Miyekuape: Bir Çerkes Mikrokozmosu
21:58 9 December 2012
Nuran Çetao

Soyutlama 

Fırçayı paleti ele geçiren muzip çocuk ressamların boyadığı düşsel bir suluboya resim, bir ‘oyuncak evler’ kenti Miyekuape. O evler ki her biri şaşırtmak için alesta bekler, bazısı zamanın tozuyla virane, yamru yumru görünse de çoğu masumane gülüşlerle cilveli pozlar veren umut dolu çocukları andırır. Yanı başlarında pervasızca yükselen mimari kaygıdan azade devasa novıy russkiy malikanelerini –kervansaray mı desem?- gizlemedikleri bir küçümsemeyle yandan süzerler. Rus klasiklerine aşina iseniz, rengarenk minyatür evlerle uyumu ritmini bulmuş şiirin tesadüfi ahengini düşündüren, adları edebiyatın kaynağının hayat olduğu bilgisine göz kırpan geniş sokaklarla özel bir bağ kurar, bu iklime erken yaraşırsınız.

Baharda bütün çiçeklerini açmış mis kokulu erik, kiraz, ıhlamur, vişne ağaçlarıyla yekpare tülsü bir görünüme bürünür, sessizliğin sadece şakacı köpek havlamalarıyla, serçe cıvıltılarıyla, karga sesleriyle kesintiye uğradığı yeşil koridorlarda başıboş yürüyüşlere davet ederler. Çehov’un, Turgenyev’in, Gorki’nin, Gogol’ün hayali yoldaşlığında düşünceleriniz harf harf, hece hece, sözcük sözcük derinizdeki gözeneklerden dışarıya sızıyormuş hissi eşliğinde eski bir romanın sayfalarında dolaşırcasına gelişigüzel yürür, hayatın ağır aheste akışına kapılmış miskin miskin Gonçarova’yı adımlarken tembelliğin ütopik ucu Oblomov’un ayak seslerini dinlersiniz. Mevsim kışa dönmüş ise sarılıp sarmalanmış Rus çocukları pembe yanakları, rengini nehirden almış kocaman su yeşili gözleriyle kızaklarında memnun, sıcak gülümsemelerle geçerler yanınızdan. Beyaz zemin üzerinde telaşsızca, kayarak gelişleri gidişleri sessizliğe güzellemedir; şefkati derinde mahfuz, zeytin ağacı gölgeli, badem çiçeği kokulu bir Ege kasabasındaki güneşli kumsalı kademeli şıpırtılarla ıslatıp aynı kadife yumuşaklığıyla denize dönen dalgalara gizli bir selam gönderir. Başka çocuklar da gelir geçer Adığe , Ermeni, Koreli, Azeri, Çingene, Kürt, Kazak, Ukraynalı. Her birinin kendi diliyle neşe saçan sesleri – ah, ne mükemmel bir his olmalı kendi dilinde sevinmek!- birbirine karışır. Rusçaları, anadillerine karışır. Bütün yeşil, kırmızı, mavi, turuncu renkleri kulaklıklı berelerinin, birbirine karışır. Gölgeleri birbirine karışır. Her ses her renk her gölge sonra yeniden asıl yerini alır. Kuzguni saç ayrışır saman sarısından. Varlıklarıyla som beyazlığın üzerine hareketli desenler nakşederek kızaklarıyla karda zik zak çizerek uzaklaşırlar.

Üçleme & Kaybın Telafisi

Seyyah ile okur birbirine, bir yere ait kusursuz bir algıyı baştan sona izi sürülebilir bir düşünce zinciri içinde, en örselenmemiş haliyle anlama arzusu aracılığıyla bağlanır. Böyle bir varsayım, seyyahın, o yerde bulunmanın farklı biçimlerince üretilen anlam katmanlarının, perspektifler çeşitliliğinin kayda değer her zerresini billurlaştırması açısından önemli. Soyut bir üçleme eşliğinde Miyekuape üzerinden düşünmemiz gerekirse bu, çokrenkli demografik dokusuyla kendisini sözgelimi, sosyolojik perspektife malzeme olarak sunan küçük kentin diasporada dolaşan tutkunları, yerlileri, nostaljik bir ‘yuva’ kabul ederek ona doğru çekilenleriyle bir arada görülmesine, üç bileşenin birbirlerinin izlerini taşıma tarzlarının gün ışığına çıkarılmasına ilişkin bir hassasiyet.Bu kompozisyonda kent nerede durur, tutkunluk nerede belirir, eleştirel dikkat nerede yoğunlaşır?

Nüfusunun büyük çoğunluğu diasporik bir halkın anayurdunda bir ‘merkez’ oluşu,Miyekuape’yi alelade bir mahal konumundan çıkarıp o halkın kolektif hafızasında benzersiz bir yere taşır. Sürgün hissiyatı taşıyan hiçbir Çerkes yoktur ki yaşamının belirli bir deminde ona ilişkin değişik seviyelerde düşkünlükler üretmemiş olsun.

