Dünya değişiyor, Türkiye daha çok değişiyor. Bu değişimi İslamcılar, mütedeyyin Anadolu esnafı ve Kürtler gerçekleştiriyor.

Murat Cenbey 22 August 2014
NE OLACAK BU TÜRKİYE’NİN HALİ ?

 

Rakı masasında bir büyük içtikten sonra geyik muhabbetinde edilen bu lafı; Cumhurbaşkanı seçimlerinde, yine büyük bir hayal kırıklığına uğrayan ulusalcı laik cepheden çok duymaya başladım bu aralar. “Tayyip bu defa %45’i geçemeyecek” diyenlerle “%50’nin üzerinde oy alır” diyerek girdiğim iddialardan da çok rakı kazandım.

 

İktidarın tüm nimetlerinden yararlanarak cam bir akvaryumda yaşayan, halkla hiç ilgisi olamayan bu kesim niye bu kadar hayal kırıklığına uğruyor yada onların iddia ettikleri gibi gerçekten Türkiye’nin durumu kötüye mi gidiyor acaba ?

 

Ben hiç bir zaman Türkiye’nin kötüye gittiğine inanmadım, hem ekonomik olarak, hemde demokrasi ve özgürlükler açısından.

 

Ekonomik olarak elimizdeki verilere bakarım. Bu verilere baktığımda da, Türkiye kötüye gidiyor, kriz çıkacak, batacak diyen yurtdışı kaynaklı felaket tellallarına ve onun kuyrukçusu Türkiye’deki laik cepheye gülerim.

 

2001 yılında Ecevit – Sezer kapışmasından sonra çıkan krizde 1 gecede Türkiye 330 milyar dolar kaybetti. Bu para buharlaşıp uçmadı, yabancı fonlar ve yerli işbirlikçileri aldı bu parayı.Yani sosyal demokrat, dürüst adam diye övündükleri Ecevit ülkeye en büyük zararı verdi. Ülke iflas etti. Kemal Derviş’in uyguladığı reçete ile düze çıkmaya çalışan Türkiye’de, acz içindeki Ecevit’ ten kaynaklanan politik krizde eklenince AKP iktidarı doğdu. Katı bir İslamcılığı savunan Refah Partisi’nin içinden daha liberal söylemlerle ayrılan AKP hükümeti iktidara geldiğinde bir enkaz devraldı. Küresel sermayenin lehinde rüzgarlar estirmesini de kullanarak, aslında Kemal Derviş’in uygulamak istediği ancak politik güçsüzlükten dolayı tam uygulayamadığı ekonomik reçeteyi birebir uygulamaya başladılar.

 

En önemli icraatları, devlet garantisi altındaki yurtdışı özel sektör borçlarını devlet garantisinden çıkarmak oldu. (yine Dervişin reçetesi)

 

İşte ne olduysa burada oldu, daha düne kadar yurtdışından aldıkları krediyi (oda gerçek bir kredi değil kendi paraları ya, oralara girmeyelim şimdi, tehlikeli konular) ödeyemeyip devletin sırtına ekleyerek müthiş rantlar kazanan yurtdışı fırsatçıları ve onların yerli işbirlikçisi elitist İstanbul sermayesi AKP ye savaş açtı. Darbe destekçiliği de dahil müthiş ayak oyunları hep bundandı.

 

Buraları kısa geçeyim. AKP hükümeti 12 yıllık iktidarında Gayri Safi Milli Hasıla’yı yani 1 yıl içinde ülkenin ürettiği tüm mal ve hizmetin toplamını 800 milyar dolarlara, kişi başı milli geliri de 10 bin dolarlara çıkardı. IMF’ye borcu bitirdi. Bugün Türkiye’nin ulusalcı laik cephenin iddia ettiği gibi çok borcu yok, onlar hala özel sektörün borcunu da devlet borcu gibi gösterip kriz yaratma derdindeler.

 

Yani bugün Türkiye’de doğan çocuklar eskiye göre daha az borçla doğuyorlar.

