Dönüşçülük gerçekte çoktan bitmiştir-yoktur. Var olması da gerekli değildir.

İmdat Kip 20 April 2016
İmdat Gibilerden Duayenlere/2

 

Sn. Hatam dönüşün ruhunu anlamadığımı söylemişti, Fahri Huvaj da farklı ifadelerle benzer bir görüş dile getiriyor. Her ikisine de katılıyorum. Bu konuda anlaşıyor olmamız iyidir son tahlilde.

 

Ben duayenlerin temsil ettiği dönüşün ruhunu kavrayamadım. Kavradım, benimseyemedim demek daha doğru belki de.  Vatana döndükten sonra da, yaşayan bir şeyden çok bir ruh halinden ibaret olduğu için dönüşçülük, pek de karşılaşmadık. Nadiren de olsa beden halinde ortaya çıktığı zamanlarda da, hiç katılmadığım işlerle meşgul oldu.

 

Dönüşçülüğün tarihini üç evrede incelemek gerektiğini düşünüyorum.

 

Birincisi SSCB dönemidir ki dönüşçülüğün en diri dönemidir bana kalırsa. Vatan yeniden keşfedilmiş, tarih yeniden biçimlendirilmiş, gelecek kurgusu da üzerine inşa edilmiştir. Orada her şey güzeldir. Anadilimiz, kültürümüz canlı bir şekilde yaşamakta, soydaşlarımız mutlu bir hayat sürmektedir. Çerkesçe kitap okunmakta, müzik dinlenmekte, tiyatro izlenmektedir. Köyleri bile doğalgazla ısınmakta, refah içinde yaşamaktadır.

 

Aynı dönemde Türkiye, Çerkes olduğunu ifade etmenin bile problemli olduğu bir ülkeydi.  Çerkesçe şarkıları bantlardan gizli gizli dinler, SSCB büyükelçiliği aracılığıyla ulaşan Çerkesçe kitapları kutsal kitaplar gibi gizlerdik. Sovyet kurgusuyla doldurulmuş “dandik” içeriklerini bile sorgulamazdık. Çünkü aradaki fark çok büyüktü. Çerkesler ise hala köylü, ağırlıklı olarak yoksul ve eğitimsizdi.

 

Dönüşçülüğün önündeki en önemli problem, Türkiye ortalamasının bile üzerinde anti-kominist, anti- Rus ve muhafazakar bir Çerkes kitleyi ikna zorluğu gibiydi.  Anavatandan ithal Bolşevik şarkılarını ve bunlara uyumlu Kuşha Doğan uyarlamalarını dinliyorduk. Geçenlerde Türkiye’deki gruplardan birini “Marja Marja Karahalk” şarkısını söylerken gördüm internette. Ben bu şarkıları 22 yıldır tek bir kez bile  duymadım Çerkesya’da. Kuşha Doğan kendi şarkısında “şimdiki thamadeler (toplum büyükleri) baldırı çıplaklardır, gerçek thamadelerimizi vatanda bıraktık biz” diyordu. Yıllar sonra anlayacaktım, o thamadelerin Sovyet bürokratları (Hafıtse’ler vs.) olduğunu.

 

Bu dönem dönüşçülerin romantik dönemidir, tüm şartlar da buna uygundu.

 

İkinci dönem Sovyetlerin yıkıldığı, Rusya’nın perişan ve alkolik bir kafayla batıya yönelmeye çalıştığı Yeltsin dönemidir. Bu dönemde dönüşçülerin az bir kısmı vatana dönmüş, diğerleri dönecekmiş gibi davranmaya devam etmiştir. Dönüşçülerden çok daha fazla sayıda tüccar, işçi, maceracı, sahtekâr gelmiş, kimisi kalmış kimisi ise gitmiştir. Bu bir eleştiri değildir, eşyanın tabiatına uygun ve doğal olanı budur, açılan kapıdan ilk girenler fırsatçılar olur.

