”Ben hep yenilmeye mahkum muyum?”
17:09 12 May 2014

Sözleri İlhan Behlül Bektaş’a, bestesi Rıfat Şanlıel’e ait bir şarkıda geçer bu cümle. Bir çoğumuz şarkıyı Müslüm Gürses ile öğrenmişizdir ve hala rahmetliyle biliyoruz.

Mart 1982, sinemalarda Yücel Uçanoğlu’nun ‘İtirazım Var’ filmi var. Başrollerde arabeskin kralı Müslüm Gürses ve Serpil Çakmaklı. 80’ler Türk sinemasında iz bırakan filmlerden bir tanesi. Filmi önemli kılan dönemin en ünlü simalarından ikisinin rol alması ya da sinematografik anlamda başarılı bir film olması değil, Gürses’in söylediği, filme de ismini veren ‘İtirazım Var’ şarkısıydı. Zira şarkı bugün dahi dillerden düşmüyor.

1953 yılında doğan Müslüm Gürses namı diğer ‘Müslüm Baba’, 1968 yılında profesyonelliğe adım atarak ilk plak’ını çıkardı. Bu plak beklenmedik şekilde üç yüz bin satış rakamına ulaşarak müzik camiasında büyük şaşkınlık yarattı. Bu tarihten sonra ardı arkası kesilmeyen konserler, turneler başladı. Daha ilk zamanlarda çıktığı bir anadolu turnesinde geçirdiği kaza sonucu öldü sanılarak morga kaldırıldı. Gözlerini açtığında unufak olmuş bir alın kemiği ile bir kabinin içinde buldu kendini. Ameliyata alındı ve alnına bir koruyucu plaka takıldı. Koku duyusunu tamamen, işitme duyusunu ise yüzde elli oranında yitirdi. Buna rağmen müziğe ve bazı zorluklarla da olsa yaşamaya devam etti. İnsanların müziğine gösterdiği ilginin temel nedeni arabesk müziğin hitap ettiği kitlenin içinden gelen bir ‘kaybeden’ olmasıydı. Tıpkı 60’lı yıllarda kentleşme furyasına dahil olup göç eden yüzlerce aile gibi daha rahat bir gelecek için göç etmişlerdi Urfadan Adanaya. Müzik hayatı başlayana ve meşhur bir şarkıcı olana kadar arabesk olarak niteleyebileceğimiz bir ifadeyle ‘çok çile çekmişlerdi’. Bir kaybedendi o da, kaybedenlerin sesi olmadan önce. 90’lı yıllarda artık Müslüm Gürses bir fenomendi.

70’lerde doğan nesil tam da onun bu döneminde büyüdüler, goncoldular. Bu gençlerden biri de 1973 yılının ocak ayında doğmuş İzmit’li bir şairdi. İzmitte büyümüş, ilk gençliğini burada geçirmişti. İzmit depremini de yaşayanlardan. Ölümle tanışıklığı bayağı eskidir yani. Sonra annesini kaybetti, tıpkı genç yaşında öksüz kalan Müslüm Gürses gibi. Bu tarihten sonra ölüm hayatına hiç çıkmayacak şekilde girdi (ölümün hayatından hiç çıkmayacağını bildi). İlkin şiirlerinde gördük, ardından filmlerinde…

Musa Rami, Fikri Şemsigil, ardından Beş Şehir, sonra Celal Tan ve Ailesi hepsinde ağır bir ölüm korkusu, arabesk bir duygu yükü ile birleşir, kiminde az kiminde çok. Çünkü ‘ölümün cazibesine kimse karşı koyamaz’dır.(1)

Mayıs 2014. Karaköy’de bir camide imamlık yapan Selman Bulut, cami cemaatiyle namazdayken iki el silah sesi duyar. Arkasını döndüğünde cemaatten hırdavatçı dükkanı sahibi Salih yere yığılmış, cami kapısından dışarıya bir gölge hızla hareket etmektedir. İmam Selman, gölgenin peşinden koşmaya başlar. Neyin nesi olduğunu anlayana kadar da durmaz. Ölümün cazibesi Selman Bulut’u esir almıştır şimdi.

