyi geçti: “Türkiye’ye gitmek üzere Batum’a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon’a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul’a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım. Yine, C. Havadis’in 21 Ra 1276 tarihli sayı­sındaki haberde ‘… Kerç’ten gelmekte olan bir ticaret gemisi Ereğli açıklarında batmış ve gemideki 450 muhacirden 100’ü boğularak ölmüştür’ diye yazdı”.

Çar döneminin şoven tarihçisi R. A. Fadayev bu döneme ilişkin olarak 1865’te şöyle yazdı: “Çerkes toprakları devlete lazımdı, onların kendilerine ise hiç gerek yoktu. Bu karardan sonra, Çarın orduları işgal edilen top­raklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmeye, imha etmeye başladılar ve yerlerine Rusları veya tetikçileri Kazakları yerleştirmeyi yoğunlaştırdılar”.

 

-Stephen D. Shenfield

Bu kabilelere karşı askeri harekât 1862 ilkbaharında başladı. (Buradaki tasvirler şu kaynaklara dayanmaktadır: W.E.D. Allen and Paul Muratoff, Caucasian Battlefields: History of the Wars on the Turco-Caucasian Border. 1828-1921 (Cambridge, 1953), ss.107-108; Willis Brooks, ‘Russia’s conquest and pacification of the Caucasus: relocation becomes a pogrom on the post-Crimean period’. Nationalities Papers. 23, 4 (1995): ss. 675-686; Trakho, Cherkesy. 32-56; Shauket, Heroes and Emperors). Rus askerleri Çerkes köylerini sistematik olarak yaktılar (istisnasız bütün Şapsığ köyleri) ve tarlalardaki ürünler Kazak süvarilerin atlarıyla çiğnendi. (Köylerin yakılması yeni bir şey değildi. Sadece Abzekhlerin bölgesinde 1857-59 arasında 1000’den fazla hane yok edilmişti. (Shauket, Heroes and Emperors, s.237).

Birçok erkek, kadın ve çocuk yakılan köylerinden kaçarak açlık ve soğuktan yokolacakları ormanlara ve dağlara sığındılar.

Geride sadece küçük kıyı kabileleri kalmıştı: Pskhu, Ahçıpsı, Aibgo ve Cigetler. Mayıs 1864’e kadar bu kabileler neredeyse son ferdine kadar yok edildiler. Bunun üzerine ülkenin dört bir yanından gelen Çerkesler çılgın bir umutsuzlukla Aibgo vadisine girdiler. Dört gün boyunca (7-11 Mayıs) Ruslar büyük kayıplar verdirilerek püskürtüldü. Getirilen ağır toplar küçük vadiyi ateş ve dumana boğdu. Bir tek Çerkes bile sağ kalmadı. Dağların arasında kaybolan bu küçük vadidin ele geçirilmesi uzun Çerkes trajedisinin son perdesiydi. 21 Mayıs’ta Prens Mikail Nikolayeviç şükran töreni için askerlerini topladı. (Trakho, Cherkesy, ss.50-51).

Katliamı andıran bu savaş hakkında tarihçi Shauket şunları yazar: Son savaş Karadeniz bölgesinde Maykop’a yakın Khodz vadi­sinde (Aibgo vadisi) yapıldı. Kadınlar ve çocuklar Rus ilerleme­sinden korunmak için bu dağlık sert bölgede toplandılar. Kadınlar takılarını ırmağa attılar, silaha sarıldılar ve Ruslar’a esir düşmektense vatanları ve onurları için yapılacak ölüm savaşına katılmak üzere erkeklere katıldılar. İki taraf tarihte emsali gö­rülmemiş bir katliama dönüşecek korkunç bir savaşa tutuştular. Çerkesler’in amacı savaşı kazanmak değil, onursuz bir hayatı onurlu bir yaşama tercih etmekti. Savaşta kadınlar ve erkekler “cesetler kan denizinde yüzdü” dedirtecek derecede hunharca katledildiler ve ırmaktan kanlar aktı. Buna rağmen yaptıklarıyla yetinmeyen Ruslar hayatta kalan çocukları top güllelerine he­def yaparak vahşi içgüdülerini tatmin ettiler. (Shauket, Heroes and Emperors, ss.250).

Bir halktan sürgün veya soykırım yoluyla kurtulma politi­kası önceki Rus uygulamaları içinde yer almıyor. Çerkesler’i sürgün etme kararı yeni bir yaklaşımı temsil ediyor.

Henze “Bu büyük göç modern zamanlarda dünyanın bu bölümünde yaşanan şiddete dayalı kitlesel nüfus hareketlerinin birincisiydi” demişti. Çerkes sürgününün Ermeni soykırı­mına örnek teşkil ettiğinden hareketle Çerkesler’in başına ge­lenin en hafif ifadeyle soykırımla mukayese edilebileceğini söy­lemişti. (Henze, ‘Circassian Resistance’, s.111).

 

-Walter Richmond

Sürgün edilen Çerkesler’in sayısı bugün bile tartışmalıdır. Ama gerçek rakam bir milyonun bir hayli üzerinde olmalıdır. Kalanlar içinse, 1882 yılında yapılan bir tahmine göre Kuban Oblast’ında yaşayan Çerkes sayısı 36.000 idi ve bu rakam Çerkesya’nın 1840 yılındaki nüfusunun yüzde altısına tekabül ediyordu. (Kabuzan, Neselenie Severnogo Kavkaza v XIX-XX Vekakh. s.202).