 

Çerkesler hazırlıksız ve örgütsüz olarak girdi bu döneme. Dönüşler kişilerin bireysel imkânlarına bağlı idi. İmkânınız varsa, gelmek ve yerleşmek çok kolaydı. Yasal zemin elverişliydi. İkamet şu-bu evrak bürokrasisi süreci, biraz rüşvet gerektirmesi dışında çok ucuz ve kolay geçilebiliyordu.

 

Anavatanda ulusal örgütlenmeler canlıydı. Abhazya savaşının da etkisi ile yüksek bir duyarlılık oluşmuştu. Özerk cumhuriyetler federasyonun ortağı idi ve epeyce özerktiler. Yerel parlamentolardan sürgün ve soykırım yasaları, dönüş yasaları geçirildi. Dünya Çerkes Birliği Adıgeleri, Abhaz ve Abazaları da içeren aktif bir siyasi örgütlenme idi.

 

DÇB ve bağlı STK’ları Çerkesleri ilgilendiren konularda inisiyatif alıyorlar, olaylara müdahil oluyorlar, gerek yerel parlamentolar, gerek Rusya duması nezdinde Çerkeslerin ulusal sorunlarının takipçisi oluyorlardı. Örnek olarak, Kabardey Balkar parlamentosunda xase üyesi veya yandaşı milletvekillerinden oluşan çekirdek bir grup vardı. Kabardey Ulusal Kongresi Başkanı Tuma Muhamedin daha sonra Duma’ya KBC milletvekili olarak gitmişti. DÇB başkanı rahmetli Kalmık Yura RF Adalet bakanı olmuştu.

 

Bu dönemde dönüşçüler var gibiydiler. DÇB’nin hem anavatan hem diaspora kanadının içinde, fakat belirleyici olmaktan çok orada konan inisiyatiflere uyumlu bir tavır içindeydiler. Önemli bir ayrıntı ise dönüşçülerin artık bir grup olmadığı, ayrı kanatlarda yer aldığıdır.

 

DÇB’nin içinde kuruluşundan itibaren iki kanat vardı. Biri yeni kurulan ulusal örgütlenmelerin temsil ettiği sivil kanat, diğeri ise Rodina’nın temsil ettiği devlet kanadı. Bu ikisinin rekabeti içinde “Dönüş Ruhu” daha çok “devlet kanadı”nın yanında yer aldı. Ben ve Nihat Bidanuk ise, Hatajıko Valera ve Nalo Zawurların yanında, Kabardey Adıge Xace’nin tarafındaydık.

 

Bu dönemden itibaren ortak paydaları olan siyasi bir hareket olarak dönüşçülük yoktur-bitmiştir. Olan, dönüşçülük kökenli insanların bireysel görüş ve çabalarıdır ki, aralarında ortaklıklar çok azdır, birbirinden kopuk ve çeşit çeşittirler.

 

Bu dönem, 2000 yılındaki kongreyle DÇB’nin devletleştirilmesine kadar devam etmiştir. Yeri gelmişken, DÇB’nin tahlili ile ilgili, “DÇB belki Şhalaho Abu ve rahmetli Akbaş Boris dönemi bir ölçüde dışta tutulursa her zaman devlet öncelikli bir örgüt olarak çalışmıştır. İlk başkanımız rahmetli Khalmıkh Yura da devlet tarafından seçtirilmişti” sözlerini doğru bir değerlendirme olarak görmüyorum.

 

Rahmetli Kalmık Yura Çerkes sorununu dert edinen, çok yüksek nitelikli, donanımlı bir şahsiyet idi. Devlet adamlığı kendi kişisel özellikleri nedeniyle kazandığı bir kariyerdi. Yura bu kariyer ve imkânlarını devlet nezdinde Çerkeslerin lehine kullanmış, bir yandan da ilkeli-gerçek bir liderlik yapmıştır. O dönemde Rusya’nın içinde bulunduğu konjonktürü de iyi değerlendirmiştir. Nitekim Rusya adalet bakanlığı makamını da Çeçenistan’a askeri yöntemlerle müdahale edilmesine muhalefet ederek feda etmiştir. Maalesef kendisini çok erken kaybettik ve yeri de hiç doldurulamadı.