 

 

Müslüm Gürses’in genç yaşta annesini kaybetmesi, yaşadığı büyük trafik kazası sonucu kafasına takılan plaka, alnındaki ebedi kırık gibi hayati önemdeki tecrübeler, Onur Ünlü ve Selman Bulut’un hayatında da önemli referanslar olarak karşımıza çıkıyor. Selman Bulut, kafasında mesleğinin ilk yıllarında geçirdiği, eşini kaybetmesine neden olan kazadan hatıra teflon bir plaka ve burnunda eski günlerden kalma bir kırıkla yaşamaktadır zira. Selman Bulut’u farklılaştıran, kaybettiği satranç maçından sonra arkasına yaslanıp ‘oh, yine kaybettim’ diyerek ‘kaybedenlerin sesi’ kavramına yeni bir boyut kazandırmasıdır. Düşünülmesi gereken önemli bir şey var burada; ”kaybetmemek için neleri kazanamamayı göze aldıkları”. Arabeskin kadere ve kedere dokunuşunu alıp anti sinemacı kişiliğinde ölüm ve kaybedişle, yer yer bilinçli tutarsızlık ve dolayısıyla yabancılaşmayla yoğurup, buna varoluş’a dair fikriyatını ekleyerek çok bilinmeyenli bir soru haline getirip seyirciye bir hayal perdesinde sunuyor 1973 doğumlu şair/yönetmen Onur Ünlü.

&&&&&

(Filmi henüz izlememiş olanların derhal izlemeleri ve ardından buraya, bıraktıkları yere dönmelerini öneriyorum.)

Polis, Çocuk, Beş Şehir, Güneşin Oğlu, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi ve Sen Aydınlatırsın Geceyi filmlerinin senarist ve yönetmeni Onur Ünlü’nün hem yapımcısı olduğu, hem Sırrı Süreyya Önder ile birlikte senaryosun yazdığı hem de yönetmenliğini yaptığı son filmi ‘İtirazım Var’ 33. İstanbul Uluslar Arası Film Festivali ile ilk gösterimini yaptıktan sonra vizyona girdi.

Polisiye türündeki film bir imamın kendine has, sıradışı yöntemleriyle, camisinde işlenen bir cinayeti çözmek için uğraşırken başından geçenleri anlatıyor. Temelde üzerinde durulan ve imamın işini zorlaştırarak hikayeyi renklendiren şey, bir çok karakterin bu cinayetle ilişkisinin olması. Yani herkes şüpheli. Filmde ünlü İngiliz dedektif karakteri Sherlock Holmes hikayelerini hatırlatan ve hatta ona dair açıktan göndermelerde de bulunan bir olay örgüsü görüyoruz. Çalışılmış ve iyi kurgulanmış bir senaryoya sahip. Onur Ünlü ‘itirazım var’ ile ilk gösteriminin yapıldığı 33. Uluslar Arası İstanbul Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödülü aldı. Buna rağmen Ünlü’nün senarist kimliği ön planda olmaya devam ediyor. Bu kimliğin yansımasını film içinde eleştirel bir tutumla arayalım biraz..

Onur Ünlü senaryoları ve dolayısıyla filmleri kendi ifadesiyle ‘bir an’ ya da ‘bir karakter’den hareketle ortaya çıkıyor. Hikaye bir ya da birkaç karaktere göre şekilleniyor. Filmin üzerine kurulduğu Selman Bulut da (Serkan Keskin) Ünlü’nün yarattığı sıradışı karakterlerden bir tanesi. Onur Ünlü ‘İtirazım Var’ filminin merkezine ‘cami imamı’ Selman Bulut’u koyuyor. İmam Selman toplum tarafından doğru ve gerekli kabul edilen geleneksel algının dışında yaşayan biri. Bir imam ancak tanıdığımız hiç bir imama benzemiyor. Gençliğinde boks yapmış, bağlama çalan, siyaset bilimi lisans ve antropoloji yüksek lisans derecesine sahip, satranç tutkunu ‘aykırı’ bir kişi. Tevafuk olarak çevresi de ona ayak uyduruyor. Erkek arkadaşı ile imam nikahı kıyarak aynı evde kalmaya başlayan kızı Zeynep (Hazal Kaya), Ermeni bir analığı olup ona yardım eden, kilise ile garip ilişkileri olan, resim, hat, heykel olmak üzere güzel sanatlara ilgili ve yetenekli bir genç müezzin Efraim (Umut Kurt), mahallenin kimsesiz çocuklarından çete kuran, gizemli boksör süpermen (Erkan Kolçak Köstendil), namaz esnasında cinayete kurban giden, hırdavatçı görüntüsünde tefecilik yapan Salih bu sıradışılığa katkı sağlayan bir kaç örnek.

