deliduman
17:47 20 June 2014

Tek başıma da kalsam, dünyanın bütün hükümetleri ve onlara oy verenler bana karşı da olsa, dünyanın bütün hükümetlerine karşı ayaklananlar ve onlara destek verenler bana karşı da olsa; bütün dünya, yedi milyar küsur insan tek tek bana karşı da olsa…

On yedi yaşındaki Çağlar İyice konuşuyor. Kız kardeşi Çiğdem’i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz’i, taşra muhabbetlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı dedesini, hatırlarken kahrettiği babasını anlatıyor.

Deliduman, dermansız ve güdük bir ilçeden haykırmaya başlıyor, İstanbul’a uzanıyor. Çocukluğumuzun, hatıralarımızın ve bütün sokaklarımızın üzerinden dangır dungur geçen imar ve para iştahına lanet! Riyakâr dünyaya, Allahsız sermayeye, martılara, küçük bir kızın kalbini kıranlara isyan ediyor. Barikatların arkasında, soluk soluğa, yapayalnız, erken kaybeden bir delidumanın öfkesini çemkiriyor.

Emrah Serbes, zamanın ruhunu, Gezi’nin isyancılarını, hürriyetleri için öksürenleri, yerinde duramayanları, küfredenleri, ağlamayı unutmak için yumruğunu sıkanları resmediyor.

Deliduman, büyük zamanın ve her zaman kenarda kalanların romanı.

…………………………….

Kaybedenlerin büyük öfkesi

Asuman Kafaoğlu – Büke

Emrah Serbes, Behzat Ç. maceralarından sonra yeni romanı Deliduman’ ile okur karşısında. Bu kitabın başrolünde Gezi var: İsyancılar, alayına küfredenler ve daha niceleri…

Rus biçimciliği akımının önemli eleştirmenlerinden Boris Eichenbaum, 1910’larda ortaya yeni bir edebiyat terimi attı: Skaz. Yüzyıl başında tür olarak roman büyük değişimler içindeydi, her şeyden önce yazarlar kendilerini 19. yüzyılın katı edebiyat geleneğinden koparma arzusundaydı. Skaz, bu yeni arayışlardan biriydi. Birinci tekil şahısta anlatıcının tarafından konuşma dilinde, filtreden geçmemiş izlenimi veren ifadelerle çok içten ve doğal bir anlatı olarak tanımlıyordu Eichenbaum Skaz’ı. Genellikle anlatıcı ergenlik yaşlarında, dünyayı anlamaya çalışan bir çocuk olurdu, naif ve açık sözlü sorgulamasının ardında aslında derin sezgiler, hatta erdem hissettirirdi. Edebiyat tarihinin en ünlü Skaz’ları Mark Twain’in Huckleberry Finn ve J.D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı sayılır. Huck, on üç–on dört yaşlarındadır, Holden ise on yedi.

Emrah Serbes’in Deliduman romanının başkahramanı Çağlar, Holden ile yaşıt ve aynı onun gibi topluma ayak uydurmakta zorlanan, kendini dışlanmış hisseden bir çocuk. Çağlar, Marmara sahilinde bir ilçede “tamam itiraf ediyorum, annemi pek sevmem” dediği annesi, “dayım olacak it” dediği dayısı ve her şeyden çok değer verdiği dokuz yaşındaki kız kardeşi Çiğdem ile oturuyor. Ortalıkta görünen bir baba yok, babanın yokluğunu hiç ondan bahsetmeyerek, adını anmayarak, ağzın içinde çekilmiş bir dişi gibi, yokluğuyla hissettiriyor.

Çağlar, hayatını kız kardeşinin mutluluğu için adamış bir çocuk. Onun gözünde kardeşi üstün yetenekli, aşırı zeki, derslerinde okul birincisi, sevimli ve güzel. Üstelik süper güzel dans ediyor. “Moonwalk”u o kadar başarılı ki, şöhreti yakalaması an meselesi. Hasbelkader belediye başkanı seçilmiş, dürüstlükten nasibini almamış üçkâğıtçı bekâr dayısı da Çağlar’a yardım ediyor. Amaçları Çiğdem’i televizyonda yetenek yarışmalarına çıkarmak. Ancak ne yazık ki, milletvekili seviyesinde araya torpil katmak, bilumum kabadayılık ve daha bir sürü numara çektikleri halde bunu başaramıyorlar.

Ah şu Gezi!

Çağlar’ın en yakın arkadaşı, “sert, acımasız bir bilge”, “kendimi ne kadar tanıyorsam o kadar” tanıdığını söylediği Mikrop Cengiz en büyük yardımcısı. Onunla birlikte Çiğdem’in videosunu çekip Youtube’a koyuyorlar. Anında binlerce kez tıklanıyor video fakat başlarına büyük bir bela geliyor, zamanlamaları yanlış. 31 Mayıs 2013’te insanlar başka bir şeye kafayı takmış durumdalar, Gezi olaylarının gölgesinde kalıyor Çiğdem’in videosu. Ayrıca bir başka sorun daha var, videonun binlerce kez tıklanma nedeninin dansın güzelliğinden çok, Çiğdem’in aşırı kiloları olduğunu anlıyoruz. Kardeşine tutkuyla bağlı Çağlar’ın onun hakkında abartılı görüşlerinin de pek gerçek olmadığı ortaya çıkıyor.

