Somut talepler etrafında birleşebilmeye hazır olmalıyız. Yolumuz uzun.

Birgül Asena Hızal 21 January 2013
KİMSE TESADÜFEN ORADA DEĞİLDİ

 

19 Ocak Cumartesi günü HrantDink’i anmak ve adalet istemek  üzereAgos gazetesinin önünde olanlardandım. Saat 14:00’e gelirken Harbiye’de olabildim. ‘Teferruatlar’ yazan bir pankartın ardında toplanmış ve ellerinde İbrahim Kaypakkaya’nın resimlerini de taşıyan bir grupla karşılaştım ilk olarak. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu grubun ardından yaşı kemale ermiş birkaç kişi yürüyordu. Fotoğraflarını çektim, sanırım gülümsedim de çünkü onların da bana gülümsediğini fark ettim. Gençlerden biri elime üzerinde HrantDink’in fotoğrafı olan bir kağıt tutuşturdu. Yolun kenarında üzerindekileri okumaya çalışırken üç-dört tane sokak çocuğu bana doğru koştu, en önde elinde sigara ile koşan 12-13 yaşlarında ve iyice çelimsiz olanı ‘abla yırt onu yırt onu’ diye bağırdı. Şaşkınlığımı görünce ‘ver ben yırtayım’ deyip üstüme geldi. Kağıdı çektim, küçük bir tartışmanın ardından katlayıp çantama koydum ve hızlıca Agos’a doğru yürümeye başladım.

 

Yağmur, evet yağıyordu. Saat üçü geçerken oradan ayrıldığımda kelimenin tam anlamıyla sırsıklam olmuştum.

 

Agos’un önüne geldiğimde çok az  kalabalık ve çok fazla hüzün vardı. Bu tür anmalara ve gösterilere ilk defa katılmıyorum ama oradaki her insanın yüzünde çok gerçek bir şey vardı. Sırtımı bir ağaca yasladım.

 

Özenli giysileri ile orada olan orta yaşlı çiftler muhtemelen Ermeni  cemaatindendir diye düşündüm. Görevli gibi gözüken gençler de muhtemelen öyle. Bir de benim gibi kendini orada olmaktan alıkoyamamış tek tek insanlardan oluşan küçük bir grup. Sonra grup yavaş yavaş büyümeye başladı. Her gelenin yüzüne baktım. Kimse tesadüfen orada değildi. Simsiyah bir genç kız gördüm. Afrikalı elleriyle Hrant Dink yazısını taşıyordu. Gruplar gelmeye başladı. Alan kıpırdanamayacak kadar dolmuştu. Biri bana ‘Adigeler yok mu?’ diye sordu.  Galiba pek bir cevap verememiş olmalıyım ki boğazımdaki yumrukla hızlıca uzaklaşmayı seçtim.  Sonra Fuat Uğur’u gördüm, Erhan Hapae’nin, İKKD’den ve Jineps gazetesinden insanlarımızın orada olduğunu öğrendim, en güzeli de; gençlerimizden birini yakaladım ve peşine takılınca gördüm ki bir grup gencimiz hem de pankartlarıyla yani kimlikleriyle oradaydılar. Boğazımdaki yumruk çözüldü sanki.

 

O caddedeki binlerce insanın taşıdığı pankartların içerisinde bir tanesi aklımdan çıkmadı. Rengarenk harflerle ‘Mutsuzluğa Alışma’ yazmışlardı. Mutsuzluk, ‘mutlu olamama hali’ mutluluk ise; ‘bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu’ olarak tanımlanıyor sözlüklerde.  Şüphesiz her iki sözcük de bireysel ve herkes kendi bilgisi, algısı, duygusu ile dolduruyor içini. Mesela; belki de Cumartesi günü Agos’un önünde olan bazılarının mutlu olmak için ‘adalete’ ihtiyaçları vardı, belki bazıları cemaatten birini kaybetmenin acısı ile mutsuzdular,  kimileri için, eşi, dostu, meslekdaşı kaybetmekti mutsuzluk. Bazıları ülkenin, dünyanın dönüşümüne duydukları ihtiyacı ifade etmekle mutluydular, kimileri sadece dilini, kimliğini. En sık atılan sloganlardan biri ‘Yaşasın Halkların Kardeşliği’ oldu.  Renk,dil ve dinlerimizden bağımsız olarak demeliyim ki; hiçbirimiz tesadüfen orada değildik.

