Eşitliğin, eşit oy hakkı ve yargı önünde olması gerektiğini düşünüyorum bende, bir de devletin verdiği tüm hizmetlerin eşit olarak dağıtılması gerektiğini. Eğitim-sağlık- alt yapı gibi. Ama bütün insanların hayatın her noktasında eşit olmasını havsalam almıyor artık. Eşit değil belki ama adil.

Erhan Hapae 24 December 2012
EŞİTLİK

Marksist solun elinde kalmış olan hemen hemen tek şey. İmtiyaz kaybedecekler açısından tüyler ürpertici görünebilir belki ama bütün bir insanlık için düşünüldüğünde halen yüce bir ütopya. Hiç bir zaman ulaşılamayacak olsa da topyekûn, felsefenin başlıca dertlerinden birisi olmaya devam edecek bir kavram.

 

Fransız Devriminin sloganlaşmış üç önemli hedefinden biriydi: Eşitlik-Özgürlük-Kardeşlik. O tarihlerden bu yana özgürlük kavramının hiç olmasa Kıta Avrupa’sı ve Kuzey Amerika da epey bir mesafe kat ettiği açık. Kardeşlik meselesinin neden bu önemli iki kavrama eklemlendiğini çok anlıyor değilim. Zaten pek o kadarda kardeş olmadıklarını başlarından geçen iki dünya harbinden anlamıştır özellikle Avrupalılar.

 

Gerçi özgürlükler meselesi ikinci harpten beri önem kazanmış bir şeydir orada da ama diğer iki şey daha hasıraltı edilmiş bir durumda galiba. Eşitlik meselesi yargı önünde gerekli olan ve yine bir seçimde eşit oy hakkına sahip olma olarak görüldü. Birde tabi devletin bireylere götürdüğü hizmetler konusunda özen gösterildi bu duruma. Eğitim-sağlık ve hukuk gibi.

 

Eşitliğin tam manasıyla ilk dert edinildiği yer Sovyetler Birliğidir. Buradaki eşitlikte, ücretlerden barınma ihtiyacına ve her türlü tüketim maddesinden tatil yapma fırsatına kadar eşitleme dürtüsü ile gayret gösterildi. Bir traktör şoförü ile bir bilim adamının ücret ve tüketim hakları hemen hemen aynıydı. 90′ ların başında Kafkasya’da karşılaştığımız insanların eğitim düzeyinin ne olduğunu veya hiç olmasa köylü mü kentli mi olduğunu anlamak bir hayli zordu. Hepsi aynı gömlekleri giyip aynı jiguli araçları kullanıyor, çok benzer evlerde oturuyorlardı. Konuşmalar derinleştikçe anlayabiliyordun ancak, kimin daha eğitimli olduğunu.

 

Bu tür bir eşitlemeyi becerebilmenin sırrı ise merkezi plandı ve sonuç olarak tüm Sovyet vatandaşları ücretliydi. Hiç kimsenin, devletin karar verip onaylamadığı bir işi yapma hakkı yoktu. Dolayısıyla bir eşitlemenin maddi şartları vardı. Üretim artışı ile gelen her türlü iyileşmenin bütün topluma yansıtılması kolaydı. Terside kolaydı tabi. Patron yok gibi görünüyordu ama vardı. 350 milyonun üretiminden gelen varidat merkezde toplanıyor ve bu durum, ‘politbüro’yu muazzam bir otorite haline getiriyordu. Öyle oldu, gıkını çıkaramayan ama eşit olan yurttaşlar, kendi üretimleri ile dünyaya meydan okuyan bir güç yarattılar. Merkez, artı değer yaratıp sömürdüğü Sovyet işçi sınıfının paraları ile ve kendilerine hiç sorulmadan Küba’yı beslemek, Afrika’da yeni diktatörler yaratmak ve Afganistan’ı işgal etmek gibi işlere girişti.

 

Bütün bunlar Emperyalist işgalciler diye suçladığı rakiplerinin yaptıklarından farklı şeyler değildi elbet. Ayrıca başka sıkıntılar baş göstermeye başladı zaman içinde. Hesap vermeyi aklının ucundan geçirmeyen parti, ayrıcalıklı bir sınıfa dönüştü. Tamam, hanları hamamları olmadı hiçbir zaman ama yurt dışı gezileri dâhil, daha farklı tüketen, görece zengin bir zümre çıktı orta yere. Eşitliğin beli tamda burada kırıldı. Sonuç olarak halkın parasının nasıl iç edileceğini çok iyi öğrenen komsomollar (parti gençlik kolları), çöküş sonrasının yeni milyarderleri olarak ortaya fışkırdılar.

 

Eşitliğin belinin kırıldığı o dönemlerden sonra ülkede üretim artışı durdu, yani zenginleşme. Oysa devrimin esas amacı ‘üretimi arttırma meselesi’ idi. Tekelci sermaye üretimin arttırılmasının önünde engeldi ve devrimin dayandığı temel neden bu idi. Neyse. Sistem böylece içten içe çürüdü ve yok oldu gitti. Sovyetlerden arta kalmış olan on beş ülkenin bir tanesinde bile, eşitliğin e’sinden bahsetmek mümkün değil bu gün. Özgürlükler zaten hiçbir zaman olmamıştı, ne derece bir kardeşlik inşa edildiği konusunda ise Çeçenya dramı epeyce bir fikir verir sanırım.

 

Batı bu tarz mutlak bir eşitliğe mesafeli durdu. Bu tür bir sistemin sanıldığından çok eşitsizlikler yaratacağını iddia edenler vardı hep. Başka yollar denedi. Eşit değil ama adil ve epeyce özgür bireyler topluluğu inşa etmeye çalıştı. Yüz yılın sonuna doğru anlaşıldı ki, iktidarı bir türlü ele geçiremeyen batının işçi sınıfı, ortalama 70 yıldır iktidarda olan Sovyet ve Çin’ya işçi sınıfından çok daha iyi bir yaşam sürüyormuş meğer.

 

Eşit değiller belki ama!

 

Bolşeviklerin yine de hakkını teslim etmek gerekir, uğraştıkları eşitlik ilkesiyle, uzakta bir taşra delikanlısından, uluslararası değeri olan Temirkanov gibi bir klasik müzik ustası çıkardılar. Belki yine o eşitlik anlayışının eseri olarak, oralarda kalmış küçük nüfuslu halkımıza birkaç devlet nüvesi inşa edip hediye olarak bıraktılar. Bunlar için şükran borçluyum, ne yalan söyleyeyim.

 

Eşitliğin, eşit oy hakkı ve yargı önünde olması gerektiğini düşünüyorum ben de, bir de devletin verdiği tüm hizmetlerin eşit olarak dağıtılması gerektiğini. Eğitim-sağlık- alt yapı gibi. Ama bütün insanların hayatın her noktasında eşit olmasını havsalam almıyor artık. Eşit değil belki ama adil.

 

Peki, nasıl yapacağız da yoksulluğu ortadan kaldıracağız o zaman? Can alıcı soru bu.

 

Bunu da başka bir yazıda tartışalım.

 

CARI.

 

Comments are closed.