Tedirgin de eden ama daha ziyade haz veren bir düş gibidir. İyimser bekleyişinde diasporanın, tuhaf, nedensiz bir neşe gibi apansız ortaya çıkıp neşenin alışılmış güzergahını izlemeden bir çırpıda solan silinen bir düş. Derinden derine bir sezişle varlığı bilinen mahrem duygular ile sözgelimi kıpır kıpır, çekingen aidiyet hazzıyla diasporik olana has bir çeşit yalnızlığın, içinde eridiği bir düş. Huzur, salkım söğütlerin sarmal desenli gölgeler düşürdüğü mavi yeşil bir nehrin dupduru suyunda, yumuşacık ninnisinde değilse nerede? Ona düşsel planda atfettiğim pozisyondan habersiz, karlı dağlardan inen şeffaf damarın, Şhaguaşe nehrinin doğu yakasında, sıcak aile ortamında -Adığe ülkesinde, kendi yurdunda- tortop olmuş tüy yumağı, Miyekuape, silüeti hayal meyal seçilen Kafkas sıradağlarının derin morlu yeşilli ışığının etkisinde kalmışçasına kıvrılmış uyur. Eskiye ait olanın şiirselliğini yenilenmenin arsız, ısrarcı sesine henüz teslim etmemiş yaşam alanlarına has mırıltısı nehrin sakinleştirici ninnisine karışır. Gizlisi saklısı yoktur; karanlıkta ışıldayan bir Çerkes kaması gibi gümüşsü pırıltılarla akarken nehir, içlerinde ‘kayıp bir anayurtla, kayıp bir anadille’ yaşayan bir halkın şefkat hanesinde özel bir payeyi hak etmeyi bekler.Gelgelelim bu öznel bir algı. ‘O yer’ in derinliklerine girememiş, aşina olunana yabancı bir seyyah yanılsaması belki de hakikatin onlarca zerresinden bir tanesi –kim bilebilir ki! Peyderpey başlangıcına geri dönmüş Ürdünlü, Türkiyeli, Suriyeli, İsrailli, Yugoslavyalı sekiz yüz civarında Adığe repatriant Miyekuape’de yaşıyor. Üç farklı dilin ifade olanaklarıyla donanarak onların ‘buralı’ çocukları büyüyorlar. Sözgelimi ne Rusça ne de Adığece bilen babalarıyla Türkçe söyleşirken yerli Adığe annelerine dönüp anadilde sesleniyorlar. Dili çat pat bildiğinizi ilk cümlenizi tamamlamadan seziyor, bu durumda sizinle Adığece yerine en akıcı konuştuğunuz dille iletişim kuruyorlar. Bir dilden diğerine bu pürüzsüz geçişleri, kendi yarattıkları karma dilde dahi anlaşılacaklarını bilmenin konforuyla aynı cümle içinde üç farklı dilden seçilmiş sözcükleri harmanlayarak bu alımlı çalımlı dillerle adeta alay edişleri, geçmişle geleceğin birbiri içinde eridiğini düşündüren bir dilbilim mutluluğu. Diasporaya, ‘mızmız tabiatlı’ çocuğuna, kadim yurttan sessiz sedasız bir jest.

Güzelleme

Kadın figürü ‘yenigelen’ in gözüne ilk çarpan, kentte ilk fark edilen. Seyir halinde arızalanan eski püskü troleybüsü durağa çekip canla başla ilgilenen kadın sürücü bir Miyekuape klasiği. Rüzgarla renk renk harelenen çiçek tarhlarını sabahın seherinde tanzim edenler yine onlar. Kadınlar keser erkeklerin de saçlarını. Köşe başlarında kuruyemiş, ana caddelerde yol boyu çiçek, balık, kitap satanların neredeyse tamamı kadın. Bisikletiyle dolaşanından tekerlekli patenleriyle kayanına, yaşlısıyla genciyle ayrımsız, üretimin ve sokağın her yerinde oluşları kentte kadınsı bir hava estiriyor.Gel gör ki bu hal, yalnız kadın nüfusun çoğunlukta oluşu ile açıklanamaz. Kadını görünür kılan, bir estetik figür ve insan cinsi olarak kendisini ifade ediş biçimi asıl. Hangi mevsim olursa olsun vazgeçilmez yüksek ökçeleri ve mini etekleriyle, giyim-kuşam meraklarıyla, sadece öncülerinin değil tamamının alabildiğine cesur renk, tarz tercihleriyle ziyadesiyle feminen; meşakkat, keder nereden gelirse gelsin cansiperane karşılamaya hazır dimdik duruşlarıyla pervasız; başlı başına bireysel mevcudiyetleriyle kuvvetli bir profil sergiliyor Miyekuape’nin kadınları. İster sebze pazarında, isterse en canlı en hareketli sokağında, kentin hangi noktasında olursanız olun, bulutsu bir varlık gibi belirir melez güzellik. Aurası göz kamaştırır. Ferman çıkmıştır sanki: süslenip püslensin de mağrur bir çehre takınıp güneşin yıkadığı Lenin meydanında salınarak sıra sıra yürüsün, çizgi ormanlarda kelebek gibi uçuşsun diye envai çeşit kadın.Kentin kırda hissettiren bir yerinde, olsa olsa kuzularla, kirpilerle, sincaplarla karşılaşmayı beklerken baş döndürücü bir tezat, bir algı karmaşası üreterek tekerlekli patenler üzerinde saman sarısı saçlar gerçeküstü bir film karesi gibi süzülür geçer görüş alanınızdan. 