 

Nerede ve nasıl olduğumuz bireysel ve toplumsal kaderlerimizi belirliyor. Biz Çerkesler bugünden yarına bakarken bu durumu çok iyi kavramalıyız. Yakın tarihten söz ettiğimizde,  hem resmi tarih hem de toplumsal algı bazen açıkça bazen satır aralarında, bize çoğu zaman iktidarın yanında durduğumuzu söylüyor. Elbette ki; 300 yıl savaşmış bir toplumuz biz, ne bu durumu ne de sonuçlarını göz ardı edemeyiz. Kolay etiketleri yapıştırmayı da üzerime almayı da sevmem. Üstelik araştırdıkça, yakın tarihte de zannedilenin tersi duruşlarımızın  olduğu çıkıyor ortaya.

 

Bana HrantDink’in fotoğrafını yırttırmaya çalışan sokak çocuğu Hrant’ın vurulduğu gün üzerine serilen gazetenin altından çıkan ayakkabılarının altındaki deliğin farkında mıydı bilmiyorum ama bizler mutsuzluğa alışmak yerine kimliğimize sahip çıkmayı seçtiğimiz andan itibaren  bu seçimin hangi siyasetler ve dünya görüşleri ile hangi düşünce veya eylem düzeyinde örtüştüğünü,  konuşmak, tartışmak, izlemek, görmek zorundayız.  Mesela; önümüzde,  toplumsal sözleşmenin/anayasanın  yeniden belirleneceği günler var.  Talep etmiş olduklarımızın yeni anayasada karşılığını bulup bulmadığını göreceğiz. Çerkeslerin bu durum karşısında ne yapacak olduğu ve nasıl yapacak olduğu aslında bu  yeni dengede nasıl var olacağımızı  belirleyecek olan adımlardan  olacaktır. Korkarım bu gücü,  dengeyi oluşturan diğer güçler, Çerkeslerin kendisinden daha fazla farkında.

 

Somut talepler etrafında birleşebilmeye hazır olmalıyız. Yolumuz uzun.

 

 

Yorumlar (2)
  1. necdet hatam on said:

    Facebook’ta paylaştığım yazı Belki görmezsiniz diye buraya da alıyorum..

    Guşıps’ın amacı ne?…
    Yazılıp çizildikçe daha bir netleşecek. Ancak yine de çoğu yazarının olayımızın içinde olmadığını ya da kendi sorunumuza çözüm önerisi aramaktan çok bizleri birilerine yamama müzmin hastalığından kurtulamadıklarını ya da yeni yakalandıklarını söyleyebilirim.
    Örneğin Sayın Birgül Asena Hızal.

    19 Ocak Cumartesi günü Hrant Dink’i anmak ve adalet istemek üzere Agos gazetesinin önünde gerçekleştirilen eylemi anlattığı yazısına “KİMSE TESADÜFEN ORADA DEĞİLDİ” başlığını uygun görmüş. Yani orada bulunanların her biri, bu arada çok az sayıdaki her Adığe niçin orada bulunduklarının bilincinde imişler. Benim de bundan hiç kuşkum yok. Bizim üzüntümüz halkımızın ulusal sorununun diğer halkların sorunları derinliğinde bilinmemesi, üzerinde konuşulmaması, yazılmaması, çözüm önerileri getirilmemesi ve uygun buldukları çözüm önerisinin gerektirdiği adımların atılmamasıdır.

    Sayın Hızal saat 11 oo de gitmiş eyleme ve saat üçü geçerken kelimenin tam anlamı le sırılsıklam olmuş bir halde ayrılmış. Yani adalet isteği yağmurdan sırılsıklam olmasına aldırmayacak kadar tüm benliğini sarmış.

    Sayın Hızal, adını ilk kez duyduğum bir kızımız. Adığelerin gerçekleştirdiği eylemlere de katılıyor, yağan yağmura aldırmadan topluluğun duygu ve düşüncelerini yaşıyor, dahası bu duygu ve düşünceleri, Çerkeslere yapıan haksızlıkları, Kürtlere ve Ermenilere sözlü ve yazılı olarak anlatıyordur belki. Eğer gerçekten böyle ise kızımızı geç tanıdığıma üzülür, nerede bulabileceğim söylenirse bu yazılarını ben de okur daha çok kişinin görmesini da sağlamaya çalışırım.

    Ancak bu olasılık çok zayıf değil çok güçlü olsa bile, “Wınerıw”ın beğendiği bu yazı bağlamında, görüş belirtmemize soru somamıza engel olmamalı diye düşünüyorum.