 

Uluslararası kabul edilen finans rasyolarına göre Türkiye’nin dış borcu kritik seviyenin çok altında. Cari açık rakamlarıda öyle.

 

Çok fazla teknik açıklama yapmak istemiyorum, kafalar karışmasın diye ama rakamları koyduğunuzda Türkiye ekonomisinin durumu, bir takım riskler olmak kaydıyla Avrupa ülkelerine göre iyi durumda. Hatta Cumhuriyet tarihinin en iyi günlerini yaşıyor.

 

Gelelim demokrasi ve özgürlükler meselesine;

 

Erdoğan ve AKP kurmayları çok pragmatik ve zeki aynı zamanda icraatçı insanlar.Dünya’daki gelişmeleri de yakından takip edip, Türkiye’ye uyarlıyorlar.

 

Türkiye’nin önünü tıkayan katı ulus devlet mantığına karşı dünyadaki rüzgarları da arkalarına alarak, AB politikalarına uygun demokrasi ve özgürlük alanında adımlar attılar. 1990’lı yıllarla kıyaslarsak Türkiye daha özgür. Bu konuda; Kürt sorunu, askeri ve yargı diktatörlüğünün geriletilmesi, başörtüsü özgürlüğü, her sabah okullarda çocuklarımıza zorla okutulan ırkçı andımızın kaldırılması ve daha sayabileceğimiz bir çok adım var.

 

Bu yaz Kazdağları, Karadeniz yaylaları, Dersim bölgesi başta olmak üzere anadoluyu gezdim. Malatya – Elazığ arasında göl kenarında yapılan villalar belkide Bodrum da yok, tekneler, ekonomik canlılık da cabası. Her tarafta insanlarla konustuğunuzda aynı şeyi söylüyorlar. Kürt sorunu çözülsün, ekonomi dahada canlansın para kazanalım, tüketelim. Malatya’da yaşayan küçük bir çiftçinin, ne Erdoğan’ın ırkçı söylemleri umrunda, ne Gezi olayları, ne Paralel devlet, ne demokrasi ne de özgürlükler. O bir tek şeyin peşinde, Kürt sorunu bitsin, ekonomi canlansın (Güneydogu’da), para kazanayım ve bende göl kenarında bir villa yaptırayım. Bu düşüncede olan birine en çok uyan siyasetçide Erdoğan ve AKP. Onun için ne olursa olsun yine Erdoğan’ı destekleyecek ve Erdoğan önümüzdeki seçimleri de kazanacak. Tunceli’nin girişinde Kürtçe hoşgeldiniz yazıyor, marketlerde tabelalar Kürtçe. Eskiden bunun için insanlar ölüyordu, şimdi ise normal. Kürtler tabiki, ya Erdoğan’ı yada HDP yi destekleyecekler.

 

Demem o ki, Türkiye bir dönüm noktasında, eskiden kurtulup yeni bir Türkiye kurulma aşamasında. Türkiye Kürt sorununu çözerse doğudaki ekonomik kalkınma Türkiye’yi ciddi bir şekilde ilerletir aynı zamanda demokratikleştirir. Bu demokratikleleşme halkın siyasal bilincinden ziyade dünyadaki ekonomik gelişmelerden kaynaklanır.

 

Elazığ – Harput eski bir Ermeni yerleşim yeri. Çok gelişmiş, eski evler restore edilmiş, oteller, restaurantlar her şey var. Keban gölü manzaralı bir restaurantta yemek yerken alkol sordum, yok dediler. İçeride sahibi ile konusurken “niye alkol vermiyorsunuz” dediğimde, başladı küfretmeye belediyeye “onların yasağı yüzünden turistte gelmiyor” diye. Söylediği şu “abi alkol olsa ciromu üçe katlarım”.