Bir filmde karakterin iyi çizilmesi Yavuz Turgul’un ifadesiyle(2) ‘ne zaman ne yapacağı, neye nasıl tepki vereceği önceden bilinen bir karakter çizmek’ demektir. Bunu birçok senaristin karakter tahlilleri konusunda çokca yardımına başvurduğu, analitik psikolojinin kurucusu, İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung’un ‘kral, savaşçı, büyücü, aşık’ ismindeki dört arketipi anlattığı kitabında da onaylandığını görürüz. Ancak filmde bazı noktalarda bunun aksine tutarsızlıklar mevcut. Örneğin üniversitede siyaset bilimi okumuş ve antropoloji mastırı yapmış, satranç oynayan, analitik zekaya sahip bir adam olan imam, kızının imam nikahlı eşi Gökhan (Öner Erkan) ona Oscar Kokoşka’dan(3) bahsettiğinde karakter yapısı ile tutarsız bir şaşkınlık yaşıyor. Siyaset bilimi dışındaki başka bir pozitif bilim insanına dair bir bilgi, karakteri ifade ederken bahsedilen niteliklerle çelişiyor. Her ne kadar Ünlü seyirlik bir film ortaya çıkarmak için karakterleri veya olayları karikatürize etme yoluna gitmiş olsa da bu durum, kendi sinemasına dair karakterlerle ilgili temel saiklere pek uymuyor. Kızı kaçırılan imam ile kızının sevgilisinin haberi alır almaz hızla camiden çıkarken durup ‘watson’ esprisi yapması da benzer bir durumu ifade ediyor. Burada da bir karakterin niteliklerine zıt bir tepki vermesinden öte senaryoda yazılmış olan sahnenin mizah unsurları içermesi istemiyle o karakteri mecbur bıraktığı tutarsızlık göze batıyor. Yönetmenin akıllarda Gökhana dair bir şüphe bulunmaması için kurduğu bir tuzak olarak düşünsek bile, zarif bir Sherlock göndermesi abartıldığında ya senaryodan ya da karakterden bir çatırdamanın ortaya çıkması da karşı konulamaz oluyor haliyle.

Polisiyelerde hikaye aralarına serpiştirilen ipuçları seyirciyi de yanına alır ve sürükler. Olay örgüsünün düğüm noktasında herşeyi film sonunda imamın küçük bir çocuğa anlatır gibi Gökhan üzerinden seyirciye anlatmasına bırakmadan yerleştirilebilecek belirgin ayrıntılar, vasat düzeydeki Türkiye polisiye sineması üzerinde bir yere oturan filmi birkaç basamak daha tırmandırabilirdi. Bunların dışında senaryo için yapılabilecek çok fazla bir olumsuz eleştiri yok. Sıradışı Onur Ünlü kafası ile ortaya çıkmış zeka ürünü bir dedektif hikayesi.

İçerdiği mizah unsurları, politik duruşu, klasik algılara getirdiği eleştiriler ile ‘İtirazım Var’ bilinen Onur Ünlü filmlerinden biraz farklı bir noktada. Mesajını daha doğrudan veren bir tercih yaptığı görünüyor diğer filmlerine nazaran. Doğrusal ilerleyerek ucu açık bırakılmayan net sonu ile de çok farklı olarak daha seyirlik bir yerde duruyor. Filmin temas ettiği konuların nitelik ve nicelik olarak yoğunluğu, karmaşık olmayan bir dizgede seyirciye ulaşmak zorunda kalıyor haliyle. Tefecilik, pedofili, faiz, banka kredisi, klasik İslami fıkıh anlayışı, diyanet işleri, mezhep farklılıklarının yarattığı gerilim, iktidar politikaları, gezi olayları gibi çok sayıda konuya dair göndermeler ve mesajlar içeren film, senaryoya büyük resimde bakıldığında bu ağırlığın üstesinden gelmiş görünüyor.

