Siyasi paltonuzu dernek kapısında bırakıp içeri öyle girin.

Yaşar Güven 15 July 2013
Gezi Parkı ve Çerkesler

 

Çerkesler yaşadıkları ülkelerin demokrasi mücadelesinden muaf mıdır?

 

1950’lerden sonra uzun süre tek örgütlülük olan derneklerimizde çok dinledik: “Siyasi paltonuzu dernek kapısında bırakıp içeri öyle girin.” Statükoya, mevcut politikanın sürmesine yani yerimizde saymamıza neden olan, özünde güce yani iktidara yaslanma eğiliminde olan bu politika cılız da olsa devam ediyor. “Çerkeslikle ilgili ya da değil” gibi tespitlerle, “demokrasi daha fazla demokrasi” talebinin, özünde kimliğe dair daha ileri adımlar atılmasının önüne set çekmeye çalışıyor.

 

Kimlik sorununa sahip çıkan Çerkesler, yaşadıkları ülkelerin demokrasi mücadelesinden muaf değildir. Kimliğe dair haklar ve özgürlüklerin altın tepsi içinde sunulmayacağı, mücadele gerektiği en azından Türkiye pratiği ile bu kadar ortada iken bu lafı etmek zor olmasa gerek. Çerkesler hiçbir ülkede tek başlarına yaşamıyor. Yaşadıkları tarihsel adaletsizlik nedeniyle özel bir durumları söz konusu olsa da kaderleri birlikte yaşadıkları halklarla bağlanmış durumda. Sadece Çerkesler’ e özel bir kurtuluş formülü yok. Önce kendi içimizde sonra benzer sorunu yaşayanlarla en geniş cephe ile birlikte sorunlarımızın üstesinden gelebileceğiz. Bu durum iktidar ya da muhalefet partilerinden bağımsız bir tutum gerektirir. Başka bir ifade ile “Demokrasi konusunda ne kadar adım, o kadar destek” olarak özetlenebilecek bir tutum gerektirir. Doğal olarak demokrasi ve özgürlükler konusunda her olumsuz adıma da tepki.

 

*

 

Barışık olmak. İnsan ve halkların kendileriyle, çevrelerindekilerle, farklı düşünenlerle, başka halklarla, başka dinlerle, inançlarla.. barışık olması. Bu olmadığında olumsuzlukların yaşanması daha bir kolaylaşıyor. Çok küçük kıvılcımlarla büyük olaylar başlatılabiliyor. Türkiye’de birçok sıkıntı ve katliama dönüşen olaylar yaşandı. Sivas ve Kahramanmaraş gibi.

 

Gezi ile başlayan süreçte insanlar barışık olmanın örneklerini verdiler. Takım taraftarları, ulusalcı – ırkçı – BDP’ li, dinsizi Cuma namazı kılanı ile.. Böyle iç dinamiklerle gelişen şeyleri yasa koyucu olumlular mı? Teorik olarak evet. Ama bu fazla gelir yönetme anlayışına. Yöneteceğin şeyler ve yönetene olan ihtiyaç azalır. Yerelden genele halkın inisiyatifi ile toplumsal yaşam belli bir disiplinle uygulanır hale gelirse deşifre olmak da var. Yutturulan onca demokrasi yalanından sonra. Brecht’ in sözü değil miydi; “Halklar kendileri konuşabilseler hemen dost olurdu”.

 

Toplumsal barış. Buna gereksinimi olan bir ülke Türkiye. Beklenir ki temsili (yutturmaca) demokrasinin nimetleri ile iktidar olanlar bu konuda adım atsın. Ayrıştırmasın, kategorize etmesin, ötekileştirmesin, hizaya sokmasın, farklılıklara saygı göstersin vd. Buralardan geçmez mi toplumsal barış? Bizde olan ne peki? İktidarın Kürt sorunu ve Kürt çözümüne, dolayısıyla Kürt barışına kilitlediği bir süreç.

 

Akil insanların 7 bölge raporunun ortak iki yanı; herkes için demokratikleşme ve yeni anayasa, öyle okunuyor. Çözüm sürecinden beklenti bu.

 

Yeni Anayasa. 12 Eylül yargılanamıyor. Çünkü 12 Eylül Anayasası engel. Bunun ayıbını yaşamaya devam ederek “demokratikleşiyoruz”. Anayasa’da önemli değişiklikler yapan bir iktidar var. Yetmez ama evetçilere göre demokratikleştik biraz daha bu değişikliklerle. Sivil vesayete geçiş sürecinin yani kuvvetler birliğinin adı demokratikleşme oldu. Çok açık ki 12 Eylül Anayasası yerine sivil bir anayasa yapılırsa ancak askeri vesayet sona erecekti. Bu iradeyi %10 seçim barajı ve milletvekillerini parti liderlerinin seçmesi ve halkın onaylaması ile oluşan bir Meclis gösteremedi. Başbakan akillere açıkça %10 barajın kalkmayacağını söyledi. Muhtemelen halk kendi vekillerini yine seçemeyecek bu gidişle. Neyse, biz “demokratikleşmeye” devam ediyoruz, farkında olmasak da.

 

Yüzleşmek. Yaşanası bir dünya için her ülke ve her halkın yapması gerekir. Türkiye’ nin de. Dersim, 1915 Ermeni, 1922-23 Manyas –Gönen Çerkes sürgünü, 1 Mayıs 1977, Maraş, Sivas, Roboski, faili meçhul gazeteci – aydın – akademisyenler ve bütün olan-bitene dair. Şimdi de Gezi süreci ile yaşanan yeni faili meçhuller söz konusu.

 

Başbakan ve Gezi gençleri. “Hatamız var. Biz bu gençliğe geleneklerini öğretemedik”. Başbakan böyle buyurdu. Nedir gelenekleri? Şöyle de okunabilir ya da sorulabilir; “Sizin gelenekten muradınız ne?” Sorunun yanıtını yaşanan pratiklere bakarak verebilirim; sorgulamayan, biat eden, kendileri için en iyisini zaten yapacak bir başbakanın olduğunu baştan kabul eden .. bir gelenek.

 

Orantısız medya ve monolog. Medya iktidarın kontrolü altında. Hatta o kadar ki muhalefet partilerinin söyledikleri dahi iddia olarak ya da doğruluğu şüphe gerektirir algısı yaratacak şekilde sunulurken iktidarın söyledikleri tartışmasız doğru algısı yaratacak şekilde sunuluyor. Gezi gençlerine mikrofon uzatılmasını istemek abesle iştigal bu durumda. Gençler protestoları sırasında esprili bir biçimde polise şöyle seslenmişti; “Kaskını çıkar, copunu bırak, delikanlı kim bakalım”. Bunu başbakana uyarlamak gerek; “Medyaya de ki ‘bana ayırdığınız süre kadar gençlere de zaman ayırın’, o zaman bakalım, delikanlı kim”. Demokrasinin gereklerindendir diyalog. İktidar çoğunlukçu anlayışını bu konuda da monolog olarak yerleştirdi. “Size mi soracağım” diyor ya başbakan, medya buna biat etmiş “Size mi söz vereceğim” diyor.

 

Ve noktalayalım. Anayasa madde 34: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Comments are closed.