 

İşte bu ekonomik gerçeklik, değişimi de getiriyor. Eğer Erdoğan ve AKP kurmayları tıpkı zamanında Ulusalcı Kemalistlerin yaptığı gibi toplum mühendisliği yapmaya devam ederlerse bu ekonomik gerçeklik onlarıda bitirir. Halktaki bu değişim isteği, her engeli aşar. Bu engel AKP olduğunda, onuda aşar.

 

Peki hiç risk yok mu?

 

Var elbette, ortadoğu kaynayan bir kazan, dünyadaki ekonomik kriz, hala alttan alta vurmaya hükümeti devirmeye çalışan ulusalcı faşist cephe. Ancak Türkiye Kürt Sorunu’nu çözüp Güneydoğu’da ekonomiyi canlandırırsa Türkiye bunların hepsinin üstesinden gelir.

 

Siyasi riske gelince, AKP iktidarı vede özellikle Erdoğan, son 3-4 senedir, tıpkı eski Kemalisler gibi katı, otoriter, diktacı, toplum mühendisliğine soyunan, kendi gibi olmayanların yaşam tarzına karışan, yolsuzlukların, hırsızlıkların üstüne gitme, şeffaflaşma yerine üstüne kapatmaya çalışan bir hal almaya başladı. Anadoluyu gezdiğiniz zaman alkol yasaklarını ciddi olarak hissediyorsunuz. Trabzon – Uzungöl’de yapılan düzenlemeler çok başarılı, fakat hiç bir yerde alkol yok, esnafın bir kısmı tepkili. Bu, ciddi bir risk ve toplumun bir kısmında düşmanlık uyandırıyor.

 

Bu gerçekleri görünce, Erdoğan’ın niye hep girdiği seçimleri kazandığını anlayabiliriz. Çünkü insanların Erdoğan’a oy verme sebebi ideolojik değil, sosyolojik. Yıllardır Türkiye’nin kaymağını yiyen ulusalcı laik cephenin öncelikleri (yaşam tarzi, Atatürkçülük, cinsiyet ayrımı,v.b) değil öncelikleri, onların öncelikleri, ülkeye barış gelsin, para kazanalım, tüketelim. Kapitalizmle yeni tanışan bir sınıfı konusuyoruz. Onun için ne Erdoğan’ın ırkçı söylemleri, ne polislerin Gezi’de yada toplumsal olaylarda uyguladığı şiddet onları ilgilendirmiyor. Onun içinde Erdoğan’ı destekliyorlar.

 

Bu saydığım anti demokratik uygulamalar ilgilendirmeli elbette onları da ama gerçek durumun de facto olanı bu. Bu gerçeği görmeden, bir takım kriz hayallerine kapılmak yada Abdullah Gül –Erdoğan krizine bel bağlamak yanlış olur.

 

Dünya değişiyor, Türkiye daha çok değişiyor. Eski Türkiye’nin sonu geldi. Yeni bir Türkiye var ve bu değişimi İslamcılar, mütedeyyin Anadolu esnafı ve Kürtler gerçekleştiriyor. Değişimi en iyi okuyan liderlerde Erdoğan ve Öcalan. Onun için bu liderler egolarına yenik düşüp, ( Erdoğan’da böyle bir risk görüyorum) ciddi bir hata yapmazlarsa önümüzdeki seçimlerden de galip çıkarak Yeni Türkiye’yi inşaa edecekler. Ulusalcı laik cephe ise bu gerçekleri göremediğinden arkada nal toplayacak yine. Bu gerçeği görüp adam gibi bir muhalefet yapmalarını çok isterim aslında ama umudum yok.

 

Bu ülkede yaşayan gerçekten özgürlükçü, demokrat, aydın insanlara düşen görev ise; yaşadığımız toplumun gerçeklerini görüp, halkın yaşam tarzına saygı duymak. Anti Tayyipçilik yapmak yada Tayyip’e tapmak veya Ulusalcıların peşinden gitmek değil, ülkeyi demokratikleştirecek, özgürleştirecek adımları desteklemek, bunları siyasetten talep etmek ve bunun için mücadele etmektir.

Comments are closed.