Çağlar iki nedenden dolayı çok gıcık oluyor Gezi olaylarına, birincisi kız kardeşinin şöhretine engel olması, ikincisiyse nefret ettiği mimar babasının Gezi olaylarında aktif rol oynaması. Romanın ikinci yarısı Taksim meydanında, Gezi Parkı’nda ve ayaklanmaların en yoğun olduğu günlerde geçiyor. Dokuz yaşındaki Çiğdem’in parlak bir fikri var, herkesin gözü madem ki Gezi Parkı’nda, oraya gidip kendini Tomaların önüne atıp “moonwalk” yaparsa herkesin kendisini göreceğini düşünüyor. “İnşallah ben de kör olurum, kör olursam herkes ağlar. Kimse bu kız şişman demez” diyor çünkü “riske girmezsen kral olamazsın” diye bir inancı var.

“Muhalefet benim için bir varoluş tarzıdır” diyen Çağlar ise kardeşini koruması gerektiğini düşünerek elbette onu tehlikeye atmak istemiyor. Emrah Serbes, Gezi olaylarına farklı bir açıdan bakıyor. Burada karnını beleşe doyurmaya gelen sokak çocukları da var, ün yakalamak isteyip olayların bir türlü merkezine yerleşemeyen dokuz yaşında tombul bir kız çocuğu da. Ayrıca Çağlar’ın aslında bir oğlan çocuk olduğunu da unutturmuyor Serbes. Sokağa dehşetle giren Tomaları görünce heyecandan alkışlıyor. “Tüylerim diken diken oldu” diye anlatıyor Çağlar.

Romanı asıl güzel kılan şeylerin başında eşsiz betimlemeler geliyor. En hoşlarından biri, kendisi gibi futbolda yeteneksiz arkadaşı Ethem Kudnuva’yı (tersten Mete Avunduk!) anlattığı ve Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo benzetmeleri ardından yedek kulübesinden bir türlü sahaya çıkamayan iki kafadarın derin hayat felsefesi geyiği yaptığı satırlar.

Çok akıcı, komik ve içten buldum Emrah Serbes’in dilini. Elbette bir o kadar da şiddet yüklü. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi: “İşte böyle yarrak kulik bir ülkede yaşıyorduk, ondan sonra da diyorlardı ki Çağlar İyice çok ayıp, konuşma lütfen ülkemiz hakkında, imajımız sarsılıyor, olimpiyat vermiyorlar.”

………………………………

Yine vurmuş yumruğu masaya

Aslı Tohumcu

Epeydir kayıp olan samimiyeti arayanlar, kâğıt üstünde ahkâm kesenlerden usananlar için Emrah Serbes vardır…

Bu âlemin en delikanlı olmasa da, en harbi kızlarından biriyim ve kimseye yalan borcum da yok ya, o yüzden rahat rahat söyleyebilirim; ben bu Ankara tayfasından hafiften tırsıyorum arkadaş! O tayfadan sadece Emrah Serbes’i tanıdığım için, hafiften tırstığım kişinin aslında Emrah olduğunu çıkarmak zor değil! Artık o, bana kabadayı görünen duruşu yüzünden mi, sesinin davudiliğinden ya da başka bir şeyinden mi? Ne bileyim, zaten insan her şeyi bilemez ki. İşte şimdi hafiften tırsarak yazıyorum bu satırları da. Hani Emrah’la bir köşede karşılaşırız da, “Ne diyon lan sen!” derse falan diye… Allah sonumu hayretsin.

Neyse, neden tırsıyorum bilemiyorum demiştim, ama bildiğim bir güzel şey var! Şimdi duyunca beni fazla romantik ya da muhafazakâr bulabilirsiniz, açıkcası hiç umrumda değil. Umrumda değil, çünkü çok doğru bir şey söyleyeceğim. Kaleminden çıkanla ağzından çıkanın örtüştüğü edebiyatçılardan hoşlanıyorum. O edebiyatçı sizin için bir Kafka ya da ne bileyim bir Flaubert olmayabilir (zaten Kafka ya da Flaubert arayan gidip onları okusun kardeşim). Ama… Yeryüzünde epeydir kayıp olan samimiyeti arayanlar, kağıt üzerinde poz kesip iş hayata, sokağa geldiğinde kaçak oynayanlardan içi kalkanlar için Emrah Serbes vardır!

Behzat Ç.’ye ya da tayfasından herhangi birine istediğimiz kadar âşık olalım, Erken Kaybedenler’de edebiyatını istediği kadar başka bir basamağa taşımış olsun, OT’ta insanın yüreğine tokat ardına tokat indiren hikâyelerinden istediği kadar anlatsın, Emrah kafasına ne kadar vurulursa vurulsun kafa tutmaya devam edecek bir adam olduğu için Emrah Serbes’tir biraz da. En azından benim için. Bu denklemden bir şey eksildiği takdirde ben de eksilirim, umudum eksilir.

Umudum eksilecek gibi olursa, alın işte siz şahidimsiniz, gider ben bizzat Emrah’ın kafasına indiririm. Tırsa mırsa, ama indiririm.

Şimdi… Adam oturmuş, Deliduman diye roman yazmış. Yeni. Yine vurmuş yumruğu masaya, masada oturanları yerinden zıplatmaya kararlı. Yaşadığımız sokaktan, soluduğumuz havaya kadar hayatımızı her bir yerinden kemirme iştahıyla tepemizde dönen yırtıcılara en okkalı küfürleri basmaya kararlı. Şiddetiyle, içtenliğiyle, bakış açısıyla, bir dolu meseleyi birlikte kucaklayabilişiyle, meselelere belki bizim bakamadığımız yerlerden bakmasıyla, okurlarını bir kez daha yarı yolda bırakmamaya kararlı.

İşte buraya yazıyorum; böyle böyle romanlarla alırız biz o olimpiyatları. Bir de… Emrah, ciğerim, gel bir söyleşi yapalım dediğimizde “ı-ııhh istemem” dersen, arkandan böyle konuşurlar işte! Gözlerinden öperim…

Radikal İki 

Kitaptan Bir Bölüm Okumak için:  http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/deliduman.pdf

Comments are closed.