AKP gider başka bir parti gelir, Erdoğan gider başka biri gelir ama sonuç değişmez.

Murat Cenbey 04 March 2014
HAYDİ SOKAĞA, HÜKÜMETİ DEVİRMEYE

 

Yıllardır birlikte hareket eden, birbirlerine hayır dualarını esirgemeyen, al gülüm ver gülüm devleti birlikte yöneten Fetullah Gülen cemaati ile AKP arasına kara kedi girdi ve birbirlerine düştüler. Ama ne düşme. Hayır dualarının yerini beddualar almaya başladı, birbirlerini hain ilan etmeye başladılar.

 

Daha önceki yazımda belirtmiştim, ancak kısaca yine özetleyeyim.

 

Bu bir demokrasi kavgası değil, bir çıkar çatışması. Ne olduğu belirsiz, komplocu cemaat örgütlenmesini onaylamam mümkün değil. Bunun demokrasilerde yeri olamaz ancak başbakanın bu çıkar çatışmasını demokrasi sosuna bulayıp millete yedirmeye çalışmasınada kanmam. Başbakan eğer bu cemaatle mücadeleyi çok önceleri yapsaydı inanıp destekleyebilirdim, ancak yıllardır birlikte hareket edip, çıkarları çatışınca bu hareketin anti demokratik olduğunu hatırlayan başbakana inanamam.

 

Benim asıl üzerinde durmak istediğim, bu iki tarafın çıkar çatışması sonucu birbirine girmesiyle birlikte karşılıklı olarak birbirlerinin pisliklerini ortaya dökmesi sonucu ortaya çıkan tablo.

 

Ortaya çıkan ses kayıtlarında başbakan ve AKP’lilerin rüşvet ve yolsuzluk olaylarına karıştığı iddiaları üzerine, AKP’ye oy vermeyen % 50 lik kesim ayağa kalktı. Gösteriler, yürüyüşler, başbakan istifa sesleri, başbakan kaçacak gidecek iddiaları öyle bir hale geldi ki olay hükümeti devirme senaryolarına kadar ilerledi. Eğer başbakan 17 Aralık operasyonundan hemen sonra yargıdaki ve emniyetteki görevlileri değiştirmese, muhtemelen ki şu an başbakan yolsuzluk suçundan tutuklanıp cezaevine konulmuştu, kısaca yine post modern bir darbe olmuştu.

 

Şahsen; iktidara olağanüstü yolsuzluk ve rüşvet olanakları sunan bu ulus-devlet modelinde iktidarların namuslu ve dürüst kalacağına inanmam, AKP’liler ve başbakanda dahil. Buna karar vercek olan yargı. Ancak yargıyı da araki bulasın Türkiye’de. Onun için insanlar yargıdan ziyade okuyup gördüklerine göre karar verecekler kimin haklı olduğuna, buda seçimlerde sonuç olarak yansıyacak bize.

 

Seçilmiş bir hükümetin böyle şaibeli yolsuzluk operasyonları ve sokak hareketleri ile devrilmesini kabul edemem. Bunun 2 nedeni var.

 

Birincisi demokratik değil, seçilmiş bir hükümeti ancak seçim ile devirebilirsiniz, bunun dışındakiler anti demokratiktir.

 

İkincisi ise sosyolojik bir olay ve asıl üzerinde durulması gereken nokta bu.

 

1.Dünya savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti Jakobenist bir ulus devlet modeliydi. Devrimi yapan Jakobenist kadrolar bir gecede halkın kılığını kıyafetini, alfabesini, eğitim sistemini, kısaca herşeyi değiştirmeye kalktı. O günkü koşullarda bunları yapmanın doğruluğunu yada yanlışlığını yazmayacağım, o ayrı bir tartışma konusu.

 

Sonraları, Köy enstitüsü, Halkevleri gibi kurumlarla ülkeyi yöneten kadroların ideolojileri doğrultusunda toplum mühendisliği yaparak toplumu dönüştürmeye çalıştı. Aynı zamanda ülkede yaşayan tüm azınlıklara baskı kurarak bir Türk toplumu yaratmaya kalktı. Ve uzun yıllar boyunca dönüştürmede başarılı olduğu ve kurduğu askeri bürokratik oligarşi ile devleti yönetti. Devleti yöneten partiler değişti ama ideoloji hiç değişmedi.

 

Halk ise sessiz sedasız kendi içinde örgütlenmeler yarattı. Anadoluda yada köylerde kaçak Kuran kursları ve cemaat örgütlenmeleri ile bu toplum mühendisliğine direndi. Hiç ön plana çıkmadı, horlandı, dalga geçildi ama sesini çıkarmadı. Toplumsal hayata çok katılamadı, hep geri planda kaldı, geri hizmetlerde ve köylerde çalıştı.