 Güldeste 

Bir kent, renklerden bir renk kuşanmış yekpare bir resim midir? Onun kendine has sesini dinlemenin, ruhunu anlamanın, derinliklerini görmenin yolu yordamı olmalı. Bu civarda kırın hayli sokulgan olup bulduğu her aralıktan kentin içerilerine sızdığı, en işlek caddelerin dahi karadutu, mor dutu dalından yiyebilme konforu sunduğu, öyle ki tatlı bir loşluk yaymanın ötesine geçemeyen sokak lambalarının güya ışıttığı, yerli halkın daçalarında elleriyle yetiştirdiği zerzevatla beslenip serpildiği, Çerkeslerin dillere pelesenk olmuş at sevgisinin yerini araba sevdasına bıraktığı, esasen Miyekuape’nin de göz alıcı bir payitahttan ziyade sade, yeşilyoğun bir kır-kent olduğu iç rahatlığıyla söylenebilir. İnsanın içine işleyen sükûnetiyle, bordo, yeşil, mavi üçgen çatıları esrarengiz avluların yüksek çitleri ardında neredeyse görülebilen en basit geometrisine indirgenmiş minyatür evleriyle, irice bir teneke kutuyu andıran grafitili garajlarıyla, ikidilli tabelalarıyla, eser miktarda iyonize gümüş içeren Tjınıps’iyle , diğer pek çok hoşluğuyla ve etrafta uçuşan bilcümle yaban kuşlarıyla gülümseten sakinleştiren bir kent olduğunu da itiraf etmek Miyekuape’yi kanatlandırıp uçurmaz.Binbir tınılı Rusça’nın, pes perdeden de konuşsa bir resmi daire çalışanının dilinde nasıl olup da notalarıyla sizi kurşuna dizmeye çalışan bir özgürlük marşına dönüştüğü izah edilemez, sezilir. Sadeliği nice katmanıyla bir zen manifestosu ufkunda veren ‘ne ise o’ bir kentte, bitmez tükenmez önlemler de alsanız kalabalığında kaybolamayacağınız, akvaryum metaforlu bir kentte mesken bahçelerinin yüksek duvarları, dolmuş pencerelerindeki perdeler, otomobillerin bilhassa karartılmış camları, kafelerin mahrem bölmeleri halkın hangi önemli sırrını saklamaktadır bilinmez. Sessiz kalan bir bilgi çeşidi olarak bu sezgi cümbüşünde o da yerini alsın. Bu hengamede dahi es geçilemeyecek bir mesele, tertemizliğiyle göz kamaştıran kentin çokkatlı mesken girişlerinin hal-i pür melâli.Söylenemez olan nedir? Karamsar bir hava yaratarak sırra kadem basmadan önce bir serzenişi dillendirirsem kurşuna gerçekten dizilir miyim? Gri üzerine gri boyanmış bir resim Miyekuape’de hayat. Telafisi, ‘az’ dan ‘çok’ a uzanan çevrimine heyecanla eşlik etmek. Yeni bir sinema, bir kütüphane daha, şirin bir kahve evi açıldığı bilgisi küçük kentte büyük mutluluk kaynağı. Kadınların kadın oldukları için tedirgin olmaksızın yaşadığı, etnik kimliğin bu insan çeşitliliğinde sadece menşeinizi anlamak için sorulduğu barış dolu bir iklimde yaşadığınızı içten içe bilirsiniz. Uzun sürmez belki işi başından aşkın bir minimalist olur çıkar, yalnız kendi renginden yararlanan o resmin içinde gün gelir seve seve erirsiniz.

Soyutla(n)ma

Ses de geçiren saydam bir küre, süssüz, kasten zamansız. Bir mola yeri aldırışsız ömrü yanıp tutuşarak geçirme arzusuna. Ama tuhaf bir biçimde davetkar, sanki girizgahı ender bir anın. Has bahçesi gibi yersiz yurtsuz huzurun, dermanı gibi gamın. İmkansız değil bir kar küresinde(n) dinlemek geri kalanını yerkürenin. Bir düşkünlüğünüz olmalı ya ışığa ya kara ya cama.

(2011 yilinda AMARGI dergisinde yayinlandi.)

 

 

Comments are closed.