Sanatın İdeolojik Yorumu-Yeni Irkçılık ve Toplum Mühendisliği
13:32 13 March 2013
Melgoş Nesren Jake

Marx’a göre toplumun egemen sınıfı aynı zamanda entelektüel gücü de elinde bulundurur. Yani maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf, zihinsel üretim araçlarına sahiptir. Egemen ideoloji böylelikle, okul, iletişim araçları, medya, din, sanat gibi birçok kurumu kendi denetimi altına alır. Bunları kendi sınıf çıkarları için kullanır. Böylelikle zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri de egemen sınıfa tabiidir.1

 

Gramsci’ye göre ise devlet, burjuvazinin baskı ve şiddete dayalı yönetim aygıtı olmakla birlikte bu tanımlama eksiktir. Çünkü devletin, tekelinde bulundurduğu fiziki güç dışında ayrıca çoğunluğun rızasını sağlamaya yardımcı olan eğitim, basın, din, hukuk, kültür vb ideolojik üst yapı kurumlarınca desteklenen bir ikinci yönü vardır2. Bu tanımlamaların ışığında, egemen ideolojilerin kendi fikirlerini topluma aktarmalarında kültür ve sanatı bir araç kullandıkları söylersek hata yapmış sayılmayız.

 

Kuzguncuklu Fazilet adlı bir tiyatro oyunuydu. Varlık vergisi hakkında dönemin içinde yaşanan güncel olayların etrafında bir içeriğe sahipti. Dikkatimi çeken şey ise Varlık Vergisi’nden bahsedip, Rum, Yahudi ve Ermenilerden tek bir kelime dahi bahsetmemiş olmaları… İdeolojik sanattan çok fazla bir beklentimin olmadığı aşikar. Ancak buna karşı algılarımızın açık olup olmadığı konusunda şüphelerim mevcut.

 

Özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da giderek yaygınlaşan totoliter rejimlerde sanatın güç anlayışıyla örtüştüğünü ve devlet ideolojilerin bariz bir şekilde yansıması olarak topluma sunulduğunu düşünürsek ülke olarak hala daha bu baskıcı uygulamaları hissediyor olmak gerçekten fazlasıyla can sıkıcı. Nasyonal Sosyalist Almanya’da, Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nde, İtalya’da Mussolini Türkiye’de ise Mustafa Kemal döneminde görsel alanın direkt siyasal ideoloji tarafından benimsenmesi devam etmekte. O hâlde nasıl futbolun faşist dikta yönetimlerinde sadece bir spor olarak görülmediğini dillendiriyorsak, tiyatro, opera, heykel, resim ve müzik gibi sanat! dallarının resmi ideolojinin bir ayağı olduğunu söyleyebiliriz. O yüzden Irak’ta, Suriye’de Libya’da, Gürcistan’da halk ilk önce meydanlardaki heykelleri yıkmaya yönelmişlerdi.

 

Statükonun sözcülüğünü  yaparak özgür bir sanat anlayışından bahsetmek ne kadar gerçekçi tartışılır. O yüzden Gülriz Sururi’nin Nutuk için “gökten indirilmiş son kitap” sözünü ciddiye almak afaki olur. Hitler Kavgam kitabında Kübizim ve Dadaizim hakkında halkı yozlaştıran ve kafasını karıştıran şeyler olarak bahsederken kesinlikle Türkiye resmi ideolojisinin hizmetine girmiş tiyatro kurumları gibi bir olgudan bahsetmemekte. Aksine bu oluşumlar moderniteyi geç yaşayan ve bu yüzden (bir ulus sosyolojik evrimini ne kadar geç yaşarsa ilerisi için bu süreç o kadar kanlı ve şiddetli olur) tüm Avrupa’nın yakılıp yıkılmasına sebep olan bir zihniyetin artığının hala canlı olduğunun göstergesidir.