 

DÇB’yi sonradan ele geçiren devlet görevlileri ile Kalmık Yura’yı aynı kategoriye koymak haksızlık olması bir yana, konunun okuyucu tarafından doğru anlaşılmasını engelleyecek bir yaklaşımdır. Birisi konumu ve yeteneklerini Çerkesler lehine kullanan bir dava adamı, diğerleri ise içinde bile bulunmadıkları bir örgütü devletin emriyle gelip işgal eden ve devlet hesabına Çerkesleri kontrol etmekte olan görevlilerdir.

 

Şu anda konumuz olmadığı için konunun detaylarına girmeyeceğim fakat bu dönem Putin’in iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra, 2000 kongresinde DÇB’nin tamamen devletleştirilmesi ile son bulmuştur. Bu süreçte dönüşçülük ruhu, ya seyirci rolünde ya da devlet kanadında yer almıştır.

 

Üçüncü dönem 2000 kongresi sonrası Putin dönemidir. Bu dönemde dönüşçülük ruh formatındadır. Rusya’nın güçlendiği, ekonomik olarak büyüdüğü bu yıllar, Kafkasya’nın sürekli kaybettiği, sorunlarla boğuştuğu, yeni sorunların ortaya çıktığı yıllardır. Bu yıllarda Çerkeslerin elinde kalan Sovyet mirası statü ve haklar sürekli budanmış, özgürlükler yok edilmiş, terör ve etnik sorunlar ortaya çıkmış, 90’larda yerel cumhuriyetlerimizce atılan cılız da olsa bütün pozitif adımlar yok edilmiş, anavatana dönüş veya seyahatle ilgili bürokratik engeller sürekli arttırılmıştır.

 

Bu dönemde dönüşçülük hiç ortada yoktur, fakat ruhu DÇB ve Kaffed içinde sürekli yaşamıştır.

 

Bu dönemdeki olaylardan bazı hatırlamalar yapacak olursak;

 

Çeçen savaşı bahane edilerek insanların seyahatleri kısıtlanıyor, vize ile gelenler havaalanından sınırdışı ediliyor, dönmüş kişilerden bazıları sudan bahanelerle ikametleri iptal edilerek sınır dışı ediliyordu.

 

2000’lerin başlarında namaz kılmaya başlayan bazı gençlerin polis tarafından baskı altına alınması, camide dövülmesi gibi küçük çaplı olaylarla başlayan süreç, 2005’de ciddi hacimli silahlı isyanlara dönüşüyor ve KBC o tarihten itibaren terör bataklığı haline geliyordu. Kimi güvenlik görevlisi çoğunluğu da isyancı olmak üzere yüzlerce gencimiz telef oluyordu. Bölge bazen artan bazen azalan faili meçhuller, insan hakları ihlalleri ve cinayetler ortamında yaşamaya mahkûm oluyordu.

 

Rusya Federasyonunun yasal ortağı olan özerk cumhuriyetlerimiz, yeni kurulan Güney Okrug’a bağlanarak, bir eyaletin ilçeleri statüsüne sokuluyorlardı. Sonra adım adım içleri boşaltılıyor- etkisizleştiriliyorlardı.

 

Cumhurbaşkanlarının seçimle işbaşına gelmesi usulü kaldırılıyor, merkezden atanan sömürge valileri benzeri bir atama sistemine geçiliyor, daha sonraları başkanlık sıfatları dahi kaldırılarak “baş” a dönüştürülüyordu.

