Yok saymak, yok etmiyor.

Birgül Asena Hızal 10 January 2013
YOK SAY (IL)MAK

 

Doğada, hayvanların evrim yolunda ihtiyaçlara, çevre koşullarına bağlı olarak özelleştiğini, üst dallara uzanmak için belki ayağa kalktığını, ya da yüzmek için yüzgeçlerini geliştirdiğini biliyoruz. Oysa insan bu anlamda özelleşmemiştir ve zeki olmanın avantajını kullanarak bulunduğu yeri değiştirmiş, yaşanabilir kılmıştır. Biraz da bu yüzden; devrimin, ‘ üretim araçlarının mülkiyetinin el değiştirmesi’ olarak tanımlanmasını  tam olarak içime sindiremedim hiç. Devrim sözcüğünün,  insanın varoluş macerasına ilişkin içerdiği anlamları biraz daha göz önünde tutmayı yeğledim hep.

 

Son zamanlarda sıkça kulağımıza gelen sorulardan, makale ya da program başlıklarından biridir; ’ Çerkesler ne istiyor?’

 

Mesela 21 Mayısta Beşiktaş’ta,  Taksim’de ve 5 Ocakta Ankara’da Rus konsolosluğunun önünde bir araya gelmiş insanlarımıza bakarken kendi kendime tekrarladım bu soruyu ‘Ne istiyor bu Çerkesler?’ ‘Ne istiyoruz?’

 

Şimdi soruyu ters çevirerek düşünmek istiyorum. Alanlarda olmayan, derneklerimiz, konfederasyon ya da diğer yapılanmalarımızın içinde olmayan insanlarımız ne istiyor, ne istemiyor?  Herkes hayatından memnun mu?

 

Kaliforniya Üniversitesi’nde dilbilimci Ayla Bozkurt Applebaum’un  anadil tartışmalarıyla ilgili olarak basında çıkan çarpıcı ifadesini burada paylaşmak isterim

 

‘İnsanın kendini ifade etme biçimlerinin en temeli olan anadil, kendilik algımızın ve kimliğimizin en önemli parçalarından biri. Dillerini ve kültürlerini ifade edemeyen gruplarda kaybolmuşluk hissi, kızgınlık, kendini değersiz hissetme duygusu, sosyal ve kültürel olarak çok değerli bir şeyi kaybetmiş olmanın acısı ve sorumluluğu yaygın olarak gözlenebilen davranışlar.’

 

Bu cümle doğruysa hayatından memnun olmayan milyonlarca Çerkes olmalı.

 

Kendim için ve alanları dolduran ,doldurmayan, sanal ve gerçek alemde kimlik adına atılan adımları takip eden, etmeyen, bu dergideki satırları tesadüfen ya da taammüden okuyan insanlarımız için,  merak ederim yukarıdaki satırların doğruluğunu. Elbette her birimiz eşsiziz ve birbirinden farklı dengelerimiz var.Ben kendi adıma doğrulayabilirim,  sosyal ve kültürel olarak çok değerli bir şeyi kaybetmiş olmanın acısını ve sorumluluğunu taşıdığımı.

 

İlerleyebilmek, odanın kapısını açabilmek için bile bir ayağımızı diğerinin önüne uzatıyor, tabir yerindeyse ‘rahatımızı bozuyor’ ve yürüyoruz. Dışarıda neler olup bittiğini anlamak, küçücük bir değişiklik yapmak için bile güvenli, sıcak  alanımızdan çıkıyoruz.  Soykırıma uğramış bir toplumun, kaybolan bir dilin mirasçılarıyız biz.  Dışarıda insanlar öldürülürken kapıyı kapatıp mutlu olmak için bir milyon neden bulmayı denemekten daha zor bir durum bu. Ölüm içerideyse, varoluşunuza ilişkinse kapıları da kapatamazsınız. Ancak gözlerinizi, gönlünüzü, aklınızı, yüreğinizi kapar, siz siz olmaktan çıkarsanız mümkündür yaşamayı sürdürmek.   Balıkların yüzgeç çıkarması kadar büyük bir değişiklik olmadığını düşünebiliriz ama yine de bizden dilimizi, adımızı,  kimliğimizi, sesimizi, geçmişimizi yok sayıp, kollektif  bilinçaltımızdan ayrı düşüp başka bir şeye dönüşelim istediler. Bir nesil çok değerli bir şeyi kaybetmenin acısını taşırken belki de çocukları bu acıyı tatmasın ve kendisini deryada balık sansın istedi. Bilemem. Bugün gelinen noktada; konfor alanlarımızın o kadar da konforlu olmadığını fark etmek ve dışına çıkmak,  kimliğimizle varolmanın olmazsa olmaz adımıdır.

 

Bana sorarsanız; 21 Mayıs veya 5 Ocak’da meydanlarda olmayanlarımız da kaçınılmaz olarak taşıyorlar soykırıma uğramış, asimile edilmek istenmiş bir toplumun çocukları olmanın bütün yükünü.  Kimi düşünürler bilen ile bilmeyeni ayıranın  farkındalık olduğunu söylerler.

 

Bir kısmımız alanları doldururken, bir kısmımız görünmüyor, anadil sınıflarımız dolup taşmıyor ama  bu durumu  Çerkeslerin varlıklarını sürdürme mücadelesindeki nihai duruşları olarak algılamamak gerekir.

 

Üstelik,derler ki; elma çekirdeği, elma bahçesini barındırır içinde.

 

1864’den bu yana diasporada gerçekleşen örgütlenmeler,  evlerde, köylerde nesilden nesile aktarılan değerler,  artık sokaklarda da talep edebilen seslerimiz  çekirdekse, meydanlarda olsun olmasın tüm insanlarımızca  kaçınılmaz olarak taşınan kayıp duygusu  da öyledir  ve ‘dönüş’ ya da ‘kalış’ yolunda elma bahçesi, ancak bu yaşanmışlıkların tamamını hesaba katarak oluşturulabilir.

 

Her mitingde, her etkinlikte, ‘geri kalanlarımız nerede?’ diye bağırmak istiyorum.  Biliyorum  ki aynı acı ve kendini gerçekleştirmedeki –küçücük-eksiklik hali,  kaçınılmaz olarak her birimizdedir.  Yok saymak,  yok etmiyor.

 

 

Yorumlar (1)
  1. Dürdane Meriç on said:

    Benim de gençlik yıllarımda pek farkında olmadığım,fakat yıllar sonra olsa da taa içimde hissettiğim bir duygu kaybolmuşluk,kimliğini kaybetmişlik..