Güle güle Çerkesya’nın centilmen şövalyesi...

İmdat Kip 22 September 2016
Bir Çetin Öner Geçti

 

Dağlara Yazılıdır’ı okuduğumda kendisiyle tanışmamıştım henüz, üniversitede öğrenciydim. O zamanlar, Türkiye’nin sanat ve kültür camiasında adıyla sanıyla bilinen ve rüştünü ispat etmiş, Çetin Öner gibi birinin kendi kimliğini sahiplenmesi bizim için çok değerliydi. Çerkes kültürü  ve yaşamı ile ilgilenmesi, o konuda bir eser ortaya koyması ise çok heyecan vericiydi.

 

Çerkesçe müzik kasetlerini  çantalarımızda taşıdığımız, anavatanda basılmış Çerkesçe kitapları polisten gizleyerek okumaya çalıştığımız yıllardı.

 

Asimilasyonun pençesindeki Çerkeslerin sağ kesimi, Türkleşmenin dayanılmaz cazibesine savrulurken, sol kesimi devrimle dünyayı kurtarmanın peşinde, dindarlar ise ahrette Çerkeslikten  soru çıkmayacağından emin, konuya ilgisizdiler.

 

İmam Hatip kökenli bir başlangıçtan sanat edebiyat  ortamının zirvelerine tırmanmış.  Kentin,  sol ve evrensel değerlerin dehlizlerinde yok oluşu denemişti. Sonunda,

 

“Anadilimi örtün üstüme,
Anadilimi örtün!
Çıplağım,
Üşüyorum.””

 

diyecekti.

 

Yıllar sonra tanışıklığımız, çok coşkulu , samimi bir dostluğa dönüşecekti. Şamil’le yaptığımız “Xame Xeku” şarkısına işaret eden güzel bir şiirini ithaf ederek onurlandırmıştı  beni,  bir de.

 

Çok ortak yanımız vardı. Onunla paylaştığım kısa zaman dilimi, hayatımın çok lezzetli,  dolu ve anlamlı parçaları oldu hep, öyle de kalacak.

 

Aramızdaki yaş farkını hissetmediğim, bazen muzip bir çocukluk arkadaşı, bazen bir bilge filozof, bazen Çerkes sorunuyla dertlenen bir duygusal şair. Hepsi bir arada, hiç değilse senede bir yüklenmem gereken bir enerji paketiydi o.

 

Sabahlara kadar konuştuk;  Çerkeslerin hikayesini, sürgün ve soykırımı anlatacağımız bir filmin projesini.

 

2000 yılındaki meşhur DÇB kongresinde Kafder delegasyonunun içindeydi. Olaylardan pek haberi olmayan, usulen heyete dahil edilmiş bir delegeydi. Kendisini otelden aldım. Evimde misafir ettim. Başkana anlatamadığımız devletleştirme operasyonunu kendisine anlatma imkanım oldu böylece. Durumu hemen kavramıştı. “Nasıl sattık sizi ama İmdat” diyerek dalgasını geçiyordu.

 

Evlenirken -2005 yılında- kendisini aradım.  Çok neşelendi. “Gelmezsem namerdim” dedi-atladı geldi. Yine sabahlara kadar sohbet ettik. GawurArtin’in  maceralarını dinliyor, “Bu Gawurla iftihar ediyorum , Rusya’yı bunun sahtekarlıkları batıracak” diyerek, kahkahalarla gülüyordu. Gawur’un, Rusya yerine beni batırdığını anlatma imkanı bulamayacaktım bir daha.

 

Dolu dolu birkaç gün geçirdik. Herşeye renk katan, herkesle kaynaşan kişiliği ile aileden biri oldu, Türkiye’den gelen küçük yeğenlerimin de yakın arkadaşı.

 

Geçtiği yerde iz bırakan, mitolojik çağlardan kopardığı yaprakları taşıyan, Çerkes atlarının yelelerini okşayan bir rüzgardı o-bir rüzgar gibi geçti. Bir Eylül hüznünde bizi yalnız bırakarak.

 

Biz onu; binlerce ışık yılı ötelerde bir gezegenin, henüz işgal edilmemiş Çerkesya’sına gönderdik. Orada meşe ağaçlarından fıçılarını yap Çetin Abi. Kırmızı şarabın henüz haram kılınmadığı bir mevsimde orada buluşacağız. Kafdağı’nın eteklerinde, anadilinden örülü yamçılara sarınıp, Nartların şarkılarını söyleyeceğiz, serin gecelerde üşümeden.

 

Tanrı bizi,  atalarının soykırıma uğradığı, vatanılarının işgal edilip, varlıklarının bitme aşamasına getirildiği bir gezegene,  Çerkes olarak göndererek cezalandırmayacak bir daha.

 

Güle güle Çetin Abim,

 

Güle güle sevgili dostum,

 

Güle güle Çerkesya’nın centilmen şövalyesi,

 

Sen tatlı bir rüzgardın, özgür tayların yelelerinden estin, yoksulların sofralarından, mağdur halkların yanından estin. Sonunda kendi şarkını söyledin, yok edilen halkının yüreğinden, anadilinden estin. Esmeye devam edeceksin.

 

Güle güle,

 

İmdat Kip, 19 Eylül 2016, Nalçik

Comments are closed.