 

Tarihimiz inkar ediliyor, Kabardey Balkar’ın Rusya’ya gönüllü katılımının 450. yıldönümü kutlatılıyordu. Kutlamalar KBC ile sınırlı kalmayıp, KÇC ve Adigey’de de yaptırılıyordu.

 

Soykırımın son sahnesi olan Soçi’de olimpiyat düzenleniyor, Çerkeslerin varlığı ve tarihi bir kez daha inkâr ediliyordu.

 

Bu örnekler kat kat fazlasıyla çoğaltılabilir.

 

Bütün bu olaylar olurken dönüşçülük yoktu.  “Dönüşçülük ruhu”, çoğunlukla Kaffed üzerinden, ya işbirlikçi, ya zararsız seyirci ya da hiçbir şey olmuyormuş gibi davranan karartıcıydı.

 

Dönüşçülük ruhu daha çok Kaffed’in bedenini taciz ediyor, Çerkeslerin ağır sorunlarına ve Rusya tarafından uğradıkları haksızlıklara rağmen, Rusya’nın hatırını kırmamak için kırk dereden su getiriyor. 21 Mayıslar yaklaşırken, “dertleşmek için”, Rus konsolosluğuna uzak bir sahil şeridi aramaya başlıyor. Kendilerine Güney Amerika’nın Rusya’ya bakmayan sahillerini önerecektim fakat biraz masraflı olacak. Neyse, bu gidişle bir şekilde, 21 Mayıslar anavatanda bahar şenliklerine dönüştürülürse rahata ererler.

 

Çerkeslere soykırım yapan Rusya yerine Osmanlı’yı suçlayan, soykırımın kurbanlarının kemikleri üzerinde olimpiyat düzenleyen Rusya yerine Soykırımı tanıyan Gürcistan’ı suçlayan, uçak krizini bahane ederek Çerkeslerin haklarına tecavüz etmeye kalkışan Rusya yerine Türkiye’yi suçlayan bu ruh, doğal olarak Çerkes halkı tarafından da anlaşılamamaktadır.

 

Hem kendisi arafta azap çeken, hem de halkını uyutmaktan başka bir işe yaramayan bu sefil ruhu artık serbest bırakmalı, ebedi istirahatgahına yollamalıyız.

 

Çünkü dönüşçülük gerçekte çoktan bitmiştir-yoktur. Var olması da gerekli değildir. Artık Çerkeslerin anavatanına dönmelerine karşı çıkan bir grup veya düşünce de yoktur. Şayet varsa da kaale alınacak çapta bir şey değildir. Bir anlamda tüm Çerkesler dönüşçüdür. Dönüşün önündeki en önemli engel, Rusya’nın kendisidir. Çerkeslerin konumu ve imkânları da bu işe uygun değildir.

 

Bu ortamda retorik olarak dönüşçü adını kullanan birilerinin olması faydalı değil,  bence zararlıdır. Bir nevi bölücülüktür. Üstelik bunun Rusya’yla iyi geçinmek kaygısıyla Çerkes siyasetinin önünü tıkayan, ipotek koymaya çalışan bir nitelikte olması ayrıca problemdir.

 

Dönüşçülerin çoğunluğu da artık bu ruhu taşımıyor. Sadece suskunlar. Dönüşçü hareketin; ulusal soruna çözüm arayan, gerçekten derdi olan ve vatansever bir hareket olduğunu dost ta düşman da kabul eder. Böyle bir hareketten, kala kala böyle bir ruhun kalması da yakışık almıyor doğrusu.

 

Çerkes sorunu, dönüşle sınırlı olarak ve dönüş çerçevesinde ele alınabilecek bir sorun değildir.  Konjonktürden ve maddi gerçeklerden bağımsız olarak “Çerkesler vatana dönmelidir” demenin hiçbir şey ifade etmediği, tamamen yeni şartlara uygun varsayımlarla yeniden hesap yapmanın zorunlu olduğu açıkça ortadadır.

 

Devam edecek…

Comments are closed.