Bir sahnede filmin geneli ile doğrudan ilişkili olsa da doğrusal akışla çok bütünleşmeyen, klasik algılara dair ifadeler içeren vaaz sahnesi ile karşılaşıyoruz. Birçok filmde görebileceğimiz, imgeler, imalar, metaforlardan uzak bir an. Film boyunca söylemleriyle seyirciyi kendine inandırıyor ve bunun ona verdiği bir tek şeyi doğrudan söyleme hakkını da burada kullanıyor yönetmen. Klasik fıkıh anlayışına dair doğrudan haykırıyor Selman Bulut. (Hala izlememiş olup da yazıyı okumaya devam edenler için hepsini vermiyorum) İlahiyatçı- Yazar İhsan Eliaçık’ın bir yazısından alıntı metinden bir bölüm;

”ihtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır. altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegemonya kurmak için kullanılıyor,infak edilmiyor. mülkte şirk koşuluyor. kırkta bir diye bir şey tutturulmuş gidiyor. komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var. peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen bir milyar insan için ne diyor?…

…ebuzer ğıfari’nin dediği gibi ‘geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim”

 

 

Bu sahnede metnin içerdiği ifadeler dışında bir noktaya daha temas etmek gerekiyor kanımca. Vaazı sadece bir kişinin dinlediği görülüyor. Bu klasik dini ve toplumsal algılara karşı duranların vaya eleştirel yaklaşanların azlığını ifade ediyor bir bakıma.

Bunlara ek olarak ‘yönetmen’ Onur Ünlü’nün her filminde olduğu gibi yakın planlar burada da büyük yer kaplıyor. Duyguları yoğun işleyen bir film için duyguların yüz ifadeleriyle anlatımı üst düzey oyunculuğa ihtiyaç duyar. Bu konuda hiç zorlanılmadığı hem cast’den hem de filmi izleyenlerin görebileceği gibi başarılı oyunculuklardan anlaşılıyor. Özellikle başrolde imam Selman Bulut’u oynayan Serkan Keskin’in rolün hakkını vermesi 33. Uluslar Arası İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışmada urmaca dalında ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü almasıyla tescillenmiş oldu.

Filmde kullanılan müzikler eleştiriye yer bırakmayacak derecede başarılı. Şah İsmail’den, Ahmet Yurt’dan, Aşık Emrah’dan alevi türküleri filmin açılış sahnesi başta olmak üzere filme başarılı şekilde giydirilmiş. Bunun için kurgu sonra üç müzisyenin titizlikle çalıştığını biliyoruz. Yönetmenin Serkan Keskin ile birlikte türküleri icra eden Hüseyin Turan tercihini de es geçemeyiz. Bunun yanında özellikle gerilim ve mizah unsurları içeren sahnelerde kullanılan müziklerle Sherlock Holmes’ü bir kez daha selamlıyor. Zira bu müzikler Holmes’ün müziklerinin bu coğrafyanın kültüründen ögeler barındıran hali.