 

Oyunun bitiminde izleyicilerin görüşlerini paylaştığı deftere Mahmut Esat Bozkurt’un veciz! bir sözünü yazarak kendimi rahatlatmaya çalıştım. “Yahudilere ve Rumlara o kadar ağır bir vergi getireceğim ki hayatları boyunca karılarını satsalar yine de bu vergiyi ödeyemeyecekler!” Aslında bu yazının konusu olmasa da Mahmut Esad Bozkurt’tan biraz bahsedilebilir. İsviçre’de tahsil gördüğü sırada Foyers Turc adlı etnik-milliyetçi Türk kulüplerinde vakit ayırmaya başlamış ve siyasi gelişimi bu öğrenci topluluğunda şekillenmiş, İzmirli varlıklı bir ailenin oğludur. 1930’larda Mustafa Kemal ve kendisinin önderlik ettiği Türk Tarih Kurumunu kurarak, antropolojik, etnografik ve paleolojik olarak Türklüğün tamamı ile İslamiyet’ten ayrılmasına öncülük etmiştir. Londra’da İngilizce yayınlanan Turkey adlı gazetede İngiliz Başbakan’ın “Müslüman Yunanlılar” sözüne Yakup Kadri ve Şükrü Saraçoğlu’yla beraber “Muhammedi Yunanlı yoktur. Biz din ile değil ırk bağı ile bağlı olan Türkleriz” deme ihtiyacını hissetmiştir. 30 yaşında Ekonomi Bakanı olan Mahmut Esat daha sonra Adalet bakanlığı yapmış ve eğitim gördüğü İsviçre’den bize Medeni Hukuku getirmiştir. Ama biz onu en çok bu sözüyle tanıyoruz. “Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusumuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları, vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler.”

1 Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi

2 Kemali Saybaşlı, Siyaset Biliminde Temel Yaklaşımlar

Yorumlar (5)
  1. Cumhur. on said:

    Yazının yazılma amacını pek anlayamasam da bu noktada birkaç farklı kaynak ile dipnot/yorum/eleştiri getirmek istiyorum.

    Gramsci’den eksik alıntılama konunun da eksik kalmasına sebep olmuştur.Gramsci’nin hegomanya olgusu görüşlerine de bakmak gerekmektedir.(kısa bir tahlil için bknz:Fikret Başkaya-Paradigmanın İflası,2010,syf:34-40)
    Ayrıca konuyu alıntılarken “Louis Althusser-İdeoloji ve Devletin İdeoloji Aygıtları” isimli kaynağına da bakmak gerekir.Devlet,onun baskı ve ideoloji aygıtları bakımından sanat da bir kol oluşturur.Her kurum (dikey örgütlenen,maddi-manevi gelir ve iktidar vaad eden)temellerini sağlam atmak ve devamlılığını sağlamak amacı güder.İnsanoğlunun yaşamını idame ettirmesi üzerinden de bu durumu tasavvuru mümkündür.
    Elbette burada devletin,devlet kurumlarının ve iddeolojilerinin haklılığını saptamak gibi bir niyetim yok ama devletlerin toplum mühendisliği çok normaldir.Yaşamak için çalmak,çalışmak,derinleşmek ve kök salmak gerekmektedir.
    Devletin kültür politikaları ile ideolojisi ve kurumlarını temellendirmesi için de “Orhan Koçak,1920’lerden 1970’lere Kültür Politikaları,Modern Türkiye’de Siyasi düşünce,Cilt 2,Kemalizm,İletişim Yayınları,2001” kayıtlı hacimli makaleye bakmak gerekmektedir.Türk devleti geç katıldığı batı endeksli uygarlık dünyasına yetişmek için elinden geleni yapmak üzere yola çıkmıştır.Dünya konjoktürel rüzgarının estiği yönü kıble edinen genç Türk devleti yer yer SSCB’ye yer faşist Avrupa’ya yüzünü dönmüştür.Yazının ana teması ise malum faşizmin menşei hakkında az çok fikir elde etmeye yarar mahiyettedir.Türk entelijansiyası hiçbir katkı sunmadığı fikir dünyasında her zaman geç kalmıştır.Pazara vardığında pazar yerini hep dağınık bulmuştur.Avrupanın faşizmi terk ettiği günlerde faşizme göz kırpmış,II.Enternasyonalden yıllar sonra II.enternasyonale göz kırparak onun mirasçısı SSCB’den yardım almış,hemen ardından devletin “kadrocu” aydınları tarafından ülke komünistleri tevkif edilmiştir.
    Yine kültürel konuya gelirsek bu geç ortaya çıkış için Nurdan Gürbilek’in “Kötü Çocuk Türk”,”Ev Ödevi” gibi eserlerine bakmak gerekmektedir.

    Cumhuriyet hesaplaşmasının yer yer ısındığı bugünlerde de bazı fundamentalist [frenkçesi kulağa daha bir entelektüel geliyordur umarım:)] yayınlar da tekrar tekrar cumhuriyet dönemi eleştirisine girişmektedir.Öteki’nin ötekileştirdiği günler yaşanmaktadır.Her iktidar,bir öncekinden biriken kini almakta,derisini tuzlamaktadır.Ya da iktidar,bu tür öç sahnelerini engellemek için sanat,kültür ve aile gibi yollarla iktidarını sağlamlaştırmaya çalışmaktadır.Bu durumda geç kalınmışlık tekrar etmeye mahkumdur.