 

1983’te Özal hükümetinin dışa açılma politikası bunlar içinde bir dönüm noktası oldu. Kendisi de tarikatlardan gelme Özal, ülkeyi kaptalistleştirme yolunda ciddi atımlar atarken bu kesimin oy gücünün de farkındaydı. Onları geliştirecek ekonomik uygulamaları devreye soktu. Anadoluda açılan sanayi siteleri bir müddet sonra inançlı, mütedeyyin,muhafakazar ama üreten, para kazanan ve kapitalizm ile yeni tanışan bir orta sınıf yaratmaya başladı. Anadolu Kaplanları denen bu kesimler önceleri büyük fabrikalara fason yapmaya başladılar ama daha sonraları kendi fabrikalarını kurmayı bildiler. Artık para kazanıyorlardı.

 

Bu ekonomik uygulamanın sosyolojik sonuçları çıkmaya başladı bir müddet sonra. Önceleri ezilen, sesini çıkaramayan bu kesim artık para harcamaya başladı. Onlarda gezmek, çalışmak, eğlenmek, üretmek ve kendi hayat tarzlarına uygun yaşamak istiyorlardı.

 

Bunun sonucunda da 2003 yılında kendileri gibi olan ve onlara gelecek vadeden AKP’yi iktidara getirdiler.

 

Dünyadaki küresel sermayenin pozitif etkisini ve bollaşan dolar rüzgarını da arkasına alan AKP, ekonomiyi iyi yöneterek ve bir takım demokratik açılımlar yaparak toplumu dönüştürmeye başladı. Kendini oraya getiren İslamcı orta sınıfı destekleyerek iktidarını dahada güçlendirdi. Ulus devlet olanaklarından hem kendi yönetici kadrosu yararlandı hemde kendini destekleyen İslamcı orta sınıf.

 

Artık başörtülü kadınlar lüx arabalara biniyor, tatile çıkıyor ve para harcıyordu. Daha düne kadar İstanbul sermayesinin fabrikalarına fason üretim yapan, onlardan iş alabilmek için önlerinde el pençe divan duran bu İslamcı orta kesim şimdi artık fabrikalarından direk ihracat yapmaya ve İstanbul sermeyesine kafa tutmaya başlamıştı. Artık Boğaz da yalılarda onlarda oturuyordu.

 

Özellikle inşaat sektöründe oluşan ranttan asıl payı onlar alıyordu.

 

İktidarının kaybolmaya başladığını gören İstanbul sermayesi ise onların önünü kesmek için tek bildiği yolu kullanmaya başladı. Darbeler.

 

28 Şubat bu yükselen İslamcı orta sınıfa karşı İstanbul sermayesinin yaptırdığı bir darbe idi. Darbeden 5 yıl sonra bu sınıf daha güçlü olarak iktidara geldi. 27 Nisan darbe girişimi bu sınıfın oy oranını % 50’ye çıkardı.

 

AKP, son 3 senedir demokrasiden çok uzaklaştı ve otoriterleşti. Muktedir oldu. Ve kaçınılmaz olarak çıkar çatışmaları başladı. Bunların hepsi doğru, yolsuzluk olayları da gerçek şüphesiz. Ancak yinede AKP’nin oyları dramatik bir şekilde düşmüyor. Çünkü ona oy veren İslamcı orta sınıf biliyorki bu savaşı kaybederlerse ekonomik çıkarları da kaybolacak. Muhalefet partilerinin durumu ortada. Ne kadar bu yolsuzluk dosyalarına inansalarda yine ona oy verecekler. Eğer bundan sonra ( 04.03.2014 ) başka dosya yayınlanmazsa AKP yine kazanacak. Çünkü İslamcı orta sınıf ekonomik iktidarını kaybetmek istemiyor.

 

Bu yolsuzluk olaylarını fırsat bilip sokağa dökülen ve hükümeti devirme rüyaları görenlere şunu hatırlatmakta fayda var.

 

Bu İslamcı orta sınıfa ne zaman baskı uygulandıysa, onlar dahada güçlendiler. Onların AKP’ye oy verme nedenlerini bilmeden, ona alternatif çözüm üretmeden yapılacak her baskı onları dahada güçlendirecek. Başka ne ses kayıtları var bilemem, başka ses kayıtları çıksa ve başbakan diyelim ki sokak gösterileri yada bir yargı darbesi ile devrilse bile birkaç sene sonra bu İslamcı orta sınıf % 65 ile iktidara gelecektir.

 

Zaten muhalefetin hali ortada. Bu ülkedeki Kürtleri, Çerkesleri, Azınlıkları, İslamcıları yok sayıyor. 80 Yıllık savaş sonucu elele zafer kazanan Kürtler ve İslamcılar bu avantajlarını kaybetmezler, ne pahasına olursa olsun.

 

Türkiye’de demokrasi gelişecekse, Kürtleri ve bu İslamcı orta sınıfı işin içine katmadan, onları dönüştürmeden bunu gerçekleştirmek mümkün değil.

 

Kısaca; seçilmiş bir hükümeti darbe ile sokak gösterileri ile devirmenin ne demokraside yeri var, nede onları güçlendirmekten başka bir işe yarar. Onlara oy veren İslamcı orta sınıfların oy verme nedenlerini bulup onlara alternatif sunmadan, onlara ekonomik avantajlarını kaybetmeyeceğinin güvencesini vermeden bu iktidar değişmez.

 

AKP gider başka bir parti gelir, Erdoğan gider başka biri gelir, ama sonuç değişmez.

Comments are closed.