&&&&&

Onur Ünlü’nün son bir kaç yıl içinde daha önce olduğundan daha popüler bir yönetmen olduğu aşikar. Bunda çekmiş olduğu ‘Leyla ile Mecnun’ dizisinin rolü büyük. Diziyi TRT’ye çeken Ünlü ile TRT’nin yolları gezi olayları nedeniyle ayrılmıştı. Muhalif kişiliği, olaylar karşısındaki tavrı, bu tavrı yüzünden başına gelenler karşısındaki duruşu her daim gündemi işgal edecek bir atmosferin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu anlamda zaman zaman hem sinema hem de siyaset çevrelerince tartışma konusu olmaya devam edecek gibi görünüyor. Aslında hikayeyi ortaya çıkarırken Sırrı Süreyya Önder ile birlikte çalışmış olmaları bile yeterince tartışılma potansiyeli barındırıyor. Zira Onur Ünlü’nün pek suya sabuna dokunmayan bir adam olmaya niyeti yok. Filmde özellikle kendisinin de dahil olduğu islam inancının günümüz yaşamına etkisi üzerine klasik fıkıh anlayışı temelinde radikal eleştiriler getiriyor. Hakikatle ilgili mücadelede günaha bulaşmamak için atıl kalmamak, bir yol üzerinde günahtan geçmek gerekiyorsa o riski almak gerektiğine dair İbn-i Arabi’nin ‘günah ile ilişkisini kesen kemale eremez’ sözlerini hatırlatarak ‘devletin ve hakim islam algısının uysal müslüman/sünni vatandaş’ yaratma çabasını eleştiriyor. Ayrıca mezhepçiliğin ileri düzeyde yaşandığı günümüzde, alevilik ile ilgili ögeleri çok defa olumlayarak kullanması dikkat çekici. İslami algıların yanında bu algılardan beslenen muhafazakar iktidara ve içeriğinden bağımsız olarak tüm iktidarların da yaşaması için saiklerini kendine yontarak aslında devamlılığına çabaladığı ‘kutsal devlet’ mantığına doğrudan eleştiriler getiriyor. Filmde Selman Bulut’un ağzından duyulan “devlette kim kimden rüşvet alıyor belli değil, ama bunların hepsinin kaydını tutan bir defter var” cümlesi özellikle 17 aralık sürecinde uzun süre tartışılan yolsuzluk iddialarıda düşünüldüğünde önemli bir yere oturuyor. Filmlerinde seyirciye çok defa ‘ölüm var hacı!‘ diyen Ünlü yine hatırlatıyor: ‘Allah var hacı!’. Keza geçtiğimiz günlerde vermiş olduğu bir röportajında Fuzuli’nin ”selam verdim rüşvet değildir diye almadılar’’ sözlerini hatırlatarak yüzyıllardan beri bu durumun değişmediğini ve değişmeyeceğini, bunun iktidarın kendisi ile ilgili bir gerçek olduğun ifade ifade etmişti. Kendi yaşadığı olaylardan hareketle filmde kullandığı meseleler var. Daha önce film çekmek için 150 bin lira borç alıp yıllarca çalıştıktan sonra 1 trilyon şeklinde geri ödediği tefeci bunlardan biri. Zaten camide cinayete kurban giden adam hırdavatçı dükkanı işlettiği bilinen ve çocuklara cinsel tacizde bulunan bir tefeci. Tefecileri, tefeciliği, filmde yer alan ve borcunu ödeyemediği için karısı tefeci tarafından aç bir köpeğe parçalatılan bir karakterin hikayesinden hareketle ‘faiz’i yerden yere vuruyor. Para kazanmanın onuruna, gururuna değiniyor, ”kaybedenlerden olsan da” diyerek. Buna ek olarak Selman Bulut’un bankacı kadına söylediği ”hükümette tanıdığım olsa neden kredi çekmekten utanayım” sözleri de filmin can alıcı dialoglarından.

&&&&&

Ünlü’nün muhalif tavrını hepimizin yakından şahit olduğu ‘gezi olayları’ süresinde yaşadığı meslek hayatını ilgilendiren olumsuz gelişmeler dolayısıyla bu sürece bağlamak yanlış bir tespit olur. Yıllar önce yazdığı bir şiirinde geçen ve görece popüler olan ‘devletin bekasının da allah belasını versin..'(4) mısrası bunun aslında çok önceden beri var olduğunu anlatmak için bir çok ipucu barındırıyor. Hatta ”bir yanımda kardeşim, bir yanımda selman adlı bir bulut, radiallahüanh!”(5) dizeleri, bize itirazının 1996 yıllarına yakın bir tarihte başladığına dair şaşırtıcı bir bilgi sunuyor. Aynı şekilde önceki filmlerinde de yer yer bu noktaları yakalayabiliyoruz.