Yevdokimov gibi komutanların yüksek ölüm oranlarını bilmelerine rağmen sürgün işlemini devam ettirdikleri ortadadır. Sürgün işleminde görev almış küçük ve orta rütbeli yetkililerin raporlarında ölümlerin ve çekilen acıların detaylarına ilişkin gözle görülür bir eksiklik dikkati çekmek­tedir. (Bkz, Kumykov, Arkhivnye Materialy O Kavkazskoi Voine, s. 149-281). Bu kişiler yapılan operasyonun Çerkesler’in ve akraba kabilelerin tamamının yokedilmesiyle sonuçlanabileceğini görebilecek bir konumda olmalarına karşın ölümlerin durdurul­ması için hiçbir girişimde bulunmamışlardır. Bu cümleden olmak üzere sürgüne katılan askeri personel, özellikle de General Nikolay Yevdokimov (Çerkesya’da kendisini 28.782 hektar toprakla ödüllendirmiştir) (Nevskaia, “Karachay v XIX Veke,” s.269). Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın (c) fıkrası uyarınca soykırım suçlusu kabul edilmelidir.

 

-İrma Kreiten

Rus askerleri adım adım Çerkesler’i verimli topraklarından dağlara sürmüştü. Hayvanlarını çalarak, mahsullerini yakarak, köylerini tahrip ederek, meyva bahçelerini ve orman­larını keserek sistematik olarak Çerkesler’in yaşam kaynaklarını kurutmuşlardı. Bu politikayı Çerkesler’in dış dünyayla ticaretini engelleyen denizden abluka tamamlamıştı. Açlık ve soğuk Çerkesler’i teslim olmaya mecbur edecekti.

Savaşın son aşamasına artan sertlik damgasını vurmuştu. Çerkesler’i kitlesel olarak göçe zorlamak için silahlı terör ve toprağı yakma yöntemlerine başvurulmuştu. Rus birliklerinin dağları sistematik olarak taradığı geniş kapsamlı “temizlik” operasyonu yürütülmüştü. Teslim olan kadın, erkek ve çocuklar kıyıya doğru yürümeye zorlanmıştı. Kıyıdan küçük bir kısım yer­leşmeleri için kuzeye Rus topraklarına gönderilmiş, çoğunluk ise Osmanlı İmparatorluğu’na sürgün edilmişti.

Göz tanıklarına göre kıyılar cesetlerle doluydu. Bulaşıcı hastalıkların daha da zayıflattığı aç ve yarı çıplak Çerkesler ardı ardına gemilerle Osmanlı topraklarına geliyordu. Osmanlı kıyılarına ulaştıktan sonra bile hergün Çerkeslerden yüzlercesi hayatını kaybediyordu.

******************

Çerkeslerin Sürgünü – 21 Mayıs 1864

Kafdağı Yayınları – Mayıs 1993

 

İngiltere İmparatoru Majeste Kraliçelerine

9 Nisan 1864

Dünya kurulduğundan beri ülkemiz ve vatanımız olan Çerkezistan’ı işgal etmek ve dominyonlarına katmak için Rusya’nın giriştiği haksız savaş 80. yılını doldurmuş bulunmaktadır. Şu anda ellerine düşen çaresiz kadınları, yaşlıları ve çocukları koyun boğazlar gibi kesiyorlar. Kestikleri başları süngüleriyle kelekle oynar gibi oynuyorlar. Uygarlık ve insanlık dışı anlatılması güç bir zulüm ve baskı uyguluyorlar. Bizler canımızdan daha çok sevdiğimiz yurdumuzu savunmak için can ve malımız pahasına ihtiyar, genç bu tiranik harekete karşı koymaya çalıştık. Ancak son bir iki yıldır savaş tahribatına ek olarak Tanrı’nın reva gördüğü kuraklığın neden olduğu açlık ortamından yararlanan Ruslar, karadan ve denizden sürdürdükleri sürekli saldırılarla bizleri büyük sıkıntılara sokmuşlardır.

İnsanlarımızın birçoğunu savaş alanlarında çatışmadan, bir kısmını dağlarda açlıktan, bir kısmını sahillerde sefaletten ve bir kısmını da denizlerde beceri eksikliğinden kaybettik.

Bu sebeple Ruslar’ın ülkemize yönelttiği vahşi saldırılara karşı koyabilmek ve ülkemizi ve ulusumuzu kurtarabilmek için adaletin merkezi ve insanlığın koruyucusu yüce Hükümetinizin ve Halkınızın değerli yardımlarına ve aracılığına başvuruyoruz.

Şayet ülkemizi ve soyumuzu korumak için istediğimiz yardımı sağlamanız mümkün değilse, hiç olmazsa bir yandan açlık öte yandan düşmanın vahşi saldırılarıyla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan çaresiz kadınlarımız ve çocuklarımızın emin bir yere nakledilmeleri imkanlarının sağlanmasını rica ediyoruz. Şayet bu iki isteğimiz de dikkate alınmaz ve isteğimize rağmen hükümetlerin lütuf ve merhameti esirgenir ve çaresiz koşullar içinde toptan imha edilirsek biliniz ki hakkımızı yüce Tanrı’nın katında aramakta devam edeceğiz. O Tanrı ki Majesteleri Hükümetine çaresizleri ve zayıfları korumak için kuvvet, iktidar ve egemenlik vermiştir.

Sizden içinde bulunduğumuz sefalet ve çaresizlik koşullarının yüce Hükümetiniz’e ve milletinize duyurulması için aracılık yapmanızı rica ediyoruz. Bu nedenle Ekselanslarınıza bu mütevazı dilekçemizi sunuyoruz. Bu dilekçenin bir kopyası Padişah’ın Hükümetine ve öteki ülkelerin elçiliklerine sunulmuştur.

Çerkes Halkı adına

İmza

 

Comments are closed.