    “Biri bana ‘Adigeler yok mu?’ diye sordu. Galiba pek bir cevap verememiş olmalıyım ki boğazımdaki yumrukla hızlıca uzaklaşmayı seçtim. Sonra Fuat Uğur’u gördüm, Erhan Hapae’nin, İKKD’den ve Jineps gazetesinden insanlarımızın orada olduğunu öğrendim, en güzeli de; gençlerimizden birini yakaladım ve peşine takılınca gördüm ki bir grup gencimiz hem de pankartlarıyla yani kimlikleriyle oradaydılar. Boğazımdaki yumruk çözüldü sanki.

    Örneğin, yazının yukarıya aldığım bu bölümü, şu soruları akla getirmez mi?
    Sayın Hızal;
    Siz hiç, Çerkeslerin kendi sorunları için düzenlediği eylemlere örneğin KAFFED’in düzenlemiş olduğu 5 Ocak eylemine katıldınız mı?
    Adını andığımız bu eylem ya da bir başka eylemde bizimle birlikte haklarımızı savunmaya gelmiş –olmaz a- bir Kürt ya da Ermeni’ye “Kürtler, Ermeniler yok mu” diye sordunuz mu?
    Bu sorduğunuz kişiler, “Galiba pek bir cevap verememiş oldukları için boğazlarındaki yumrukla hızlıca uzaklaşmayı” seçtiler mi? Kürt, Ermeni sorununu değil de Çerkes sorununu önceleyen arkadaşlarını görüp rahatlamalarına, boğazlarındaki yumruğun çözülür gibi olduğuna tanık oldunuz mu?

    “Şüphesiz her iki sözcük de bireysel ve herkes kendi bilgisi, algısı, duygusu ile dolduruyor içini. Mesela; belki de Cumartesi günü Agos’un önünde olan bazılarının mutlu olmak için ‘adalete’ ihtiyaçları vardı, belki bazıları cemaatten birini kaybetmenin acısı ile mutsuzdular, kimileri için, eşi, dostu, meslektaşı kaybetmekti mutsuzluk. Bazıları ülkenin, dünyanın dönüşümüne duydukları ihtiyacı ifade etmekle mutluydular, kimileri sadece dilini, kimliğini. En sık atılan sloganlardan biri ‘Yaşasın Halkların Kardeşliği’ oldu. Renk, dil ve dinlerimizden bağımsız olarak demeliyim ki; hiçbirimiz tesadüfen orada değildik.

    Bakın yukarıda her birimizin mutsuzluk, elbette ki mutluluk kaynağının farklı olabileceğin ne güzel anlatmışsınız. Ama utandığınız için olsa gerek kendinizin ve arkadaşlarımızın hangi duygularla orada olduğunuz konusunu geçiştirmişsiniz. Daha sonra gerçekleştirilecek benzer eylemlere halkımızın neden katılması gerektiği konusunda hiç yol göstermediniz.

    “Nerede ve nasıl olduğumuz bireysel ve toplumsal kaderlerimizi belirliyor. Biz Çerkesler bugünden yarına bakarken bu durumu çok iyi kavramalıyız. Yakın tarihten söz ettiğimizde, hem resmi tarih hem de toplumsal algı bazen açıkça bazen satır aralarında, bize çoğu zaman iktidarın yanında durduğumuzu söylüyor. Elbette ki; 300 yıl savaşmış bir toplumuz biz, ne bu durumu ne de sonuçlarını göz ardı edemeyiz. Kolay etiketleri yapıştırmayı da üzerime almayı da sevmem. Üstelik araştırdıkça, yakın tarihte de zannedilenin tersi duruşlarımızın olduğu çıkıyor ortaya.”
    Yine yukarıdaki bölümde olduğu gibi genele ilişkin konularda çok güzel şeyler söylemiş ancak özelimizde hiçbir şey söylememişsiniz?
    Neyse ki “kendimizle yüzleşmemiz gerektiğini ve Çerkeslerin Ermenilere soykırım uyguladığını” da söylememişsiniz.

    Sayın Hızal Sayın Guşıps yazarları! Halkımızın bugün öncelikli sorunu Suriyeli Kardeşlerimizin anavatana kavuşturulması sorunudur. Bunu ve halkımızın dili ile kültürü ile var olması, gelişmesini öncelemediğiniz, bunları yazılarınıza yansıtmadığınız sürece halkımıza yararınız “eveleme, geveleme, oyalama ve halkımızın diasporada yok oluşuna katkıda bulunma”nın ötesine geçmeyecektir.

    Çıktığınız yol da dikensiz bir yol değildir.

  2. necdet hatam on said:

    Epeyce gecikince yayımlanmaz sanmıştım ama yayınladınız. Yanlış düşündüğüm için özür diliyorum….