 

 

Bu eleştirilerin bir şekilde karşılık görmesi de beklenen bir durumdu aslında, biraz da Ünlü’yü haklı çıkaracak şekilde. Önce daha önce bahsettiğim ‘Leyla ile Mecnun’un yayından kaldırılması, şimdi de ‘İtirazım Var’ın +18 ibaresiyle (itiraz üzerine +15’e çekildi) vizyona sokulma kararı Ünlü’nun ‘duruş’una karşı verilen birer cevap niteliğinde. Devlet kendi işleyişini hedef alarak ortaya çıkan her ‘radikal’ eleştirel düşünceye uyguladığı ‘hareket alanını daraltma’ stratejisini yine işletiyor. Bir şairi en iyi şiiriyle anlayabiliriz.

”Bir sırrı vaktinden önce saklayıvermişim

Cümle coğrafya ve dahi dağları sıkıntı basmış

Ben artık sürekli hançerlenirim

İki tiren öpüştümü kondüktör yanar” (6)

diyor Ah Muhsin Ünlü bir şiirinde. Tabiri caizse ölümden geçinen, ölümle eğlenen, ”her an ölebileceğini bilmek ve yaşama sevinci arasındaki gerilimle ilgileniyorum” diyen bir adama bu hançerlerin fayda etmeyeceğini tahmin etmek zor değil.

&&&&&

Özetle nasıl ki sinema coğrafya’dan, sosyolojiden, gelenekten ve tarihten beslenir, kimliğini belirleyen unsurlardandır bunlar, insanlar için de aynı şey geçerlidir diyebiliriz. Selman Bulut’dan hareketle ‘itirazım Var’ı ve dolayısıyla Onur Ünlü’yü Müslüm Gürses’in ve bu ülke sineması da dahil olmak üzere geleneğin, tarihsel ve kültürel kodların dışında değerlendiremeyiz. Yazının amacı da esasen biraz da bunu vurgulamak. Bu ülkede yaşayan belki 3 belki 4 kuşak, arabesk kültürünü, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur gibi isimlerin ülke insanında nasıl bir yer edindiklerini, nasıl etkiler bırakmış olabileceğini düşündüğünde tanıdık bir şeyler hatırlıyordur mutlaka. Doğrusuyla, yanlışıyla, iyisiyle, kötüsüyle bize ait olan, bu toplumun içinden çıkmış her şey, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bizlerde kendine az ya da çok yer ediniyor.

Son söz; ‘İtirazım Var’ komedi ile dram arasına sıkışan Türk Sineması için umut verici bir polisiye denemesi. Yönetmenin ifadesine göre ‘İtirazım Var’, ‘Polis’ ile başlayan, ‘Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikayesi’ ile devam eden ona tamamlanacak olan ‘milli cinayet koleksiyonu’nun üçüncü parçası. Absürd diye nitelenebilen işlerle tanınan Onur Ünlü’nün diğer işleri gibi bu da kimilerine göre anlamsız ve hatta saçma dahi gelebilir. Ancak zihin açıcı, düşündürücü, akıl dolu, eğlenceli ve farklı olduğu bir gerçek. Yönetmenin kendi zirvesi sayılan ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ filmine kıyasla çok daha seyirlik bir film olsa da aynı oranda ‘Ah Muhsin Ünlü’yü görmek mümkün.

Milli Cinayet Koleksiyonu’nun devamı olacak diğer filmler için hali hazırda çalışan Ünlü, ”Selman Bulut’un aşık olduğunu görmek istiyorum” demişti. Bu görünmez ilişkilerin, benzeşen öykülerin yanına bir de aşkından kolon kanseri olur mu imam efendi? Haydi kızın adı da Burçak olsun..

1- ‘Polis’ 2005, Onur Ünlü

2-‘Yavuz Turgul’un Dünyası’ 2008, Sadık Battal

3-Avustralyalı Ressam, Şair, Oyun Yazarı

4-‘Ah O gemide Ben de Olsaydım’ Ah Muhsin Ünlü

5-‘vincit omnia veritas!’ Ah Muhsin Ünlü

6-‘lâl, gül, döl’, Ah Muhsin Ünlü

 

Comments are closed.