    Son olarak da,saf şiir-öz sanat,yalnız sanat gibi amaçların yaratılabilmesi için naçizane fikrim toplumda,özellikle doğu’da,yani bu topraklarda “kerim devlet” anlayışının,asya tipi üretim tarzlarının akıllardan çıkartılması,kişilerin sınıfsız ya da sönük devletli bir yapıda yaşaması gerekmektedir.Aksi taktirde her ne fikirde olursa olsun sanat üretimlerinin hepsine yakını belli bir mefkurenin ürünü olacaktır.

    Mukaddesatçılar Necip Fazıl’ı,Sezai Karakoç’u,İsmet Özel’i yaratacak;Marksistler Nazımla yatıp Sabahattin Ali ile kalkacaktır.Ve devlet tüm bunların karşısına değişen rüzgarın yönüne göre aktör atayacaktır.Bknz:Cumhuriyet döneminde Varlık Dergisi,60 sonrası için bknz:Attila İlhan Çevresi ve günümüz örneği:İtibar Dergisi çevresi.

    Özgür ve öz-sanat ancak sınıfsız,sönük devletli toplumda-zihinde-fikirde gerçekleşebilir.

    • Murat Yetiş on said:

      Sayın Cumhur… Belirli bir mes’eleyi anlamak için verdiğiniz kaynaklar dışında herhangi bir kaynak bulunmadığı ve çaresiz sadece oraya bakılması gerektiği şeklindeki söylem ve düşüncenizi doğru bulmuyorum… Zaten yazıda, edebi ve düşünsel alanınotorite olan güçler tarafından devlete dayalı bir tekele bağlı kılındığı gerçeğinden söz ediliyor… Zihinsel statükolarımızın da aslında belirli bir blok tarafından oluşturulduğunu anlamamız gerekiyor artık… Ömrünün sonuna kadar Cumhuriyet veya Zaman gazetesinden beslenen bir insan olmak ve bu dünyada koca bir sıfır olarak yaşamış olmak ne acı bir şeydir… Maalesef düşünsel bir ötekileştirmeyi iliklerimize kadar içselleştirdiğimizi göremiyor…, bunun için de kendimizi bu alandan dışarı atamıyoruz…

      • Cumhur. on said:

        Doğru bulup bulmamak da muhatabın sınırlarını belirten bir durum değil midir? Aslında amacım,Melgoş Nesren Jake’nin yazısına yakın ve benzer bir başka açıdan da bakılabileceğidir.Burada zihnin statükoya vurulması ile kasıt nedir? Çok popüler bir söz,”taraf olmayan bertaraf olur.” ancak bu taraf ne “ZAMAN” ne de “Cumhuriyet”tir.Ötekilerin ötekileştirilmesinden dem vuran bir yazıda koca bir sıfır,sıkıştığımız alan nerededir?Sizin zihnin statükolaştırılmasından kastınız Marksist açıdan tahlile koşulmaksa,bu kişisel bir tercih,kişisel akademikliktir.Sanırım siz beni ve ake’yi simetrik olarak yanlış anladınız.Ayrıca verilen kaynaklar bugün bile her “taraf”tan otorite ve kaynak kabul edilmektedir.Korkmayınız,okuyunuz,o zaman daha net anlaşılabilirliğe varacağız.Uzlaşmayabiliriz ama birbirimizi anlayabiliriz.

  2. ömer acar on said:

    belkide melgoş nesren jake devletsiz bir toplum istiyordur. bu yönden cumhur beyin yorumunun son kısmına katılmamak elde değil. diğer kısımları içinse araştırılmak ve okunmak üzere iyi bir kaynak listesi sunmakta. murat bey’in zihinsel statüko kısmıyla meseleyi çok doğru yerden yakaladığını düşünüyorum. bu yazının devamı olarak “lanetli kimlikler ve dışarıda bırakılanlar” konulu bir yazı gelebilir belki. bu sayede konun içerisine daha çok girme şansı bulabiliriz.

    • Cumhur. on said:

      Sanırım verilen kaynaklarla bahsettiğiniz yazı çok güzel bir şekilde ele alınabilir.Bunu açıkça talep ederim sizden :) ama lütfen Sayın Yetiş gibi klasik objektivizmden uzak durun :)